Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26.Bölüm - Fi̇nal

@cigdemgah

Berzah silahı kafasına doğrultup tereddüt bile etmeden sıktı. Gerisi karanlık. Gerisi var ile yok olanın anlam kazandığı yer. Gerisi aşk meclisinde sabır eylediğimiz uzun bir bekleyiş. Gerisi yok oluş. Gerisi hüzün. Gerisi uzakta kolu kanadı kırılmış bir kuş. Gerisi en sıcak iklimlerin bile eritemediği bir soğukluk. Buz. Gerisi sükût. Öfke. Sitem. Çokça hasretlik. Gerisi ipek kumaşlara sarınıp raflarda bekletilen nedenler, cevapsız sorular, gölgeli düşünceler, hayal kırıklığı. Gerisi imtihanın sonu. Gerisi uçsuz bucaksız bir hiçlik. Gerisi yemyeşil vadilerin kurak ummanlara çevrilişi. Safir bir okyanusun rengini kaybedişi. Çöle dönüşü. Gerisi keşke. Gerisi Berzah'ın safir kıyılarında can vermiş en nazenin Hare. Ve adam öldü.

Silah sesi tüm heybetiyle kulaklara zuhur etti. Sessizliği yırtıp insanın yüreğine değdi ve dokunduğu yerleri dağladı. Bir gözyaşının düştüğü andı.

Onun safir gözlerinin kapanmasıyla gözlerimi açtım birden. Etraf karanlıktı. Nefes nefeseydim. Yüzüm gözyaşı ve ter ile karışmış, üzerimde ki bluz nemlenmişti. Yavaşça yatakta doğruldum. Gördüğüm kâbus kadar ürkütücüydü oda. Kasvetli, sessiz. Boynuma dolanmış saçlarımı geriye ittim. Kesik nefes alışlarım arasında ve sessizce akan gözyaşlarım ile bir süre bekledim. Titreyen elimle komodinin üzerinde duran su dolu bardaktan küçük bir yudum aldım. Ardından elimin üzerinde duran serumun takılmış olduğu bandajı kaldırdım. Yataktan sarkan ayaklarım soğuk zemine değdiğinde ürperdim. Bu kadar soğuk muydu içerisi? Hâlbuki tüm vücudumu sıcak basıyordu. Oda oksijenden eksilmiş gibiydi, nefes almaya ihtiyacım vardı. Yavaşça ayaklanıp balkon kapısını açtım. Sonbaharın son rüzgârları saçlarımı geriye savurdu. Gözyaşlarıma usulca dokundu. Derin bir hüznün gölgesindeyken etrafımı sardı gece. Beni kucakladı ve kendine doğru çekti. Bir adım attım.

Dışarısının daha da soğuk olduğunu orada hissettim. En ücrada ki hücrelerime dahi ulaşıp adını nakşetti ayaz. Gecenin en zifiri saatleri, şehrin aydınlatamadığı yerleri bir örtü gibi kaplamıştı. Bir adım daha attım.

Ayakucum ile yer arasında ki mesafeye odaklandım ardından döndüm tekrar şehre. Ben bu yurttan değildim. Benim yurdum artık yoktu. Dokuzuncu kattan aşağıya baktım bir daha. Sessiz, karanlık, hiçlik. Dudaklarımdan çıkan isim içimde ağrılara sebep oldu. Daha ne kadar dayanabilirdim onsuzluğa tarttım içimde ama hiçlik kadardı. Gözlerimi kapattım. Dayanamadığım o noktadaydım. O sınırda. Bu kadardı benden. Buraya kadardı. Gözlerimi yavaşça açtım tekrar, ayaklarımın altında ki karanlık cehenneme davet ediyordu beni. Cehennem? Bu yaşadığım şeyin adı o değil miydi zaten? Sevgisiz, onsuz bir kalp cehennem değil miydi? O halde? Yutkundum ve gerçek olana, kendi fani cehennemimden çıkıp gerçek cehenneme son bir adım attım. Biraz önce bana şefkatli davranan rüzgâr artık öyle değildi. Keskin bir şekilde bedenimi kavrıyor ve bir an önce yere beni çakmanın hesaplarını yapıyordu. Son kez, kaç saniye sürdü bilmiyorum. Gözlerimi kapattım ve hızla düşerken yaptığım şeyden pişmanlık duydum. Vücudum tüm ağırlığı ile yere çarpıldı. Bu benim üçüncü ölümümdü.

Açtım gözlerimi. Haykırışım ne kadar derindi bilmiyorum. Etraf yarı aydınlıktı. Nefes nefeseydim yine. Rüyanın içinde bir rüya görmüştüm. Tereddüt ettim bir an. Hala mı rüyaydı yoksa uyanmış mıydım? Gerçek olan ile hayal olanı ayırt edemeden etrafıma bakındım korku ile. Boş odada bir süre oyalandı bakışlarım. Elimde ki serum bandajına takıldım. Öfke ile çıkarıp attım ve ağlamaya başladım. Rüyamda ki gibi sessizce değil, hıçkırarak. Yatağımın sol tarafında ki boşluk için. Son bir aydır aynı rüyayı gördüğüm için. Ölen ben iken hala sabaha göz açabildiğim için. Ölmüş olan ben iken neden ortadan kaybolanın Berzah olduğunu anlamadığım için. Benim yok olmam gerekirken bir yokluğa dayanıp beni bırakıp giden adam için. Ben onu değil o beni ardında bıraktığı için. Bana ölüm ile gelen adam benden ölüm ile gittiği için.

Kapı açıldığında Elçin içeri girdi. Ağladığımı görünce hızlıca yanıma gelip koluma dokundu. Şefkat ve merhamet kokan sesi ile tesellinin kollarından tutup yanıma oturtmuştu.

"Kâbus mu gördün? Yine mi aynı rüya?" Ağlamam daha da şiddetlendi. Uzanıp bana sarıldı Elçin. Kolumu sıvazladı sessizce. Kaç zaman geçti fark etmedim tıpkı son bir aydır zaman nedir anlamadığım gibi. Sessizce iç çektim: "Namaz vakti?" dedi fısıltı halinde, ezan sesi duyuldu uzaktan bir camiden: "Hadi toparlan artık." kırık bakıyordu bana. Harap oluşumun yansımasını onun gözlerinden görebiliyordum, üzülüyordu. Doğrularak ona bakmadan kimin olduğunu bilmediğim bir sesle cevap verdim.

"Ben... İntihar ediyordum." Elçin bir an hareketsiz kaldı. Bakışları bende dehşet içinde bekledi. Ardından ellerimi tuttu.

"Dayanamadığını mı sanıyorsun?"

"Zaten dayanamıyorum. Yapamıyorum."

"Yapıyorsun. Yaşıyorsun baksana. Kelimeler mi seni yanıltan yoksa? Nedir sana dayanamadığını söyleten?"

"Ben..."

"Şuan her şey anlamsız görünüyor olabilir ama güzel olacak her şey inan bana. Hem demiyor muydun? Allah kaldıramayacağın bir yükü vermez omuzlarına. Dayanamamak senin gibi iman dolu birinin söyleyebileceği bir şey değil. Eğer gerçekten dayanamıyor olsaydın Allah hiç yaşatır mıydı bunu sana?"

"Anlamıyorum Elçin,"

"Hadi toparlan artık. Kendini düşünmüyorsun ama-"

"Kararımı verdim."

"Ne kararı?" endişeli gözlerinden kaçınıp bir şey demeden ayağa kalkmaya çalıştım.

"Gidiyorum."

"Hare?"

"Onu bulmam gerek."

. . .

(Kasım, 2016)

Berzah...

Bu sana yazdığım ilk mektubum. Bu yüzden benim için en az sana olan özlemim kadar da değerli. Yokluğunun acısı her sabah uyandığımda küçük iğneler gibi kalbime batıyor. Her gün bugün biraz daha iyiyim desem de tek düşündüğüm senin ne zaman döneceğin ve her günün sonunda ki gelmemiş olmanın verdiği hayal kırıklığı beni gün geçtikçe daha da yıpratıyor.

Saatlerce aylarca düşünüyorum neden beni bırakıp gittiğini ama korumak fikri o kadar basit ve sana olan sevgimin yanında o kadar zayıf bir sebep ki bunu anlayamıyorum. Ben biz olarak her kötülüğün üstesinden geleceğimizi düşünmüştüm ama sen beni bırakıp gittin. Ve bu gidişin, yokluğun bana sadece azap veriyor.

Talha'ya ne kadar diretsem de nerede olduğunu bilmediğini söylüyor. Gerçekten öyle mi Berzah? Talha'nın bile bilmediği bir yerde misin yoksa bana mı yalan söylüyor?

. . .

(Aralık, 2016)

Bugün Selen’in bulduğu adrese geldim. Sen oradaymışsın diye. Seni bulmak için. Kilometrelerce öteye, uzağa geldim. Her bir adımda orada olma ihtimaline yaklaşırken umudumun gittikçe içimde kök salmasına izin verdim ve sana yaklaşırken özlemimin içimde dağlanıp durmasına seyirciydim. Nerede olduğunu biliyordum Berzah; N. 49. cadde 6.blok 12.kat 24 numara.

Ama yoktun. Kimse yoktu. Şükran Teyze? Emir? Hayatıma seninle giren ve yine seninle çıkan kimse yoktu.

Hayal kırıklığının en alasını bugün yaşadım ben. Şuan bile uçakta bu satırları sana yazarken bir kaç saat öncekinden daha da kahrolmuş bir vaziyetteyim. Umutsuzca seni bulmayı umarken bu kadar kendimi kaptırmamalıydım belki de. Benden giderken seni bulmamam için bu kadar uğraşmış mıydın gerçekten? Hiç geri dönmeyecek kadar? Beni düşünmeyecek kadar uğraşmış mıydın?

. . .

(Ocak, 2017)

Berzah... Bir beni mi yıktın giderken? Sadece ben miyim ardında kalan? Hiç bir şey söylemeden öylece ortadan kaybolmak neden? … Bazen yutkunamayacak kadar çok ağlıyorum. Uzun saatler sonra bitkin düşüyorum. Dünyanın bu en büyük yükünün altında perişan oluyorum. Tıpkı şuan olduğu gibi yine de bu ayrılık yükünün altında iken şu an bu satırları yazmak seninle konuşuyormuş gibi hissettiriyor bana sana kızmak bağırmak sinirlenmek istiyorum ama yapabildiğim tek şey yazmak, çaresizce beklemek ve seni özlemek. Kendimi kaybetmemem için, benden gitmemen için yazmalıyım. Bugün seni çok özledim Berzah... Bugün acım hala taze iken seni çok özledim.

. . .

(Şubat, 2017)

Zeyd'in yanına gittim bugün yine. Uzun zamandır ortalarda yoktu. Talha ile anlaşmış gibiler Berzah. Tıpkı onun gibi senden haber almadığını nerede olduğunu bilmediğini söyledi. Yalan söyledi. Gözlerini benden kaçırışından, konuşmak istemediğinden anlamıştım. Hiç bir şey söylemedim ona. Zorlamadım.

. . .

(Mart, 2017)

Havalar ısındı Berzah. Çok yoruluyorum bu ara. En çok da omuzumda ki özlem yükün beni halsiz bırakıyor. Neyin cezasıydı bu sevdiğim? Yokluğun hangi yanlışımın cezasıydı? Merakla bekliyorum kara bulutlardan sonra yağacak rahmet yağmurlarını. Yağmurlarla beraber mi geleceksin yoksa?

. . .

(Nisan, 2017)

Hatırlıyor musun Berzah, bir keresinde demiştin ki bana "kırabilirim, incitebilirim, çok mutlu edebilirim ama seni asla bırakmam."

Yalan söylemişsin, beni bırakıp gittin.

. . .

