Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.Bölüm

@cigdemgah

Geçen her saniye bana bir saatmiş gibi geliyor. Yirmi beş, yirmi altı, yirmi yedi, yirmi sekiz… Nefes aldığı süre boyunca hayatının en güzel manzarası için dünyayı gezmiş ve sonunda bulmuş bir maceraperestin o manzara karşısında ki hislerini yaşıyorum. Diyar diyar gezip memleketini arayan bir bedeviymişim de yurdumu bulmuşum sanki şuan. Bildiğim tüm güzellikler bu maneviyattan akan duygularımın arasında bir toz zerresi. Yaşadığım bu duygular sadece bende mi bu kadar etkiliydi? Bunca zamandır aradığım manzara karşımda ve kelebeklerimin gözlerinde ki ışıltılar içimi aydınlatıyor. Önümde ki tüm buzlar erimiş ve güçsüzlüğüm beni ona daha çok çekmeye başlamış. İçimde bir sürü kırık cam parçaları varken ben bu kadar yaralıyken onun karşısında yaralarımı hissetmeyişim nedendir? Kalbimin kapısını değil çalmak önünden bile geçmeyecek olan bu adama karşı içimdeki sevgiden oluşan fidanı kurutamıyordum. Eğer tek bir ihtimalimiz olsaydı biz için, Berzah’a giden o cam kırıkları ile dolu olan yola annemin dediği gibi; Aler-re’si-vel-ayn (başım gözüm üzere) derdim. Cam kırıkları kalbime batıyor olsa da.

“Ne oldu sana?”

Berzah’ın tepkisine bir anlam veremeden ona baktım. Şuan bulunduğumuz dışarıdan bakıldığında hiç de tasvip olunmayacak bir durumda olmamız beni rahatsız etti. Ondan uzaklaşmak için geriye doğru bir adım attım ama sırtım duvara çarptı, bileğimi çekmeye çalıştım ama kurtaramadım. Tek elimle omuzundan iterken:

“Uzak dur benden.” dedim.

Berzah benden bir adım uzaklaşarak öfkeli bakışları ile eline bakmaya devam edince benimde bakışlarım onu izledi ve elinde ki kanı gördüm. Benim kanım mıydı o? Hemen elimle yüzümü kontrol ettim ve dudağımda ki acı ile yüzümü buruşturdum. Ağlamamak için kendimi sıkmaktan ısırdığım dudağımı kanatmıştım. Cebimde duran peçeteyi çıkarıp hala kanıyor mu kontrol ettim. Berzah benden uzaklaşmış arkasını dönmüştü. Bir ara ellerini saçlarından gezdirdi ve hızla soludu. Ben ağlıyorum diye garip bir şekilde sinirliydi ve sakinleşmeye çalışıyordu. Bana yan bir bakış atıp yürümeye başladı:

“Bize gidiyoruz.”

“Hiçbir yere gelmiyorum.” kararlı çıkan sesimle geriye döndü:

“Sabrımı zorlama istersen. Konuşmak isteyen sendin.”

“Evet, ama telefonda-“

“Kaç defa aradım. Açmadın. Artık neyle meşguldüysen… Onca yolu-“ aniden sustu söylemek istemediği bir şeyi söylemek üzereydi. Gözlerini benden kaçırdı, birkaç saniye sonra tekrar konuştuğunda sesi daha sakindi: ”Konuşmak istiyorsan benimle gelirsin.”

Berzah yürümeye başlayınca bende inadımı bir kenara atarak sessizce ardından yürümeye başladım. Nasıl oldu da çiftliğin arkasından gelmeyi akıl etti anlamamıştım doğrusu. Ya da beni takip etmişti? Saçmalama seni niye takip etsin diyen dik başlı Hare’ye cevap vermedim. Berzah’a bir şey sormak ve onu yeniden sinirlendirmek yerine sessiz kaldım ve yanında yürümeye başladım.

