Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.Bölüm

@cigdemgah

İstanbul’a geleli bir hafta oluyor ve daha gelir gelmez bu şehir yalnızlığımda beni boğmaya çabalıyordu. Sabah kalkıyor, yemek yiyor, namaz kılıyor, dua ediyor, akşam yemeğini yiyip uyuyordum. İçimde ki tarifsiz sıkıntı bir türlü gitmek bilmiyor, sanki bir girdapta dönüp duruyor, debeleniyordum. Allah’a bu sıkıntımın geçmesi için sürekli dua ediyordum. Lale teyze ve Kamil amca bana ne kadar iyi davranırsa davransınlar içimde ki o eksiklik dolmuyordu. Şükran teyzenin yanında ki halimden eser yok. Belki de anne ve babamdan sonra bir daha hiç öyle rahat ve tamamlanmış hissetmeyecektim. Umudumu asla kaybetmemeye çalışıyorum ama geçen zaman içinde ki, düzelmeyip aksine yavaşça daha da sıkıntı veren duygularım beni daha da kötü hissettiriyordu. Şuan hissettiğim eksiklik nasıl tamamlanacak onu da bilmiyordum. Döndüğüm günden bu yana her gün anne ve babamın mezarına geliyordum. Saatlerce burada kalıyordum, mezarlıkta geçirdiğim anlar en huzurlu olduğum zamanlar. Elimde olsa buradan hiç ayrılmazdım ama buna izin vermiyorlardı. Bir filmde görmüştüm kız diyordu ki “mezarlıktan korkan insanlar hala en sevdiklerini kaybetmemişlerdir.” Eskiden mezarlıkları televizyonda dahi görsem içim ürperirdi. Lakin şimdi burada annemin mezarı başında yalnız oturuyor oluşum korkmadığımın, korkmuyor oluşum da en sevdiklerimi kaybettiğimi gösteriyordu değil mi?

İstanbul’a dönerken Şükran teyzeden onunla iletişime geçebilecek bir adres ya da bir telefon numarası almadığım için de kendime kızgındım ve yine hala o safir mavisi gözler aklımda olduğu için kızgınlığım üçe dörde katlanıyordu. Telefonla da olsa Şükran teyzeyle konuşabilseydim bana biraz olsun iyi hissettirebilirdi. Sanırım Şükran teyzenin bahsettiği hazmetmekten sonra ki alışma kısmını başaramıyordum. Belki de bu alışmak yalnız olmuyordu, bilemiyorum. Şükran teyze bana bakıp gülümserken alışırım demek kolay görünüyordu ama şimdi durum hiçte öyle değildi. Daha evimize bile gidememiştim. Gitmek istemiştim ama Lale teyze izin vermemişti. Bu da bahaneydi galiba çünkü sanırım evime yalnız girmeye de cesaretim yoktu.

Bugün Elçin ne kadar benimle mezarlığa gelmek için ısrar etse de yine izin vermedim, zaten yalnız değildim Kamil amca ben geldiğimden bu yana yanımda en az bir koruma olmadan bir yere göndermiyordu. Ne kadar buna gerek olmadığını ona söylemek istesem de içindeki suçluluk duygusunu bastırmak için olduğunu bildiğimden ses çıkarmıyordum. İlk geldiğimde Kamil amca da Lale teyze de beni gördüklerine çok sevinmişlerdi. İki gün sürekli onların gözlerinin önündeydim sanki tekrar kaybolacakmışım gibi beni yalnız bırakmak istemiyorlardı. Geldiğim günün sabahı onlara her şeyi en başından anlatmıştım. Kamil amca, amcamın böyle bir şey yapacağını tahmin edemediği için kendini suçluyordu. Şaşırmamış daha çok üzülmüşlerdir. O gün Lale teyze “Artık senin ailen biziz.” demişti. O an içimde ki misafirhane birazcık da olsa sıcak bir eve dönüşmüştü. İşte ihtiyacım olan buydu; hakiki bir samimiyet. Bulutlarımın dağılmasının en iyi yolu buydu. Kocaman, on kişinin dahi rahatlıkla yaşayabileceği bir evim vardı ama tüm duvarlarına yalnızlık yapışması orada yaşayacak bir ailemin artık olmayışı beni evsiz bırakıyordu. O çaresizlik beni onlarla beraber kalmaya itiyordu. Yine de ne olursa olsun burada da ölene kadar yaşayamazdım, elbette bir gün evime tekrar dönecektim. O gün için ise sabırsızlanıyordum çünkü rahat ettiğim evim diyebileceğim yer burası değildi.

Kamil amcadan öğrendiğim kadarıyla amcam Kerim’i İstanbul da ki şirketin başına geçirmiş. Ben ölmüş bulunduğum için bende ki tüm hisselerde ona kalmış oluyordu. Ne kadar da dramatik bir haldeyim. Ben asla güçlü duruşundan taviz vermeyen biriydim ama içinde bulunduğum şu durum beni çaresiz ve muhtaçmış gibi gösteriyordu en çokta buna katlanamıyordum. Bu durumdan kurtulmak için ise elimden gelen her şeyi yapacaktım. Aklımda ki planı Kamil amca, Elçin ve Murat’a anlattığımda buna katiyen izin vermeyeceklerini söylediler. Fakat ben kararlıydım o hisseleri amcama bırakacak değildim. Bir şekilde onun karşısına çıkıp beni öldüremediğini göstermeliydim. Hisselerin hala hukuksal olarak bende olduğunu bilmeliydiler. Yaşadığı bu saadetin kısa olduğunu bilmek onu üzecekti ama her şey Allah’ındır. Bunu da hatırlamalıydılar. Babamın emekleriyle bugünlere getirdiği şirketin üzerine yeğenini dahi öldürmeyi göze alarak geçemezdi.

Sonunda ilk olarak Murat’ı ikna ettim. Her şeyi kafamda ölçüp biçtim, uzun uzun düşündüm ve ilk aşamayı belirledim. Önce ölmediğimi öğreneceklerdi tabi benim hiçbir şeyden haberimin olmadığını sanmaları en önemli yerdi. Bu yüzden tekrar Hatay’a dönmeliydim. Kendi elimle ateşe atlama fikri her ne kadar cazip bir fikir gibi görünmese de tedbirini çok iyi alarak bunu halledecektik. Bunun için Murat, Hatay’a gitti hala benim izimdeymiş görüntüsü yaratmaktı amacı. Bugün ise Elçin ve ben gidecektik ve sürpriz bir şekilde kurtulacaktım. Buna inanırlar mıydı bilmiyordum ama inanmak için çabalamalıydılar çünkü umdukları mal varlıkları hala benimdi. Bu da ne olursa olsun bir sonra ki hamlelerine kadar bana yine iyiyi oynayacakları anlamına geliyordu.

