@cigdemgah
|
Emir'in kollarında ki adamın kendi geçmişinin en büyük karanlığı olduğunu biliyordum. En büyük parçasıydı yapbozun. Emir gözlerini dikmiş ona bakarken donup kalmıştı adeta. Şoktaydı, Halid öldüğü için ya da bu şekilde öldüğü için. Hayatı boyunca kaç kez öldürmüştü üvey babasını acaba, merak ettim bir an. Ardından da hemen kovdum bu merakı aklımdan. Babam sessizce bir dua mırıldanıp eli ile Halid'in açık kalmış gözlerini kapattı. Pencerenin ilerisinde koltuğa oturmuş, başım ellerimin arasında öylece kalmıştım bende. Sessiz ve kıpırtısız… Bir ölüm daha görmüştüm. Şöyle ki Halid için ne kadar kötü biri olduğunu düşünsem de ölümünün bu şekilde olması üzücüydü. Bu dünyaya oğlunu düşmanı sandığı adama emanet ederek veda etmişti. Fani dünya öyle tuhaf bir yerdi ki Emir ve Halid'in düşman olmasının tek sebebi en sevdikleri insanın incinmesini istememeleriydi. Halid'in ki hastalıklı bir sevgiydi elbette ve bu yüzden sonuç kötü olmuştu. Garip bir tecelli ki annesi öldüğünde Emir'i Halid'e emanet bırakmıştı ama Halid onun ölümünden Emir'i suçlamış, ona sürekli işkence edip durmuştu şimdi ise Halid aynı kaderi yaşıyordu, Emir'e emanet ettiği biricik oğluydu. Emir gözlerini yere dikmiş sessizce düşünürken aklından bunların geçtiğine emindim. Uzun bir süre geçti o andan. Polisler içeriye doldu. İnsanlar gelip geçti. Bana su şişesini uzatan babamın varlığı ile döndüm gerçek dünyaya, ondan suyu alıp yanımda yere oturup başını duvara yaslamış Emir'e uzattım: "İç." Emir tepki vermedi. Bakışları yerdeydi. Halid'in cesedinin kaldırılıp götürülüşünü tepkisiz izlemişti. Sessizce mırıldandı. "Annem öldükten uzun bir zaman sonraydı. Halid eve geldi bir gün. Küçüktüm o zamanlar daha. Yerde oturmuştum. Annemin verdiği boyama kitabının resimlerine bakıyordum. Halid'i ilk defa çok üzgün görmüştüm. Annem öldükten sonra bile bir kez olsun yas tuttuğunu görmedim. Ama o gün cidden kötüydü. Ağladığını gördüm. Üzerime doğru geldi. Yine vuracak sandım. Ağlamaya başladım. Ama o yavaşça eğilip elimde ki kitabı aldı. Korkarak ona baktım. Dedi ki "bir kere olsun bana babanmışım gibi baksaydın, seviyormuş gibi baksaydın sanki her şey daha kolay olurdu. Sen annenden daha vefasız çıktın... Bak yine aynı onun gibi bakıyorsun bana. Sırf bunun için senden nefret ediyorum. Ona en çok benzediğin için." sonra kitabı yanıma bıraktı. Bana vurmayacağını anlayınca tekrar kitaba uzanmıştım ki kemer sert bir şekilde belime indi. Son kez o gece dayak yedim ondan." Emir yutkundu, sahte bir sinirle güldü. Elini uzattığında su şişesini ona verdim. Bir yudum içti. Söylediklerine verecek yanıtım yahut bir tesellim yoktu. Babam diz çöktü yanına usulca, elini omzuna attı. "Sen..." dedi: "koskocaman kalbi olan bir çocuksun. Eminim annen seni şimdi görseydi gurur duyardı." Emir buruk bir tebessüm ile karşılık verdi. Ardından babama sarıldığında teselli edilmek istediği için değildi ağladığını benim görmemi istemediği içindi. Başımı başka yöne çevirdim ama ne yazık ki hislerimiz bazı şeyleri görmezden gelemiyordu. Bu yüzden ayağa kalkıp dışarı çıktım. Hava almaya ihtiyacım olduğunu hissediyordum. Dışarıda oyalandıktan bir süre sonra Emir'i acele ile kapıdan çıkarken gördüm. Arabaya binip gaza yüklendiğinde ise babam yanıma gelmişti çoktan. "Nereye gidiyor?" diye sordum. "Emaneti bulmaya." dedi babam. Sanırım yine haklıydı diye düşündüm Emir gerçekten de koskocaman kalbi olan bir adamdı. "Peki, nerede olduğunu biliyor mu?" "Selen bulmuştu." anladım der gibi başımı salladım: "Garip bir yazgısı var." "Öyle. Tevbe Suresi, elli birinci ayet şöyle der: "De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." Her şey Allah'ın kontrolündedir, kızım ve herkes mutlak kaderini yaşar." Sessizce ona bakıp onayladım onu az sonra bakışlarım tekrar Emir’in arkasına takılınca babam düşüncelerimi okumuş gibi devam etti: "Yine Kur'an-ı azimüşşan der ki: “Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl/97) "Sadakallahu'l-Âzim." "Hadi bakalım bizim de işimiz uzun. Sanırım Nuh ile görüşmenin zamanı geldi." "Ama önce belgeleri almamız gerekmez mi?" "Abdurrahman'ı ve Umut'u eve gönderdim." "O belgeleri Halid kasaya nasıl koydu diye hala düşünüyorum." "Birinin yardım ettiği kesin." "Kim sence?" "Haini bulmak istiyorsak önce ipin sonunu görmeliyiz. Çünkü belli ki içimizden biri ve biz kendimizden olandan şüphe etmeyecek insanlarız. Birini suçlayabilir miyiz?" "Belli ki en yakınımızda... Lakin suçlayacak kimseyi dahi bulamıyorum." "Bu güzel işte... Etrafında güvenilir insanlar olduğunu gösterir." "Kasa şifreli ben bile bilmiyorum." "Berzah'tan şifreyi öğrenmeliyiz. Fehmi'yi aramalıyım." arabaya bindiğimizde ben direksiyondaydım babam ise ön koltukta oturmuş avukat ile konuşuyordu. Nihayet Berzah ile telefonda görüşebileceğimizi söyledi. "Hastaneden çıkmış olmalı." diye söylendim. "Evet, yerine ulaşır ulaşmaz arayacak bizi." "Baba, sence Talha biliyor muydu Zeyd'in babasının elinde olduğunu?" "Talha'yı az çok tanıdın sence biliyor mudur?" "Ben anlamıyorum Nuh Bey neden yaptı ki?" "Bilmiyorum. Ama Nuh tebrik edilecek derece de tarafsız kalan bir insandır. Erkan'ın tarafını tuttuysa sebebi büyük ihtimal Talha’dır. “Ama oğlu Erkan’ın karşısında…" “Belki de Nuh da öyledir…” babama kaçlarım çatarak baktım o ise tebessüm ederek önüne döndü. "Daha görmeden, sevemedim onu." "Aslında sevilecek biridir. Talha'nın birebir aynısı... Bazen benzerliklerine hayret ediyorum." Kısa yolculuğumuzun geri kalan süresince başka bir şey söylemedi babam. Tanıdık eve gelinceye dek sürdü bu sessizlik. Tam iki ayrı bahçeden geçerek girilen evin büyük kapıdan içeri henüz girmiştik ki Talha bizi bahçede karşıladı ve oldukça öfkeli görünüyordu. Babama elini uzattı. "Hicaz bey, Hare, hoş geldiniz," "Pek hoş gelmedik Talha," babamın sesinde ki tını Talha’nın kaşlarını daha çok çatmasına sebep oldu. "Berzah ilgili bir gelişme mi var?" "Hayır, Zeyd." Zeyd'in adını bulduğunda çatılan kaşlarının yerini endişe aldı bu defa. "Buldunuz mu?" "Sanırım bulduk." "Sadece bir adres verin." babam bir kaç saniye sustu bana kısa bir bakış atıp Talha'ya döndü tekrar. "Aslında Zeyd'in nerede olduğunu bilen kişi burada." "Ne?" "Halid, Zeyd'i babanın sakladığını söyledi." Talha