(Mayıs, 2017)

Mutlu olmalısın Berzah. Sanki hiç var olmamış gibisin hayatımda. Fotoğrafların odamın duvarlarında bana göz kırpmasa gerçekten de var mıydın yoksa tüm olanlar benim bilincim bana bir oyunu muydu emin olamayacağım bende? En güzel hediye benimle iken gerçekten de yok muydun?

. . .

(Haziran, 2017)

Berzah, Talha aradı bugün. Birkaç gün önce ise Zeyd. Sen mi istiyorsun bana göz kulak olmalarını. Onlardan olabildiğince uzak duruyorum çünkü en çok onlar saklıyor seni benden. Seni beni bırakıp gitmeni anlayabiliyorlar öyle mi? O halde onlar en sevdiklerini bırakıp giderler miydi?

. . .

(Temmuz, 2017)

Bugün gidiyorum buradan Berzah.

Bugün senden ve senin olduğun her şeyden gidiyorum. Mademki kimse senin hakkında tek bir söz bile etmiyor bana. Benim hakkımda da tek bir şey bilip duymanı istemiyorum artık. Benden haber almanı dahi istemiyorum. Son 6 aydır babam ve Elçin dışında kimse ile görüşmedim. Evden dışarı çıkmadım. Mutsuzum, Allah'a dua etmekten başka yaptığım bir şey yok. Kimse ile tek kelime etmiyorum.

Senin olmadığın kelimeleri de istemiyorum artık, bu şehri de, evi de seni hatırlatan tüm o şeyleri de geri de bırakıyorum.

. . .

(Ağustos, 2017)

Anladım Berzah... Bizi birleştiren ölüm ile ayıran ölüm aynıydı. Asıl imtihan bu muydu yoksa? Peki, senin bana dönmen için ne yapmam gerekiyor? Tekrar mı ölmeliyim?

. . .

(Eylül, 2017)

Gün doğuyor. Bir gün daha geçti. Tıpkı gün gibi gittikçe tükeniyor umutlarım da. Gittikçe azalıyor içimde ki sevinç. Dayanmak çok zor oluyor bazen benim için. İçimde ki öfke yavaşça soluyor ve kayboluyor.

Herkes gibi oldum bende artık. Suskun. Tek bir şeye tutunuyorum ve diğer her şey bomboş. Kimse sen ile ilgili tek kelime etmiyor etrafımda. Bana değer mi veriyorlar? Sensiz nasılım gördükleri halde, tüm olan bitene seyirci oldukları halde, belki yerini dahi bildikleri halde senin ile ilgili tek kelime etmiyorlar.

. . .

(Ekim, 2017)

Seni affetmek için içimde bahaneler arıyorum Berzah. Beni bırakıp giden bir adamı affetmek için bahane arıyorum. Eğer şuan gelirsen. Seni affedeceğim ama gelmezsen…

. . .

(Kasım, 2017)

Bugün sana her zamankinden daha çok ihtiyacım var. Bir başıma oluşuma dayanamadığım bir gündü. Tüm kalabalıkların içinde böyle hissetmek ne kadar kötü? Beni bu halde bırakıp gittin ve ben iyi olacağım mı sandın?

. . .

(Aralık, 2017)

Beni bırakıp gittiğin için seni asla affetmeyeceğim. Sebebin her ne olursa olsun. Beni böyle bırakıp da sözünü tutmayışını asla unutmayacağım.

. . .

(Ocak, 2018)

Bu sana son yazışım. Bu defteri de bu son satırlarım ile birlikte yırtıp atacağım.

. . .

(Şubat, 2018)

Artık seni beklemiyorum. Sanırım gerçekten de beni -bırakıp her neredeyse gittiğin yerde- iyi olduktan sonra nasıl olduğumu umursayacak kadar sevmedin?

 . . .

(Mart, 2018)

Bugün geri döndüm.

. . .

(Nisan, 2018)

Geçip giden gün ile beraber çok dalıp gidiyorum bu aralar bende. Yüreğimden tütüyorsun Berzah. Ama şimdi dingin bir köze dönüşmüş içimde ki özlem. Hala diri, can yakan ama sakin. Şimdi yanımda olmayışın bende çığlıklar attırmıyor sanırım ayrılığın olgunlaşması demek oluyor bu. Özlemim ağırlaştı Berzah, artık küçük bir çocuk değil özlemim.

. . .

(Mayıs, 2018)

Sanırım Elçin haklıymış. Dayanabiliyormuşum meğer.

. . .

(Haziran, 2018)

Bunca zaman seni bekledim ama gelmedin. Neden bu inadın? Beni özlediğini, sevdiğini hissetmediğimi mi sanıyorsun?

 . . .

(Temmuz, 2018)

Bugün burada olmalıydın. Bugün mutluluğumu ortak olmalıydın. Belki de hayatın boyunca bugünü kaçırdığın için pişman olacaksın.

Daha kaç zaman geçmesi gerek. Biz geride kalıyoruz farkında değil misin?

. . .

(Ağustos, 2018)

Gece zifiri karanlık, cırcırböceklerinin sesi duyuluyor uzaktan, hafif bir yel esiyor o kadar güzel ki gece... Elhamdülillah bugün de seni özledim. Bugün de seni unutmadım. Hatıramdaydın bugün de. Bugün hala resmin telefonumda. Videoların, resimlerin hala duruyor. Hala benimlesin.

. . .

(Eylül, 2018)

Seni çok özledim Berzah.

. . .

(Ekim, 2018)

Çok özledim.

. . .

(Kasım, 2018)

Özledim.

. . .

(Mart, 2019)

Gözlerimi açtığımda etraf yarı karanlıktı. Esneyerek komodinin üzerinde duran dijital saate baktım. Aynı anda çalan alarmı kapattım. Doğrulup abdest almak için ayaklandığım sırada Ezan sesi duyuldu. İçimden bir salavat getirip pencereden dışarıya baktım. Bahçe her zaman ki sessizliğindeydi. Kapının önünde duran iki korumanın yer değiştirdiğini gördüm. Eskiden evimizde bu kadar çok korumanın olmadığı aklımın ucundan geçtiğinde o günleri özlemle andım ama böyle olmasını babamdan isteyen de bendim. Son iki yıldır bir şey olmasa dahi yine de endişelerim hala geçmemişti bu yüzden bu evde ki herkesin iyiliği için bu gerekliydi.

Abdest alıp namazı kıldıktan sonra seccadeyi katladım. Kuran okumaya başlamıştım ki babam kapıyı tıklatıp usulca odaya girdi. Sessizce geri çıkarken ara vermeden okumamı sürdürdüm. Gün doğmaya başladığında salavat getirip okuduğum Kuran'ı kapattım. Sabahın erken saatlerinde gürültü yapmadan odadan çıkıp mutfağa gittim, yardımcımız Songül abla çoktan uyanmış kahvaltı için börek yapmaya başlamıştı.

"Günaydın Hare Hanım, erkencisiniz." dedi gülümseyerek.

"Evet, bugün önemli bir toplantımız var. Malum artık tatilimiz bitti şimdi çalışma vakti."

Mutfaktan çıkıp hazırlanmak için odaya çıktım yeniden. Gürültü yapmamaya dikkat ederek hızla üzerimi değiştim, şalımı bağladım. Aynanın önüne geçip saatimi aldığım sırada üçlü çekmecenin önünde ki çerçevelere takıldı bakışlarım. Her seferinde kaldırmayı düşünüp de her defasında çoğalttığım resimlere. İlki nihayet bitirebildiğim üniversitemin mezuniyet gününden, ben ve babamın beraber çekindiğimiz bir fotoğraf. Bugün şirketinde ilk iş günü olan bir mimardım artık bunun düşüncesi bile beni mutlu ediyordu. Hemen yanında ki ikinci resme baktım, babamla Katar’da geçen zamanlarımıza ait bir fotoğraf o da. Ardından bakışlarım yukarıya kaydı. Her sabah gözümü ilk açtığımda karşımda gördüğüm fotoğraflara baktım yeniden sanki ilk kez görüyormuşçasına. İlk karede onu fotoğrafını çektiğim için şaşkın olduğu bir ifade ile bakıyordu. İkincisinde ise ışıl ışıl gülümsüyordu gözlerinin içinin dahi gülümsediği fotoğrafın ne kadar güzel durduğunu asla bilemezdi. Üçüncü resim de ise denize bakıyordu yüzünde ki huzur görülmeye değerdi. Sonda ki fotoğraf ise tamamıyla bana dönük yüzü ve gözleri, en sevdiğim ve en çok özlediğim.

"Sana da günaydın." dedim sessizce kendi kendime. Donuk safir bakışlar gözlerimi doldururken gülümsüyordu Berzah: "Güzel bir gün olacak öyle değil mi?" sessizce bana bakmaya devam etti. Yüzünü unutmamak için her sabah seyretmeye kıyamadığım fotoğrafa bir süre daha baktım.

"Ba-ba!"

Duyduğum ses ile arkamı döndüğümde yatakta oturmuş Berzah'ın fotoğrafına dikmişti bakışlarını. Onu uyandırmamak için uğraşmama rağmen her defasında erkenden uyanıyordu. Dün ağlayarak babamdan ayrılmak istemediğinde babamın odasında uyumuştu. Ta ki sabah namazında babam o uyurken gelip sessizce yatırmıştı yatağıma şimdi ise o gülüşü, yüreğimde kuşlar uçurtan siması ile bana bakarken beklemeden koştum yanına:

"Oğlum, “ uzanıp onu kucaklarken: “Uyandın mı sen?"

Eliyle göz kapaklarını ovdu. Narin bir esnemenin ardından şimdiye dek beni ayakta tutan, toparlayan, en çok dayanmamı sağlayan o kurban olduğum safir gözlerini bana çevirdi. Uzun zarif kirpikleri arasında gülerek bana baktığında uzanıp gözlerinden öptüm. Kokusunu içime çektim. Sarıldım, tekrar öptüm. Gülerek yüzüme dokundu:

"Allah'a şükürler olsun." Tekrardan konuştu, konuşabildiği bir kaç kelimeydi ama onun sesini tüm kelimelere yeğlerdim.

"Ba-ba."

"Hani baba?" diye sordum anlayıp anlamadığından dahi emin olamayarak. Ama o parmağı ile Berzah'ın resmini işaret ettiğinde ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Uzanıp incecik parmağını öptüm. Kucaklayıp resme yaklaştırdım: "Baba mı o? Aferin benim oğluma... Bak baba da günaydın diyor sana." Berzah'ın resmine uzanıp tekrardan baba dediğinde çok mutlu oldum. Saçlarından öptüm: "Baba da seni çok seviyor canım oğlum."

Garip sesler çıkararak gülümseyerek duvarda ki resmi tutmaya çabaladı. Şimdilik babasını bir resimle tanıyan oğluma ilerde nerede diye soracak olursa ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Belki de Elçin'in dediği gibi bizi bırakıp gittiğini söylemeliydim. Ama bir yanım bunu söylemekten daima kaçınmak istiyordu oğlumun bir gün babasını sormasını istemiyordu çünkü bir gün Berzah’ın gerçekten geleceğini düşünüyordu. Bu yüzden o meseleyi bir kenara bırakıp odadan çıktım. Mutfağa gittiğimiz de babam bizi karşılayarak kucakladı.

"Aman aman! Aslan torunum benim. Ver bakayım bir. Oh! Büyümüş sanki biraz." babamın söylediği cümleye Songül abla gülerken bende gözlerimi devirdim:

"Bilmeyen dün gece yan yana olduğunuza hayatta inanmaz baba." babam masada ki bardağa uzanmaya çalışan Ezrak'ın gülen yüzüne doğru eğildi:

"Büyüdükçe daha bir yakışıklı oluyor benim oğlum. Tıpkı babası gibi..." Ne dediğini yeni fark ederek birden sustu. Ben ise ona takılmadan Ezrak'ı onun kucağından alıp mama sandalyesine oturttum. Her gün resmi ile konuştuğum, çocuğumun babası olan adamın adını her duyduğum da ilk günlerde ki gibi ağlayamazdım. Bu yüzden görmezden geldim. Ezrak'ın sütünü içirirken babamda kahvaltısını yapmaya devam etti.