Beni kaç defa aramıştı acaba? Bana ulaşamayınca da merak mı etmişti? Beni neden merak etsin ki yoksa… Saçmalama, diye ikinci bir uyarıda bulundu duvarın karanlık köşesine geçip beni dinlemeyi artık bırakan Hare. Tekrar Berzah’a baktım. Sakinleşmiş görünüyordu. Havanın karanlığından dolayı yanlış görüyor ihtimalim olmasa gülümsediğini dahi söyleyebilirdim. Neredeyse kararmış olan gökyüzüne baktı önce sonra birden bana döndü. Bakışlarında başka bir şey vardı bu defa sinirli değil, soğuk değil… Güzel bakıyordu bana ilk defa, ilk defa samimiyet yakalamıştım safir okyanusunda. Bu durum içimin kuzey kutbuna güneş açtırdı. Yüzümü, ona bakarken yakalanmanın utancıyla kırmızının her bir tonuna bürünmüş şekliyle diğer tarafa çevirdim. Allah’ım sen yardım et dedim içimden Berzah’a bakmayı bir kez daha kendime yasaklayarak. Sonunda siyah BMW’nin önüne geldiğimizde bir kez daha şaşırdım. Arabayı bu kadar uzak bir yere park etmiş olmasının sebebi gerçekten de benim için geldiğini gösteriyordu. Duvar dibinden çıkan Hare kelebeklerimin karşısına geçip onları hizaya sokarken bundan memnun oldum.

Berzah, arabayı normal hızın altında yavaşça kullanmasından arabayı çok sevdiği kıyamadığı sonucunu çıkardım. Evdekilere haber vermek istedim ama sonra vazgeçtim zaten uzun sürmez, yokluğumu fark bile etmezlerdi. Nihayet epey yoldan sonra büyük bir araziye inşa edilmiş çiftliğin önünde durduk. Modern tarzların aksine taş bir binadan oluşuyordu çiftlik evi. Arabadan indiğim sırada arkamızdan beyaz bir araba daha gelip durdu. Emir’di. Arabadan indiği sırada anlamadığım bir sırıtma oluştu yüzünde:

“Hare, seni tekrar, çok tesadüfi, bir şekilde görmek ne güzel...”

“Seni görmek de öyle.” dedim gülümserken. Arabaya yaslanmış olan Berzah’a döndü sonra.

“Abi ben seni gelirken yolda görmedim arka yoldan mı geldiniz? Orası yolu ikiye katlıyor arabaya yazık.” ses tonu alaycıydı. Bakışlarım Berzah’a kaydığında sert bakışları ile buluştum:

“Sen içeri geç, biz birazdan geliyoruz.”

Emir’in yüzünde ki parıltıdan eser kalmaması önemli bir durum olduğunu gösteriyordu bir şey demeden başımı sallayıp taş evin büyük tahta kapısına doğru ilerledim. Kapıya yaklaşıp zile bastım Şükran teyzeyi göreceğim için yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu ama kapıyı başka biri açtı; Talha Bahremoğlu. Talha’nın soğuk karizması ve karanlık hali ondan uzak durmaya yeterdi normal hayatta ama biz şuan normalin ötesineydik. Onu hiç beklemediğim için şaşkınlıkla bakakaldım ama o gayet rahattı. Pek samimi gelmeyen bir gülümseyişle elini uzattı:

“Merhaba. Seni yeniden görmek güzel.” dedi. Uzattığı eline bakıp başımı hafifçe eğdim.

“Seni de öyle.”

İçeri girmem için kapıyı ardına kadar açıp kenara çekildi. Kan kardeşi demişti Murat, Talha hakkında konuşurken ve konumunun babası sayesinde bayağı ağır olduğunu. Zamanında tekin işler yapmadığını da aynı zamanda. Berzah ile dosttular ve Murat ikisinin bir birinin kopyası olduğunu söylemişti. Belki de haklıydı. Talha’nın yönlendirmesiyle salon olarak tahmin ettiğim yere geçerken kapıda Şükran teyze bizi karşıladı.

“Hoş geldin kızım.”

“Hoş bulduk inşallah.” Şükran teyze ile yan yana ikili koltuğa oturduk. Az sonra Emir ve Berzah da geldi. Üzerlerinde ki ciddi havayı dışarda bırakmış gibiydiler ki karşımda ki koltuğa oturan Emir gülüyordu. Bana baktı:

“Demek Nadir Karan’ın yeğenisin ha.”