Ne yapacağımı nasıl davranacağımı bilemeden alışmaya dahi fırsat bulamamışken ölümün eteğine dokunmuştum ama Elhamdülillah Rabbi Rahim’im beni o eteklerinde gezdiğim yerden safir mavisi bir umutla çekip almıştı. Evet, bir de o safir gözlü buzdan adam vardı. Zihnimin bin bir odasını benim diye işgal eden adam. İçimde ki bu duygu her ne kadar geçer diye beklediysem de geçmedi. Aksine daha da derinleşti, köklendi içimde. Bu his ne idi, bilmiyordum. Sabah kahvaltı da dalıp gitmeme Elçin’in “Niçin bu özlem?” diye şakaya vurduğu ‘özlem’ kelimesindeydi aklım. İçimde ki duyguyu buldum diye sevinsem yahut hiç göremeyeceğim birine karşı özlem duyuyor olmama üzülsem ikilemin de ki acizdim şuan. Bir görmeyi bu kadar özleyeceğim, bir sese bu kadar hasret duyacağım aklımın ucundan dahi geçmezdi. Kötü olansa şu boğazıma oturup nefes alamayacakmış gibi hissettiren elimden bir şey gelmiyor gerçeğiydi. Elimi kolumu bağlıyordu. Bilmem kaç milyon nüfusluk bir ülkede onu bulabilir ya da karşılaşabilir umudunun u harfini aklımdan geçirtmezken, ben o safirden alev adamın bana soğuk bakışına dahi özlem duyuyordum ve bana yardım edecek Rabbim ’den başka kimse yoktu. Bir hıçkırık kaçtı boğazımdan. Yine şiddetlenmişti ağlamam, bu aralar çok sık oluyordu. Derin bir nefes alıp kucağımda ki elime düşen birkaç damlaya baktım uzun süre.

“Ey Merhametliler Merhametlisi “Erhamü’r-Rahimin”.” diye başladım sessizce yine: “Sen hiçbir duyguyu bir kalbe boşuna koymazsın, şu içimde ki her an patlayacakmış gibi duran ve boğazıma çıkarak nefes almamı zorlaştıran yabancı duygudan sana sığınıyorum. Ey Allah’ım şuan gözün gördüğü kulağın duyduğu gerçeklikte Sen’den başka kimsem yok. Böyle aciz ve bitapken içimde ki bu duyguyla baş edemem. Karşıma izin verdiğin tevafuklarla çıkan o safir mavisi gözleri bahşettiğin kul, yüreğimin gergefinde. Allah’ım ya bana dayanma gücü ver yahut da içimde ki bu duyguyu al.”

Bundan gayrı diyecek kelamım da takatim de yoktu. Kelimelerim tükenmişti, yorulmuştum. Her şeyi bırakıp bir kenara çekilmek istiyordum ama ne mümkün. Sessizce gözyaşlarımı silerken annemin mezar taşının başına masmavi bir kuş kondu. Mavi bir kuş… Mavi… Safir mavisi… Yeşilden de önce en sevdiğim renk olan maviden... Gülümseyerek “Elhamdülillah!” dedim. Allah en güzeldir!

Telefonumun zil sesiyle gözyaşlarımı silip çantama uzandım, ekranda buraya geldiğimden bu yana en az üç kere aramış Elçin’in adını görünce gülümseyerek açtım:

“Bu üç oldu Elçin.” dedim şakayla karışık sahte bir sinirle. Karşı taraftan Elçin’in gülme sesi geldi.

“Ne yapayım seni özlüyorum.”

“Çok muhabbet tez ayrılık getirir derler.”

“Bizde yok öyle. Neyse neyse, valizler hazır hadi bakalım Hatay’a yolcuyuz.”

“Allah hayretsin.”

Anne ve babam için birer Fatiha okuyup Kamil amcanın benim için ayarladığı fuzuli korumalarla eve döndüm. Elçin’i ilk defa kapıda hazır bir şekilde buldum. Her ne kadar onun benimle gelmesine gerek olmadığını söylesem de beni yalnız bırakmak istemediği için ısrarla geleceğim diye tutturmuştu. Elçin benimle beraber bir kaç hafta daha Hatay da kalacaktı Murat ise iki gün sonra geri dönecekti. Onun burada şirket ile ilgilenmesi gerekiyordu. Söylediğine göre Kerim bir şeyler karıştırıyordu bunu da anlamak için bir an önce imza yetkisinin tekrardan bana geçmesi gerekiyordu. İlk gördüğü günden bu yana Kerim’den haz etmiyordu bunu da açıkça dile getiriyordu. Kerim babamın koltuğuna oturduğunda Murat karşı çıkmış en azından başka bir odada kalmasını istemiş ama Kerim amcası Hicaz Karan’ın sarayının keyfini çıkarıp üstüne bir de Murat’ı şirket avukatlığından atmıştı. Kerim şirkete geldiğinden bu yana orada bir şeylerin döndüğünden bahsediyordu ve bunu ortaya çıkarmak için elinden geleni yapacaktı. Onun bana yardım etmesi beni yalnız olmadığım konusunda biraz rahatlatıyordu. Şirket ile ilgili çoğu şeyi bilmezken Selen dönene kadar beni idare etmek konusunda bayağı iyiydi ve bu konuda ona minnettardım.

Lale teyze ve Kamil amcayla vedalaşıp havaalanına doğru yola çıktık. Sıkıcı, stresli ve geçmek bilmeyen bir yolculuktan sonra sonunda Gaziantep’e vardık. Murat gelip bizi buradan alacaktı. Epey bir süre hava alanında onu bekledik çünkü burada bulunduğumu söyleyecekti Murat, bunu ben istemiştim. Çünkü eğer Kilis’te olduğumu söylersem amcamın Şükran teyzeye ya da diğerlerine ulaşma gibi bir ihtimali olabilirdi ve ben onlarında bu olaya dâhil olmasını istemiyordum. Antep de sözde kalmış olduğum evi, bana yardım etmiş insanları da Murat halletmişti. Acayip bir şekilde derin ve mantıklı düşünüyordu. Benim önemsemediğim en ufak bir ayrıntıyı dahi atlamıyordu.