yanlış anladığını sandığından olsa gerek bir süre öylece baktı babama. "Siz de Halid'e inandınız öyle mi?" "Talha-" "Babamın Zeyd'i sakladığını mı söylüyorsunuz?" "Önce Nuh ile konuşalım." "Babam," diyerek konuşmaya başladığında yüzünden hayal kırıklığı okunuyordu: "Yani o..." "Nuh nerede Talha?" "Klinikte." "Zeyd'i ona sormamız gerek." "Ona gerek yok. Tüm arşivi evde nasılsa… Buyurun içeri." diyerek bize yolu gösterdiğinde anlamadan peşinden gittim ama babamın yüz ifadesine bakılırsa o arşivin ne olduğunu biliyordu. Şatafatlı yalının büyük salonuna henüz varmıştık ki Talha'nın bağıran sesi ürpermeme neden oldu: "Zübeyr! Derhal buraya gel." Koltuklardan birine oturup beklemeye başladık. O sırada babam Halid ile ilgili tüm olan biteni kısaca Talha'ya anlattı. Emir'in Iraz'ı almak için gittiğini söyledi. Sonunda anlattıklarını daha bitirmemişti ki iki tane adam içeri girdi. İkisi de takım elbiseliydi. Yavuz'u tanıyordum, Talha'nın adamıydı. Yanında getirdiği orta boylu adamda Zübeyr olmalıydı. Talha adama baktığında bakışları sertleşti, kaşları çatıldı, çenesi kasıldı. Giydiği yeleği düzelterek ayağa kalktı. Konuştuğunda sesi o kadar sakindi ki insanı ürpertiyordu: "Zeyd nerede?" Zübeyr sessiz kaldı, yutkundu. Cevabı bildiği kesindi ama bunu söylemeyecekti. "Bilmiyorum." Talha eliyle burun kemerini tuttu, birkaç saniye gözleri kapalı düşündü. Ardından bir kere dönüp babama baktı. Tekrar önüne dönmeden önce belinde ki silahı çıkarıp tereddüt bile etmeden Zübeyr'e ateş etti. Sıradan bir şey yapıyormuş gibi, daha önce de yaptığı bir şeyi tekrarlıyor gibi. Ben patlayan silah sesinden dolayı şok olmuş bir şekilde yere düşen adama baktım. Tam yardım etmek için kalkacaktım ki babam kolumdan tutarak beni durdurdu. Bu bir ikazdı. Zübeyr yüzü acı içinde kıvranıyordu ama tek bir ses dahi çıkarmadan kanayan bacağını tuttu. Talha adamı umursamadan yanına yaklaşıp diz çöktü. Sesi sakindi ve artık kızgın değildi. "Şimdi söyle." "Abi..." Talha gözlerini kapattı. “Ah be oğlum,” Öfkeden elinde tuttuğu silahı kavrayan parmak uçları bembeyaz kesilmişti. Ardından ayağa kalktı. Yine aynı kararlıkla silahı tekrar ateş etmek için doğrultmuştu ki Zübeyr: "Burada. Eski şarap mahzeninde." dedi. Talha hemen indirdi silahı. "Yavuz hemen gidip bak." diyerek Yavuz'a emir verdi, o çıktıktan sonra tekrar bağırdı: "Bahadır! Gelip kaldır şunu pansuman yapın." Aynı anda içeri uzun boylu bir adam girdi. Hiç acele etmeden gelip hala yerde uzanmış, acıdan inleyen Zübeyr’i kaldırarak odadan çıkardı. Ben şoktaydım, gözlerim hala yerde ki kan izindeydi. "Onu vurmak zorunda mıydın?" diyerek sessizce söylendiğimde Talha şaşırarak bana baktı. Gözleri bir an babama kaysa da cevap verdi: "Onu vurmasaydım asla konuşmazdı. Zübeyr bir Hassani... Neyse." anlamayarak Talha'ya baktım ama o cevap vermeden önüne döndü. Başka bir şey de demedi. Çok geçmeden tekrar kapı açıldı. Yavuz'un koluna girmiş olan Zeyd sendeleyerek içeri girdi. Bayağı hırpalanmıştı, üstü başı toz içindeydi. Gözü şişmiş, dudağı patlamıştı. Bileği sargıdaydı. Talha da babam da onu gördüğünde hemen ayaklanarak yanına koştular. Talha gidip onu inceledi yakından ardından rahatlayarak elini omzuna koydu. "Kim yaptı bunu?" Zeyd güldü: "Ne o endişelendin mi?" "Hani kendini koruyabilirdin.” "Asında daha çok sana güveniyordum.” dedi Zeyd gülerek ama sesi kötüydü. Yutkunarak konuşuyordu. Zeyd babama ve bana baktı. "Hicaz abi," Babam yaklaşıp karşısında durdu. "Geçmiş olsun," "Sağ ol abi," "Geç otur biraz dinlen, yaralarına bakalım." Zeyd başını salladı. “Mirza ve Can’a haber ver. Gazel’e gitmem gerek.” Talha Yavuz’a döndü ve bir bakış ile Yavuz dışarı çıktı, ardından tekrar Zeyd’e döndü. "Ağrın var mı?" "Çok." "Bizim adamlar mıydı seni bu hale getiren?" Zeyd başını iki yana salladı, konuşamıyordu. Talha tekrar sordu: "Zübeyr'in grup muydu?" "Hayır, onlar beni kurtardı." "Kimden?" babam Talha'nın sorusunu cevapladı: "Erkan'ın işi." Zeyd konuştu kesik kesik. "Erkan'ın adamı peşimdeydi. Her şeyden haberdarlarmış en başından. Bizde biraz dolanalım dedik. Ama Ankara da yakaladı bizi. Erkan tarafını tutmamı istedi. Biri Asude'nin arabasının frenleri ile oynamış sen ve Berzah'ın yaptığını düşünüyordu. İkinizi öldürmeye ant içmiş." "Kim Asude'yi öldürmek ister ki?" "Erkan, Hare sanıyor. Ama sanırım Nida Hanım yaptı." Talha şaşırdı: "Ne?" "Evet. Belgeler için biraz dokundular sonra." Talha geri çekilip derin bir nefes aldı. Zeyd ise onun bakışlarından kaçarak bize döndü: "Berzah'ın durumu nasıl?" babam cevap verdi: "Artık çıkması gerek." "Hallederiz, yalnız o belgeleri tekrar toplamak zaman alacak." Babam gülümsedi, Zeyd’in yüzünde ki ifade anlaşılmayacak derecedeydi. Geri dönmeye çalıştı. "Gitmem lazım. Karım endişelenmiştir." Zeyd sendeleyerek yürüdüğünde durumunun vahim olduğunu anlamak zor değildi. Talha yürümesine yardım etmek için koluna girdi. Kapıdan çıkmadan evvel geriye döndü Zeyd: "Hicaz abi ilk olarak o belgeleri görmek gerek. Merak etmeyin Allah'ın izni ile Berzah'ı çıkaracağız." "İnşallah oğlum." Talha az sonra geri döndü, babam gitme vakti geldiği için elini uzattı ona: "Biz de kalkalım Talha. Kasayı açmalıyız. Bizim ile gelecek misin?" Talha bakışları insanı korkutup kaçırtacak cinstendi. "Hayır, benim halletmem gereken işlerim var." "Peki." diyerek kapıya yönelen babamı takip ettim. Aklım Talha'nın bakışlarında ve sesindeydi. Çıkan işlerini tahmin ediyordum. Bir ürperti geçti bedenimden arabaya binip de kapıyı kapattığım anda verdim nefesimi. "Talha'dan ürküyorum." diye itiraf ettim. "Ürkülecek biri değil." "Değil mi? Baba, biraz önce ikimizin önünde gözünü bile kırpmadan adama ateş etti." babam bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu. "En sevdiklerinin canı için gözünü bile kırpmadan birini öldürebilecek biri Talha." "Ama bu..." "Aslında onu en iyi sen anlarsın." "Ben mi?" "Evet. Sen benim kızımsın. Ben büyüttüm seni. Bu yaşına kadar hiç bir şekilde öfkelendiğini, bağırdığını duymadım. Ama o gün ceza evinde memurun Berzah'ı göremeyeceğini söylediğinde... Tepkini hatırlıyor musun? O gün farklıydın. Anlıyor musun?" Sustum. Haklıydı. Arabayı evin önüne park ettiğim sırada babamın telefonu çaldı. Babam bir kaç dakika karşı tarafı