@cigdemgah
|
İçim harap olmuştu. Birleştirdiği zincirler kopmuş, örmeye çalıştığı duvarlar tekrardan yıkılmış ve bir kez daha yıkılan o duvarların altında kalınmış, büyük hayal kırıklığına uğranmış. Bu hayal kırıklığını bu saatten sonra toparlayamazdım. Bu yüzden de en kolay yolu, göz ardı etmeyi seçtim bu defa. Farz edecektim ve karşımda ki safir zehri kalbime daha fazla sızmadan atacaktım, tam da bu durumda dik durmalıydım. Bunu içimden bilmem kaçıncı kez tekrarladığımdan mıdır yine bilmiyorum ama ilk defa tükenmiş, takatten kesilmiş bedenim yığılmadan dimdik duruyordu. Karşımda zihnimin tamamını işgal eden safirden alev adama karşı içimde kalbimden ırak olan Hare dimdik ayaktaydı ama yüreğimde ki zelzele karşısında o da bertaraf olmuştu. İlk defa kalbimden derin bir darbe yemiştim, ilk kez derin bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Daima cıvıl cıvıl olan içimde ki bahçenin etrafı kara bulutlarla sarınmış, içimde ki şarkılar susmuş, kelebeklerim sessizce bir duvar dibine çökmüş, çıt yok. İçimde ki bir yan farz etmeye çalışıyor olayı. Farz ediyor ki daha önce hiç görmemiş bu safir rengi gözlerin sahibini. Daha önce hiç düşünmemiş, onunla hiç konuşmamış, onu tanımıyor. Bütün gerçeklere gözlerimi yumdum. İnsan bir iki kez gördüğü, sesini birkaç kez duyduğu, hayatında öylece geçip gitmiş bir adamı sanki ruhunun yaratıldığı vakitten bu yana tanıyormuş gibi hissedip, onunla görünmez bir bağ kurmuş gibi ona bir sevgi beslemezdi ya. Değil mi? Derin bir nefes aldım, tevafuku hazmedilecek yeni bir mesele daha çıkmıştı. Bunca zamandır aklımdan yavaşça kalbime sızan kişinin; kan bağım olan ve bana tek değer veren kuzenimin müstakbel nişanlısı çıkması beni ciddi bir şekilde afallatmıştı. Kalbimde ki bu yenilgi değil gizliden benim bile inkâr ettiğim, bir özleme dönüştürdüğüm, o safir gözlere bakma isteğini, onunla aynı ortamda bulunmamı dahi bana yasaklıyordu. İçimde ki Hare hesap sorar gibi, kaşlarını çatıp öfke ile karşıma geçip gözlerimin içine baktı. Haklıydı, hemen sanki hiç sevgi görmemiş gibi ona kaptırmıştım kendimi daha onu tanımıyorken hem de, kimdi, neciydi hiç bilmeden. Sanki efsunlanmışım gibi. Demek ‘Allah’ım affet’ diyerek beş saniyelik o safir denizde dolaşmanın elemi bana böyle imtihan oluyordu. Elemi buydu. İçimde bir dalga oluştu, midemden yavaşça yukarı doğru yol aldı. İçimi silkeledim. Şimdi düşünme vakti değildi. İçimde ki Hare karşımdan çekilip, bu defa yanımda durdu kalbimin zelzelesi bitince, güç verircesine. Kelebeklerim içimin sessizlik senfonisine katılıyor kalbimin ritme kulak veriyorlardı. Gözbebeklerime inen buğu ile baktım Berzah’a. Gökyüzü kadar sonsuz güzellikteki gözleri üzerimde durdu bir süre. Zaman donmuş… Filmlerde onlarca kez izlediğim sahneyi yaşıyor olmama sevineceğim bir an ama mutluluğun sınırlarında dahi dolaşmıyorum. Hiç başlamayan bir hikâyenin sonunu seyrediyordum. Kelimelerimi unutmuş bir şekilde tek söz etmeden öylece kalmıştım. Amcam onu bana takdim etmişti ama ne o ne de ben tek söz etmemiştik henüz. Sevgili yengem Zehra Hanım ve Derya etrafta görünmüyorlardı. Sağ tarafımda durup tanışmamızı bekleyen amcam, karşımda ki gözlerinden bakışlarımı alamadığım için sinirden içimde ki duvarları yumruklamama sebep olan Berzah ve ne yapacağını bilemeyen bir halde öylece şaşkın ayakta bekleyen ben dışında kimse yok salonda. Giydiği siyah takım elbise üzerine tam oturmuş arz- endam ederken ağırbaşlı bir hava sergiliyordu bugün Berzah. Onun bu yanını ilk kez görüyordum. Misafir olan oydu o halde ev sahibi olarak ben konuşmaya başlamalıyım diye düşündüm, ona tam adıyla hitap edecektim ki son anda durdum. Onu tanıdığımı amcama söylememiştim ve şimdi karşımda duran bu adam beni tanıdığını veya bana yardım ettiğini amcama söylerse bir daha işin içinden çıkamazdım ve bundan sonra ki nefes alışlarım büyük ihtimal ile sayılı olurdu. Sessizce yutkundum belki de söylemişti. Ama bu ihtimal doğru olsaydı amcamın bu heyecanı yersiz olurdu. Bize otuz iki diş sırıtarak bakan amcama döndüm. Berzah’ın birazdan beni tanıdığını söylemesi ile değişecek olan yüzünün şekli geldi gözümün önüne ve sonradan olacaklar canlandı birer birer. Berzah