"Selen bugün bakıcıyı gönderecekti. Songül de var hem gözün arkada kalmasın kızım. Endişelenmeden işlerine bakabilirsin."

"Şükür ki yarı zamanlı çalışacağım."

"Babanın şirketi olması bu yönden güzel tabi..." Dedi gülerek.

Kahvaltıdan sonra Ezrak yalpalayarak kapının önünde bana doğru geldiğinde babam bizi izliyordu. Yeni yeni adım atmaya başlamıştı ve oldukça beceriksizdi. Kocaman sarıldım oğluma öğleye kadar göremeyecek olmanın endişesi kapladı yüreğimi, ilk kez bu kadar uzun göremeyecektim onu. Kocaman öperken yanağından taktığı mavi berenin altından bakan safir gözlerini bana dikmiş küçücük elleri ile boynumda ki kolyeyi çekiştiriyordu.

"Songül teyzeyi ve Büşra ablayı üzmek yok yok tamam mı oğlum?” Ezrak beni dinlemiyordu tabi ki diğerlerine döndüm: “Büşra, kreşte görüşürüz. Söylediklerimi unutma olur mu?"

"Merak etmeyin Hare Hanım." Ezrak tekrardan:

"An-ne." dediğinde bir kere daha öpüp koklayarak yere bıraktım oğlumu. Beceriksizce ayakta kalmaya çalıştı. Ona sırtımı dönmeden yavaş yavaş geri adım gidip el salladım.

. . .

Şirkette saat öğle olduğunda nihayet benim de işlerim bitmişti. Babam, Fırat, Selen ve ben hep beraber dışarıda yemek yedikten sonra kreşe gitmek için ayrıldım yanlarından acele ile öyle ki yemek bile yiyememiştim. Geçtiğimiz yıl annemin adına açtığımız kreşti. Ezrak'ın gelişimi için yaşıtlarıyla vakit geçirmesi babamla ikimizin ortak fikriydi bu yüzden hafta da bir iki gün onu kendim getiriyordum. İlk defa ayrı kaldığımdan olsa gerek kaç kez aradım Büşra'yı oğlumu sormak için saymadım bile. Arabayı park edip bahçeyi hızlı adımlarla geçtim. İçeri girdiğim sırada Müdüre Sevim Hanım karşıladı beni.

"Hare Hanım hoş geldiniz."

"Hoş buldum Sevim Hanım nasılsınız?"

"İyiyim teşekkür ederim. Siz?"

"Oğlumu görürsem daha iyi olacağım. Neredeler şuan?"

"Sizinkiler oyun salonundalar. Çok yaramazlardı bugün."

Sevim hanıma gülerek hızla oyun salonuna girdiğimde çocuk sesleri beni karşıladı. İki üç yaş arasında ki sekiz çocuk ile baş etmek gerçekten insanı çok yoruyordu. Bağıran oyun oynayan ağlamaya başlayan, gülen çocukların arasında Ezrak'ı gördüğümde koşar adım yanına gittim. Elinde ki kamyonun tekerlerini çeviriyor ağzından garip sesler çıkarıyordu. Öğretmeni olan Yelda Hanım geldiğimi görünce gülümsedi.

"Ezrak,” dedim ona seslenerek, sesimi duyduğunda kocaman gülümseyerek mavinin kara örtüsüne bulanmış gözlerinde ki çocuk masumiyeti ile sevinçle haykırdı. Üzerime atılarak kucağıma geldiğinde sarılıp kokusunu içime çektim, sımsıkı öptüm. İçimden onu bana nasip ettiği için Allah'a bir kez daha şükürler ettim. Yeni uyanmış ve yemeğini yemişti. Ağzını yanağıma yaklaştırıp ısırmaya çalıştı. Aynı zamanda garip sesler çıkarıyordu. Yelda Hanım yanıma geldi:

"Duha, çok yaramazdı bugün."

"Öyle mi? Üzdü mü sizi yoksa?"

"Tabi ki hayır canım. Nazı niyazı gözümüz üzerine." dedi gülerek saçlarını karıştırarak Ezrak’ın. Ona gülümsedim.

"Çıkabilir miyiz?"

"Elbette."

Askıya asılmış montu, bereyi ve atkıyı getirdi Yelda Hanım. Hava ne kadar ısınmaya yüz tutmuşsa da esen rüzgârın onu hastalandıracağından endişe ettiğimden sıkı sıkı giydiriyordum. Tabi sıkılıyordu o da. Yine atkıyı taktığımda çıkarmaya çalıştı.

"Hayır, Ezrak, olmaz." diyerek sahte bir sinirle ikaz ettim, ağlamaya çalıştığında kolundan tuttum.

"Hadi dedeye gidelim." Yelda hanıma hoşça kal diyerek kapıya yöneldik. Yavaş adımlarla yanımda seğirtirken diğer eliyle de atkısını çıkarmaya çalışıyordu. Güldüm istemsizce. Dış kapının önünde durduğumuzda güneşe bakıp ardından Ezrak'ın önünde diz çöktüm.

"Eğer, Duha akıllı olursa ona şeker alacağım tamam mı?" diyerek atkısını çıkardım. Beceriksiz bir şekilde istediği şekerleri söylemeye çalışırken ve kelimenin yarısını dahi söyleyemezken gülüyordu. Ayağa kalkıp atkıyı çantama koyduğum sırada telefon çaldı. Sekreterdi:

"Efendim,"

"Hare Hanım, yarın yapacağınız toplantının saati erkene alındı."

"Neden?"

"Hicaz Bey öğleden sonrası için misafirleri olduğu söyledi."

"Anladım, tamam teşekkür ederim."

Telefonu kapattığım sırada az önce ayakucumda bekleyen Ezrak'ı göremedim. Boş koridorun sağına ve soluna baktığım da yine kimse yoktu. İleride ki çocuk sesleri dışında etraf sakindi. İçimde ki korku ve endişe birden kabarmaya başlamıştı ki bahçeye çıktım.

"Ezrak?" ses yoktu: "Duha?" gözlerim dolmaya başlamıştı: "Allah'ım ne olur..." diye duaya başlamıştım ki arkası dönük bahçenin kapısının önünde yere eğilmiş sus birikintisiyle oynarken gördüm onu. Rahat bir nefes aldım: "Şükürler olsun." diyerek elimi kalbimin üzerine koyup sakinleşmeye çalıştım.

O sırada gördüm Ezrak'ın tam önünde duran bir çift ayağı. Ezrak başını kaldırıp gelen kişiye baktı. Ardından adamın uzun boyuna bakmaya el vermeyen küçük boynunun geriye eğmeye çalışmasıyla poposunun üzerine düştü. Hemen kocaman elleri kavradı Ezrak'ı ve ayağa kaldırdı. Tüm heybetiyle durdu Ezrak'ın karşısında, şaşırmış küçük safirlerini hayal edebiliyordum. Gözümden bir damla yaş düşerken Ezrak da beni şaşırttı, ona dönüp küçük parmağını uzatarak o en güzel masum sesi ile:

"Ba-ba." dedi.

Ezrak'ın küçük omuzlarından tutmuş onu tanıyıp baba diye seslenmesine çok şaşırırken kocaman açılmış gözleri ve hala hiç değişmeyen o gülüşü ile gördüm onu ilk kez. İki yıl sonra Berzah Ali Akad, ilk kez bu şekilde, oğlunu kucaklarken karşıma çıktı.

Ilık bir bahar günüydü. Güneş yüzüne değiyordu. Rüya gibi ama rüyalarda ki o tutarsızlık yoktu. Tıpkı bir serap gibi ama Berzah'ı hayal etmeyi bırakalı aylar olmuştu. Donup kaldım. Karşımda defalarca hayalini kurduğum manzara vardı. Onu görünce nasıl olacak, nasıl davranacağım, oğlunu nasıl söyleyeceğim diye defalarca düşünmüştüm ama yine de bu şekilde olacağını asla tahmin edemezdim.

İki yıl sonra bile hala aynıydı. Hala aynı endam, aynı kişi, aynı sevdiğim adam. Hafif bir sakalı, daha da kısalttığı saçları, sert duran elleri, o güzel gülüşü uzakta da olsa asla rengini unutmayacağım bu mesafeden bile göreceğim safir korları. Hala aynıydı, bende ki yeri gibi. Ezrak'ın yüzüne uzun uzun baktı. Gülümsedi. Ne diyeceğini, nasıl davranacağını bilemiyor gibiydi. Ardından yeni dikkatini çekmiş gibi gözlerini kısıp Ezrak'ın gözlerinin içine baktı gülümsemesi daha da yayıldı ve oğluna sımsıkı sarıldı. Ezrak hareketsizdi ama rahatsız değildi. Her ne kadar Berzah'ı ilk kez karşısında görüyor olsa da sanki hep yanındaymış gibi hep başucunda bekleyen bir babası varmış gibiydi. Berzah onun için bir yabancı değil babasıydı. Ezrak'ı saçlarından öpüp kokusunu içine çektiğinde gördü beni. Bakışları tam bakışlarımın üzerimde dondu. Dün gibi hiç geçmemiş zaman gibi hiç gitmemiş benden gibi. Durdu öylece. Uzağımda olduğundan yanlış görmediğimi varsaysaydım yutkunduğunda gözlerinin dolduğunu söyleyebilirdim. Donan anı Ezrak'ın sesi hareketlendirdi. Beni gördüğünde huzursuzlanıp küçük kollarını bana doğru uzattı.

"An-ne!" dedi korkarak bana bakarken, Berzah'ın kucağından inmeye çalışıyordu. Berzah izin vererek yere bıraktı onu ve paytak adımlarla yanıma koşuşunu izledi şaşkınlıkla, kendime gelerek kucakladım Ezrak’ı.

"Anne burada oğlum." dedim zorla gülümsemeye çalışarak. Dolan gözlerimi zor zapt ediyordum. Şuan kendimle gurur duymalıydım çünkü Berzah'a olan tüm özlemimi kalbimin kör kuyularında saklayabilmiştim. Daha da önemlisi şuan o özlem ile birlikte öfkemde çok çok gerilerdeydi. Şuan bu adama söyleyecek hiçbir şeyim yoktu onca yazdıklarım düşündüklerim hiçbir kelime gelmedi aklıma sadece baktım ve şaştım. İhtiyacım olan tek şey bulunduğum bu durumdan soyutlanmak ve düşünmekti. Bu yüzden Berzah'a hiç bir şey söylemeden yürümeye başladım. Yanından geçtiğim sırada kokusu kalbimde ki tozlu hatıralardan silkinip ayaklandı, tüm hücrelerime yayıldı. Duracak gibi olduysam da durmadım. Berzah'ın sesini duyana kadar yürümeye devam ettim.

"Hare!" İsmim onun ağzından böyle çıkıyordu değil mi? Bu şekilde. Ne zaman ki o bana en yakın olduğu zamanlarda bana seslense bu şekilde Hare derdi. O an onun gözlerinde ki Hare'si olurdum ama şimdi değil. Durdum: "Bir şey söylemeyecek misin?" Berzah dudağımda ki alaycı gülümsemeyi görmedi. Sessiz kalışımı neye yoracaktı bilmiyordum. Tekrar devam etti: "Bana onu açıklamayacak mısın ya da kızıp bağırmayacak mısın?"