dinledikten sonra kapattı telefonu. "Berzah mıydı?" diye sordum evin kapısından içeri girerken. Şükran Teyze bizi görünce telaşla yanımıza doğru yürümeye başladı. "Evet,” diye yanıtladı babam sorumu: “şifreyi söyledi." Ne olduğunu öğrenemeden Şükran Teyze’nin yanına vardık ve babam: "Şükran Hanım, çocuklar geldi mi?" diye sordu: "Evet, çalışma odasındalar." Doğrudan beklemeden odaya gittik. Abdurrahman ve Umut çok eski tip olan İbrahim Akad'a ait kasayı masanın üstüne koymuş başında bekliyorlardı. Babam gidip şifreyi girdi ve kasanın kapısı ağır bir şekilde açıldı. İçinde yığınla kâğıt vardı, bir dolu dosya, bir iki mücevher kutusu vardı. Şaşkınlıkla bakakaldım. O gün polisin yaptığı aramada kasada sadece silahın olduğuna adım gibi emindim. Ama şimdi dolu olması akıl alır şey değildi. O an Halid ölmeden önce ona içimizde ki hainin kim olduğunu sormadığımız geldi. Atladığımız bu detayda ki sır içimi kemirmeye başlamıştı çoktan. Babam kasadan çıkan belgelerin hepsine baktı teker teker. Sonunda doğru belgeleri bulunca cebinden çıkardığı bir USB ile Abdurrahman’a döndü. "Hemen Zeyd'e ulaştırın. Dikkatli olun." Abdurrahman emaneti alıp hızla çıktı odadan, babamın bakışları beni buldu. "Önce kabristana ardından da Nuh'u ziyarete gideceğim. Merak etme beni." Babam cevap vermemi beklemeden çıktı odadan ben ve Şükran Teyze yine baş başa kaldık. Bir saat sonra salonda oturuyorduk. Ona olan bitenlerden bahsettim ve Emir'in Iraz’ı almaya gittiğini anlattım, damlalar gözünden yavaşça süzüldü: "Canım evladım, pek bir merhametlidir. O çocuğu kendi haline bırakmaya gönlü el vermezdi ki." "Yurtdışına gitmiş, iki güne kalmaz döner. Berzah'ın mahkemesine yetişeceğini söylemiş." "Tez vakitte gelsin de. Çok şükür Berzah'ım da çıkacak. Bilmiyorum ki bu gencecik bedenlerin imtihanları neden bu kadar ağır? Kaç zamandır ne tadımız ne tuzumuz kaldı. Allah hayırlarımızı versin." "Âmin... Âmin." . . . (4 gün sonra) . . . Akşamüzeri güneşin son ışıkları büyük salon penceresinden içeri vururken yavaşça, sonbaharın kucakladığı bahçeyi izliyordum. Şükran teyze koltuklardan birine oturmuş sessizce Kur'an okuyordu. Mırıldanışı eşsiz bir şarkının nakaratı gibi etrafımızı sarmış sessizliğimizi değerli kılıyordu. Söylediği her kelime, okuduğu her harf ruha dokunup değdiği yerlerde çiçek açıyordu. "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin.(Zümer/53)" ayeti geçtiğinde gözlerimi yumdum. İçimden hamd ettim. Kalbimde ki ılık meltemin esintisine bıraktım kendimi. Erkan Tuğ hakkında yakalama kararı çıkmıştı ve tabi ki polislerden kaçmış, ortadan kaybolmuştu. Şuan kanun gözünde bir kaçaktı. Polis her taşın altında onu arıyor ama bulamıyordu. Asude hala hastaneydi ve hiçbir şeyden haberi yoktu. Babası bir suçluydu ve şuan hastanede tek başına yatarken kimsesizdi. Bundandı belki de her gün hastaneyi arayıp durumunun nasıl olduğunu sormam, bir başına olmanın ne olduğu en iyi ben anladığımdan dolayıydı. Yarın ki mahkeme geçti aklımdan. Allah'ın izni ile yarın serbest kalacaktı Berzah. Endişeliydim çünkü silah evdeki kasadan çıkmıştı Zeyd her ne kadar halledeceğini, babamda Zeyd'e güvendiğini söylediyse de ben içimde ki endişeden kurtulamıyordum. En sevmediğim, ne olduğu belirsiz, insanın huzurdan çekip çıkaran o duygu peyda olmuştu yine içimde. Son iki gündür ne kadar iyi şeyler olduğunu düşünsem, kendime hatırlatsam da yine de içimde ki gölgeler azalmıyor aksine kök salıyordu. Bilmem kaçıncı kez istiğfar çektiğimde Şükran teyze salavat getirip Kur'an okumayı bitirdi. Birkaç dakika sonra içeri Emir girdi. "Hicaz abi nerede?" diye sordu soluk soluğa, bu telaşına ve neden yalnız olduğuna bir anlam veremeden cevap verdim: "Şirkette. Emir iyi misin? Yalnız mı geldin?" "Evet, Iraz'ı Hicaz abi getirecek." “Neden seninle gelmedi?” “Erkan adamları peşimdeydi bende onu önden gönderdim. Bugün burada olması gerekti.” "Telaşa lüzum yok." Gelen sese döndük hep beraber babam yavaşça salona girdi. Sakin bir şekilde gülümseyerek Emir'in yanına geldi, Emir heyecanla baktı babama. "Hicaz abi Iraz nerede?" babam kapıya döndü: "Selen!" Adının seslenmesi ile Selen büyük salon kapısında göründü. O ve tekerlekli sandalye de oturan Iraz. Zeytin gibi kapkara açılmış gözleri ve kocaman gülümseyen yüzüyle bize baktı teker teker ardında bakışları Emir'de durdu. Buğday tenli tatlı bir gençti. Onu ilk gördüğüm videoda ki halinden biraz farklıydı. Biraz daha büyümüş gibiydi. Halid ile hiçbir benzerliği olmamasına sevinmiştim ve onun bu kadar güzel bir çocuk oluşuna da. Tıpkı Iraz gibi Emir de ona bakakalmıştı. Sanırım Iraz'ı tekerlekli sandalyede beklemediğinden şaşırmıştı. Emir'in de bizim gibi Iraz'ın bu durumundan haberi yoktu. Hepimiz sessizce ikisine bakarken Iraz'ın gözleri buğulandı: "Abi!" dediğinde sesinde ki şefkat, mahcubiyet, endişe, korku vs. birçok duygu bizlere de nüksetti, yüreklerimizi titretti. Hemen yanına gidip sarılıp hoş geldiğini söylemek isteği oluşturmuştu içimizde. Lakin bunun için ilk olarak Emir bir adım atmalıydı. Emir'in tepkisiz duruşunu farklı yorumlayan Iraz'ın gülümseyen yüzü soldu. Bu defa yüzünde oluşan hayal kırıklığının gölgesinde yutkundu: "Beni gördüğün için mutlu olmadıysan-" Emir cümlesini bitirmesine izin vermedi. Ona doğru bir iki adım attıktan sonra yanına gidip Iraz'a sarıldığında hepimiz derin bir nefes aldık. Oda da ki atmosfere Iraz'ın gözyaşları da dâhil olunca Şükran Teyze de sessizce ağlamaya başladı. Gözümden düşen bir damla yaşı silip bende babama sarıldım. Iraz'ı da karşımıza alıp geniş salonda karşılıklı oturduğumuzda ilk soruyu ben sordum: “Ben sen Iraz’ı nasıl buldun?” "Ben bulmadım." dedi. Iraz da gülümsedi ve cevap verdi: "Ben kendim geldim." "Nasıl? Tek başına mı geldin?" "Babam her ihtimale karşı beni alıp Emir abime getirmeleri için bir kaç adam tutmuştu. Ama hiç kimse gelmedi babam da dâhil. Matmazel beni güvenli bir yere bırakmak istediğini söylediğinde bende Türkiye'ye gitmek istediğimi abime ulaşırsam babama ulaşabileceğimi söyledim. Elimizde şirketin adresi vardı. Matmazel benimle İstanbul'a gelip şirketi buldu. Ama abimin olmadığını söylediler orada Selen ablayla karşılaştık." babam gülümsedi: "Tabi bizde Fransa da kendisini arıyorduk. Allah'a şükürler