Hava alanından sonra Murat Elçin’in getirdiği valizleri onunla beraber önden gönderdi. İki gündür uyku uyuyamıyordum bir şey de yediğim söylenemezdi. Gözaltlarım şişmiş morlaşmış gözlerim kızarmıştı. Hapsedilmiş havasına da gayet uygundum. Murat, araba da ilerlerken dikkatli olmam ve açık vermemem konusunda beni uyarıyordu. Hepsine uyacağımı söylediğim halde sürekli yine aynı şeyleri tekrarlıyor oluşu onun da gergin olduğunu gösteriyordu, ne kadar belli etmek istemese de endişeleniyordu. Bende gergindim dahası korkuyordum. Amcamdan, benim ölmemi isteyen adamdan korkuyordum. Sanki amcamın değil de bir katilin evine gidiyor gibiydim. Canına susamış bir avdım, bile bile avcımın üzerine gidiyordum. Bu cesaretimin sebebi ne idi onu da bilmiyorum. Tek isteğim amcamdan hisseleri bir an önce kurtarıp buradan gitmek. Elbette ki amcamı sersefil beş parasız bir halde bırakmayacaktım aksine onunkine kıyasla merhametim hala sağdı. Amcam yine işlerinin başında olacaktı benim istediğim sadece tüm yetkiydi. Babamın gölgesini hissetsin istiyordum. Kolay olmadığını görsün istiyordum. Yüzünde ki keşkeyi görmek istiyordum. En önemlisi pişman olsun istiyordum.

“Onları birkaç gelişme var diye sabah bilgilendirdim. Sakın açık verme Hare bu adamın ne yapacağını gerçekten bilemeyiz.” dedi Murat sesindeki ince ince yayılan endişeyi fark etmiştim, gözlerinde ki burukluğu da. O da korkuyordu ve benim için endişe duyuyordu. Ben bile bunu onun kadar önemsiyor muydum emin değilim. Uykusuz olduğunu belli eden koyulaşmış gri gözlerinde ki yoğunluk içimden bir şeyler dalgalandırdı. Lakin bu dalgalanma yorgun ve üstü tozluydu. Bir zamanlar sevgi beslediğim o çocuktan beklediğim ilgi şuan geliyordu ama ben bu saatten sonra eski duyguların selamını alamazdım çünkü o selam bir hafta önce çoktan başkasına verilmişti. Hem de farz olan karşılığı almayı ummadan. Berzah’ın safirden okları geldi gözlerimin önüne buruk bir gülümseme oluştu dudaklarımda. Bir daha görebilir miydim onu, Allah bilirdi.

Amcamların çiftliğinin toprak yoluna girdiğimiz de tanıdık insanları görmemle içimde ki korku ve heyecan arttı. Avuç içlerim terlediğinde koyu renk elbisemin eteklerine sürtüp derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. İçimden birkaç dua okudum. Murat’a döndüğümde onun da heyecanımı fark etmiş olduğunu anladım neşeden bin yoksun bir gülümsemeyle bana baktı. O sırada araba durmuştu, kapısı açılmadan önce bana dönüp:

“Hazır mısın?” diye sordu. Gözleri sanki eğer hayır dersen hemen seni buradan götürürüm der gibi bakıyordu. Sessizce yutkundum bakışlarımı ondan çekip onaylayarak başımı salladım.

Kapı yavaşça açıldığında gözüme ilk çarpan kişi sevgili yengem Zehra Hanım’dı. Uzun boyu zayıf yapısı yüzünde ki alaycı ifadesi, samimiyetten uzak memnuniyetsiz görüntüsü ona yenge değil de Zehra Hanım demeye itmişti beni buraya geldiğim ilk zamanlar, sonra da hep öyle kaldı. Yüzünde şaşırdığını belli etmek istemediği barizce anlaşılıyordu. Biraz sonra kendini toparlayınca sert yüzü bu defa ifadesiz bir hal aldı. İfadesizden kastım yüzünde tiksinti yoktu tabi sevinmiş de değildi. Gördüğüm ikinci kişi ise Derya idi. O ise tam tersi hem şaşırmış hem de amcam beni öldüremediği için aşırı mutlu olmuştu zannımca. Bana gözleri dolmuş bir şekilde bakarken koşup sarılmak istiyor ama suçluluk duygusu buna izin vermiyordu. Onun hemen sağında ise amcam çok sakin bir ifadeyle bana bakıyordu. Soğukkanlı katil ifadesi dedikleri bu oluyordu galiba. Aklımdan geçen katil kelimesi içimi ürpertince ondan bakışlarımı çekip sanki onları gördüğüm için çok mutlu olmuşum havasına girdim. Derya gülüşümden destek alıp bana doğru yaklaşırken gözünden bir damla yaş aktı. Boynuma sımsıkı doladı kollarını bende hemen sarılmasına karşılık verdim, gülümseyerek konuştum:

“Dur yavaş boğacaksın beni.” Derya derin bir nefes alıp içten olduğunu bildiğim bir samimiyetle kulağıma:

“Çok şükür yaşıyorsun.” diye fısıldadı.

Cevap vermeden sadece gülümsedim. Bir kez daha Derya’ya sarıldıktan sonra amcamın yanına gidip elini öptüm. Onun o sakin tavrı yerini endişeye ve heyecana bırakmıştı. Eğer o adamların söyledikleri “yeğenini ölüme gönderdi” konuşmalarını duymasaydım kesinlikle benim için endişelendiğini düşünürdüm. Ama amcam harika bir oyuncuydu. Midem kasılır gibi oldu bir an. İçimde ki Hare bir haftadır sessizce oturduğu duvar dibinden kalkıp bana dik dik bakmaya başladı. Bu hayatta en sevmediğim şey sahte duygular ve samimiyetsizlikti ama tamda şuan bunu karşımdaki insanlarla karşılıklı oynuyorduk. Kelebekler bana küsmüş gibiydi. İçimde ki dünyadan ses yok, içim suskun. Hare konuşmuyor hem de cesaretimin en gerektiği yerde. Kelebeklerim kırgın hâlbuki ne hissedeceğimi onlardan görmek istediğim halde. Ben bu değilim biliyorum. Onlar benden sahte duygular değil samimiyet bekliyorlardı ben ise şuan bilerek üzerlerine yürüyordum. Amcam bana sarılarak:

“Bizi çok korkuttun Hare, seni aramadığımız yer kalmadı. Kerim civar illerin hepsini aradı senin için.” dediğinde sadece gülümsedim. Ben karşılık vermeyince amcam devam etti konuşmasına. “Neler oldu? Nasıl kurtuldun? Hadi içeri geçelim de anlat.”