Sesi tam arkamdan geliyordu. Şuan yapmam gereken şey hızla uzaklaşmak olurdu onu görmezden gelmek ve daha sonra kabullenmemek. Bu normal bir davranış olurdu ama ben Berzah'ın soyadını aldığımdan bu yana normal olmayı bırakmıştım. Bu yüzden olsa gerek tam arkamda duran Berzah'a dönmemle elimden geldiğince sert bir şekilde tokat attığımda bunu beklemediğinden şaşırmıştı. Yüzü yana düşerken gözümden bir damla yaşta onunla birlikte süzüldü. Anladım ki zaman her ne kadar geçerse geçsin sevgi zamanın gerisinde kalmıyordu ve asla sevgiliye olan merhameti ve aşkı eskitmiyordu. Berzah'ın yanağında oluşan acıyı kalbimde hissetmemin başka hiçbir açıklaması olamazdı. Ezrak'ın Berzah'a attığım tokadı görmesi onu huysuzlandırdı ürkekçe ellerini boynuma dolağında daha sıkı sarıldım ona. Berzah doğrulup yutkundu, gülümsedi yine. O çok özlediğim safir gözlerinde oluşan buğu içime işledi.

"Hare-"

"Beni bırakıp gittikten sonra hiçbir şey olmamış gibi geri dönemezsin. Onu açıklayamayacak mısın diye soramazsın. Senin hiçbir şeye hakkın yok." diyerek bağırdığımda ilk kez Ezrak'a öfkeli halimi göstermiştim. Huysuzluğu artıp ağlamaya başladığında gözümde ki yaşı silip ona sarıldım. Berzah elini uzatıp ona dokunmaya çalıştı, hızla geri çekildim. Konuştuğunda sesi sakindi:

"Onu korkuttun. Sanırım annesinin bu halini ilk kez görüyor." gerçekten de hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam edecekti. Bunun beni ne kadar üzdüğünden haberi yokmuş gibi. Bu yüzden ona tek söz etmeden arkamı döndüm. Arabaya doğru giderken babamın şoförü kapıyı açmadan önce Berzah seslendi.

"Konuşmamız gerek, yarın geleceğim." Kucağımda hala ağlamakta olan Ezrak'ı sakinleştirmeye çalışıyordum:

"Tamam, anneciğim, bir şey yok. Ağlama artık." ama sakinleşmiyordu bu yüzden galiba ben de ağlamamı durduramıyordum.

. . .

Babam akşam eve geldiğinde Ezrak'ı yeni uyutmuştum. Hızla aşağı inip salon kapısında gördüğüm babama tek bir solukta:

"Berzah geldi." dediğimde sakin bir şekilde bana baktı.

"Konuşalım. Otur bir." salonda ki kanepeye oturduğumda ceketini çıkarıp yanıma oturdu, ardından bana baktı:

"Baba, Berzah geldi diyorum. Bugün kreşte öyle birden karşıma çıktı, ben ne yapacağımı bilemedim, ayrıca Ezrak düştü ve onu kucağına alıp sarıldı. Biliyordu. Nereden öğrenmiş olabilir?" telaşla süren konuşmamın üzerine babam elimi tuttu:

"Sakin ol. Berzah'ı gördüm. Senden önce bana geldi."

"Ne?"

"Evet. İznimi istedi seni ve Duha'yı görebilmek için."

"Hah! İnanamıyorum gerçekten."

"O değişmiş."

"Değişmiş mi? Baba hiç bir şey olmamış gibi karşıma geçti ve sanki hakkı varmış gibi oğlumu kucağına aldı. Üstüne bir-"

"Hare, canımın içi."

"Baba, lütfen." dediğimde ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Çünkü babamın benim tarafımı tutmasına ihtiyacım vardı benim ile beraber Berzah'ı kabul etmemesine ihtiyacım vardı.

"Berzah'ın yaptığı doğru demiyorum ama-"

"Baba, o beni bırakıp gitti."

"İnsan sevdikleri zarar görmesin diye onları terk edebilir."

"Bu konuda anlayışlı olamazsın." diyerek ayaklandım. Sesimin yükselmesine sebep içimde ki kabaran öfkeden olsa gerekti veya babamın Berzah'a anlayış göstererek beni hayal kırıklığına uğratmasındandı: "Onu ne kadar aradığımı, ne halde onu beklediğimi, onsuz neler yaşadığımı biliyorsun. Şimdi nasıl olurda hiç bir şey olmamış gibi anlayışlı olmamı bekliyorsun. Baba, bu birinden özür dileyerek affedilebilecek bir hata değil."

"Hare, Duha için."

“O doğarken neredeydi? İlk kez hastalandığında? Gece huysuzlandığında, acıktığında, güldüğünde, ağladığında… Ben vardım ama Berzah iyiliğim için beni terk etti ve imdi canı istediği için geri döndü.”

“Babasının artık yanında olması gerek.” Ona baktım sadece ve öfke ile son sözümü söyledim.

"İstediği kadar oğlunun yanında olabilir ya da tekrar çekip gidebilir ama ben onu affetmeyeceğim."

Babamı salonda bırakıp hızla odama gittim. Öfkeden odayı arşınlamaya başladım. Ezrak mışıl mışıl uyuyordu. Yatağa uzanıp alnına küçük bir buse kondurdum, cennet kokusunu içime çektim. Bu gün ilk defa görmüştü babasını. Bakışlarım istemsiz Berzah'ın karşı duvarda asılan fotoğrafına takıldı. Doğduğu günden bu yana her gün gördüğü babasının fotoğrafından mı hemen tanımıştı babasını? Baba deyişi ve Berzah'ın yüzü tekrar gözümde canlandığında gülümsemem ile bir damla yaş daha süzüldü gözlerimden, uzanıp usulca öptüm yanağını.

Kaç saat olduysa da bir türlü uyuyamamıştım. Yatakta dolanıp durduğum sırada kapı tıklatıldı. Gelen babamdı. Gözlerimi kapatıp uyuyormuş gibi yaptım. Sessizce kapı kulpunu indirip içeri girdi. Ayakucunda yaklaşıp Ezrak'ın alnından öptü ilk olarak. Ardından yatağın diğer ucuna gelip üzerimde ki battaniyeyi usulca çekti. Eğilip alnımdan öptü sonra:

"Özür dilerim." dedi duyulmayacak bir fısıltı ile.

Ona bağırdığıma çoktan pişman olmuştum. Bu saate bu yüzden uyuyamadığına da emindim. Kendimi çok kötü hissetmiştim. Bir an kalkıp ona sarılmak istediysem de yapmadım. Babam kısık nefes alışlarla odadan çıkarken sessizce kapıyı da ardından kapattı.

. . .

Sabah uyandığımda ilk iş babamın odasına gitmek oldu. Kapıyı açık gördüğümde içeri girdim. Babam aynanın önünde siyah takım elbisesini giymiş kravatını takıyordu. Bana yan bir bakış atıp gülümsedi. Gözlerimi devirip uğraştığı kravatını elinden çekiştirdim.

"Çok şükür yanında ben varım. Yoksa bu kravatı kim bağlayacaktı?"

"Şükürler olsun." dedi gülerek. Ardından mahcup bir ses tonuyla devam etti: "Bana kızgın mısın?" diye sorduğunda kravatını bağlamıştım.

"Evlatlar babalarına asla kızamaz." bana sarıldı:

"Güzel. Bunu unutmaman iyi olmuş." dedi geri çekilip babamın sadece özel günlerde giydiği takıma baktım.

"Bir yere mi gideceksin?"

"Ha. Evet gideceğiz. Cenaze töreni."

"AA! Kim?"

"Erkan Tuğ."

"Ne?" babamın söylediği şey karşısında donup kaldım aklıma gelen soruyu babam anlamış olacak ki gözlerini kaçırdı.

"Baba, yoksa Berzah-"

"Sende hazırlan. Büşra, Duha'ya bakacaklar biz dönene kadar."

Hiç bir şey söylemeden çıktım odadan. Aklımda ki sorunun cevabının doğru olmaması için içimden Allah'a dualar etmeye başladım. Hızla üzerimi giyinip Ezrak'ı öptükten sonra çıktım evden. Asude'nin evine varıp da içeri girdiğimiz de babam erkeklerin olduğu bölüme gittiğinde bende kadınların olduğu bölüme geçtim. Salonun diğer ucunda yankılan Kuran sesi ortama ayrı bir hava katarken beni gören bir kaç tanıdık yüze baş selamı verip ilerledim kalabalıkta. Selen'i gördüğümde gidip yanında ki boş sandalyeye oturdum. Asude'yi görememiştim.

"Asude nerede?"

"Odasına çıkardılar." dedi sessizce ardından odanın yerini öğrendikten sonra ayaklandım. İkinci kata çıkıp koridoru aştığımda kapısında korumaların olduğu odaya yaklaştım. Açık kapıdan içeri girdiğimde Asude koltukta oturmuş başucunda ayakta bekleyen birinin tansiyonunu ölçmesini bekliyordu. Beni gördüğünde şaşırdı, ardından zorla gülümsedi:

"Hare, gelsene." çekingen tavırlar ile içeri girdim. Onu iki yıl sonra ilk kez görüyordum ve hala bulunduğu matem havası içinde bile çok güzel görünüyordu. Kolunu çekip yanında ki adama gidebileceğini söylediğinde sessizce yanına gidip oturdum. Bakışlarım parmağında ki alyansa takıldı. Evlenmiş miydi? Kiminle? Geriye yaslanıp bakışlarını yere dikti ardından sessizce konuştu.

"Görüşmeyeli uzun zaman oldu."

"Başın sağ olsun."

"Dostlar sağ olsun." dedi alaycı bir gülümseme ile.

"Nasıl oldu?" diye sorduğumda bir anda pişman oldum çünkü aklımda ki sorunun cevabını bu şekilde öğrenmem yanlıştı.

"İntihar."

Nedense cevap beni hiç şaşırtmamıştı. Yine de Erkan Tuğ'un ölmesine üzüldüğüm tek şey Asude'nin yalnız kalmış olmasıydı. Uzanıp Asude'nin elini sıktığımda gülümseyerek bana baktı. Gözlerinde ki koyulaşmış halkalar ve şişkinlikler ağladığını gösteriyordu. Lakin şimdi ki tavrına bakacak olursam bu durumu çok iyi idare ediyor gibiydi.

“Neden bana acıyarak bakıyorsun?” dedi gülerek.

“Yapabileceğim bir şey var mı?"

“Hallettiler her şeyi teşekkür ederim.”

"İyi misin?”

"İyiyim, gerçekten. Hatta neden iyi olduğuma kızacak kadar iyiyim. Babasının ölümünü istedikten sonra buna hem kahrolup hem iyi olacak kadar... İyiyim."

"Babanın ölümünü istemedin sen."

"Eğer o bir şekilde ölmezse onu öldüreceğimi söyledim." bunun üzerine sustum. Elimi çekip ona döndüm tamamen.

"Ne olursa olsun senin babandı. Üzülüyorsun elbette. Yanlış yaptığı şeyler vardı bunlar için daha çok üzülüyordun."

"Benim mutlu olmam için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Yaptıklarını benim iyiliğim için yaptığına emindim ama komik olan bu yaptıkları bana en çok zarar veren şeyler oluyordu. Usanmıştım Hare. Hele son yaptığı."

"Gerçekten intihar mı etti?" başını salladı.

"Artık hastaydı. Takıntı haline getirmişti. Bunu bir oyun olarak görüyordu neredeyse. Eğer kendini öldürmeseydi ya seni ya Berzah'ı ya da beni öldürecekti. Buna ant içti. Bende ona dedim ki 'eğer sen yapmazsan seni ben kendim öldüreceğim.' kendi babama bunu demem çok mu canice."

"Sen babanın durmasını istiyordun. Fiilde bunu yapamayacağına ben eminim. Sadece baban atlatamıyordu."

"O kadar zamana rağmen hala geçmemişti kini. Onu uzun zamandır görmemiştim ve görmek istemediğimi söyledim ama dönmek istemişti birden."

"Berzah döndüğü için…" başı ile onayladı, ardından konuyu değiştirmek için derin bir nefes alıp sordu.

"Karşılaştınız mı?"