tanıştığımızı söyler miydi? Adım gibi emindim ki söylerdi. Hatta bunu söylerken zevk dahi alabilirdi. Tekrar Berzah’a döndüm safir bakışlarını üzerime dikmiş yüzünde rahat bir ifade ile bana gülümseyerek bakıyordu. Gülümsüyor? Yavaşça uçuşa geçmeye hazırlanan kelebeklerimin üzerine kalın bir çarşaf atıp, duygularımı susturdum. Ondan ses çıkmayacağına emin olduktan sonra ve ne olursa olsun renk vermemeye çalışmaya çalışarak ve eminim ki beceremeyerek derin bir nefes alıp: “Hoş geldiniz.” dedim bakışlarımı ondan çekip büyük salonun bordo kanepelerine diktim. Olan olmuştu. Şimdi sessizce beklemek kalmıştı: “Hoş bulduk, tanıştığımıza memnun oldum Hare. Amcan senden çok bahsetti… Başın sağ olsun... Hicaz bey çok sevilen biriydi.” Duyduklarımla başımı kaldırıp ilkinden daha fazla şaşırmış bir vaziyette ona baktım. Başta keyiflice hoş bulduk dediği ses tonu anne ve babam hakkında söyledikleri ile ciddileşmişti. Üzülmüş müydü benim için? Belki de bu hayatta kimsesiz kaldığım için bana acımıştı. Ya da eninde sonunda kimsem kalmadığı için çaresizce beni ölüme itmiş amcama geri geldiğim için bir zavallı olarak görüyordu. Bana acımış olma ihtimali kalbimin üzerine ağır bir taş bıraktı. “İyi misin?” diye tekrar sorduğunda sesinden endişe yayılıyordu. Benden yanıt bekleyen Berzah’ın yüzüne bakmadan evet anlamında başımı salladım. Benim ses çıkarmamam üzerine amcam çok sevgili damadına yanıt verdi: “Kaybı daha taze bu yüzden hatırladığında kötü oluyor, daha birkaç gün önceye kadar başından kötü bir hadise de geçti bu yüzden daha toparlanamadı-“ amcamın sözleri üzerine inanamayarak ona döndüm. Bana acıması ve sessiz kalmamın kabalığını örtmek için Berzah’a söylediği sözlere daha fazla dayanamadım. Beni zayıfmış gibi göstermesine tahammül edemezdim. Duyup duymadıklarını bile önemsemeden “İzninizle.” deyip hemen salondan çıktım. Doğruca üst katta ki odama gidip kapıyı ardımdan kapattım. Biraz önce yaşananların gerçek olup olmadığını düşündüm. Gerçekti. Berzah Ali Akad şuan aşağıda salondaydı. Aslında anne ve babam konusunun açılması ve amcamın beni Berzah’a acındırma çabaları bir nevi iyi olmuştu. Zira sonradan odamın kapısının arkasında gözümden düşen yaşların gözlerimde bıraktığı gölgelerin nedenini açıklamak zorunda kalabilirdim. Üzüntümün ve hayal kırıklığımın ağırlığıyla sessizce birkaç damla daha düştü gözlerimden. Sonrasında hemen ayaklandım banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Biraz toparlanıp aşağı inmek istiyordum. Berzah şuan aşağıdaydı ve henüz bir resmiyet olmayıp sadece tanışmaya gelmiş de olsalar Derya’nın müstakbel nişanlısı konumundaydı. Bu yüzden içimde biriken tüm o duygu karmaşasının üstünden gelmeliydim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Yatağın ucuna oturup ellerimle yüzümü kapattım, sessizce bir Ayet-el Kürsi okurken kapım yavaşça tıklanıp açıldı. Kim olduğuna bakmak için kafamı kaldırdığımda kapıda, gülümseyen yüzü ile Şükran teyzeyi görünce gözlerime inanamadım. Üzerimde ağırlığı bir kenara atarak hemen ayaklandım ve sessizce içeri girip ardından kapıyı kapatan kadına güler yüzle giderek sarıldım. Yavaşça geri çekildi Şükran Teyze. “Bakar mısın Allah’ın işine.” dedi gülümseyerek bu tevafuka o da en az benim kadar şaşırmış görünüyordu. Yanağıma elini atıp gözlerinin içiyle gülümsedi. “Sizi gördüğüme çok şaşırdım Şükran teyze… Ve sevindim,” “Ben de kızım ama şimdi aşağıya inelim kahvaltıya bekliyorlar daha sonra uzunca konuşuruz inşallah.” dedi. Onaylayarak kafamı sallayıp kapıya yönelmiştim ki Şükran teyze kolumdan tuttu: “Ben önden gideyim istersen. Birbirimizi tanıdığımızı bilmiyorlar.” şaşırarak ona baktım Berzah da aynı şeyi yapmıştı. Neden beni tanıdıklarını söylemiyorlardı ki? Aklımdan bu soruya cevap ararken Şükran teyze bana tekrar gülümsedi: “Biraz sabır göstermen gerek, her şeyi anlatacağım.” “Tamam.” diyerek kapıyı açtım Şükran teyzeye. O çıktıktan sonra biraz oyalanıp bende onun arkasından aşağıya indim. Şükran teyzeyi görmek beni biraz daha rahatlatmıştı ve aşağıda Berzah’ın olduğunu bir an unutturmuştu. Tabi onun orada olduğu gerçeğini atlayamazdım ve daha birçok kez onunla karşılaşacağımızı da. Tekrardan onun