olsun ki Erkan'a yakalanmadan bizi buldu." "Peki annen?" "Annemin adı Nur’muş... Ben çok küçükken ölmüş. Bir kaç resmi dışında hiç görmedim. Sen tanıyor musun?" Emir bir süre düşündü: "Sanırım tanıyordum.” Emir bakışlarını kaçırdı ve sonra: “Kaç yaşındasın Iraz?" diye sorarak konuyu değiştirdiğinde anladım ki Halid'in yaktığı canlardan biri dehaydı Iraz'ın annesi de. "On sekiz. Sende yirmi yedi." dedi Iraz gülümseyerek. "Beni tanıyorsun." "Seninle ilgili çoğu şeyi biliyorum. Yazıldığın A spor salonunu, her cuma gittiğin kafeyi, en çok espressoyu sevdiğini, aldığın son arabanın fiyatını, banka hesaplarını, şirkette ki mail kutunda duran mesajları falan..." hepimiz şaşkınlıkla ona baktık babam gülerek Iraz'ın yerine devam etti: "Karşınızda gördüğünüz beyefendi bir bilgisayar uzmanı." Emir güldü bu defa: "Abini hackledin yani?" Iraz mahcup bir şekilde önüne bakıp gülümsedi. Selen söze girdi. "Geçen ay şirketiniz de mali açık raporlarının kopyasını size gönderen Iraz'mış." Emir şaşırdı. "Ne? Bir dakika bana maili atan WhiteHat sen miydin?" Iraz başıyla onayladı: "Sana yardım etmek istedim." Emir bu defa sahte bir öfke ile sordu. "Yasa dışı şeyler yapmıyorsun değil mi?" "Ne? Hayır, hayır... Yani... şeyy... Bir keresinde bir oyun firmasının banka hesabını hackleyip savaşta ölen çocuklar için bağış fonuna aktarma yapmıştım." Emir cevap vermeden bir süre ona baktı yüzü ifadesizdi, Iraz bu defa: "Kızdın mı?" diye masumca sorduğunda Emir kolunu boynuna attı: "Kızmadım. Ama neden hiç kendinle ilgili bir ipucu vermedin? Varlığından bile habersizdim." "Aslında seni öz abim sanıyordum. Babam senden bahsederdi arada çok uzun zaman öz abim olmadığını öğrendim… Babamdan sürekli seni anlatmasını isterdim o da iki kelime edip susardı. Özel bilgisayar dersleri alarak kendimi geliştirmeye başladığımda ilk hacklediğim bilgisayar babamın ki oldu. Senin bilgilerine ulaştım. Tabi babam anladı, seninle temasa geçmediğim sürece göz yumacağını söyledi." "Yani sen babanın nasıl biri olduğunu-" "Biliyorum. Bunu bildiğim için beni kabul etmeyeceğini düşünüp duruyordum ama babam eğer beni tanırsan seveceğini söylemişti. Ve... Sanırım onun adına senden büyük bir özür dilemeliyim abi." sesi kısık çıkmıştı bakışları önüne düştü, Emir sessizce birkaç saniye Iraz'a baktı. Ardından gülümseyip başını okşadı. "Bir daha duymak istemiyorum bunu." Iraz gülümseyerek baktı Emir’e, Şükran Teyze gülümseyerek konuştu. "Gurur duyulacak bir evlatsın." "Teşekkür ederim." Şükran Teyze yeni hatırlamış gibi hemen ayaklandı. "Sen açsındır dur ben bir şeyler hazırlayayım." diyerek mutfağa gitti Iraz itiraz edecekti lakin Emir onu durdurdu. Ardından babamı gösterdi. "Hicaz abiyi tanıyor musun?" "Burada herkesi tanıyorum." Dediğinde hiçbirimiz nereden tanıdığını sorma gereği duymadık elbette ki, devam etti Iraz: "Bir kişi hariç herkese baktım." "O bir kişi kim?" diye sordum merakla. "Talha Bahremoğlu. Güvenlik duvarı zırhlarla çevrili iki kez giriş yapmaya çalıştım. İkisinde de yakalandım. Bilgisayarımı çökertti." Emir güldü: "Boşuna reis değil." dediğinde Iraz onun ne demek istediğini anlamıştı. "Ha bir de abi. Zeyd abinin bilgisayarını hacklediğimde tüm dava dosyalarına da bakıyordum. Berzah abinin dosyasını size gönderemediğim için üzgünüm." "Zeyd'in bilgisayarının bir kopyası mı var sende?" "Evet." Emir bir süre sustu: "Iraz, yani şimdi senden birini bulmanı istersem yapabilir misin?" "Bilgisayar veri tabanlı her şeyi bulabilirim. Sadece kendi bilgisayarım gerekli. Ayrıca ulaşmam gereken bilgisayar belirli değil ise bir IP adresi." Emir yarım ağız güldü: "Pekâlâ, ben bilgisayarı getireyim." Emir'in ne yapmaya çalıştığını anlamayarak ona baktık, salondan çıktı bir süre sonra iki bilgisayar getirip yemek masasına bıraktı Iraz'ın tekerlekli sandalyesini ayarladıktan sonra yanına geçti. Ben ve babam da hemen yanı başındaydık. Iraz, Emir'e baktı: "Kimi bulmamı istiyorsun?" "Evimize kadar girip silahı, dosyaları kasamıza yerleştiren kim onu bul." "Ama bir isme ihtiyacım var." Cevabı hemen babam verdi. "Erkan Tuğ." Iraz şaşırdı: "Babamın ortağı olan adam mı?" "Evet," "O iş kolay sadece bilgisayar şifresini kırmam gerekiyor. Daha önceden casus yazılımlarla bilgisayarına ulaşmıştım." Yaklaşık on altı dakika sonra Iraz Erkan Tuğ'un bilgisayarında ki bilgilere ulaştı. Bütün dosyalar bizim anlamadığımız bir yazılımda da olsa karşımızda duruyordu: "Bilgisayar temiz, bilerek silinmiş olmalı. Yalnız aynı adresten silinmiş mailler var. Bağımsız bir adres…" Iraz bir kaç sayfayı açıp kapattı. Bir dosya da kasanın fotoğrafını gördüğümüzde Emir: "Kime ait olduğunu bulabilir misin?" diye sordu. "Bana iki dakika verin... Hazır mısınız? İşte bu fotoğrafları Erkan'a gönderen eleman…" Şaşkınlıktan donmuş bir halde ekranda açılan Şimal'in fotoğrafına bakakaldık. . . . Ertesi gün kahvaltıda herkes suskundu. Şükran teyze Iraz ile sohbet ediyorken Emir'in gözleri masada aklı Şimal de idi. Ne kadar düşünürsem düşüneyim Şimal'in bize olan samimiyetinde asla şüphe etmiyordum. İyi insanları tanıyabilirdik ya işte Şimal de aynen öyle iyi bir insandı bana göre, bir yanım ona konduramıyordu bize ihanetini. Buna rağmen böyle bir şey yaptıysa emindim ki çok büyük bir nedeni olmalıydı. Her ne kadar durdurmaya çalışsak da bizi dinlemeyip dün sinirle kalkıp Şimal'in evine gitmişti Emir ama komşulardan biri onun bir hafta önce memleketine döndüğünü söyleyip Emir'e bir mektup bıraktığını söylemişti. Emir mektubu okuduktan sonra sessizleşmişti kimse ona ne yazdığı sormamıştı. Ama sonucunun neye mal olduğuna bakarsak sanırım bizim de bunu bilmeye hakkımız vardı. "Mektupta ne yazıyordu?" diye sordum sessizliği bölerek. Bakışlar bana döndü. Babamın yüzü ifadesizdi çünkü Şimal’i tanımıyordu ama diğerlerinin gözlerinde hayal kırıklığı bana el sallıyordu. Emir önüne dönüp elinde ki çatalı bıraktı, arkasına yaslandı. Bakışlarını masaya sabitledi ve düz bir sesle konuştu. "Yaşlı bir annesi var, onunla tehdit etmişler. Oda yapmak zorunda kalmış. Olanlara sebep olduğu için af dilemeye yüzü yokmuş, o yüzden mektup yazmış ve çekip gitmiş." Uzun bir sessizlik oldu. "Sanırım kötü biri değil şu Şimal." dedi babam. Emir sinirle güldü. "Yine de bu yaptıklarını