"Evet."

"Oğlunu gördü mü?" Şaşırarak Asude'ye baktım:

"Sen bunu nereden biliyorsun?"

"Neyi? Oğlunu mu? Ha. Sizi gördüm. Hastaneye gittiğiniz gün. Küçük bir çocuğu gizlice muayeneye getirmen ilginç gelmişti. Berzah'ın bunu bilmeye hakkı vardı."

"Ona sen mi söyledin?"

"Evet. Hiç değilse bunu yapmalıydım."

"Bunca zaman Berzah'ın nerede olduğunu biliyor muydun?"

"Çok sonradan öğrendim."

"Neden bana söylemedin?"

"Berzah istemedi. Arkadaşlığımızın hatırına istediğini yapmalıydım. Ama... Sanırım baban bilerek öğrenmemi istedi. Çünkü ilk defa randevu saatini değiştirip tuhaf bir şekilde sizin olduğunuz bir zamana denk getirdi."

Sessiz kaldım. Asude bunca zaman biliyordu. Buna rağmen ona tekrar gelmek aklımın ucundan dahi geçmemişti. Talha'yı ve Zeyd'i her zaman takip ettiriyordum ama tek bir haber bile gelmiyordu Berzah'tan. Asıl kilit noktası Asude idi demek. Kendi kendime gülümsedim uzun bir sessizliğin ardından Asude:

"Hemen affettin mi peki?" diye sordu:

"Ona tokat attım." dediğimde keyifsizce güldü:

"Hak etmişti. Sırf baban istedi diye ya da en iyi seçenek bu diyerek seni terk etmesi insafsızlıktı." dediğinde durdum. Duyduğum şeyin doğru olup olmadığını anlamak biraz zaman aldı.

"Ne?" Asude donuk gözlerle bana baktı:

"Bilmiyor muydun?"

Asude birkaç şey daha söyledi ama duymadım. Aklımda dönüp duran gerçek başımı ağrıtmaya başlamıştı ki hızla kalktım yerimden Asude'yi geri de bırakıp merdivenlere yöneldim erkekler bölümünde gözlerim babamı aradı ama bulamadı onun yerine bana yaklaşmakta olan Emir'i gördüm.

"Hare, İyi misin?"

"Babamı gördün mü?"

"Evet bahçede."

"Peki Berzah?"

"Evdeydi. Annemi de alıp geleceklerdi-"

"Gel benimle." diyerek çıkışa yöneldiğimde Emir şaşkın bir şekilde ardıma takıldı:

"Neler oluyor?" Bahçede babamı birkaç arkadaşı ile sessizce sohbet ederken buldum ve yanına yaklaşırken yüzümden anlamış olacak ki sakin bir sesle sordu.

"Ne oldu?"

"Gitmeliyiz." nereye diye sormadı çünkü emindim ki cevabı biliyordu. Üçümüz beraber çıkışa yöneldiğimizde Emir'e döndüm:

"Araban nerede?"

"Nereye gidiyoruz?"

"Berzah'a."

. . .

Zili çaldıktan sonra açılmasını beklerken babam da Emir de başka bir soru daha sormamıştı. Şükran Teyze evde tekti ve beni gördüğünde olan sevinci yüz şeklimi görmesi ile kayboldu. Zayıflamıştı onu o halde görmek beni üzdü ama bundan daha önemli bir mevzumuz vardı. Şükran Teyze elinde ki bastona dayanıp da ayağa kalktığında dizlerinin ağrısının arttığını gördüm.

"Hare, hoş geldin kızım." dedi sessizce. Mutlu olmuştu beni gördüğüne ama az sonra halimden ne olduğunu anlamış olacaktı ki yüzü ciddileşti:

"Berzah nerede?"

"Gelir şimdi. Oturun lütfen. Hicaz Bey buyurun."

Babam geçip oturdu Emir de öyle. Ben ise öfkeden ve yine hayal kırıklığına uğradığımdan oturamıyordum. Ayakta volta atmaya başlamıştım ki nihayet Berzah salona girdi. Üzerinde takım elbise vardı ve kravatı elindeydi. Diğer elinde ise büyük bir paket tutuyordu. Bizi gördüğünde şaşırdıysa da bunu belli etmemeye çalıştı.

"Bu ne güzel bir karşılama." dedi gülümseyerek.

"Konuşmamız lazım."

"Peki. Bir şey içer misiniz? Kahve-"

"Berzah!" ikazım sertti. Berzah bir şey demeden sadece baktı sonunda pes edip babamın yanına oturdu. Anlatmalarını bekledim ama kimseden ses çıkmıyordu sonunda çileden çıkmadan uzatmadan konuyu açtım: “Babam mı beni bırakıp gitmeni istedi?" diyerek sorduğumda beklemeden cevap verdi:

"Hayır."

"Evet."

Babama ve Berzah'a baktım. Cevaplarının farklı olmasının sebebi Berzah'ın babamı koruyor olmasıydı çünkü evet der ise öfkem babama yönelecekti, biliyordu.

"Baba, sen mi istedin bunu?" Berzah babamdan önce konuştu:

"Tam olarak öyle değil."

"Yeter. Ne olduğunu derhal anlatın. Benim hayatım ile ilgili karar alırken benim bilmediğim ne varsa anlatın yoksa ikinizi de affetmeyeceğim."

"Hare-" Berzah'ı elimle susturdum çünkü eğer o anlatırsa babamı koruyacaktı:

"Senden duymak istiyorum baba." bunun üzerine babam uzatmadı:

"Ben istedim Berzah'tan. Erkan bana istediği şeyin Berzah'ı senden uzak tutmak olduğunu söyledi bu ona göre Berzah için en büyük cezaydı. Sen vurulduktan sonra hastanede yatarken, Erkan'ın kaçtığını öğrendiğimde sana daha fazla zarar vermesinden korktum. Berzah'tan seni bırakmasını istedim. Seni bırakmazsa Erkan'ın sürekli senin peşinde olacağını biliyordum. O zaman hamile olduğunu bilmiyordum. Çok sonradan öğrendim. Bazı şeyleri düzeltmek için geç olmuştu tabi. Sana söz verdiğim için ona söylemek istememiştim ama daha fazla saklayamazdım."

"Bu çözüm müydü yani? Benim iyiliğim için mi?" Berzah sözümü kesti:

"Babanın başka çaresi yoktu. Erkan'ı öldürmek istedim çünkü. Babana bunu söylediğimde reddetti ama yapacaktım-" babam sözünü kesti:

"Berzah'ın katil olup hapse girmesine göz yumamazdım. Senin iyi olmanı istiyordu. Hayatta kalmanı istiyordu. En iyi çözüm bu gibi geldi." Berzah devam etti:

"Etrafında olan olaylara dayanamıyordun Hare. Farkında değildin."

"Dayanamıyor olsaydım seni ben bırakıp giderdim Berzah. Ben senin için dayanıyordum." bunu söylemem üzerine Berzah ayaklanıp tam önümde durdu çatılmış kaşlarının altında ki safirler öfke ile parlıyordu.

"Bu beni kahrediyordu, anlamıyor muydun? Benim için katlanman gereken senin ruhundu ama benim senin için bir şey yapamıyor oluşum... Seni kendime benzetiyordum. Bu yüz-"

"Bu yüzden beni terk ettin. Öyle mi? En ufak bir dayanamadın üzüldüm cümlesi ile sevdiğin insanı terk ettin."

"Neredeyse ölüyordun."

"Sen beni terk ettikten sonra ne oldu sanıyorsun?"

"En azından güvendeydin."

"Seni arayıp durdum."

"Baban yanındaydı."

"Oğlumun bir babaya ihtiyacı vardı."

"Şimdi buradayım."

"Çok şey kaçırdın."

"Telafi edeceğim."

"Seni istemiyorum."

"İsteyeceksin."

Berzah'a diyecek lafım yoktu, vardıysa da o an diyecek bir şey bulamamıştım bu yüzden tüm öfkem boğazımda düğüm iken ve sinirden ağladığımı o an fark etmişken hemen ayrıldım oradan. Dış kapıya yöneldiğim de babam ve Berzah'ın arkamdan seslendiğini gördüm ama ikisini de şuan görmek istemiyordum.

. . .

Ertesi gün babam erkenden çıktı evden ona öfkeli olduğumdan karşılaşmak istemiyordum ta ki yaptığı hatayı içimde sindirene kadar. Kahvaltı da yalnızdım. Songül abla sofrayı toplarken ona bırakmasını söyledim. Ardından telsizden gelen ağlama sesi ile Ezrak'ın uyandığını anlayıp koşarcasına odaya çıktım.

"Günaydın canım oğlum." diyerek yanına yaklaşıp kucağıma aldım. Yüzüne baktığımda o güzel yaşlı gözlerini üzerime dikti, gülümsedim: "İyi uyumuş mu benim oğlum? Hım?"

Sonunda ağlamasını bastırıp güldüğünde üzerini değiştirdim. Bugün işe gitmemeye oğlumla vakit geçirmeye karar verdiğimden bahçeye çıkmak için ayaklandım. Kapının önünden çıkmadan önce durdum. Ezrak'a baktım.

"Duha, annecim hani baba?" anlamadan yüzüme baktı önce: "baba neredeymiş?" diyerek sevimlilik yaptığımda yine cevap vermeyeceğini sandım ama oğlum yaşıtlarından daha akıllı bir çocuktu:

"Ba-ba!" diyerek güldüğünde heyecan ile duvarda ki asılı fotoğrafa baktı. Bakışlarım Berzah2ın fotoğrafı ve Duha arasında gidip geldi ve babamın söylediğini onayladım.

"Evet, oğlum, senin babana ihtiyacın var."

Salona girerken kapı zili çaldı. Ezrak kucağımda kapıya gittiğimde babam olduğunu tahmin ettiğim kapıda Berzah'ı buldum. Elinde büyükçe bir hediye paketi vardı. Şaşkın bir yüzle ona baktım. Berzah gerçekten de dönmüştü ve yüzünde ki bu güzel ifade ile ona olan özlemim kaldığı kuyulardan gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Yine de bunu bir kenara attım. Dün ki tartışmamızdan sonra babamın onu benden uzaklaştırmasından ve Berzah'ın benim iyiliğim için buna evet demesinden sonra hala çok da normalmiş gibi kapıma geliyor olmasını nasıl sindirmem gerekti. O oğlunu görmek istiyordu bunun için yapabileceğim bir şey yoktu. Duha'nın babasına ihtiyacı vardı.

"Günaydın." dedi gülümseyerek üzerimde ki şaşkınlığı atıp onu gördüğüme rahatsız olmuş ifadesine bürünerek kayıtsızca cevap verdim.

"Günaydın." ardından Ezrak'a baktı.

"Oğlum, sana da günaydın." dedi Ezrak elini Berzah'ın elinde ki pakete uzattı parlak kırmızı jelatin dikkatini çekmişti.

"Hediye mi aldın?" diye sordum elinde ki pakete bakarak:

"Evet. Arabalarla oynayabilirmiş. İnternette öyle yazıyordu. Koşabiliyor mu? Cümle kuruyor mu? En uzun cümlesi ne?" heyecanlanarak ve merak ile sorduğu sorulara gözlerimi devirdim.

"İçeri gel." Berzah içeri bir adım attığında arkasına sakladığı diğer elinde tuttuğu bir buket papatyayı bana uzattı.

"Bunlar da senin için." dedi gülümseyerek. Şaşırsam da bir elimle Ezrak'ı tutup diğeri ile elinde ki çiçeği aldım, istemsiz gülümsememi bastırarak.

"Gerek yoktu. İkimiz için de zahmet etmişsin." Berzah elinde ki paketi yere bıraktı ve Ezrak'a uzandı. Beklemeden kucağına aldı. Boynundan öpüp kokusunu içine çekti.