müstakbel damat adayı olduğunu anımsamam kalbime ucu sivri küçük iğneler batırdı. İğneleri görmezden geldim. Berzah’ın beni tanımıyormuş gibi yapmasına bir anlam veremiyordum. Ya bana yardım ediyordu ya da onunda bir derdi vardı? Ama ne derdi olabilirdi ki? Hem babasının yakın dostuydu hem de onun kızına talipti. Ne kadar düşünürsem düşüneyim işin içinden çıkamadım. Bu konuyu Murat’a ilk fırsatta anlatmalıydım. Tekrar aşağıya indiğimde kapıda durup derin bir nefes aldım ve Bismillah deyip içeri girdim. Ben hariç herkes masada ki yerine oturmuştu. Şükran teyzenin hemen yanında oturan hemen yanında oturan Berzah’a gözüm kaydığında göz göze geldik ve anında hızlanan kalp ritmimin sesini kıstım ve bakışlarımı ondan çektim. Derya’nın yanına Şükran Teyzenin tam karşısına oturdum. Sessizce yapılan kahvaltının ortalarına doğru İlk konuşan Şükran teyze oldu: “Maşallah, Hare kızımda pek güzelmiş.” onun bu hitabı üzerine üzerime çevrilen gözler yüzümü kızardığında, mahcup bir ifadeyle ona baktım: “Teşekkür-“ “Annesi Leyla Hanım de böyleydi. Hare güzelliğini ondan almış.” sözümü önemsizmiş gibi bölen Zehra hanımın annemin adını bastırarak söylemesi ve ondan sanki bir yabancıymış gibi resmice bahsetmesi beni biraz kırmıştı. Berzah: “Annen aslen Katarlıymış, öyle mi?” dedi safir mavisi gözlerini üzerime dikerek. Bunu biliyor oluşuna şaşırmıştım, muhtemelen amcam boşboğazlık yapmıştı. Gözleri hala üzerimdeyken cevap beklediğini anladım. Sesimin çıkacağını bile ummayarak. “Evet.” dedim, sanki herkes benim onun gözlerine bakışımı görüyormuş gibi utanarak önüme dönüp çayımdan bir yudum aldım. Bir an önce kahvaltı faslı bitsin istiyordum. Buradan hemen çıkıp Elçin’i görmeli, bu durumu anlatmalı ve mantıklı bir açıklama yapmasını istemeliydim. Kahvaltının ortalarına doğru Kerim salona girdi. Çaprazımda ki boş sandalyeye otururken bana gülümseyerek sessizce: “Günaydın.” dedi. Bana böyle iyi davranması beni şaşırtıyordu. Hem kimseye değil de sadece bana günaydın demesi biraz tuhaf göründü ve misafirlere karşı da büyük kabalıktı ama bu Kerim’in umurunda değildi. Benden başka kimse duydu mu diye masaya göz attığımda, gözleri Kerim de elinde ki çatalı sıkmaktan parmak boğumları beyazlaşmış Berzah dışında kimsenin oralı olmadığını gördüm. Kerim ise elinde ki gazetenin manşetini okumakla meşguldü. Tekrar Berzah’a döndüğümde hala aynı pozisyonda olduğunu fark ettim. Elinde ki çatalı sıktığını çenesinin kasıldığını saymazsak gayet normal bir şekilde Kerim’e bakıyordu. Şu erkekler konusunda ki teorim gerçekten doğruydu. Kerim ile ne derdi vardı bunun? Sırf selam vermedi diye bu kadar öfkelenemezdi ya? Elinde ki çatalı yavaşça bırakırken bakışlarımı bu defa yüzüne çevirdim ve bana baktığını gördüm. Ona baktığımı anladığından sakinleşmiş gibiydi. Çayımda ki son yudumu içip kalkmayı planlıyordum ki amcamın: “Sözü ne zaman keselim, nasıl isterseniz?” diye sorması üzerine hepimiz amcama döndük. Berzah elindeki bardağı bırakıp amcama döndü ve ilk kez onu sakin, yumuşak ve mutlu bir ses tonuyla konuştuğunu duydum: “Daha önce de dediğim gibi Derya ile biraz birbirimizi tanıyalım o da, bende evet dediğimiz hafta içinde söz keser, bir sonra ki hafta da nişan yaparız.” dedi söyledikleri bir şey kopardı benden. Sesi mutlu çıkmak zorunda mıydı? Zorundaydı, çünkü mutluydu. Hiç gelmesini istemediğim hislerin kalbime yönelmesini son anda engelledim. Amcamın başıyla onaylaması üzerine Berzah devam ederken sesi bu defa daha samimi çıkıyordu. “Bu yüzden bu hafta sonu sizi bizim çiftliğe yemeğe davet ediyorum.” Derya’yı daha iyi tanımak için hafta sonu yemek daveti. Neden hala gitmiyor içimdeki bu his? Üzerine çöreklenmişti sanki kalbimin. Atsam atılmıyor, kovsam gitmiyor. Amcamlar hala konuşurken Kerim masadan hiçbir şey demeden kalkınca bende fırsat bilip ayaklandım. Odama gitmek yerine bir fırsatını bulurum Şükran teyze ile konuşurum diyerek biraz kitaplıkta oyalanmaya karar verdim. Kahvaltının bittiğini yengemin sesiyle anlayınca tekrar salona girdim, Şükran teyze dışında herkes dağılmıştı. Hemen yanına yaklaştım: “Şükran teyze seninle konuşmam gerek.” Ama bir cevap alamadan Zehra Hanım salona geri döndü. Oturduğumuz