Sessizce onaylayıp büyük giriş kapısına varmadan önce Zehra Hanımla selamlaşmadığımı hatırlayıp o yöne döndüm ki o çoktan içeri girmişti. Amcam bunu fark edince her zaman yaptığını yapıp karısının ilgisizliğine bir kılıf uydurdu:

“Zehra rahatsız biraz, senin içinde çok üzüldü, kahroldu.” dedi. Fazla üzüldüğü doğruydu ama bu üzüntü hala nefes aldığım, benden kurtulamadıkları için olsa gerekti. Derya gelip koluma girince aklımda ki düşünceleri bir kenara ittim. Derya’ya döndüm:

“Kerim nerede?” Amcamın cevap verdi:

“Kerim İstanbul’da. O da çok merak ediyor seni. Yarın akşam burada olur.”

İçeri geçtiğimiz de büyük salonda ki masayı hazır görünce gözlerim parladı, acıkmıştım. Şu karşılaşma gerginliği yüzünden sabahtandır bir şey yiyememiştim. Derya beni çekiştirerek masaya oturttuğunda hiç çekinmeden oturdum. Büyük bir iştahla yemek yerken amcam uzun süredir aç kaldığımı söyleyerek sahte üzüntüsünü dile getiriyordu. Sonunda masadan kalkıp salonda ki koltuklara geçtiğimizde amcam benden önce Murat’la konuşmaya başladı:

“Sen ne zaman dönüyorsun Murat? İstersen burada misafirimiz olabilirsin.” amcamın bu sorusunda ki gayesi tabi ki misafirperverliğinden değildi. Murat mesajı almış gibi önce bana baktı sonra amcama döndü:

“Yarından sonra ki gün dönüyorum efendim, şirketle ilgili birkaç hukuki işlem var onları hallettikten sonra tekrar geleceğim o zaman uzun bir süre misafiriniz olabilirim.” Murat’ın cevabı gülümsemeyle örtülmek istenmiş bir imaydı. Amcam ise anlayacak kadar kurnaz bir adamdı. Murat’ın cevabı üzerine sadece gülümsedi. Kahvelerimizi içerken soru sırasının bana geldiğini amcamın bana dönüp gülümsemesinden anlamıştım.

“Sen anlat bakalım Hare kaza nasıl oldu, nasıl sağ kurtuldun?” Amcam bana ‘bir açık bekliyorum’ der gibi bakarken içimden besmele çekerek başladım:

“Araba kaza yapmadı amca, kaçırıldım.”

Amcamın gözlerinde gerçek bir şaşırma gördüm. Sahte olmadığı açıktı. Bu şaşırma gerçekleri anlatıyor olmamdandı. Beni gerçekleri anlatacak kadar saf bir kız olarak görmesi lazımdı. Bu cevabımdan sonra üzerinde ki sakinlik yerini neşeye bıraktı. Rahat tavırları ve konuşması, sahte bir merak ile beni dinlemesi bunu gösteriyordu. Kendimi kasarak değiştirdiğim kurguyu anlatmaya devam ettim. Her şeyi üzerine bir perde çekerek özellikle de Berzah, Emir ve Şükran teyzenin isimlerini değiştirerek anlattım. Bitirdiğimde amcam ikna olmuş gibiydi. Sonunda sahte bir güvenceyle bana bakıp:

“Sen sakın merak etme kızım seni kim, ne amaçla kaçırttı bulup hesabını ödeteceğim.” dedi. Gülümsemekle yetindim. Sonunda Zehra Hanım konuştuğunda onun varlığını hatırladım. Sesi ilk defa mesafeli değildi:

“Hareciğim, yorgunsundur odanı hazırlattık dinlen istersen.” dediğinde ona donuk bakışlarla baktım. Bu aile de amcamdan sonra benden en çok nefret eden insan olan sevgili yengem bana olanlar konusunda vicdana mı gelmişti yoksa? Zehra Hanım ardından Murat’a döndü: “Senin için de bir oda hazırladık Murat bu gece burada kalırsın olur mu?”

Murat onu onaylayınca hepimiz ayaklandık. Herkese iyi geceler dileyip odama çıktım. Amcam ilk zamanlar beni hisselerin kendisi olarak gördüğünden en güzel manzaralı odayı benim için hazırlatmıştı. Küçük balkonundan esen rüzgâr bu odayı sevmem için yeterli bir sebepti. Bu evin sanırım kasvet dağıtmayan tek yeri de bu odaydı. Hatay’a ilk geldiğimde kullandığım eşyalarım hala buradaydı. Elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdikten sonra yorgunluğumla kendimi pencerenin önünde koltuğa atıp gözlerimi kapattım. Pencerenin içer davet ettiği gecenin sesinde cırcırböceklerinin sesi geliyordu uzak bir yerlerden. Rüzgârın okşadığı ağaç dallarının hışırtısı da onlara eşlik ediyordu. Saat henüz erkendi ama ben yorgundum. Hem de çok yorgun.

Sehpada duran telefonumun zil sesini duyduğumda arayanın Selen olduğunu görünce hemen cevapladım. Beni sık sık arayıp şirket hakkında rapor vermesini istemiştim ama üç gündür ses yoktu ve bu da yeni bir kriz demekti.

“Selen,”

“Hare hanım, iyi akşamlar rahatsız etmiyorum umarım.”

“Nerelerdesin? Ulaşamadım sana merak ettim.”

”Biliyorum arayamadım uzadı biraz ama araştırmam gereken birkaç şey vardı emin olamadan size haber vermek istemedim.” diye açıklamada bulundu. Selen uzun bir süredir babamla çalışıyordu, onun sağ koluydu. Çalışkan, dürüst, güvenilir biriydi ve şirkette ki gözüm kulağımdı. Babam ona sonuna kadar güvenebileceğimi söylerdi ve bu güveni de sonuna kadar hak ederdi.

“Ne araştırması?”