Amcamın adını imalı bir şekilde söylemesi gözümden kaçmadı. Başımla onayladım onu. Gözlerim Şükran teyzeye kaydı, bakışlarında ki parıltı ve yüzünde ki gülümseyiş üzerimde ki gerginliği biraz olsun atmıştı. Gergindim çünkü onlarla toplu olarak değil Şükran teyze ile yalnız konuşmak istemiştim. Onların da benimle konuşmak isteyeceğini atlamıştım. Derin bir nefes alıp içimden İnşirah okumaya başladım. Hem gergin olsam ne olurdu ki? Şu bulunduğum ev amcamın evinden daha samimi, daha sıcak duruyordu gözümde ve karşımda ki Emir, hemen yanında ki tekli koltukta oturan Talha, pencerenin önünde ayakta bekleyen Berzah amcamdan daha merhametli insanlardı zannımca tabi Murat’ın fikirleri farklıydı bu yönde ama yine de amcam gibi ölümümü istemiyorlardı. Emir’den sonra konuşan Berzah oldu.

“Bize amcanın seni başından savmak istediğini söylemiştin o yüzden o gün Halid’in adamlarının elindeydin ama tekrardan amcanın yanına döndün, neden?”

Bu soruya cevap verirsem aklımdaki her şeyi anlayabilecek bir zekâsı olduğunu biliyordum. Ayrıca amcamın benim öldürülmem için gönderdiği efendinin adının da Halid olduğunu öğrenmiştim. Benden cevap bekleyen bakışlar beni lime lime ederken bir şey gevelemek için ağzımı açtığım sırada bakışlarından ki soğukluğun beni korkuttuğu Talha konuştu:

“Amcanın, babandan kalan mirasın peşinde olduğunu biliyorsundur ve senden kurtulmak istediğini de.” dedi sesi gayet sakindi. Konuşmaya buradan dâhil olma sebebi konuşma korkumu atlatmamı istemesiydi, bakışlarımı ellerime indirdim:

“Evet biliyorum. Beni öldürtmek için emir verdi.” Berzah hızlı bir soluk alarak sesini biraz yükseltti:

“O halde ölmeye mi niyetlendin? O adam seni bir kez öldürtmeyi denedi tekrar yapmayacağını nereden biliyorsun?” aniden parlayan öfkesi bana da bulaştı.

“Bunu tahmin edebilecek kadar düşündüm.”

“Neye güveniyorsun peki? Bu cesaret neden? Hah, sevgilinden mi yoksa?”

“Ne sevgilisi?” sinirle güldü.

“Şu sana iyilik yapan avukat sevgilin.”

“Murat benim sevgilim değil.”

“Avukatın ya da sevgilin her neyse işte... Eğer ona güveniyorsan boşa bel bağlama, amcanın yanında senin ki devede kulak.”

“Sana o benim… Hah! Neden açıklama yapayım ki sevgili amcamın damadına.“ damat kelimesine yaptığım ima onun gözlerinden ateş çıkmasına sebep oldu. Ardından sahte bir gülüşle:

“Seni amcanın kucağına atmalıydım.” dedi. Aynı şekilde karşılık verdim:

“Ama borçlandırma fırsatını elbette ki kaçırmak istemedin çünkü-” sözümü Şükran Teyze kesti:

“Az biraz sakin olun.”

Bakışlarımı Berzah’tan ayırıp önüme döndüm. Halimize Emir sırıtıyordu, Talha’nın ise ifadesiz bakışları Berzah ’taydı. Biraz sessizlikten sonra yine Şükran teyze konuştu:

“Emir hadi oğlum mutfaktan çay koy getir. Berzah sende gel bir otur, sakinleş.” Berzah, Şükran teyzeyi dinleyip koltuklardan birine oturdu. Talha yine o sakin tavrı ile konuştu:

“Amcanın yanında kimsen olmadığı için mi kalıyorsun, mecburiyetten yani.” eğer hayır der isem hemen bir planım olduğunu düşüneceklerdi.

“Sayılır.”

“Amcanın bir melek olduğuna inanacak kadar aptal olamazsın. Canına susayan birine de benzemiyorsun o halde amcan ile ilgili bir planın var.”

“Senin de dediğin gibi göz koyduğu miras ona ait değil, amcamın o şirket üzerinde hiçbir emeği yok ve ben var olduğum sürece orada tek bir kuruşa bile dokunamayacak. Ben buna izin vermeyeceğim.” fevri davranmış olmam Talha’nın gözünden kaçmadı.

“Amcanın hisseleri var oldukça durum biraz zor. O halde onun da hisselerinin peşindesin.” Talha’nın ne yapmaya çalıştığını iş işten geçtikten sonra anladım. Berzah bana şaşırarak bakıyordu. Amcama damat olacak birinin yanında planlarım olduğunu söylemem zekâ gerektiren bir salaklıktı. Heyecanımı geri itip:

“Hayır, hisselerinin değil sadece onun bizden aldıklarının ve almaya çalıştıklarının.” Talha öne doğru eğildi.