yere doğru gelince beni ve Şükran teyzeyi şüpheli gözlerle süzdüğünde Şükran teyze acele ile bir açıklama yaptı. “Ailesi için başsağlığı diliyordum.” Zehra Hanım üzerinde durmadı. “İsterseniz yukarı terasa çıkalım, kahvelerimizi orada içeriz.” Şükran teyze, Zehra Hanımın peşi sıra ayaklandı, sevgili yengemin kadını hiç yalnız bırakmaya niyeti yoktu. Bu yüzden bir umut tekrar Şükran teyzeye döndüm Zehra Hanım salondan çıkmadan hemen önce bana dönüp sessizce: “Berzah’tan iste.” dedi. Berzah? Senin neden buradan olduğunu sana soramıyorum o yüzden Şükran teyzeye soracağım, bana onun numarasını verir misin, mi demeliydim? Diyemezdim. Bu yüzden Şükran teyzeyi bir daha nasıl yalnız yakalayabilirim diye düşünerek odama doğru yol aldım. Koridorun sonunda ki odama gitmek için döndüğüm köşeden çarptığım, etrafa yayılan kokusundan daha görmeden Berzah olduğunu anladığım bedenin ani korkusu ile kendimi sanki ateşe değmiş gibi ondan uzaklaştırdım. Heyecandan olsa gerek panikle attığım geri adımım duvara denk gelmişti ve sırtım duvara sert bir şekilde çarpınca bir acı hissettim. Elim ile belime dokundum ve sıvazlamaya başladım: “İyi misin?” diye soran Berzah’ın duygularını saklamakta ki hünerini bilmesem onun benim için gerçekten endişelendiğini düşünürdüm. Bu yüzden sevgili kuzenimin nişanlısının sorusunu atladım: “Şükran teyzeyle konuşmam gerek, senden numarasını almamı söyledi” birkaç saniye sessiz kaldı. Sanki dediğimi duymamış gibiydi cevap vermedi birkaç saniye emin olmak için kafamı kaldırdığımda yüzünde ki ifadeden duyduğunu anladım: “Numara?” bir kaşı havada sorduğu bu soruyu sanki daha önce hiç bu kelimeyi duymamış gibi sormuştu: “Evet, hani cep telefonlarında karşılıklı konuşmak için tuşlanan on bir rakamdan oluşan sayı dizisi.” “?” “Onun numarasını istiyorum.” Aklında tarttığı bir şey varmış gibi bir süre beni inceledi sabır bu kadar dedim ve hiçbir şey demeden arkamı dönüp odama doğru yöneldim. Benimle dalga geçiyormuş gibi anlamsızca bakması sinirlenmeme sebep oluyordu. “Bekle.” dedi az sonra. Seslenişi üzerine hemen durdum. Muhtemelen şimdi numarayı söyleyecekti. Yavaşça ona döndüm. Siyah takım elbisesinin ceketinin cebinden çıkardığı telefonu bana uzattı. “Numaranı yaz.” Onun bu esrarengiz kişiliğine bir sabır çekerek elinde ki telefonu aldım ve kilit tuşuna basıp duvar kâğıdı Beşiktaş olan ekran kilidini kaldırdım hemen tuş takımına girip numaramı yazdım. Telefonu tekrar ona uzattım elimde aldığı telefonu kulağına götürdü birkaç saniye sonra odamdan çalan telefonumun zil sesini duyunca kaşlarım havada ona döndüm. Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı. Bir şey demden arkasını dönüp gitti. Odamda epey bir süre okumaya çalıştığım kitabın ilk sayfası ile oyalandım ardından sonunda pes ederek kapağını kapattım ve kapalı pencerelere doğru yürüdüm. Birini açıp temiz havadan derin bir soluk aldım. Odamın penceresi birkaç kilometre ötede ki dağ ve tarlalardan oluşan güzel manzarayı önüme seriyordu. Birkaç dakika pencereden esen hafif rüzgârın yüzüme değmesine izin verdim ve kalbimdekileri yavaşa geri geri ittim, düşüncelerimi silkeledim. Silkelediğim o düşüncelerim bahçe duvarının sol tarafında kalan çakıl yola düşmüş gibi yavaşça ilerleyen Derya’yı ve ona eşlik eden kişiyi görene kadar sürdü. Aralarında yaklaşık bir metrelik mesafe var. Berzah ellerini ceplerine koymuş önüne bakarak yavaşça yürüyor. Hafif esen yel Derya’nın kıvırcık siyah saçlarına değiyor, küçük dalgalarla buklelerini savuruyor. Belki bu yüzden belki de Berzah’a bakmak istemediği için yüzünü ona ters olan tarafa çevirmiş uzaklara bakıyor, gözlerini kısmış. Berzah bir şeyler anlatıyor ama Derya onu dinlemiyor gibi, başka bir yerde aklı, olduğum yerden dahi anlaşılıyor bu. Sonrasında Berzah, Derya’ya bakıp bir şeyler daha söylüyor. Her ne söylediyse Derya birden olduğu yerde duruyor. Berzah’ın söylediği hayret verici şeye bu defa kayıtsız kalamıyor, ona dönüyor ve gamzelerini gösterircesine içten bir şekilde gülümsüyor, gülümseme derinleşiyor, heyecanlı el kol hareketleri onları mutlu bir muhabbetin içine sürüklüyor, beraber mutlu bir yürüyüşe devam ediyorlar. Bu manzara karşısında kalbimin