“Hare hanım nasıl diyeyim bilmiyorum ama şirkette ki toplam hisselerin yüzde yirmisi satıldı.” söylediği şeyle tüm kan beynime hücum etti. Önce şaka yaptığını sandım ama bu konuda Selen asla şaka yapmazdı.

“Ne demek satıldı? Benim imzam olmadan nasıl olur?”

“Sizin yokluğunuzda mal varlığınız öldüğünüz sanıldığı için amcanızdaydı ve imza yetkisi ise Kerim beydeydi. Kerim bey hem de makul bir fiyata yüzde yirmilik hisse satışını onaylamış ve geri dönüşü mümkün değil efendim.”

Selen’in açıklaması üzerine İstanbul’a ilk geldiğim gün Murat’ın endişesi üzerine beni şirkette yalnız bırakmamak adına hisselerin bir kısmını ona satmamı istediğini anımsadım. Sanırım istediğini almıştı. Beni değil ama Kerim’i bir şekilde ikna etmişti.

“Galiba Murat hisseleri aldı. Ondan bahsettiğini hatırladım.”

“Hare Hanım aslında-“

Selen’in cümlesinin devamını duymayışımın sebebi odamın kapısının birden açılmasıydı hemen korkarak o yöne döndüğümde Derya elinde, içinde beyaz renginden süt olduğunu anladığım, iki bardakla kapıdan gülümseyerek bana bakıyordu. Selen’e:

“Tamam, ben seni sonra arayacağım.” diyerek cevap vermesini beklemeden ve kızmamasını umarak telefonu suratına kapatıp Derya’ya döndüm:

“Özür dilerim, önemli miydi telefon konuşman? Böldüm galiba.” dedi sesinde ki mahcubiyeti görünce gülümsedim.

“Hayır canım, Elçin ile konuşuyordum merak etmiş.” dedim üstelememesini umarak, gülümseyerek konuyu değiştirmek adına devam ettim: “Gelsene, uyku tutmadı galiba.” dedim. Gülümsedi ve başıyla onaylayarak yanıma geldi.

Yaklaşık bir saat başıma gelenleri anlattım o da sessizce beni dinledi. Beni dikkatle ve ciddiyetle dinledi sonuna kadar, gözleri dolmuştu. Onun suçluluk duyduğunu hissettim. Benim için gerçekten üzülüyordu bu konuda ki samimiyetinden şüphe duymuyordum. Derya zannımca amcamın yaptıklarından haberdardı ama biliyordum ki amcama başkaldıracak cesareti yoktu. Ailenin her ne olursa iyi ya da kötü tüm olaylara boyun eğen sessiz kalan bireyiydi. Onu anlıyordum amcamın baskısı yüzünden korutularak büyütülmüş bu hale gelmişti. Bardağımda ki artık tamamen soğumuş olan sütümün son yudumunu da içerken Derya’nın daldığını görünce ona takıldım:

“Ne o, daldın gittin.”

Gülümseyerek kahverengi gözlerini bana çevirdi. Hüzünlü bir bakıştı bu, gülümsemesi ise buruktu. Bir şey olduğu belliydi, canı sıkkındı. Buraya da anlatmaya ihtiyacı olduğu için gelmişti. Sormak yerine sessizce konuyu açmasını bekledim. Kucağında ki elleriyle oynarken sessizce konuşmaya başladı:

“Biliyor musun, yakında düğünüm olabilir.” tamamen şaşırmış halde ona baktım şaşkınlığım yerini mutluluğa bırakırken gülümseyerek konuştum:

“Çok güzel bir haber bu, hem ne ara oldu? Aşk olsun daha önce niye bana birinin olduğunu söylemedin?” diye sitem ettim. Derya çabucak gözlerini devirdi, o buruk gülümseme bile kayboldu.

“Benimde son on gündür haberim var.” anlamadığımı ifade eden bir yüzle hala ona bakarken derin bir iç çekip anlatmaya başladı: “Babamın eski ortaklarından birinin oğlu. Görücü usulü benim ile tanıştırmak istedi annem, sonra da hemen kabul ettiler. Babam bu evliliği istiyor çünkü iki şirketin birleşmesi onun yararına olacak. Ama ben...”

“Ama sen bu evliliği istemiyorsun.” dedim, sessizce başını kaldırıp gözlerime baktı, istemiyordu. Başıyla onaylarken gözlerinin parıldadığını gördüm: “Çünkü başka birini seviyorsun.” Heyecanla konuştu:

“Cihan’ı seviyorum ben Hare. O da beni seviyor.” Onun birden canlanan ruh haline gülümsemeden ve imrenmeden edemedim. Sevgi sadece adı akla dahi gelse insanı mutluluğa büründürüyordu.

“Nerede tanıştınız?”

Kıvırcık siyah saçlarını kulağının arkasına itip anlatmaya başladı. Cihan’la ilk olarak altı ay önce gitar kursunda tanışmışlar. O zamanlar daha arkadaşlarmış. Amcam kıza gitarı bıraktırınca bir daha görmemiş Cihan’ı ta ki ben Hatay’a gelmeden önceye kadar. Alışveriş merkezinde tekrar karşılaşmışlar ve o günden sonra görüşmeye başlamışlar. Tabi iki hafta önce Kerim, Cihan mevzusunu öğrenip de çocuğa meydan dayağı çektirene kadar. Cihan’ın anne ve babasının sıradan birer memur oluşu maddi durum bakımından onları amcamların dengi yapmadığı için gelip istemesine dahi izin vermemişler. Derya annesine ve abisine ne kadar ağlayıp yalvarsa da boş tabi. Çıkan ilk aday ortağın oğlu maddi açıdan denk bulunup karar verilmiş kız hakkında. Resmen kanun hükmünde amcamın sözleri bu evde... Ne dilerse ne isterse yaptırıyor.

Derya’nın Cihan’dan bahsederken gözlerinde ki o duygu, yüzünün kızarması, istemsizce gülümsemesi onu gerçekten seviyor olduğu anlamına geliyordu ve gözlerinde ki o saf sevginin gölgeleyip perde arkasına çektiği çaresizlik ise apaçık ortadaydı. Elini tutarak ona destek olurcasına gülümsedim:

“İlk olarak sana dua edeceğim, sonrasında ise gidip amcamla bir de ben konuşacağım.” Derya bana umutsuzca baktı ama yine de bu düşüncem için teşekkür etti: “Peki seni isteyen çocuk?” diye sordum.