değiştirmez." "Henüz ona çok öfkelisin." "Hicaz abi, bu yaptığının affedilecek bir tarafı yok." Onun gözlerinde ki yıkıntıları elbette görebiliyordum ve içinde ki duvarları yumruklamaktan canının acıdığını da, bu defa ben konuştum. "Talha gibi konuşuyorsun. Şimal yanlış bir şey yaptı evet ama bunun için sebebi vardı ve pişman olduğunu biliyorsun. Pişman olması birçok şeyi değiştirebilir." "Berzah'ın şuan nerede olduğunu ve Zeyd'in ne hale geldiğini sana hatırlatırım Hare." "Evet, ama elhamdülillah şuan Zeyd iyi ve bugün Berzah'ı çıkaracak. Ayrıca eminim ki şuan Berzah da benim düşündüğüm gibi düşünürdü… Ne var biliyor musun?" "Hare!" babamın yumuşak ikazı üzerine ona baktım ve derin bir nefes alarak ona baktım. "Emir, çok kızgın ve kırgınsın. Sevdiğin insan seni hayal kırıklığına uğrattı bunun sende ki şiddetini hepimiz görebiliyoruz. Senin kadar bizde güvenmiştik Şimal’e bizde onunla yan yanaydık konuştuk gülüştük dost saydık onu. Ve… Benim için hala da öyle. Bir hata yaptı ve bu hatası kocamı dört duvar arasına gönderdi ama onun içinde bir seçenek yokmuş. Bizi tanımıyor çok, seni de tanımamış belli ki çünkü eğer tanısaydı tehdit edildiğinde ilk olarak sana gelirdi. Lakin başka seçeneği yokmuş, korkmuş ve o an yapması gerekeni yapmış. Öfkeni bırak ve biraz zaman ver kendine..." Emir bir şey demedi. Sessiz kaldı. Söylediklerim masanın etrafına bir sükûnet getirdi. Bir an babamla göz göze geldik ve onun beni onaylayan gözlerine denk gelmek mutlu etti. Az sonra Iraz konuştuğunda sesi mahcuptu. "Daha gelir gelmez size böyle huzurunuzu bozdum-" "Şşş... Sakın böyle düşünme." dedi Emir elini yanında oturan Iraz'ın boynuna koyup kendine çekerken: "Bundan sonra senin yerin benim yanım anladın mı?" "Evet, oğlum. Sen sefalar getirdin bize." diyen Şükran Teyze de onu teskin etti. Ardından babam da katıldı onlara. "Şükran Hanım haklı Iraz. Ayrıca bu ailenin neleri atlattığını bilsen bu mevzu dertten bile değil." babama gülümsedim. "Babam haklı." arada oluşan sessizlikten sonra babam derin bir nefes alarak ayaklandı: "E hadi o zaman kahvaltımızı da yaptığımıza göre gidip esas oğlanı da getirelim." Şükran Teyze heyecanla ayağa kalktı. . . . Son kez aynanın önüne geçip kendime bakarken duvarda asılı duran Berzah ile resmimizin bulunduğu çerçeve birden düşüp bir gürültü çıkardı. Uzanıp kırık parçalarını bırakarak, yere düşen çerçeveyi kaldırdım. Bakışlarım fotoğrafta kaldım bir süre. İçimde bir yerlere saklanan o kötü his uyanırken bir dua mırıldandım. Berzah'ın gülümseyen yüzüne uzun uzun baktım. Kaç gündür onu görmüyor oluşum artık dayanılmayacak bir raddeye gelmişti. İki gündür ise onunla ilgili kâbuslar görmem canımı daha çok sıkıyordu. Bakışlarımı çerçeveden çekip bu defa duvarda ki büyük resme baktım. Berzah her ne kadar istemese, sevmese de onunla çektiğimiz beş resmi duvara asmıştım. Onun olmadığı bu son iki haftayı da sayacak olursak iyi ki de onu dinlememiştim. Özlemle Berzah'ın yüzüne bakarken içime bir ürperti girdi ve zihnim de o an babamın Berzah'ı çok sevmem ile ilgili söylediği cümleler içimde dönüp durdu. Uyuyan korkum ayaklanıp içimde bir iki tur attı. Parmağımda ki duran sımsıkı dolanmış alyansa baktım. Boğazıma takılmıştı sanki. İçinde yazan kelimenin manası tüm ağırlığı ile tekrar kendini belirtti ve beni korkuttu, bir salavat çekerek derinden nefes aldım. Daha fazla düşünmeden, aklımda ki tüm olumsuzluklardan kaçarak hemen çıktım odadan. Bugün güzel bir gün olacaktı, sevdiğim adamla dönecektim evime. Emir ve Şükran Teyze beni hazır bekliyorlardı. Iraz kapıda bizi uğurlarken ona gülümsedim. Babam Zeyd’i almak için sabah erkenden çıkmıştı evden. Mahkeme saat birdeydi. Yol boyunca ben içimden bildiğim tüm duaları okurken Şükran Teyze ise sessizce elinde ki Kuran’ı okuyordu. Yaklaşık yarım saat duruşmanın olduğu salonun kapısında bekledikten az sonra iki jandarma eri Berzah'ı ortalarına almış bir şekilde bize doğru gelmeye başladılar. Yanlarında Zeyd ve bir avukat daha vardı. Berzah'a baktım sert bakışları, belirgin yüz hattı, kendinden emin havası ile beni kendine hayran bırakırken yüzümde ki gülümsemeyi engelleyemedim. Berzah'ın o hali bir tutukludan çok uzaktaydı, sadece bileğinde ki kelepçelerdi ona suçlu simgesini veren. Tam önümüze gelene kadar bana bakmadı. Karşıma gelip durduğunda güldüm. Zeyd yanında ki iki askere işaret verdiğinde ikisi de geri çekildi. Berzah bana baktı, o ilk defa görüyormuşçasına beni hayrete düşüren safir mavisi gözleri ile gözlerimin içine baktı. Gülümsedi ve o sert yüzünde bir çiçek açtı. "Çok güzel bakıyorsun bana." dedi yumuşak bir ses tonuyla. "Sen güzel baktırıyorsun." "Bu da önemli sebeplerden bir tanesi tabi…" “Başka sebep var mı?” uzanıp elimi tuttu. “Seni çok seviyor olmam falan filan.” Ona gülümsedim. Bir şey daha söyleyecekti ki Zeyd seslendi: "Berzah gitmeliyiz." Berzah, Zeyd'e kısa bir bakış atıp bana döndü tekrar: "Sohbetimize devam edelim ama önce şunlardan bir kurtulmam lazım." dedi bileğinde ki kelepçeleri göstererek. Gülümsedim: "Bekliyor olacağım. Ve sana bir sürprizim var." "Ne sürprizi?" "Sonra söyleyeceğim." "Peki, o halde çıktığımda seni çok güzel bir yere götüreceğim." "Olur." "Tamam, gidiyorum." dedi arkasını döndü bir adım atmıştı ki bir şey unutmuş gibi tekrar bana baktı: "Bu arada," "Ne oldu?" "Seni özledim." dedi fısıltı halinde. Gülümsemeden, her zaman ki Berzah olarak o sert maskesiyle söylediği bu cümle bu ifadeyi hayatımın geri kalanını boyuyordu. Ben ise gülümsedim: "Bende, seni çok özledim." Berzah o soğuk buzdan tavrına bürünüp benden uzaklaşırken onu gördüğüm için geçip giden içimde ki o kötü his için Allah'a hamd ettim. Berzah'ın duruşması için çağrı yapıldığında Şükran Teyze ve Emir önde ben arkada salona girdik. Babama bakındım ilk olarak ama göremedim aynı anda elimde ki telefon titredi. Arayan yabancı numaraya baktım ve cevaplama tuşuna bastım. Karşıda ki yabancı ses konuştu evvela: "Hare," "Kimsiniz?" "Tanıyamadın mı? Kırıldım bak." Sesin tınısı zihnimde Erkan Tuğ'u gösterirken içimden bir ürperti geçti. "Saklandığınız yerde canınız sıkılıyor olmalı." dediğimde karşı taraftan tok bir kahkaha sesi duyuldu: "Evet, bu yüzden bir misafirim var bugün. Sana resmini gönderdim telefonuna bak." Şuan