"Oğluma ve karıma hediye almam zahmet değil." dedi ardından göz kırparak. Kapıyı kapatırken bir yandan da papatyalara bakıyordum, gönlümü almaya çalıştığını fark etmiştim. Buna isteğim yoktu çünkü ona hala kızgındım.

"Bu bayağı hafif, kaç kilo? Akranlarına oranla zayıf mı?" dedi Duha'yı top gibi havaya atarken.

"Değil, gayet normal…"

"Hava güzel bahçeye çıkabilir miyiz?" başımla onayladım. Berzah Duha ile bahçeye çıkarken bende mutfağa gidip çiçekleri bir vazoya koydum. Üzerine iliştirilmiş notu gördüm orada, küçük zarfı açıp okudum.

'Dünyanın en güzel annesine... Oğlumuza iyi baktığın için teşekkür ederim ve bu ana kadar yanında olamadığım için özür dilerim.'

Bunu okuyup da gülümsememek ya da Berzah'a kalbimin ısınmaması imkânsızdı. Yine de onu iki günde affedecek değildim. Son bir kez daha çiçekleri koklayıp tekrar bahçeye gittiğim de Berzah'ın Ezrak ile konuştuğunu duydum:

"... Annenin beni affetmesi gerek. Bu yüzden sende babanın tarafını tutmalısın tamam mı? Uzun zamandır yoktum, sizi yalnız bıraktım biliyorum ama sebeplerim vardı oğlum. Erkek adam sevdiği kadının kılına zarar gelmesin diye bazen onu terk eder. Kadını terk eder dediğim yani yanında olamaz bir süre manasında yoksa anneni terk etmedim. Anlıyorsun değil mi?" Ezrak elinde ki plastik topu ağzına götürüp tuhaf sesler çıkardı Berzah güldü ve Ezrak'ın siyah dalgalı saçlarını karıştırdı: "Aferin. Sen cidden benim oğlumsun ha. Baksana şu yakışıklılığa ilerde kızlar senin için sıraya girecekler. Bu nasıl tatlılık? Erkek adam bu kadar tatlı olur mu hem? Talha amcana çok övdüm seni onun yanında bu kadar minnoş durma bak. Erkek adamın sert bakışları olur tamam mı oğlum? Bir sert dur bakayım. Hah aferin." Berzah'a gülmemek için kendimi zor tuttum boğazımı temizleyip yanlarına gittiğim de bana döndü:

"Her bulduğu şeyi ağzına atıyor." dedi.

"Çünkü o daha bebek. Gelişme çağında nesneleri bu şekilde tanıyor."

"Beni de tanımıştı ama hem de ağzına almadan. IQ seviyesi yüksek olmalı." ona gözlerimi devirdim odamda ki fotoğrafları bilmiyordu tabi.

"Evet” dedim alaya alarak: “tıpkı babası gibi."

"Erkek adam babasına çeker tabi. Burnu sana çekmiş ama. " Berzah'ın yanına oturdum. Ezrak'ın bulunduğu pusete doğru eğildim.

"Evet, babamda öyle söylüyor. Gözleri de aynı seninkiler." dediğimde gülümsedi:

"Onun gözleri daha güzel. Gözleri mavi olduğu için mi adını Ezrak koydun?"

"Dayım sana benzediği için ona Ezrak diyordu alışkanlık oldu bizde de. Aslında gerçek ismi Duha. Yani... İbrahim Duha. Babam öyle olsun istedi."

Berzah şaşkın bir halde bir süre bana baktı ardında sessizce Duha'yı izlemeye başladı. Memnun olmuş bir ifade ile dudaklarında bir gülümseme belirdi. Aynı şekilde bende önünde ki pelüş oyuncaklar ile oynayan Duha'yı izlemeye koyuldum. Uzun bir sessizlik oluştu. Bir süre sonra ona döndüğümde bana baktığını fark ettim. Hala eskisi gibi bakıyordu bana lakin o eski sert hareleri yoktu artık gözlerinde yerinde bambaşka bir olgunluk vardı.

"Özür dilerim." Dedi birden, bunu beklemediğim için biraz afalladım. Bir şey değil mi demeliydim? Beklediği bu muydu?

"Tek diyebileceğin bu mu?"

"Söylemek istediğim çok şey var ama şunu bilmelisin ki seni asla yalnız bırakmak istemedim."

"Beni bırakıp gitmen iyiliğime dokunmadı."

"Benim yüzümden yıpranıyordun. Buna daha fazla dayanamazdım. Seni kanlar içinde görmek benim için en zor olanıydı. Benim dünyama ait değildin. İçinde ki saf duyguları kaybettiriyordum sana. Bana alışıyordun."

"Haklısın. Sana benziyordum. Olmaması gereken yerlerdeydim yapmamam gereken şeyler yapıyordum. Kendimden uzaklaşıyordum ama ben bunların farkındaydım Berzah. Sende aynı şeyleri yapıyordun. Mademki bunun benim için doğru olmadığını anladın, beni yıprattığını fark ettin neden çözümü beni bırakıp gitmekte buldun anlayamıyorum. Beraber terk etmeliydik. Bu düzenin içinden çıkmalıydın sende. Erkan bana zarar vermek istediyse de bunu beraber önleyebilirdik. Ama... Ne yazık ki babam ile birlikte... Hala inanamıyorum ya. Nasıl olurda babam böyle bir şeyi ister ve saklar benden?"

"Ona kızma. Burada tek suçlu olan kişi benim."

"Kızmayayım mı? Sen gittikten sonra ne kadar perişan oldum haberin var mı? Babam benimleydi. Hepsinden haberdardı. Günlerce ağladığımı, üzüldüğümü hepsini gördü. Buna rağmen bile sen- Neden o zaman değil de şimdi Berzah?"

"Baban için de zordu. Git demedi bana kelimelere dökemedi ama anlamıştım. Senin hayatına müdahale etmek istemedi. Bu yüzden de sen istediğin için bana Duha'dan bahsetmedi. Beni sizden uzaklaştırmak için değildi. Eğer öyle olsaydı bilerek Asude'yi Duha'nın varlığından haberdar etmezdi-"

"Hiçbir şey olmamış gibi mi davranayım? Gerçekten de benim için kolay olduğunu mu sanıyorsun?"

"Hayır, öyle sanmıyorum. Seni o kadar çok özledim ki sana sarılmamak için kendimi tutmamın tek sebebi senin duygularına olan saygım. Emin ol ki bende en az senin kadar acı çektim. Geri de bırakılandan daha zor olan şey de gidebilmektir. Senden gidebilmek benim için çok zordu. Ve ben..." Sessiz kalmam üzere Berzah ellerimden tuttu. İçimde oluşan heyecan dalgasından habersizdi ben ise hala ilk gün ki gibi beni bu kadar etkilemesine şaşırmıştım: "Baban da ben de ikimizde suçluyuz ama şunu unutma sakın tek amacımız senin iyi olmandı. Bu yüzden gittim ve bu yüzden şimdi döndüm. Bundan sonra senin için de oğlum içinde elimden gelenin en iyisini yapacağımdan emin ol."

Uzun bir süre sessiz kalmanın ve Berzah'ın beni sarıp sarmalayan etkisinden kurtulmam biraz uzun sürdü. Ona olan yakınlığımı fark ederek ellerimi onun ellerinden kurtardım. Berzah hayal kırıklığına uğramış gibiydi, bir süre bana bakıp ardından geri çekildi.

"Vaktimiz bol. Değil mi oğlum?" diyerek Ezrak'ın küçük elini tuttu ve bir öpücük kondurdu. Kendine olan güveninin iki yılda biraz olsun eksilmediği hala ortadaydı.

"Seni istemediğimi söylemiştim değil mi?" diyerek alaycı bir şekilde güldüğümde bir an durdu. Çatık kaşları ile anlamamış gibi bana baktı.

"İstemiyorum mu?"

"Evet." dedim kendimden emin bir şekilde Berzah keyifsizce güldü.

"Bu ne demek şimdi?"

"Beni bırakıp giden bir adamı tekrardan onaylayacağımı sana düşündüren nedir?" Berzah bir an düşündü. Ardından işaret parmağını şaşkınca ne olduğunu anlamayan bakışları ben ve Berzah arasında gidip gelen Ezrak'a uzattı:

"Onun babası benim." dedi.

"Evet, sensin inkâr etmiyorum ama ben seni istemiyorum."

"Başka bir adamla beraber olacağını ima edecek kadar cesaretli olduğunu düşünüyor olamazsın değil mi?" öfkesi tamamdı. Zafer kazanmış bir eda ile ayaklandığımda Berzah'ın safir gözleri öfkeden alevlendi.

“Bu seni neden ilgilendirsin?”

“Sen benim hala karımsın.”

“Ortada yoktun onca zaman, şimdi boşanmayacağımı nereden biliyorsun?”

“İstemezsin.”

“Nedenmiş?”

“Benden başkasını sevemezsin sen?”

“Nasıl emin olabiliyorsun buna?”

“Çünkü ben senden başkasını sevemem.”

“Ne kadar takıntılı bir cümle...”

“Hare,” dedi gözlerini kısarak, şüpheye düşmesi beni keyiflendirdi: “ciddi değilsin.“

"Ben Ezrak'ın sütünü getireyim." Dedim ona sırıtarak, ayaklandım yavaşça gözleri hala üzerimdeydi bir adım atmıştım ki tekrar konuştu.

"Sen yürek mi yedin? Ölmek mi istiyorsun?"

"İkisi de değil." diyerek gülümsediğimde Berzah sinirden gülüp önüne döndü:

"Ciddiye alıyorum bir de."

"Almalısın." dedim ve başka bir şey demesini beklemeden mutfağa girdim.

. . .

Ertesi gün aynı saatte kapı çaldığında gelenin Berzah olduğunu anlamıştım. Kapıyı açtığımda Berzah ile birlikte Şükran teyze, Emir ve Iraz da ardı sıra kapıdaydılar. Şaşırdıysam da şaşkınlığımdan çok mutlu olduğumdan Şükran Teyzeye sarıldım ve hepsini içeri buyur ettim. Elleri dolu doluydu ve içeri girdiklerinde Emir ve Iraz bir sürü balon şişirdiler. Süsler, konfetiler, paketler açıldığında soran gözlerle Berzah'a döndüm.

"Duha'nın doğum günü için." dedi. Bir şey dememe fırsat kalmadan tekrar kapı çaldığında bu defa içeri giren kişi Şimal'di. Elinde ki pasta ile bana bakıp mahcup bir eda ile gülümsediğinde Emir yanına gidip elinde ki pastayı aldı ve bana bakarak güldü.

"Şimal. Nişanlım. Şimal bu da Hare kendisi en sevdiğim yengem olur." dediğinde gülümseyerek Şimal'e sarıldım.

"Seni görmek ne güzel, barışmanıza çok sevindim."

"Bende seni tekrar gördüğüme çok sevindim."

Şimal de içeriye girdiğinde tüm hazırlıklar tamamlandı. Sonrasında babam, Zeyd ve Talha da bize katıldığında hep beraber Duha'nın bir yaşını kutladık. Babam, ben ve Songül ablanın geçtiğimiz aylarda kutladığımız doğum gününün hayal ettiğim hali şuan ki haldi işte diye geçirdim içimden. O gün ki sabah namazını asla unutamam. Allah'a yalvarıp yakarmıştım. Hala kulaklarımdaydı o gün ettiğim dua. Sanırım şu an ki mutlu aile tablosu o gün ki duamın hasadıydı ve Elhamdülillah deme anıydı. Şükredilecek kelimeleri bulamayacak kadar çok güzeldi. Oğlum ile yalnız olmadığımızın, büyük mutlu bir aile oluşumuzun gerçekliği böyleydi. Çok güzel başlayan ne kadar olursa olsun aradan zaman dahi geçse bir kaç saatliğine de olsa o zamanı unutarak sanki hep berabermişiz gibi olmanın hazzı ile geçen güne Leyla'nın hepimizi aldığı aile fotoğrafı ile son verdik. Odamda ki çekmecenin üzerinde duran fotoğraflara bir yenisi daha eklendi böylece.