“Adı; Ali. Babamın çok eski bir arkadaşı ve ortağı olan İbrahim amcanın oğlu ama babamla ortaklıkları altı yıl önce bitti. Onlar iflas ettiler ama Ali babasının ölümünden sonra tekrar şirketi eskisinden daha iyi bir konuma getirmiş. Babamın hoşuna gitti tabi onlarla tekrar ortak olmak istiyor ve piyon olarak beni öne sürüyor.” sonunda yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluştu yine, düştüğü bu duruma üzülüyordu. Demek amcamın gördüğü tek oyuncu ben değildim. Şaşırmadım, emin oldum ki amcam kendinden başka hiç kimseyi düşünmüyordu. Tekrar Derya’ya sordum:

“Nasıl biri bu Ali? Tanıyor musun onu?”

“En son lise de görmüştüm. Bir arada yurt dışına gitti zaten. Uzun zamandan sonra tekrar gelmiş Hatay’a buralardan bir kızla evlenmek istiyormuş. Aslında Ali çok iyi, kibar, güler yüzlü, sevecen biriydi yani hatırladığım kadarıyla, hala öyle mi bilmiyorum. Şimdi ise onunla ders çalışmak dışında evlilik gibi bir meseleyle yan yana getirilmek çok… Tuhaf… Ben onunla kendimi yan yana gelinlik içinde göremiyorum… Görsem bile yanımda ki kişi, Ali değil Cihan oluyor.”

“Allah kerim, belki amcam vazgeçer. Dur bakalım hemen. Henüz tanışacaksınız.” Gözlerini devirdi:

“İstemeye gelecekler Hare ve eğer babam bana sormadan karar verirse kaçarım bu evden.” söylediği şey üzerine gözlerim kocaman açıldı. Böyle bir şey yapamazdı. Daha babasına karşı gelemezken evden kaçmaya cesaret edemezdi. Derya o kadar cesaretli biri değildi ama konu sevda ise en umulmaz insanda bile aptalca bir cesaret peyda olabilirdi. Sessizce kızdım ona:

“Saçmalama Derya, ne olursa olsun öyle bir şey yapmayacaksın. Sonuna kadar amcamla konuşacağız. Elimizden geleni yapacağız böyle düşünme sakın.” Derya bir şey demek için ağzını açmıştı ki kapı tıklatıldı ve duyulmuş olmamız ihtimali ikimizde de soğuk terler boşalttı. Zehra Hanım kapıyı açtı ama içeri girmedi Derya’ya döndü:

“Hare yorgundur, geç oldu hadi sende odana artık. Yarın çok işimiz var.”

Her ne kadar benimle muhatap olmadıysa da nefretle bakmasından iyiydi bu hali, sessizce kalkan Derya iyi geceler dileyip Zehra Hanımla odadan çıktılar. Onlar çıktıktan sonra yatsı namazını kılmadığımı hatırlayıp hemen abdest aldım ve namazı kılıp uzunca dua ettim. Çok yorgun olduğumdan hemen kendimi yatağa atıp gözlerimi kapadım. Hiçbir şey düşünmeden uykunun kollarına kendimi bıraktım.

. . .

Sabah uyandığımdan dışarıdan yüksek sesli konuşmalar duyuluyordu. Beklemeden üzerimi değiştirip aşağıya kahvaltıya indim. Bugün ikinci aşamadaydık ve amcamla burada ki şirkete gidip geçmiş raporların kopyasını almam gerekiyordu. Orada çıkacak olan kesin açıklarla amcama karşı bir koz elde edebilecektik. Babam sırf kardeşi olduğu için amcamın yaptığı bu hırsızlığa göz yumuyordu ama ben yapmayacaktım. Ayrıca bugün Kerim de gelecekti onunla da şu şirketin satılan hisseleri konusunda konuşmalıydım. Murat’ı da unutmamalıydım şirket hisselerini aldıkları konusunda bana bir şey söylememişti onunla da ayrıca konuşmalıydım.

Aşağı indiğimde her taraf pırıl pırıldı yarın gelecek olan misafirler için hazırlık yapıyorlardı. Aklıma bir an Derya gelince ne yapıyor merak ettim onu bu aralar yalnız bırakmamam iyi olurdu ama önce amcamla konuşmam gerekiyordu. Salona gittiğim de amcamı masada oturmuş gazete okurken buldum yalnız olmasını fırsat bilerek yanına yaklaştığım sırada Murat da gelince bugün onunla konuşamayacağımı anladım. Murat karşıma geçip oturduğunda Zehra Hanım ve Derya da salona girdiler ikisi de sessizce günaydın diyerek oturdular.

Zehra Hanım bayağı mutlu görünüyordu ne de olsa yarın kendilerine layık bir damat isteyecekti kızını. Derya’nın ise yüzünden düşen bin parçaydı. Mutsuzdu, bunu Murat dahi anlamıştı ama amcam da Zehra Hanım da kızını görmezden geliyordu. Kahvaltının ortalarına doğru salona Kerim girince hepimiz şaşırdık. Hafif uzun olan saçlarını üç numara kestirmişti. Kerim’in gerçekten kemikli yüzü yakışıklı denecek kadar iyiydi, bunu ilk kez net bir şekilde görüyordum. Giydiği takım elbisenin içinde ise gayet şıktı ki onu ilk kez ciddi bir halde görüyordum. Zehra Hanıma sarılırken bakışları beni buldu. İlk defa tıpkı yengem gibi o da nefretle bakmadı bana. Şaşırmış gibiydi ve galiba rahatlamış bir ifade de vardı yüzünde. Zehra hanımdan ayrıldıktan sonra bana döndü direk gözlerimin içine bakıyordu. Bakışlarımı kaçırdım. Sakin bir şekilde:

“Seni tekrar görebildiğime çok sevindim Hare, hoş geldin.” dedi. Doğru mu duydum diye ona döndüğümde o hafif tebessüm ediyordu. Her ne olduysa anne oğul bir aydınlanma yaşamış gibiydiler.