hiç konuşmamam gereken biri ile konuşuyordum. Aslında bu adamı dinlemeyip telefonu kapatmalıydım. Duruşma bittikten sonra Berzah ile beni götüreceği yere gitmeliydim ama yapmadım telefona atılmış mesaja baktım ilkin ardından açtım. Babamın resmini gördüğüm an telefonu tuttuğum elim titremeye başladı. Bakışlarım salondakilere kaydı. Berzah arkasını dönük önde oturuyordu. Şükran Teyze ve Emir sessizce duruşmanın bitmesini bekliyorlardı. Dolu dolu olan gözlerim ve çarpan kalbim ile korkumu ve kaygımı alıp sessizce dışarı çıktım ve ahizeyi tekrar kulağıma götürdüm. "Ne yaptın babama?" "Henüz bir şey yapmadım.” “Ne demek bu, ne istiyorsun babamdan?” “Ondan değil ama senden istediğim bir şey var.” “Sen ne aşağılık bir adamsın-“ “Hakaret kısmını geçelimde Hare, şimdi seni babanla tehdit etme zahmetine girmeden söylediğim yere geleceksin." "B-bunu neden yapayım?" "Çünkü sen babanı çok seviyorsun. İnan bana daha önce yarım bıraktığım işi şimdi tamamlarım." tehdidi tüyler ürpertiyordu. Dehşete düştüm. Ellerimin titremesi artmaya başlamıştı, ağlamaya başladığımı fark etmedim ilk olarak. Ahizenin karşı tarafında olan o suskunluk esnasında zihnim birkaç ihtimali sıraladı. Kime gidebilirdim? Liste sırlanırken bu görünmeyen listemi bilmiş gibi devam etti Erkan: "Ayrıca kimseye haber vermemeni hatırlatmama gerek yok değil mi?" Yoktu. Bu cümlenin yoksa ile başlayacak cümlesini duymama gerek yoktu, acımayacağını ise biliyordum. Elim kolum ve zihnim bağlanmış hissettim ve yapacak bir şeyimin olmadığını da. Berzah bu yaptığımı öğrenirse bana çok kızabilirdi ama babam için şuan onun yanına gitmeliydim. Babam bir kez ellerimden kayıp gitmişken onu yeniden kaybetmeyi göze almazdım. Yine aynı şeylerin olmasına izin veremezdim. "Nereye geleceğim?" Arkama dahi bakmadan hızlı adımlarla çıktım adliyeden. Geriye bakmadım. Tereddüt etmeme fırsat veremezdim. Berzah yanımda yokken korktuğumu kendime hatırlamazdım. Bu yüzden arkama bile bakmadan dışarı çıktım hemen. Telefona gelmiş olan mesajda yazan adrese ulaşmam uzun sürdü. Şehir dışında ormanlık bir patikadan geçtiğimde aklımda yalnızca babam vardı. Şuan düşündüğüm tek şey ona bir zarar gelmemesiydi. İçimden kaç dua okudum, aynı duayı kaçıncı kez tekrarladım bilmiyorum. Berzah'ın yüzü geldi gözlerimin önüne ona haber vermeden bunca yolu tek başıma gelmem, hem de bunu hasmı istediği için yapmam ona nasıl hissettirir bilemedim ve bana ne kadar kızardı hesap edemedim. Bir an doğru bir şey yapıp yapmadığımı tarttım. Bir yanım yanlış dedi. Dedi ki; "yapma, şimdi ara Emir'i ya da Selen’i belki Talha’yı, ne olacağını bilemezsin." diğer yanım durdurdu beni babamı tekrar kaybetmek korkum o kadar baskındı ki beni doğru düşünmekten alıkoydu. Öyleyse yaptığım doğruydu. Verilen adrese geldiğimde arabayı durdurup indim. Büyük eski bir fabrikayı andırıyordu geldiğim mekân ama değil gibiydi. İçimde ki his daha da büyüdü o anda. Daha çok korktum belki de. Korkum vücuduma hükmediyordu, bir an durdum. Ne yapıyorum diye kendimi sorguladım yeniden. Oraya gidecektim ama böyle naif bir Hare olarak değil. Derin bir nefes aldım. Bu yüzden kararlı adımlar ile içeri girdim. Dizlerim zar zor beni ayakta tutuyordu ve ellerimden başlayan bir titreme tüm vücudumu dolaşıyordu. Korkmuyordum, korkmamaya çalışıyordum. Korkmayacaktım. Şuan Berzah'a onu tanıdığım günden bu yana en çok ihtiyacım olan andı belki de. Yine de bir yanım bu düşünceye güldü. İhtiyacım olsa bile onu çağırarak tehlikeye atmazdım. Sanırım yapacağım en iyi şey bu olacaktı. Onu korumuş gibi olmak vicdanımı rahatlatacaktı. Tehlikeli bir şey yapıyordum ve bu yaptığım tehlikeli şeyin sonuçlarını az çok tahmin ediyordum. Yine de durmadım. Karanlıktı içerisi bir süre daha yürüdükten sonra birden spot ışıklar yandı ve Erkan’ın sesini duydum. "Düşündüğümden daha cesursun." Cevap vermedim, gözlerim etrafta ki aydınlığa alıştıktan sonra babamı gördüm. Sandalyede oturmuştu elleri, ayakları bağlıydı ve üstü başı darmadağındı. Koşarak ona doğru gittim. Yüzünü avuçladım. Göz kapakları yavaşça aralandı ve endişeli gözleri beni buldu. "Gelmemeliydin." dedi ağır ağır zar zor bir sesle. Gözümde ki yaş aktı. "Nasıl gelmem baba, iyi misin? Bak bana." sinirle keyifli bir manzaraya bakıyormuş gibi bizi izleyen Erkan'a döndüm: "Bırak bizi gidelim babam iyi değil. Görmüyor musun?" "Bu halde bile iki adamımı ne hale getirdiğini görmek ister misin?" babam öksürdüğünde tekrar ona döndüm. "Baba,” zorla nefes alıyordu: "İyiyim, endişelenme." "İyi iyi merak etme dokuz canlıdır o." dedi Erkan. Ona doğru döndüm. "Bizden ne istiyorsun?" "Aslında sizden bir şey istemiyorum onun damadından yani kocandan bir şey istiyorum. Ki istediğim şeyi yalnızca seninle yapabilirim." Ciddi olarak, anlamayarak sordum. "Bu kini, nefreti bu kadar zaman üzerinde taşımak nasıl yormaz bir insanı. Berzah’tan daha ne istiyorsun." "Hayatını mahvetmek istiyorum. Yapabilirsem tüm sevdiklerini elinden almak istiyorum. Seni ondan almak çok güzel olurdu mesela… Senden şüpheliyim ama Berzah bunu yapabilir mesela." "Neden-" "Asude." "Eminim ki Asude bu yaptığını asla onaylamazdı. Hatta senden utanırdı." "Az çok tanımışsın kızımı…” dedi bir iki adım atarak. Sessizce bakışları yere döndü birkaç saniye: “O doğduğunda tüm İstanbul'u doyuracak kadar kurban kestirdim. Hicaz! Sende biliyorsundur tek kızının ne kadar kıymetli olduğunu. Hare için neler yaparsın değil mi? İşte tıpkı onun gibi Asude de benim her şeyim. " sessizce bir iki adım attı. Yanında ki adama baktı: "Gözünden bir damla yaş düşse sebebini o gözyaşında boğabilirim. Büyüyene kadar hiçbir sıkıntı çekmedi. Bir dediğini iki etmedim. Çok akıllı, uysal biridir Asude. Güzel konuşur, güzel düşünür. Duygusaldır da. Hiçbir zaman yanlış bir karar vermedi. Ta ki Berzah ile tanışana kadar. Âşık olmuş ona. Normal tabi. Ama normal olmayan Asude’yi reddetmesiydi hem de ona o kadar umut vermişken. Asude gibi birini reddetti aptal. Hiç bir şey olmamış gibi. Peki, benim kızım ne yaptı... İntihar etti. Benim hayat dolu Asudem... Beş para etmez herifin biri için canına kıydı." durup bir an bana baktı. Ardından yavaş adımlarla babamın yanına geldi: "Aşk insanı değiştirir Hicaz en iyi sen bilirsin. Asude de değişti. Gülen