. . .

Bir sonra ki gün yine aynı saatte Berzah dışarı çıkardı ben ve Duha'yı. Üçümüz beraber dışarıda kahvaltı yaptık. Ardından Berzah Duha ile sahilde yürümek istediğini söyledi. Uzun bir yürüyüş ve Berzah'ın sürekli Duha'nın fotoğraflarını çekmesinin ardından günün geri kalanında ne kadar gerekli olmadığını söylesem de Berzah oğlu için bir sürü kıyafet aldı. Fuzuliydi çünkü Ezrak çok hızlı büyüyordu aldığı birçok kıyafeti giyemeyecekti bile. Ardından yine bir sürü oyuncak alarak doldurdu arabayı. Duha için yaptığı her şeyde iki katı kadar mutlu oluyordu ve gerçekten de söylediği gibi olmadığı zamanların yerini doldurmaya çabalıyordu. Nihayet Ezrak yorgunluktan uyuyakaldığında eve dönebildik. Arabadan indiğimizde Berzah onu kucağına alarak odaya çıkardı. Yatağa uzatıp geri çekildiğinde bir süre onu izlemeyi sürdürdü ardından kapıya dönmüştü ki duvarda ki fotoğraflar dikkatini çekti. Gülümsedi. Utanmıştım bu yüzden onun bu durumu fark ettiğini görmezden geldim.

"Beni nasıl hatırladığı anlaşılıyor?" dedi bana bakıp gülümseyerek.

"Ne?"

"Oğlumun diyorum, odası yok mu?" diyerek konuyu değiştirdi.

"Hayır, benimle beraber uyuyor." onaylayarak başını salladıktan sonra Duha'ya baktı ardından bana döndü. Bir süre nasıl söyleyeceğini bilemese de nihayet konuştu tekrar:

"Hare bu gece burada kalabilir miyim? Duha'nın uyuduğunu seyretmek istiyorum." bir süre düşündüm. Kocam oğlumu uyurken izlemek istiyordu ve bunun için benden izin istiyordu bu çok normal durumun benden oluşturduğu duygudan sıyrıldım.

"Olur. Benim yatağımda uyuyabilirsin."

"Sen?"

"Misafir odasında kalacağım."

Berzah'ın yüzünde oluşan hayal kırıklığını görmüştüm ve bu hoşuma gitmişti. Ezrak'ın sağına ve soluna iki yastık koyduktan sonra odadan çıktım. Kapıda bir an düşündüğüm şeyi yapıp yapmamayı düşündüm ve o takım elbise içinde rahatsız olacağını bildiğimden tekrar odaya döndüm. Berzah ceketini çıkarıyordu. Ne yaptığıma baktı. Son dolabın kapağını açıp Berzah'ın giysilerinin içinde olduğunu fark etmesini umursamadan ona ait olan pijama takımını çıkardım ve ona uzattım. Elimden aldığında odadan çıkmak üzereydim ki son bir umut sordu.

"Burada uyuyamaz mısın?"

"Hayır."

. . .

Sabah namazından sonra Berzah’ı ve Duha'yı kontrol etmek için odama gittiğimde aralık kapıyı sessizce açtım. Berzah yatakta değildi. Duha sessiz bir şekilde uyumaya devam ederken gözlerim odayı aradı. Tam içeri girecektim ki yatağın görünmeyen kısmından biri secdeden kalktı. Donup kaldım. Uyuduğu o ilk sabah namazını saymazsak Berzah'ı hayatımda ilk kez sabah namazı kılarken görmüştüm. Birkaç saniye onu izledim ve içimde bir yanım babamın onun hakkında değiştiğini söylediğini onayladı. Mutlu etti bu beni. Gülümsedim ve kapıyı sessizce aralık bırakıp tekrar yatağıma döndüm ve bugünün gelmesi için ettiğim tüm duaların şükrüne başladım.

. . .

Bir sonra ki gün Berzah Duha'yı lunaparka götürdü. Sonra ki gün ise üçümüz birlikte piknik yaptık. Sonraki günler de Berzah Duha'yı evine götürdü, orada kalmasını istedi. Başta istemediysem de sonunda kabul ettim. Akşam Duha'yı orada uyuttuktan sonra eve döndüm. Babam ile aynı anda eve varmıştık. Beni gördüğünde kederli bir gülümseme oluştu yüzünde. Bir kaç gündür görmüyordum onu. İkimizde sessizce içeri girdik ceketini çıkarıp bir iki adım atmıştı ki durdu.

"Beni affedebilecek misin?" dedi uzun zaman sonra ilk kez babamın ses tonunu bu kadar mahcup çıktığını duymuştum. Gözlerim dolduğundan o görmesin diye sessizce yanından geçtim:

"Bir baba kızına af dileyecek ölçüde bir hata yapmaz. Affedilecek bir şey yok. Sana kızgın da değilim. Bunu düşünüp durup kendini ihmal etme."

Başka da bir şey demedim. Odama çıktığımda ağlıyordum. Duha'nın yokluğunun verdiği sessizlik içimi daha da acıttı. O şekilde daldım uykuya.

. . .

Gözlerimi açar açmaz oğlumu görememenin verdiği huzursuzluk ile uyandım. Hızla giyinip Berzah'ın evinin önünde aldım soluğu. Kapıyı çaldığımda Berzah kucağında Duha ile kapıda gülümsedi. Onu görmeyeli bir gün dahi olmamasına karşın uzun bir müddetmiş gibi geldiğinden kucağıma alıp sımsıkı sarıldım. Berzah dalga geçerek konuştu.

"Geç kaldın. Biz seni sabah namazında bekliyorduk." ona gözlerimi devirdim ve oğlumu öperken diğer yandan da sordum.

"Günaydın anneciğim. İyi uyudun mu?"

"Mışıl mışıl uyudu."

"Sizi çok yordu mu?"

"Hayır, kahvaltı yapıyorduk. Gelsene."

Berzah'ı takip edip mutfağa girdim, özlem duyduğum manzara ile karşılaştığımda gülümsedim. Şükran Teyze ve Emir ile yemek yerken sohbet ettiğimiz günleri özlemiştim. Beni gördüklerine mutlu oldular Iraz başköşede baka bakıp el salladı.

"Günaydın." dedim ona gülümseyerek cevap verdi:

"Hoş geldin." Şükran teyze ayağa kalktı:

"Ne iyi ettin de geldin." ona sarıldığımda Emir güldü:

"Bende Berzah'a seni gidip almasını söylüyordum."

Geldiğim için mutlu olmalarını görmek beni de sevindirdi. Ne ara aldıklarını bilmediğim mama sandalyesine Ezrak'ı oturttuğumda Berzah da yanıma oturdu. Hep beraber bol kahkahalı bir sohbet ile beraber kahvaltımızı yaptığımızda bunu özlediğimi hissettim, onlara ihtiyacım olduğunu da. Ardından Berzah Duha'yı alıp bahçeye çıktı kendisi ile aynı kiloda ki kocaman topa vurması için Ezrak'ı ikna etmeye çalışmasını hepimiz gülerek izliyorduk. Emir:

"Berzah'ın böyle bir baba olacağını hayatta düşünmezdim." dediğinde Şükran Teyze cevap verdi ona:

"Çok şükür sonunda herkesin yüzü gülüyor ya bunun için kurban kesmek lazım." Emir kahvesinden bir yudum aldıktan sonra:

"Seni özlemişiz Hare." dedi, samimi bir şekilde cevap verdim:

"Açıkçası bende sizi özlemişim."

"Ama en çok o özledi seni. Gerçekten çok zor zamanlar geçirdi Hare. Bir keresinde az kalsın geri dönüyordu. Biz gittikten bir ay sonra falandı. Hani gelip baktığın adres." şaşırarak ona baktım.

"Nereden biliyorsunuz?" Iraz konuştu:

"Berzah abinin adresinin yerine alt katta ki adresi yazmıştım. Daha güvenli diye. Sanırım bir üst kata çıkmalıydın çatı katına. O gün oradaydı. Güvenlik kameralarını kontrol ettiğim de seni görmüştüm."

Ona bakmakla yetindim ve bir kez daha yazgıya hayret ettim. Tüm çabamın zamanı gelemediğinden boşa gittiğini fark ettim. Ne garip! Gerçekten de o adreste olduğuna inanamamıştım. O zaman neredeyse yanına kadar gidip onu bulamamış olmam ve onu şimdi gelmesi.

"Yazgı." dedi Şükran teyze sessiz bir şekilde ve bundan anlaşılır bir kelime daha yoktu.

"Berzah, senin geldiğini öğrendiğinde hemen Türkiye'ye dönmek için havaalanına gitti lakin senden önce Erkan'ı bulmuş." Sessizce önüme bakmaya devam ettim. Ardından konuyu değiştirmek için Emir'e takıldım.

"Ee, düğün ne zaman?" gözlerinin içi güldü.

"Kırk iki gün sonra." Iraz kahkaha attı. Bende güldüm:

"Heyecanlı mısın?"

"Hem de çok."

"Nasıl oldu peki?"

"Öyle özel bir hikâye yok. Tamamen kalpten gelen bir dürtüydü tabi biraz da kardeş zorlaması vardı. Dayanamadım bir kaç ay önce gidip buldum Şimal'i görür görmez baktım böyle sonra aniden hem de hiç hesapta yokken 'benimle evlenir misin' dedim. Bakışıma dayanmadı galiba kabul etti hemen falan. Öyle işte."

"Çok sevindim senin adına. Peki, doktorluğu ne yaptın?"

"Tamamen bitti o iş. Bazen hobi olarak Şimal'e yardım ediyorum. Onun dışında şirketle uğraşıyorum."

"Üzüldüm."

"Yo, doktorluktan ziyade bu şekilde daha çok para kazanmak hoşuma gidiyor. Zengin, yakışıklı, kariyer sahibi bir adamım." Gülüşler eşlik etti.

"Sen peki Iraz?" diyerek ona döndüğümde gülümsedi:

"Üniversiteye başlayacağım bu yıl. Yazılım Mühendisliği." Emir:

"Bizimle çalışmak istemiyor." diye serzenişte bulunduğunda Iraz güldü:

"Kendi şirketimin CEO’su olmak, her şeyi kendi emeklerim ile yapmak istiyorum." dedi. İhtiyacı olmadığını biliyordum ama yine de bu düşüncesi saygıyı hak ediyordu.

"Tedavin?" Emir güldü:

"Bir doktor bulduk ve oldukça umutlu konuştu. Iraz da tedaviyi kabul etti. Sınavdan sonra ameliyat olacak." Iraz gülümsedi:

"Abim için yapıyorum yoksa bir umudum yok." dedi. Şükran Teyze koluna dokundu:

"Olur, mu kuzum. Allah'tan umut kesilmez. Bir daha böyle deme demedim mi ben sana hem."

"Haklı. Her şey Allah’tandır."

O sırada Berzah kucağında Ezrak ile içeri girdi ayağa kalkarak onu kucağından aldım. Berzah heyecanla bana döndü.

"Hafta sonu Beşiktaş maçına gideceğiz." Emir ve Iraz kahkaha atarken, ona gözlerimi açarak baktım.

"Duha'nın bebek olduğunun farkındasın değil mi?"

"Evet,” dedi ciddi bir tavırla ardından devam etti: “biraz önce ilk on biri bile saydırdım maça gitmek istiyor."

"Yok artık."

"O ışığı gördüm ben futbola ilgisi var. Değil mi aslan oğlum benim?" diyerek Duha'ya sarıldığında koluyla beni sardı. Boğazımı temizleyerek geri çekildim.

"Olmaz. Korkar benim oğlum çok hassas daha."

"Erkek adam hassas olmaz. Söyle anneye oğlum 'hassas değilim ben' de."