“Teşekkür ederim, sen de hoş geldin.” diyerek karşılık verdim ifadesiz çıkmasını istediğim bir sesle. O da teşekkür etti. Murat’a da dönüp soğukça hoş geldin dedi Murat’ta aynı soğuklukta ona cevap verdi. Birbirlerinin yüzüne bakacak kadar önemsemiyorlardı birbirlerini. O anda neden erkeklerin ilk kez gördükleri birilerinden nefret ettiklerini düşündüm. Berzah Murat’a karşı Murat da Kerim’e karşı soğuk ve mesafeliydi. Ne kadar da anlamsız ve karmaşık…

Kahvaltıdan sonra amcam ve Kerim şirkete gittiler Murat’ta Elçin yeni geliyormuş gibi onu almaya gidiyorum bahanesiyle çıktı. Günün geri kalanında Derya’nın bozulan moralini yerine getirmek için uğraştım ama başarılı olamadım. Aksine gittikçe daha kötü oluyordu. Asıl felaket ise Cihan’ın Derya’ya gönderdiği artık onu görmek istemediğine dair olan mesajdan sonra oldu. Derya neye uğradığını şaşırdı ağlama krizinden sonra bitap düştü sakinleştirmek işi ise bize kaldı. Derya’yı anlayamazdım onun ne hissettiğini bilemezdim sadece teselli etmeye çalışıyordum ama bunun tesellisi nasıl olur hiçbir fikrim yoktu. Kalbi kırılmıştı. İyileştiremezdim. Sadece dua ettim onun için, sonra da onu yalnız bıraktım Şükran teyzenin de dediği gibi ağlayıp hazmetmek gerekti. Şuan elem çekiyor olabilirdi ama bu elemden sonrası çokça mutluluktu.

Akşamüzeri tekrar Derya’nın yanına gittim. Sabah ki haline oranla biraz toparlanmıştı. Bunun sebebi Zehra Hanımın onunla konuşması olmuştu ve her ne dediyse artık ağlamıyordu. Ağlamaması iyi bir şeydi ama bu suskunluk hayra alamet de değildi. Akşam namazından sonra yemeğe inmeden önce tekrar Derya’nın odasına gittim yatağından nihayet kalkmış pencere kenarından dışarıya bakıyordu. Yanına yaklaşıp koluna dokundum. Benimle ilgilenmeden sessizce pencereden dışarıyı izliyordu. Biraz onunla dışarıya baktıktan sonra:

“Üzülme belki de Allah kaderini Ali ile yazdı. Cihan gölgeydi sadece ve o gölgede kayboldu… Belki güneş açar bilemeyiz? Öyle ya da böyle her şey güzel olur Derya.” dedim.

Bu dediğimle Derya kısa bir an bana baktı, sonra tekrar önüne döndü. Bende başka bir şey söylemeden odadan çıktım aşağı salona geçtiğimde Elçin ve Murat’ın da geldiğini gördüm. Elçin’i tekrar gördüğüme mutlu olmuştum ama sanki ilk kez görüşüyormuş izlenimini yaratmak amacıyla karşılaşmayı abarttık. Elçin’in hoşuna gitmişti çünkü tüm duygularını zaten abartarak yaşıyordu. Yemekten sonra Murat, şirkette ki hukuki birkaç durumu amcam ve Kerim’e açıklarken biz de Elçin’le sıkılıp biraz hava almak için bahçeye çıktık.

Hava gerçekten çok güzeldi. Bahçe dar gelince oradan da çıkıp çiftliğin önünde ki toprak yolda yürümeye başladık. Bol yıldızlı gökyüzünün altında yürürken bir yandan da bugün olanları Elçin’e anlatıyordum. Şaşırarak beni dinledi ayrıca Derya içinde bayağı üzülmüştü. Neler olabileceği konusunda birkaç fikir beyan ederken birkaç tekerlek sesi duyuldu arkamızda, ikimiz de o yöne döndük. Bayağı lüks oldukları belli üç siyah araba evin büyük bahçesinden içeri giriyordu. Bir şey anlamadan bakınca aklıma yarın ki isteme merasimi geldi. Derya’nın misafirleri erken gelmiş olmalıydı. Aynı anda Murat’ın arabası da bahçeden çıktı. Elçin:

“Gitme vakti galiba.” dedi yüzünü buruşturarak gitmek istemediği belliydi. Benim için endişelendiğinden dolayı da yanımdan ayrılmak istemiyordu.

“Yarın görüşeceğiz yine.” dedim gülümseyerek. O sırada Murat siyah Audi’yi önümüzde durdurdu. Elçin ile ona baktık. Sinirli ve sıkılmış görünüyordu. Elçin:

“Bir şey mi oldu?” diye sorduğunda Murat sıkıntıyla nefesini verdi:

“Kerim denen o şerefsiz şirketin hisselerinin bir kısmını satmış.” olduğum yerde donup kaldım. Hisseler satılmıştı bu doğru ama ben satın alan şirketinin onlara ait olduğunu sanıyordum ama Murat’ın bile haberi yeni oluyordu. Hisseler başka bir şirkete amcamın çıkarları doğrultusunda satılmıştı. Öfke ile bir soluk aldım, Murat’a döndüm:

“Dün Selen beni arayıp şirket hisselerinin satıldığını söyledi. Ben de Kamil amca sanmıştım. Bu nasıl olur? Hem de keyfi bir şekilde.” Murat bir küfür savurdu:

“Bilerek yaptı şerefsiz. Bizim sunduğumuz teklif satılan fiyatın iki katıydı bunu bildiği halde bilerek yaptı?”

“Peki kim almış hisseleri?”

“Ne önemi var hemen hukuksal süreci başlatacağım. Bu yaptığı yasalara uygun bile değil.”

“Bir sonuç verecek mi peki?”

“Bilmiyorum ama elimden geleni yapacağım. Duyunca kan beynime sıçradı. Etraflıca konuşamadık bile. Misafirleri geldi zaten çıktım hemen.”

Buna gerçekten inanamıyordum. Biz daha biri ile baş edemiyorken şirkete üçüncü bir ortak dâhil olmuştu. Biz hisselerin tamamını almak isterken şimdi çıkan bu pürüzü nasıl halledecektik bilmiyordum. Zaten daha yeni adım attığım plan daha ilk günden sekteye uğramıştı. İçinde olduğum durum istediğimin tersi istikametteydi ve gelecek olan ortak işlerimi halletmek konusunda sıkıntı oluşturabilirdi. İçime oturan sıkıntı yük yapmaya başlayınca Murat’a döndüm.

“Bende sizinle geleceğim. Bu gece burada kalmak istemiyorum” dedim. Elçin de Murat da bunu onaylayınca telefonumu elime alıp amcama bu gece Elçin ile gideceğimi bildiren bir mesaj yazdım.