ortasında bir şey çatladı sanki, dağıldı ardından yayıldı bedenime. Geçtiği her yeri uyuşturdu. Tüm gücüm yerle yeksan, gözlerime dolan yaşın ağırlığıyla ve bu manzara karşısında tüm zayıflığımı gösterip gözyaşlarımı tutamamanın kızgınlığıyla meşgulüm. İçimde ki Hare’nin bile bu manzara karşında diyecek bir cümlesi yok, suskun ve kızgın. Bir yanımda bir fısıltılı bir kelime yankılandı; kıskanmak… Derya’yı kıskandım, onun yerinde olmak istedim. Berzah’a bakan kişi olmak, onunla göz göze gelmek, onunla konuşmak, ona gülümsemek istedim. İsteklerimin ağırlığı ile ben küçüldüm. Her ne kadar istesem de içimde ki bu duygu bana yakışacak cinsten değildi. Şeytanın kulağıma doğru fısıldadığı kelimeler daha fazla aklımı bulandırmadan aklımda ki o düşünceleri de o hayalleri de atmam gerekti. Derya ve Berzah gülüşmeye devam ederken daha fazla dayanamadım karşımda ki bu mutluluk tablosuna, daha fazla zulüm etmemeliydim kalbime hemen arkamı döndüm ve bulunduğum duvar dibine çöktüm. Güçlü biri değildim. O halde ağlamamın bir mahsuru olmazdı. Bende içimde ki sızının sebebiyle ağladım. Telefonum çaldı az sonra. Ekranda Murat’ın aradığını gördüm ve beklemeden cevapladım. Bir odada da sessizce ağlamak ve yalnız kalmak istemiyordum artık. “Alo! Hare iyi misin?” “Çiftliğe yakın mısın?” “Beş dakikaya oradayım.” Telefonu kapattıktan bir beş dakika sonra çıktım odamdan hemen bu evden gitmek istiyordum. Kimseye görünmeden sessizce kaybolmaktı niyetim bu yüzden hemen dışarı attım kendimi. Toprak yolda Murat’ın arabası göründü az sonra kapısını açıp koltuğa oturdum. Murat beni görünce rahat bir nefes aldı ve hiç beklemeden gaza bastı. Çakıl yola çıkan dönemecin önünden geçerken ne kadar istemesem de gözlerim oraya doğru kaydı ama ne Berzah’ı gördüm ne de Derya’yı. “Çok şükür sana bir şey olmadan o evden çıkabildin. Hemen otele Elçin’i almaya gidiyoruz sonra da doğruca İstanbul’a.” dedi Murat. Anlamadan ona baktım, heyecanla devam etti: “Sizin yeni damat kim bil bakalım? Berzah Akad. Şu senin Kilis’te ki Süpermen… Siz karşılamazdınız mı?” Gözlerimi devirdim ve bakışlarımı ondan kaçırdım. Lafın dönüp dolaşıp Berzah’a gelmesi olayına da ayrıca alışmalıydım artık. “Murat sakin bir yere gidebilir miyiz? Biraz kafamı toplamam lazım.” Murat sakin kalışıma aklı karışarak baktı yine de başka bir şey sormadan sessizce onayladı. Arada sırada Murat’ın bir şey anlamadan bana yandan bakış atması dışında ikimizde tek kelime daha etmedik yol boyunca. Sonunda Murat beni şehir merkezinin tamamını önüne sermiş doyumsuz bir manzarası olan küçük bir tepeye götürdü. Arabadan indiğimde esen rüzgâra bıraktım kendimi. Biraz sessizliğe ihtiyacım vardı. Durup düşünmeliydim. Aklımda ki dağılmış düşünceleri, kafamda ki kaosa bir son vermeli, toparlanmalıydım. Murat’ın bunu anlayıp sessizce yanımda durması beni hem memnun etmiş hem de konuşmak için ısrar etmemesi şaşırtmıştı. “İlerde bir çay bahçesi var oraya gidelim.” diye öneride bulundu, sessizce onayladım. Birkaç metre ilerde otantik çay bahçesine gidip bir masaya oturduk. Murat iki çay söyledikten sonra bana dönüp sordu: “Berzah ile karşılaştınız mı?” “Bu sabah kahvaltı da karşılaştık.” başka bir şey demek istemiyordum ama Murat’ın soru soran bakışlarından sonra devam ettim: “Evet hala yaşıyorum çünkü tanıştığımızı söylemedi.” Murat bu söylediğime daha çok şaşırdı. Sonra arkasına yaslandı, kaşlarını çatıp düşünmeye başladı. Çaylarımız geldikten sonra: “Amcanla meselenizi anlatmış mıydın daha önce?” diye sordu bu defa: “Evet, yani sayılır. Sadece beni istemedikleri kadarını ama hiçbir bilgi vermemiştim.” “Bu adamın amacı ne sence?” Murat’ın sorduğu soru en doğru soruydu. Berzah Ali Akad’ın amacı neydi? “Bilmiyorum belki de bana acımıştır.” “Sanmıyorum.” dedi alaycı bir şekilde gülerek. Çayından bir yudum aldı ve manzaraya bakmaya başladı. “Neden güldün? Bildiğin bir şey mi var?” “Hayır. Bak, Berzah Akad öyle bildiğin sıradan biri değil, öylesine iş yapacağını sanmıyorum. Anlamaya çalışıyorum sadece.” Berzah hakkında böyle emin konuşmasına bir anlam veremedim. Bir insan bu kadar emin konuşuyorsa onun hakkında mutlaka bir şeyler biliyor olması gerekiyordu. Daha önce hiç onunla