yüzü soldu. Işıl ışıl gözleri buğulandı. En önemlisi de benden uzak kaldı. Bana yabancıymışım gibi davrandı..." Onun delirmiş olduğunu düşündüm bir an ve daha birçok şey. Bana bunları anlattığı için ona hak vereceğimi, bu nefretini anlayacağımı düşünüyor olamazdı değil mi? Bir kaç adım attı ileri doğru aklından ne geçiyordu da beni buraya getirmişti hala anlamamıştım. "Asude intihar ettikten sonra Berzah'ı öldürmek istedim. Onu tıpkı Asude’nin can çekiştiği yerde kanlar içinde bıraktım ölsün diye." dehşet içinde ona baktım. "Sen ruh hastasısın." "Ama Asude izin vermedi. Alıp bir de tedavi ettirdi. Hala onu seviyordu. O olaydan sonra nefret etti benden. Yemin ettirdi bana eğer bir daha Berzah'a dokunursam kendini öldüreceğini söyledi. Sözümü tuttum bundan sonra da tutacağım çünkü artık Berzah'ı öldürmenin öfkemi dindireceğini düşünmüyorum. İstediğim onun da benim çektiğim ıstırabı çekmesi. Her gün Asude'nin o ayağını gördüğümde ne hissediyorsam onun da o duyguyu hissetmesini istiyorum. Bu hayatta en değer verdiği insanın mutsuzluğunu görmesini istiyorum. Ona dokunamamasını istiyorum... Artık onun hayatında olma istiyorum." "Sen gerçekten delirmiştin. Berzah’a olan nefretin takıntı haline gelmiş." "Keşke hasta olsaydım da Asude'ye verdiğim sözü tutamayıp Berzah'ı gebertebilseydim." "Yapamazsın." "Evet, ama onun yerine sen varsın." "Erkan!" babamın ses tonu öfke doluydu, onunda korktuğunu hissettim, halsiz bedeni ile çırpındı. Ayağa kalkmaya çalıştı ama başaramadı, nefes almakta zorluk çekiyordu kolundan tuttum: "Kızının Berzah'a âşık olmasına neden izin verdin diye düşünmüyorsun?" "Bundan sonra eski hatırları saymayacağım Erkan... Eğer Hare'nin kılına zarar gelirse seni yaşatmam bil..." "Elbette. Bende Asude için Berzah'ı yaşatmayacağım Hicaz aynı şey değil mi?" babamın yanına gelip öfke ile kolundan tuttuğunda onu ittim: "Bırak babamı?" bu defa bakışları beni buldu: "Peki. Ne centilmenlik baban sırasını sana mı veriyor yoksa?" koluma dokunduğu anda geri çekildim. Bir adım daha yaklaştı bana. "Sakın bana dokunma." bağırmam üzerine keyifli bir kahkaha attı: "Ah! Doğru inançların... Ama maalesef ben inançlar konusunda pek de hoş görülü değilim." babamın seslenmesiyle ona döndüm. Eliyle kalbini tutuyordu. Ona doğru gitmek için bir adım atmıştım ki Erkan önüme geçerek beni durdurdu. Gözlerim dolmuştu. "Kriz geçiriyor olabilir." "Geçirsin." şok olmuş bir şekilde ona baktım. Gözümden bir damla yaş usulca süzüldü: "Sen kendine insan mı diyorsun?" "Ne klişe bir yargı bu?" "Sen-" "Sanki senin biraz korkuya ihtiyacın var." dedi keyif alarak. Arkasında duran bir adama bakıp başı ile beni işaret etti. Ardından gidip babamın yanında durdu: "Hicaz iyi misin dostum?" babam baygın bakışlar ile ona bakıp sessizce bir şeyler söyledi o sırada siyah takım elbiseli adam bana doğru yaklaştı: "Sakın bana dokunma." dediğimde beni dinlemeden bir adım daha attı elini uzattığında çekildim: "Dokun-" patlayan silah sesi ile olduğum yerde kaldım. "Dokunma." Berzah'ın sesini duyduğumda eline ateş edilen adamın acı dolu feryatlarından çekilip ona baktım. Rahatlayan yanım ile serbest kaldı gözyaşlarım. "Berzah!" Bir adım atmıştım ona doğru içimde ki rahatlayan yan Berzah'ın başına doğrultulan silah ile bertaraf oldu. İçimde bir ateş yanmaya başladı. Kocaman açılmış gözlerle adama baktığımda Berzah'ta bakışlarımı takip etti. Erkan’ın keyifli sesini duydum. "Bende kahramanımız nerde kaldı merak ediyordum. Hoş geldin, tek mi geldin? hapisten yeni çıkmış birine göre fazla cesur değil misin? Ne kadar güzel..." "Onları rahat bırak. İstediğin benim." "Berzah!" diye itiraz ettiğim sırada buz gibi bakışları beni buldu, benim sevdiğim olmaktan çok hasmının pençesine düşmüş bir adamın yüzünü gördüm. Erkan Berzah'ı süzdü ve sakin bir sesle konuştu. "Hayır hayır. Biraz oynamak istiyorum?" "Seni öldürürüm." Berzah'ın söylediği tehdit değildi, yapacağını anladım. "Yapar mısın? Lakin aynı şeyi bende senin için istiyorum." Berzah bir adım attığında Erkan gülümseyerek ve hiç acele etmeden silahı babama doğrulttu: "Oyunumuzun adı şöyle; bir adım bir kurşun. Şaka yok." babama baktım. Durumu kötüleşiyordu: "Yapma, ne olur yapma. Babam iyi değil. Lütfen gitmemize izin ver." Erkan beni görmezden gelip Berzah'a baktı başını hafif yana yatırıp gözlerini kıstı. Gülümsedi. Berzah sert sesiyle konuştu. "Oyun oynamayı kes artık. İstedin geldim. Diğerlerini bırak." Berzah bir adım daha attı. Ateş edecek korkusuyla bakışlarım Erkan'ın elinde ki silaha kaydı ama ateş etmek yerine gülerek silahın namlusunu bana çevirdi: “Sırada ki adım bir kurşun." Ciddiydi. Berzah yutkunarak bir bana bir de Erkan’a baktı. "Eğer onun kılına zarar gelirse. Seni öldürürüm, ant olsun yaparım." Berzah'ta ciddiydi. Erkan gözlerini kısıp başını eğdi. "Şuan gerçekten adım atmanı isterdim." dediğinde korkuyla açılmış gözlerim Berzah'a döndü ve bir adım atmaması için bakışlarım ile ona yalvardım. İstediğim babamın ya da onun zarar görmemesiydi ama herkes zarar görüyordu. O anda anladım Erkan'ın bana anlatmak istediği öç almak fikrini. Berzah'a psikolojik acı yaşatmaktı amacı. Bunun için ise bana fiziksel zarar vermek niyetindeydi ve şuanda kedinin fare ile oynadığı gibi bizimle oynuyordu. Berzah'ın yaşadığı ikilemi düşündüm. Adım atacaktı eğer atmazsa beni öylece Erkan'ın insafına bırakmış olacaktı. Benim gözümde öyle olduğunu sayacaktı Erkan'ın blöf yaptığını sanıyordu bana zarar vermeyeceğini kendisini istediğini sanıyordu ama ben bunun gerçek olduğundan, onun blöf yapmadığından emindim. Berzah eğer adım atarsa beni kurtarmak için adım atmış olacaktı ve Erkan'ın namlusunu kendisine çekecek, Erkan da beni serbest bırakacaktı. Ben kurtulacaktım. Berzah böyle olmasını umuyordu. Ama öyle olmayacaktı. Hissediyordum. Ve Berzah bir adım attı. Aynı anda Erkan da bana doğrulttuğu silahı ateşledi. Şoktan vücudum dermanını kaybedip yere yığıldı. Aynı anda bir el silah sesi daha duyuldu. İkinci kurşun Berzah’ın silahından çıktı. Vücudumun bir yerinden peyda olan ağrı gittikçe şiddetleniyor, sıcak sıvı yavaşça bedenimde yayılıyordu. Bakışlarımı kaldırıp Berzah'a baktım. Erkan'ı omuzundan vurmuştu bundan istifade bana doğru iki adım daha atmıştı ki Erkan ondan