"Berzah?"

"Ne Berzah? Hassas, narin, naif deme çocuğa. Okula başladığında arkadaşları dalga mı geçsin, süt çocuğu mu desinler benim oğluma? Yok öyle. İstemezsin değil mi oğlum?"

"Ne alakası var?"

Berzah ile atışmaya devam ederken fark ettiğim şey bunun benim hoşuma gittiğiydi çünkü o an gerçekten bir aile olmuştuk.

. . .

Bir sonra ki gün babam eve gelmediğinde Selen'i aradım şirkette olduğunu ayrılmadığını söyledi. Sonra ki gün yine eve gelmedi. Normal de dayanamadığı torununu görmeyeli bir kaç gün olmuştu. Berzah geldiğinden bu yana Duha'yı pek göremiyordu. Onu özlediğini biliyordum. Berzah'ı benden ve Duha'dan uzak tuttuğu için vicdan azabı hissediyor bunu da Berzah ile ikisini baş başa bırakarak telafi etmeye çalışıyor, aynı zamanda da kendine onu göremeyerek ceza veriyordu. Bu yüzden Duha'yı hazırlayıp evden çıktım. Arka koltuktan Duha'nın pusetinin yanında hazırladığım yemekleri almayı da unutmamıştım.

Şirkete girdiğimde mesai bittiğinden boşalmış neredeyse. Duha ile birlikte asansöre binip babamın odasının olduğu kata çıktık. Bir kucağımda Duha diğer elimde onun için getirdiğim yemekler kapıyı açtım.

"Biz geldik." Babam ağzında çatalla bakakaldı bana. Berzah'ın ise içtiği içecek boğazında kaldı. Babam Berzah bakıp:

"Helal, helal." dedi. İkisi de bizi gördüğüne şaşırmışlardı ve sanki gizli bir iş üzerinde yakalanmış olmalarının verdiği mahcubiyet ile bakışlarını kaçırdılar. Bana haber vermeden gizli gizli buluşmuşlardı anlaşılan. Berzah'a çatık kaşlarla baktım:

"Eve gideceğini söylemiştin?" diyerek hesap sorduğumda babama bir bakış atıp bana döndü.

"Babanın iki güç gündür eve gelmediğini söyledin. Ona bakmak için gelmiştim, yemek yememişti dışarıdan bir şeyler söyledik, sen geldin."

"Sen neden geldin?" diyen babama dönüp elimde ki yemekleri gösterdim.

"Eve gelmeyince yoğunsundur diye sana yemek getirmiştim. Ayrıca Duha da seni özlemişti." böyle söylediğim de babamın gözleri doldu. Ellerini silerek hemen gelip Duha'yı kucakladı.

“Aslan torunum dedesini mi özlemiş?"

Babam Duha ile oynarken gözlerimi kısarak bana bakan Berzah'a yaklaştım. Ardından yedikleri hazır yemeğe takıldı bakışlarım. Ceketimi çıkardım ve hazır yemekleri bir kenara koyup buharı tüten ev yemeklerini paketten çıkardım. Babamın gözleri şenlenirken gülümsemeden edemedim. Ne kadar yerse yesin dışardan söylediği yemekler ile doymazdı benim yemeklerimi özlerdi o. Berzah iki büklüm karşımda durup kucağında Duha ile oynarken:

"Sende ye." dedim.

"Yok, pek aç değilim ben." diyerek ayaklandı: "Biz biraz dedesinin şirketini dolaşalım." diyerek Duha ile birlikte çıktılar. Amacı babam ile beni yalnız bırakmaktı anlamıştım. Babam elinde ki çatalı köfteye uzatmıştı ki durdurdum, gözleri bana döndü:

"Böyle yapma."

"Nasıl yapmayayım?"

"Kendini böyle mi cezalandırıyorsun? Duha'yı görmeyerek mi? Eve gelmeyerek, beni görmeyerek mi?"

"Öyle yapmıyorum işler-"

"Baba. Sen benim en değerlimsin. Annemden emanetsin. ‘Nasıl bana beni affedebilir misin?’ diye sorarsın. Sen asla bana karşı bir hata yapmadın, biliyorum. Bu yüzden bir cezayı hak etmiyorsun."

"Hak ediyorum. Çünkü sanırım sana iyi gelmeyen bir karar vermişim. Bunun için, Allah'tan korkuyorum. Kızımın iyiliğine karar verdiğim için bunca zamandır kendimi rahatlatmaya çalışıyordum ama her zaman bir yüktü bende. Şimdi ise-"

"Anlıyorum baba. Gerçekten. Sana kızgın değilim. Berzah'a olan kızgınlığım bile geçiyor… Hem insan sevdiklerine uzun süre kızamaz ki. Ben ikinizin de niyetinden asla şüphe etmedim. İyiliğimi düşündüğünüzü söylediniz. O halde öyle olduğunu düşüneceğim. Bu yüzden eve gel ve Duha'yı yalnız bırakma." babam uzanıp alnımdan öptü. Buğulu gözleri ile bana bakıp sarıldı.

"Nasıl bu kadar olgun davranabiliyorsun? Bunun için her zaman Leyla'ya teşekkür ediyorum seni böyle güzel yetiştirebildiği için."

"Hafta sonu beni de götür kabristana. Annemi özledim."

"Tamam. Peki ya Berzah?"

"Onu affetmezlik yapamam. Duha için ama daha da önemlisi kendim için. Zaman geçiyor baba. Bende geçen zaman için korkuyorum bu yüzden onu ellerim ile geri itemem."

Babam yemeğini yedikten sonra şirketin otoparkına indiğimizde Berzah Duha'ya sımsıkı sarıldı ve ardı ardına öpücüklere boğdu. Ondan ayrılmak istemediğini anlamıştım. Berzah'tan Duha'yı alıp babama uzattım. Babam arabasına bindiğinde Berzah soran gözlerle bana baktı:

"Sen gitmeyecek misin?"

"Babam Duha ile birlikte biraz vakit geçirsin, daha sonra valizlerim ile gönderecek."

"Ne valizi?"

"Taşınıyorum."

"Nereye?"

"Sanırım bir kadının yeri kocasının yanıdır."

Berzah şaşkın şaşkın bana baktığında saklamaya çalıştığım gülümsememden sonunda anladığında gözlerini kapatıp başını arkaya attı.

"Allah'ım sana şükürler olsun."

Ardında bana döndüğünde güldü gözlerinin içi ile. O en muazzam rengi ile. Beni kendisine çekip öptüğünde buraya kadardım bende. Babama da söylediğim gibi sevdiğim adama kızgın kalamazdım ve onca ayrılık günleri artık yeterdi.

. . .

(1 ay sonra)

. . .

Alnıma dokunan bir buse ile uyandığımda etraf karanlıktı üzerime eğilmiş siluetin Berzah olduğunu anlamam bir kaç saniyemi aldı.

"Hayırlı sabahlar." dedi gülümseyerek, esneyerek ona baktım. Ardından karanlık odada gezindi bakışlarım.

"Saat kaç?"

"Ezan okundu az önce.“ ona anlamadan baktım: “Vaktin varsa bir yere gidelim." Doğrulup ona baktım.

"Nereye?"

"Cennete."

Birkaç saniye sonra ne söylemek istediğini anladığımda güldüm Berzah'ın beni sabah namazına bu şekilde uyandırması kalbimin tekrar bahara dönen yanında birkaç çiçek açtırdı.

Namazdan sonra ben hala dua ederken Berzah kalktı yerinden Duha'nın odasına gitti. Bende kalkıp mutfağa geçtim. Bugün büyük gündü düğün telaşesi içinde olan aileme güzel bir kahvaltı hazırlamak için kolları sıvadım.

Hava tamamen aydınlandığında herkeste tatlı bir telaşe mutfağa geldi kahvaltı için. Gerçekten bir kulun dünya da ki en büyük mutluluğunu yaşıyordum. Beni seven bir eş, onun kadar güzel bir evlat, mutlu, huzurlu ve büyük bir aile. Masadakilere göz gezdirirken onlarla tanıştığım günden bu yana yaşadığım tüm o olaylar bir bir geçti gözümün önünden yaşanan her şeyin sebepleri sonuçları neler olduğu ve nelere mal olduğu hepsini teker teker düşündüm ve bana bakan iki çift safir mavisi göze döndüğümde içimden derin bir şükür nidası yükseldi. Sırf bu iki insan için onca sıkıntıya amennaydı. Onca sıkıntı şuan bu iki mübarek insan için hiçbir şeydi.

 . . .

"Gelin ve damadın arkasına geçin lütfen." diyen düğün fotoğrafçısının yönlendirmesi ile kucağında minik takım elbisesi içinde Duha olan Berzah'ın ardından çiçeklerle süslenmiş duvarın önüne geçtim. Şimal ve Emir en önde gerisinde ben, Berzah ve Duha, Şükran Teyze ve Iraz. Yan tarafımızda Zeyd ve Talha. Hepimiz musmutlu kocaman bir aile olarak objektife gülümsedik. Berzah fotoğraf çekiminden sonra Duha'yı Şükran Teyzeye verip elimden tuttu:

"Benimle gel." dedi. Onu takip ederek salonun arka bahçesine çıktım. Ortasında küçük bir kamelyanın bulunduğu bembeyaz çiçeklerin çardaktan sarktığı küçük bahçenin ortasında durduğumuzda Berzah elimden tutup usulca öptü.

"Seni sevdiğimi biliyorsun." Biraz önce onun yaptığı gibi elimi tutan elini kaldırıp bende bir buse kondurdum:

"Biliyorum."

"Senin için ve Duha için Allah'a binlerce kez şükrediyorum ve hala azmış gibi geliyor çünkü benim geçmişte hayalini dahi kuramayacağım kadar mükemmelsiniz. Hare, şimdiye kadar, şimdi için ve şimdiden sonra için yanımda bulunduğun her an seni daha çok seveceğim ve bunun için Allah'a hadsiz, sonsuz ve hesapsız şükürler olsun."

Elini cebine koyup küçük bir kutu çıkardı. Gülümseyerek açtığında gözlerime inanamadım. Anneme ait üzerinde beni unutma çiçeklerinin bulunduğu yüzüğe bakarken mutluluktan bir damla yaş usulca süzüldü yanağımdan bakışlarımı kaldırıp Berzah'a baktım.

"Baban senin için en güzel hediyenin bu olacağını söyledi." parmağıma takmak için çıkardı yüzüğü.

"Çok güzel."

"Ortasında ki taş benim fikrimdi." dediğinde ortadaki çiçeğin içine yerleştirilmiş küçük safir taşa bakıp güldüm. Parmak ucumla hafifçe sanki kırılacakmış gibi okşadım yüzüğü. Ardından yanında ki çizik dikkatimi çekti. Daha dikkatli bakıp çizik gibi görünen yazıyı okudum; Ya'aburrnee.

"O yazmasaydı olmayacaktı. Eksik kalacaktı. Tıpkı senden önce ki hayatımda olduğum gibi. Bencilce gelebilir bu kelime ama bana hep seni hatırlatıyor. Beni göm ama unutma… Ölüm bizi ayırıncaya kadar..."

Alnımdan öpüp geri çekildiğinde safir gözleri parlıyordu. Onu ilk kez gördüğüm gün aklıma geldiğinde gülümsedim. Parmak uçlarımla hafifçe uzanıp dokundum kirpiklerine Berzah gözünü dahi kırpmadı sanki o safirlere dokunmamı istercesine öylece bana bakıyordu. Elimi çekip uzandığımda göz kapağından öptüm ve usulca fısıldadım:

"Allah'a hadsiz, sonsuz ve hesapsız hamd olsun."

Benim kalbim, yerim, yurdum oydu. Onundum. Berzah Akad'dı o, ben ise onun safir kıyılarında ki en nazenin Hare.


S O N


Loading...
0%