Berzah hakkında uzunca konuşmamıştık. Tanışıyorlar olma ihtimali ile kaşlarım havada Murat’a döndüm. “Berzah’ı daha önceden tanıyor muydun?” “Hayır, ama kardeşim dediği adamı tanıyorum.” “Kardeşi mi?” “Evet, duymuşsundur Talha Bahremoğlu, Nuh İmparatorluğunun veliahdı. Berzah ile köklü bir dostlukları var, çoğu işte ortak çalışıyorlar. Tahminime göre Berzah’a küllerinden doğma kapılarını da Talha açtı.” Talha Bahremoğlu’nu tanıyordum anne ve babamın cenaze töreninde bizzat görmüştüm yanıma gelip başsağlığı dilemişti. Berzah ile tanışıyor olmaları beni şaşırtmıştı. Onca zaman Berzah kimdi neydi diye düşünürken Murat’ın bunları biliyor oluşu ise gerçekten komikti. Nasıl olurda daha önce ona sormayı akıl edememiştim ki? Murat güldü. “Talha’yı nereden tanıyorsun?” “Pek tanıdığımda söylenemez sadece aynı kolejdeydik. Talha’nın işleri ister istemez çalınıyor kulağımıza, tahmin ettiğinden daha eski ve eli kolu uzun bir şirketi yönetiyor adam. Berzah’ın adını nerede duydum diye düşünüyordum. Bir keresinde Talha’nın şirketi ile bir anlaşma için araştırma yaptığımız dosyadan okuduğumu hatırladım.” Nuh Holding bizim de birlikte iş yaptığımız çok eski şirketlerdendi biriydi ama son beş yıl içinde başlamıştı ortaklığımız. Önceki yıllarda şirketin adı yasal olmayan işlere karışmıştı. Babam çok sonradan Nuh Holdingin temizlendiğine ikna olmuş son ihracat işlerinde onlarla bir anlaşma imzalamıştı. Murat geriye yaslanıp rahat bir tavırla konuştu: “Şimdi dur, Nuh Holding, Berzah’ın yeni ve küçük şirketi ile yaptığı çalışmalar sonucunda normal kardan yüzde elli daha fazla kar elde etmeye başladı. Bu da Berzah için anında bir patlama yarattı. Asla bozulmayacak uzun süreli kesin işler aldı gerek yurt içi gerek yurt dışı projelerde. Tabii kanaatimce bunu Talha’nın sayesinde başarmış oldu. Bu nedenle amcanda son altı aydır Berzah’ın şirketi ile anlaşmaya varmaya çalışıyor ama bir türlü başaramadı. Nuh’la anlaşma sağlaması için Berzah Akad adını kullanarak kendi şirketini kurmak istiyor tıpkı Berzah’ın yaptığı gibi. Bu yüzden eski şirketi dağıtmak ya da şirketin üzerine yeni bir bina yapmak derdinde. Tabi amacı bariz bu yüzden ortaklığa yanaşılmadı ama amcan sizin şirketin yeni sahibi olduğunu ilan edince Berzah da ortak olmayı kabul etti. Bu yüzden bu evlilik çok önemli amcan için. Bir nevi temel atılacak bu evlilikle.” Murat’ın söyledikleri ile taşlar yerine oturmuştu. Derya’nın söylediğinin açık sürümüydü bu senaryo. Şimdi ben kalkıp şirket benim ortaklık istemiyorum der isem bu evlilik meselesi bitebilir miydi? Hayır, bitmezdi. Belki de Berzah gerçekten Derya’dan hoşlanmıştı. Bunu bilmiyordum o yüzden elbette ki böyle bir şey yapmazdım. Hem zaten Berzah şirketin benim olduğunu biliyordu o halde Derya için bu evliliği istiyordu. Aklımda ki bu düşünceyle göğüs kafesim daralmaya başladı sanki. Gözlerimde bir yanma hissettim. Kalbime yüklenen duyguları geri itip bardağımda ki soğumaya başlayan çaydan bir yudum aldım. Murat devam etti: “Talha Bahremoğlu’nu tanısaydın acımak denen şeyin onlar için sadece kelimeden ibaret olduğunu anlardın.” Buna inanmadım. Berzah’ın acımasız olduğunu mu söylemekti niyeti? Murat’ın söylediğini kulağı duymuyordu. O beni özgür bırakmıştı, öldürmemiş aksine ölümden çekip almıştı. Fıtratında ki merhameti geriye itmiş olabilirdi ama asla acımasız biri olamazdı. “Tabi şu doktor olan kardeşi hariç.” kaşlarım havada ona baktım. “Emir onun kardeşi mi?” Murat güldü: “Evet, neden bu kadar şaşırdın ki?” “Yani… Hiç benzemiyorlar birbirlerine” “Doğru evet. Zaten eğer doğru biliyorsam İbrahim Akad, Emir küçükken onu evlat edinmiş.” “Peki Berzah’ın yanında ki kadın, Şükran teyze?” “Kadın Antakyalı. Uzun yıllar Berzah’a dadılık yapmış. Berzah’ın kadına sonsuz bir saygısı ve sevgisi var.” “Bütün bunları nerden biliyorsun?” “Biraz araştırma yaptım. İtiraf edeyim ki bulduklarım çok şaşırtıcıydı. Berzah’ın seni bulması, amcanın yeni balığı çıkması... En son olay ama patlamaydı benim için. Berzah seni görür, Nadir Karan her şeyi öğrenir, kafana oracıkta sıkar diye düşünüp soluğu senin yanında aldım ama çok şükür bir şey olmamış.” dedi gülümseyerek. “O halde hisseleri satın alan-“ “Evet, tebrik ederim yeni ortağın Berzah Akad.” Bunu ciddi bir tonda söylemişti. Belli ki o da bu durumdan rahatsızdı ve yüzünün girdiği sinirli ifade ise hukuksal olarak elinden bir şey gelmediğini gösteriyordu. Onun bu rahatsızlığı şuan içimde domino taşları gibi teker teker devrilen duygularımın yanında bir hiçti. . . . Oturduğum ikili koltuktan yavaşça kalkıp pencereye doğru yürüdüm. Yaklaşık bir saattir amcamın fabrikada ki ofisindeydim. Sabah onunla merkez ofise gitmek istemiştim ama fabrikaya gideceğini yolda öğrendiğimde biraz hayal kırıklığına uğramıştım. Onu beklerken etrafa epey bir göz gezdirdim ama burada önemli bir şeyini saklamayacak kadar kurnaz bir adamdı amcam. Murat ile konuşmamızın üzerinden iki gün geçmişti ve Berzah’tan bir haber yoktu. O gün ben eve döndüğümde onlar çoktan gitmişlerdi, bende bu sayede biraz rahatlamıştım. Evdekiler misafirlerden çok memnun kalmışlardı. Mühim olan Derya’nın ne düşündüğüydü ama o özellikle bu konuda sessizdi ve Berzah hakkında tek kelime etmiyordu. Ondan hoşlandığını üzerinde ki kasvetli havadan kurtulmasından anlıyordum. Artık evde gülüyordu, onun gülümsemeye başlaması ise Zehra hanımın sevincini ikiye katlıyordu. Kerim ve amcam toplantıdaydı bende boş ofiste onların toplantısının bitmesini bekliyordum. Amcam Berzah’ın evliliği onaylayacağından emindi bu yüzden hızlandırılmış bir tur ile yoğun çalışıyordu. Bende Murat’ın söylediklerinin doğru olduğunu bir kez daha anlıyordum böylece. Murat dün gece Elçin ile İstanbul’a geri dönmüştü. Selen hem beni hem de amcamı arayıp günlük durumlar hakkında rapor veriyordu çünkü oluşacak yeni hisse satışı artık geri dönülemez bir dağılmaya neden olabilirdi. Neyse ki bu süreçte amcam dikkat çekmemek için şirketin sahibi olmaktan vazgeçmiş gibi görünüyordu. Yarın sabah Berzah’ın çiftliğe, daha yakından tanıma, davetine icabet edecektik ama ben bu gece amcamla konuşup gitmek istemediğimi söyleyecektim, kabul edeceğini sanmıyordum ama üsteleyecektim çünkü Berzah ile iki gün değil iki saat bile aynı yerde kalmak istemiyordum. Bilerek nefsimle oyun oynayamazdım onun hakkında ki duygularımı atmaya çalışmak yerine tazelemek sadece irademi zedelerdi. Murat ile olan konuşmamızdan sonra iki karara varmıştım. Birincisi bir an önce Şükran teyze ile konuşmalı Berzah’ın neden beni tanıdığını söylemediğini öğrenmeliydim. İkincisi ise beklenmeyen bu durumları düşünmeyi bir kenara bırakıp bir an önce İstanbul’a dönmeliydim çünkü Berzah ile sürekli karşılaşmak benim için dayanılmaz oluyordu artık. Olursa ki elimde olmadan bir yanlış yaparsam kendimi affedemezdim. Bunun için gözden ırak olmalıydı ki gönülden de ırak olsundu. Kapının açılması ile düşüncelerimden sıyrılıp o yana döndüm. Kerim kapıdan kafasını uzatıp beni görünce önce şaşırdı sonra da gülümseyerek içeri girdi: “Hare, ne arıyorsun burada?” “Evde sıkıldım, amcama eşlik etmek istedim.” “İyi yapmışsın. Beklediğini bilseydim şu sıkıcı toplantıdan erken çıkardım. Birer kahve içelim mi? Bildiğim çok güzel bir yer var.” Gözlerinde ki o ışıltı neyin nesiydi hiçbir fikrim yoktu ama Kerim’e ne olmuştu da bu kadar değişmişti ölümüne merak ediyordum. Beni görmeye bile tahammülü olmayan başımda ki örtüyü problem gören bu adam şuan karşımda benimle kahve içmek istiyordu. Aklımdan ona hayır demek için bahaneleri sıralarken kapı tekrar açıldı bu defa gelen amcamdı beni ve Kerim’i görünce gülümsedi, sanki baktığı bir manzara hoşuna gitmiş gibi. Kerim’e döndü: “Bölmek istemezdim ama İskenderun’dan seni bekliyorlar.” Kerim canı sıkılarak bana döndü: “Başka sefere artık, evde görüşürüz.” Amcamı yok sayar gibi arkasını dönüp çıktı odadan. Aralarında bir şey geçtiği belliydi ve her geçtiyse Kerim amcamı karşısına almıştı. Kerim asla amcamın sözünden çıkmayan onun kopyası sayılabilecek biriydi şimdi ise yüzüne bile bakmıyordu. Bunu nedenini öğrenmenin tek yolu ise onunla bir kahve içmekti sanırım. Nadir Karan’ın ilgili amcayı oynadığı yarım saatlik bir yoldan sonra nihayet eve varabilmiştik. Odama çıktım hemen, vakti geçmekte olan namazımı kıldım. Sonra telefonumu alıp Elçin’i aradım. Bir on dakika başında hep Berzah olan cümlelerini dinledikten sonra sonunda