önce davranıp silahı bu defa başıma doğrulttu. "Şşş! Dur orda." Berzah’ın çaresiz kaldığını gördüm. Şaşkındı. Bakışları yere diz çökmüş bana kaydı ve elbisem de ki dağılmaya başlamış kan lekesine takıldı. Titreyen elimle göğsümü bastırdım. Vurulmadığımı düşünmek istedim ama sıcak sıvının elime bulaştığını gördüm. Titrek bakışlarım Berzah’a kaydı. O da şoktaydı. Konuştuğunda sesi o kadar sakindi ki öfkesinin sonunda olduğunu gördüm. "Seni öldüreceğim." Korkuyordum. Bunu gördü sevdiğim toparlanmaya çalıştı: "Korkma. Her şey geçecek. Söz veriyorum sana." ses tonu harap. "Aman ne kadar da romantik?" "Erkan, Hare'yi bırak." "Ölmesini istiyorum." Erkan'ın sesi fısıltı haline gelmeye başladığında yere yığıldım tamamen Berzah sesi telaşlıydı bu kez. "Hare! Sakın uyuma tamam mı? Beni duyuyor musun? Hare!" Berzah benim ile konuşuyor olduğu yerde bana uzanmaya çalışıyor ama bir adım bile atamıyordu. Erkan ona cevap veriyordu sesi alaydan uzak. "Tek bir kurşun daha erken ölmesini sağlayabilir yapayım mı? İster misin?" "Erkan." Berzah'ın sesinde ki soğukluk, tehdit, nefret, öfke gelip benim vücuduma çarptı. Yutkunmaya çalıştım. "Ne yapalım ne istiyorsun?" burası Berzah için son noktaydı. Burada indirdi gardını. O konuşmadan anlamıştım ben. "Bırak onu. Bırak gitsin. Ne istiyorsan yapacağım." "Bunu söyleyeceğini zaten biliyorum. Ama şuan onun ölmesini istiyorum çok mu sadistçe sence?" "Sana yemin ediyorum seni öldürürüm, yaparım bunu. Yapacağımı biliyorsun." Erkan keyifsiz bir kahkaha attı. Silahı daha sıkı kavradı. Şuan celladım oydu. Bu senaryoyu daha önce yaşamıştım ama o zaman bile isteye ellerinde ölmek istediğim bir celladım vardı. Şimdi ise beni öldürecek olanın bir insan olduğunu bile düşünmüyordum. "Yapma." Berzah'ın sesinde pes ediş içimi sızlattı. Şuan kalkıp "ben iyiyim, beni merak etme" demeyi o kadar çok isterdim ki. Onun zaafı olmaktansa yanında durup ona destek vermeyi, yanında olup ona arka çıkmayı o kadar isterdim ki. Bakışları beni bulduğunda "keşke” dedim kendi kendime “ölüme yürürken Berzah'ı son kez bu üzgün, bitap, kırık, hali ile görmeseydim. Ve keşke bunun sebebi ben olmasaydım." Bu his tanıdıktı. Tıpkı hikâyemin başladığı gün ki gibi... Aynı saatler, aynı adam, aynı acı... Aynı duygunun daha da derinleşmiş hali. Ama farklı olan ne biliyor musunuz? Şuan ölmemek için bir sebebim vardı ve o sebep gözlerimin içine bakarken onu bu şekilde bırakmak beni ölümden daha beter hissettiriyordu. Berzah'ın şu an ki bana olan bakışlarını görmeseydim de Erkan o mermiyi başıma sıkıp beni öldürseydi. Bitirseydi bir anda her şeyi. Beni kahreden buydu vücudumda ki ağrı değildi. Bu yüzden belki de acı tüm vücuduma yavaş yavaş yayılırken dayanılmayacak bir halde iken kıvranmıyordum bile, tek bir inleme bile çıkmadı ağzımdan. Berzah beni son kez görüyor iken bu şekilde ardımda bırakmak istemedim. Ona bu kadar acıyı yaşattıran ben iken bunu daha fazla büyütemezdim. En büyük dileğini en büyük korkusuna dönüştürmüşken daha fazla kahrolmasına müsaade edemezdim. Paramparça olmasına göz yumamazdım. Bacaklarımı hissedemez duruma geldiğimi anladığımda Berzah'a seslendim ama tek bir çıtırtı bile çıkmadı ağzımdan. Hissizlik yavaş yavaş yayılıyordu içimde. Bir meleğin gerçekten ayakucundan ruhumuzu almaya başlaması gibi, bir şey çekiliyordu bedenimden. Acı dayanılamaz bir biçimde artmaya devam ediyordu. Orada anladım her hikâye nasıl başlıyorsa öyle bitiyordu. Berzah'ı gördüğüm o ilk gün onun yüzünü görebilmek için acı gözkapağıma kadar vurmuştu. Nasip olanı yaşamak için onu sevmek için ona sevilebilmek için Rab(c.c) bir hayat daha nasip etmişti bana. Çok sevmiştim, gereği kadar da sevilmiştim. Ve tecelli o ki ölüme yine Berzah ile göz kırpıyordum. Bu bambaşka bir lezzet olsa gerekti. En sevdiğinin gözlerindeki renkte ölebilmek, fevkalade bir ölüm şekli... Berzah'ın bakışları üzerimdeyken bir damla safir gözyaşı süzüldü yanağından aşağıya. Sanki sema düştü. Sabaha karşı aydınlanan hava artık yoktu. Tüm okyanus buz tuttu. Hayatım da sadece bir kez görebileceğim en zarif anlardan bir tanesiydi. Berzah'ın harap olmuş gözlerinden düşen bir damla yaş. "Berzah!" İçimde ki feryat sessiz bir çığlıktı ve duvarlarıma çarpa çarpa debelenip duran şey sesimi ona yetiştirme çabasıydı. Bu şekilde olamazdı. İkinci defa ölümün eteğinden tutmuşken bir damla gözyaşı mıydı ölümümün hediyesi? Benim bu dünya da ki son nefesimdi ve o damla düşerken benimde nefesim tükendi. "Eşhedü en la...." Yapabilseydim Berzah'a gülümserdim. Ya da şehadetimi duyuyor muydu emin değildim. Zaman Berzah'ın bana olan bakışları ile durmuştu o an. Ben ölüme giderken adım adım Berzah'ın saliselik bakışları bana dünya da ki cenneti yaşatıyordu. Saatlere denk geliyordu bende o saliseler. Berzah'ın okyanusundaydım. Ruhum Berzah'ın safir gözlerine doğru çekiliyordu. İçime dolan Berzah'ın gözlerinin kırpılması ile kirpiklerinden yayılan rüzgârın son nefesiydi. Ayakucumdan başlayan hissizlik yavaş yavaş yayılıyordu. "... ilahe illallah..." Ölmek... Hele de Berzah’ın gözlerinde ölmek. Bir soluk daha aldım o safir semadan ve o an acı yok oldu. Bu ilahi bir kudretti belki ya da psikolojim bana böyle hissetmemi sağlıyordu bilmiyorum. Acıyı hissetmiyordum. Etraf bulanıklaştı. "... ve eşhedü enne..." Eğer bir dilek hakkım olsaydı arkamda bu adamı bu halde bırakmak istemezdim. "Ya'arburnee" derken bu dileğini ne kadar içten söylemişti de kabul olunmuştu bilmiyordum Berzah’ın. Onun ölümünü değil de kendi ölümümün şahidiydim. Mutlu mu hissetmeliydim? O an onun safir gözlerinden utandım. Ya arkamda bıraktığım virane ne olacaktı? Nasıl toparlanacaktı en sevdiğim? Ve bedenim de ki acı bir olup kalbime toplandı. Berzah'ın hayatında ki en kötü manzaraya şahit oluşu ölümümü görüşü perişan etti. Sanırım burada ilk kalbim öldü. Ve gerçekten yavaş yavaş yayılmaya başladı ölüm. “… Muhammeden…” Aşkı arayan evvela bedelini düşünsün. Ben hep düşünür derdim ki anne ve babamın olmayışının bedeli olarak Berzah'ın aşkı bana nasip olmuştu. Babam geldiğinde anlamalıydım, bedel onlar değildi. Eğer baki bir sevda istiyorsak bedel baş olurdu. Ve benim başım Berzah’ın Rabb'e olan aşkına da bana olan sevdasına da feda olsundu. Amenna. "... Resulühü." *** |
0% |