Arabaya binip Elçin’in kaldığı otele gittik. Hepimiz bu işi nasıl halledeceğimizi düşünüyorduk. Üstümüze çöken rehavet gözle görülürdü. Üzgündüm ve yine hiçbir işe yaramadığımı düşünüyor üzülüyordum. Murat ilk yarım saat telefon görüşmeleri yapıp durumu değerlendirdi. Sonra her ne kadar hisselerin satış konusunu konuşmak istese de onu zorla ikna edip odasına gönderdim, zaten benim yüzümden oldukça yoruluyordu bir de uykusundan etmek istemedim. Nasılsa yarın konuşurduk.

. . .

Sabah telefonumun titremesiyle uyandım. Elçin hala uyuyordu saat sabahın yedisiydi ve erken bir vakitte kim beni arar diye düşünürken Zehra Hanımın aradığını görünce hemen cevapladım:

“Alo!”

“Hare, biliyorsun dün önemli misafirlerimiz geldi. Bir saate kahvaltıya gelir misin gitmeden sende tanış onlarla. Şoförü yolladım birazdan orada olur.” dedi aslında yengemin asıl amacı Derya’ya göz kulak olacak birinin olmasıydı yoksa beni dünürleri ile tanıştırma heveslisi değildi. Zorla açık tutmaya çalıştığım gözlerimle esnememi durdurup:

“Peki Zehra Hanım.” dedim ve telefonu kapattım.

Ardından ayaklanıp hazırlanmaya başladım. Hala uyuyan Elçin’e bir not yazıp komodinin üzerine bıraktım. Sonunda otelden çıktığımda şoför kapıda beni bekliyordu hemen binip vakit kaybetmeden yola çıktık bir de Zehra Hanımı geç kaldım diye kızdırmak istemiyordum. Eve girdiğim de kimse ortalıklarda görünmüyordu yukarı odama çıkarken, Zehra hanım mutfak kapısında bana bakıp gülümsedi. Şaşırarak gülümsemesine karşılık verdim. Bu kadın sonunda içinde ki iyiyi çıkarmaya başlamıştı, çok şükür ama ben asla alışamayacaktım.

Odama gidip üzerimi değiştirdikten sonra ilk iş Zehra Hanımın verdiği sessiz görevimi yaparak Derya’nın odasına gittim. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde Derya çoktan hazırlanmış yine pencereden dışarıyı seyrediyordu. Üzerinde ki siyah klasik elbisenin içinde gerçekten çok güzel görünüyordu. Damat adayının onun bu halini görüp de beğenmemesi imkânsızdı. Derya’nın yüzünde ki ifade ise elbise de Zehra Hanımın imzasının olduğunu söylüyordu. Benim girdiğimi görünce bana dönüp neşesiz bir şekilde gülümsedi. Ona doğru yaklaşırken içimde adlandıramadığım bir mutluluk hissettim neden bilmiyorum ama bu iyi gelmişti. Derya’nın da az biraz toparlanması ben sevindirmişti. Yanına yaklaşıp:

“Eee, ne oldu dün gece?” o sessiz kalmaya devam ederken cevap vermeyeceğini düşünüyordum sonra derin bir nefes alıp yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi:

“Babamın müstakbel damadı çok yakışıklı, güler yüzlü, kibar biri. Her kızın hayallerini süsleyecek türden.”

“Peki, senin hayallerini?”

“Hayır.” böyle söylemesi üzerine sesimi çıkarmadım. Şu an ne söylersem söyleyeyim onu avutamazdım. Cihan’ı anlattığında onun da Derya’yı sevdiği anlaşıyordu ama anlattığı kişi ile dün o mesajı atanın aynı kişi olduğu gerçeğine inanılması güçtü. Yani başka biri onun yerine… Aklıma gelen düşünceyle bir an durdum. Olabilir miydi ki? Kerim yapar mıydı? Ama ya değilse? Bunu düşüncemi Derya’ya şimdi söylememeliydim. Şu kahvaltıyı atlatıp misafirleri göndermeliydik önce. Belki de ben Derya’ya bu konuyu söylemeden önce bizzat Kerim ile konuşmalıydım.

“Hadi kahvaltıya inelim senin şu yakışıklıyı bir de ben göreyim.” dedim Derya bir şey demeden kapıya yöneldi. Merdivenlerden inerken önünden geçtiğimiz salonda ki hazırlanmış masada bir kuş sütü eksik görünüyordu. Mutfağa girdiğimizde elinde ki ekmeklerle kapıda bizi gören Aysel abla gülümseyerek:

“Günaydın kızlar,” dedi ben gülümseyerek Derya da somurtarak karşılık verdikten sonra devam etti: “Nadir bey ve Zehra Hanım misafirlerle salondalar.”

Derya ile beraber salona yöneldiğimizde Derya’nın oraya hiç gitmek istemediği yüzünden anlaşılıyordu, bu normaldi çünkü istemiyordu. Normal olmayan benimde oraya gitmek istemememdi. Sanırım Derya da ki kasvet bana da bulaşmıştı, bir şey oturdu kalbime o an, Bismillah çektim içimden. Biraz önce ki kayıtsızlığımı bir rüzgâr alıp götürmüş, silip süpürmüştü sanki. Sessizce bir İnşirah okumaya başladım. Çatılan kaşlarımı fark edince içimde ki kara bulutları geri geri ittim. Kendimi toparlayıp yüzüme yerleştirdiğim zoraki gülümsemeyle salona girdiğimde gözüme çarpan müstakbel damadımızdan sonra yüzümde ki o sahte olan gülümseme bile bir daha hiç geri gelmemek üzere beni terk etti. Bütün kan vücudumdan çekilirken, tüm hissiyatım birer kilitle kendilerini kalbimin kör kuyularına bıraktı, ben düştüğüm kuyulardan kafamı kaldırmaya yetecek mecalimi dahi bulamazken amcamın neşeli sesi kırılan cam parçaları gibi her bir kelimesi farklı bir tonda kulaklarıma doldu:

“Hare hoş geldin canım, bak seni kiminle tanıştırayım.” sessizlik… Eliyle bu durumda en son görmek istediğim kişiyi gösterdi: “Derya’nın müstakbel nişanlısı Berzah Ali.”


***


Loading...
0%