konuyu kapatmasını istedim. Murat, Berzah’ın bir amacı olduğunu düşünüyordu. Ben ise ona olan borcumun derdine düşmüştüm. Elçinden sonra elimde telefon bir süre Berzah’ın numarası ile bakıştım. Hala aramamıştı ve Şükran teyze ile nasıl konuşacağım hakkında bir fikrim yoktu. Akşam yemeğine inmek yerine uyumayı seçtim. Rüyamda anne ve babamı gördüm. Birlikte her yaz gittiğimiz rutin gezmelerden birindeydik. Annemin sarılışı, babamın sesi, gülümseyişi her şey gerçek gibiydi. Beraber bir şeyler konuşup gülüyorduk, mutluyduk. Onlar yanımdaydılar, hala bir ailem vardı. Gözlerimi açıp göründüklerimin rüya olduğunu anladığımda büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Gözümden birkaç damla yaş süzülüp yastığımı ıslattı. Yatağımda doğrulup lambayı yaktım ve komodinin üzerinde ki resimlerine bakmak için o tarafa döndüm ama yoklardı. Onlarda resim de gümüş çerçeve de yoktu. Gözlerim odayı taradı, etrafa bakındım ama hiçbir yerde yoktu. Tüm çekmecelere baktım yine yoktu. İçimi bir telaş kapladı. Burada yanımda olan tek fotoğraflarıydı o ve şimdi ise onu kaybetmiştim, tıpkı onları kaybettiğim gibi. Hiçbir şeyim yoktu artık, bir kez daha. Gözümün önünde onların kaza haberini bana söyleyen Selen belirdi: “Hare hanım… Bunu söylemek çok zor… Hicaz bey ve Leyla Hanım… Başınız sağ olsun… Trafik kazası… Süratli araç… Olay yerinde… Ambulans… Hastane…” Kelimelerin zihnimi deştiği o acı bir kez daha kaburgamın içinde kendini gösterdi. Gözümden düşen bir damlayla odadan fırlayarak çıktım. Kalbimin ortasında ki o kaya sanki nefes aldırmıyordu yine bana. Onlar tekrar ellerimden kayıp gidiyorlardı. Merdivenleri hızlıca inip mutfağa geçtim Zehra Hanım mutfak masasının önünde akşam yemeğini terasa hazırlamalarını söylüyordu. Beni görünce ne oldu der gibi baktı: “Zehra Hanım, annemlerin resmi yok.” hızla söylediğim kelimeleri anlamamış gibi baktı. Sonra gözlerini kısıp: “Hangi resim?” diye sordu. “Odamda ki komodinin üstünde duran resim...” “Ha o gümüş çerçeveli olan mı? Odayı temizlerken çerçeve yanlışlıkla kırılmış .” Söylediği şey üzerine beynimde şimşekler çaktı. Tepeden tırnağa bir öfkeye büründüm. O çerçeve anneme doğum gününde hediye aldığım çerçeveydi. Yumruk olan elimi fark edip açtım, bir damla daha süzüldü usulca yanığımdan. Başını kaldırdım, yüzüne bakmadan tane tane sordum: “Şimdi nerede peki?” ellerini iki yana açıp dudaklarını büktü bilmiyorum der gibi başını salladı. Bilmiyor muydu gerçekten? Üzgün de mi değildi? Sıktığım yumruklarım… Avuç içime batan tırnaklarım… Kısa bir nefes aldım: “Fotoğraf, fotoğrafı ne yaptınız?” “Kâhyaya verdim yeni bir çerçeveye koyup sana getirir.” Onunla konuşmanın bana çerçevemi geri getirmeyeceğini anladığım an bir şey söylemeden ayrıldım yanından. Odama gitmekten vazgeçip dış kapıya yöneldim. Her adımımda bir gözyaşı eşlik ederken sesimi kıstıkça kısıyor, kendimi zorluyordum. Çenemin titremesini durdurmak için dudaklarımı ısırdım. Eve sırtımı döndüm ve yürümeye başladım. Başımı kaldırdığımda çakıl yola doğru gittiğimi anlayınca iki gün önce ki manzara gözümde canlandı ve o anıya yürümek yerine tekrar yolumu değiştirdim. O evden ve insanlardan uzaklaşarak yalnız kalmaya, biraz rahatlamaya ihtiyacım vardı. Tarlalara doğru giden yol önümde uzanıyordu. Mevsimlik işçiler dışında kimse olmazdı oralarda, ayrıca akşam yemeği vakti olduğu için onlarda gitmiş olmalıydılar. Sessizce yürümeye devam ederken karanlık köşeyi döndüğüm sırada bir el kolumdan tutup beni duvara doğru pencere girintisine çekti. Bağırmamam için diğer eli ile de ağzımı kapatmıştı. “Şşhhtt! Benim.” Korkudan mimiklerim donmuş gözlerim kocaman açılmıştı. O ise sanki korkmam hoşuna gitmiş gibi gözlerinin içiyle bana gülümseyerek bakıyordu. Yüzünü görüp sesin sahibini tanıyınca korkum biraz olsun yatıştı. Elini çekince yanağımdan süzülen damlalar avucunu ıslatmış olacak ki anlamadan eline baktı. Kaşları çatıldı yine, gözlerini endişe bürüdü. Bir adım geri çekilip tekrar bana baktı. Fısıltı halinde çıkan sesinde ki öfke ile: “Ne oldu sana?” diye sorduğunda sorusunu idrak edememiştim çünkü içimde ki sese kulak veriyordum. ‘Demek karanlıkta Safir gözleri böyle parlıyordu’. *** |
0% |