“Neden amcana Kilis’te değil de Antep’te bulunduğunu söyledin ve Berzahlardan bahsetmedin?” Verecek cevabım yoktu o halde kelimelere sığınacaktım bende:

“Nereye varmaya çalışıyorsun?”

“Doğrulara, aslında seni anlıyorum bize güvenmiyorsun, haklısında.” derin bir nefes alıp Berzah’a döndü aralarında tuhaf bir bakışma geçti ve açıkçası beni biraz ürkütmüşlerdi. Tekrar bana döndü: “Ben birkaç gerçek söyleyeyim. Amcandan intikam almak istiyorsun. Bunun için tekrar onun yanına döndün. Murat sana yardım ediyor ve sen ne kadar başlarda hırs yapmış olsan da belki de bunu sürdürmeyi yavaştan bırakacak gibisin. Ne yapacağından da emin değilsin.”

Talha’nın söylediklerini anlamam ve doğru olduğunu kabullenmem uzun sürmedi. Zaten çok kötü olan ruh halim pes etmemi geciktirmedi. Haklıydı bundan sonra ne yapacağımı bilmiyordum. Berzah’ı görene kadar fikrimde sebat ediyordum ama o işe dâhil olunca işler karışmıştı ve bu saatten sonra amcamı bir kenara itmiş sadece sahip olduklarım ile yola devam etmek istiyordum. Açıklığa kavuşturmuştu Talha, her şeyi inkâr etsem bile inanmazlardı. Madem bende her şey açığa çıkmıştı sıra onlardaydı. Bakışlarımı Berzah’a çevirdim:

“Beni ilk gördüğünde tanıdın, neden amcama söylemedin?”

“Sanırım söylememi istemezdin, değil mi?”

“Derya ile evlenmek istiyorsun amcamın gözüne girmek için beni kullanabilirsin.” Berzah alaylı bir şekilde güldü:

“Onun gözüne girmek için bir çaba harcamama gerek yok. Amcan bu teklifi kendi yaptı hem-“ şaşkın bir halde sözünü kestim:

“Bu evlilik meselesini amcam mı teklif etti?”

“Evet.”

“Ama neden?” Berzah alaycı bir şekilde gülümsedi:

“Çünkü uzun bir ortaklık istiyor ve sözleşme olarak da kızını öne sürüyor.”

Amcamın bu ucuz oyununu duymak beni utandırdı. Doğru amcam utanç verici işler yapabiliyordu ama Berzah bunu bildiği halde ortak olmayı kabul ediyordu. Bu olayı amcam kadar onun kabul edişi de çirkinleştiriyordu:

“Ve sende kabul ettin Berzah Ali.”

“Amcan senin hisselerini devralacağından emin. Sizinle ile çalışmak bana büyük kar sağlar.”

“İnan bana amcam o hisseleri tekrar alamayacak ve seninle ortaklık falan kurulmayacak ayrıca da senin satın aldığın o hisseleri de geri alacağım.” Berzah sırıtarak cevap verdi:

“Bakalım öyle mi olacak?” O sırada Emir çay tepsisiyle salona geldi. Fincanı önüme indirirken:

“Berbat servisim için kusura bakma.”

“Teşekkür ederim.”

Fincanı önümde ki oval sehpaya bırakıp doğrulunca gözüm bir an Berzah’a kaydı. Hala kaşları çatık bana bakıyordu, gözlerini benden kaçırınca bir tuhaf oldu içim. Sanki bakmak istemediği bir manzaradaymışım gibiydi. Emir’e çay istemediğini söyleyip arkasına yaslandı. Onunla ortak olmayı istemediğim için mi bu kadar öfkelenmişti? Kısa süren bir sessizliğin ardından benim sormaya korktuğum soruyu Emir sordu:

“Peki bundan sonra ne olacak?” sorunun oluşturduğu sessizliği Talha bozdu:

“Planların bizi ilgilendirmiyor. Açıkçası Hare, ben bu fikrinde başarılı olacağına da pek inanmıyorum bunun için yeterli kin ve öfkeye sahip bile değilsin… Amcanı hafife alma sonunda zararlı sen çıkarsın. Bana sorarsan buraya dönmekle hata yaptın buradan kalk eşyalarını topla derhal İstanbul’a dön… Yine de inat edip devam edeceksen şunu bil ki eğer bir şeye ihtiyacın olursa bana ulaşabilirsin. Hicaz bey babam için bir dosttu her zaman. Sana yardım etmek beni memnun eder.“ Talha’nın sözleri korkutmadı değil lakin hiçbir şey olmamış gibi geri dönmek artık biraz zordu. Babam için bana yardım edebileceğini söylerken ki samimiyetine inandım ve başarılı olacağıma inanmadığını söylerken benimde içimden geçeni dile vurmasına ise sadece sessiz kalabilirdim. Talha devam etti: “Berzah ile yollarınız kesişebilir ama herkes kendi işine baksın. Senin işine karışmayacak bundan emin olabilirsin.”

Ben, Emir ve Şükran teyze Berzah’a döndük. O ise anlamsızca Talha’ya bakıyordu. Bir şey dememesi üzerine bende rahat bir nefes aldım. Bu onun kabul ettiğini gösterirdi. Çay fincanını sehpaya bıraktığım sırada bakışlarım saate kaydı, geç olmuştu. Berzah bana bakıp:

“Seni bırakayım.” dedi. Bize kapıya kadar eşlik eden Şükran teyzeye sarılıp yanaklarından öptüm:

“Adresi biliyorsun ne zaman sıkılırsan çık gel.”

Bana gidebilecek bir kapı bıraktığı için ona minnetle baktım. Araba toprak yolda hareket ederken Berzah ile ikimizde bir süre sessiz kaldık. Geldiğimizin aksine bu defa arabayı daha hızlı kullandığını fark ettim. Bakışlarım onda iken konuştu:

“Hala söylemedin, neden ağlıyordun?” gözlerimi devirip derin bir nefes aldım.

“Önemli bir şey değildi.“

“Dudağın kanıyordu.” başımı çevirdim. İlgisinden ve bakışlarından kaçmak için.

“Ben öfkelendim… Ve Zehra Hanıma yanlış bir şey söylememek için… Isırdım... “

“Neden öfkelendin?”

“Zehra Hanım odamı temizletirken, annemden kalan gümüş çerçeve yere düşüp kırılmış. İçinde anne ve babamın burada, yanımda olan tek fotoğrafları vardı. Zehra Hanım bana sormadan çerçeveyi atmış. Fotoğrafı da söylediğine göre yeniden çerçeveletip verecekmiş.” dedim fısıltı halinde çıkan sesimle. Berzah kısa bir sessiz kaldı sonra birden:

“Seni üzüyorlar mı?” diye sordu.

Bu soru üzerine bir süre öylece ona baktım sonra bakışlarımı arabanın camına çevirdim. Cevap belliydi ama niye söyleyemiyordum bilmiyordum. Mutsuzum dersem ne olacaktı ki? Beni aç bırakmıyorlardı, amcam mükemmel bir samimiyetsizlik ile gözümün içine bakıyor, yengem soğuk her zaman ki gibi ama yine de beni göstererek üzmüyor, Derya ve Kerim ise özellikle de son zamanlarda çok iyilerdi bana karşı. Aslında tek cevap vardı; ya hepimiz mutluyuz ya da hepimiz mutsuz. Bu defa ben sessiz kaldım. Sonunda eve yakın bir mesafede iken Berzah arabayı aniden durdurdu, bana döndü.

“Eğer seni üzüyorlarsa, gitmek istemiyorsan söyle.” sesinde tonun ardında beliren duyguyu bulmaya çalıştım. Acımak? Endişe? Sessizce yüreğime çullanmaya hazır duygularımı geri geri ittim:

“Zaten bir önemi yok.” dedim iyiymiş gibi yapmaya çalışarak.

“Var. Talha’yı da duydun. Eğer amcandan uzak kalmak istiyorsan sana yardım edebiliriz.”

“Teşekkür ederim, ama ondan almam gereken bir şey var.”

“Hare bak-“

“Sen bak Berzah… Sen… Derya ile evleneceksin. Ve benim amcama karşı bir planım olduğundan da haberdarsın. Sadece bu bile senden yardım almamam için bir neden. Sen ve ben… İkimiz yan yana olmamalıyız artık... Çünkü bu seni de suç ortağı yapar.

“Olursak ne olur?” diye sorunca ona bakakaldım ama kararım netti.

“Lütfen beni eve bırak.”

Tepkisi nasıldı gözleri nasıl bakıyordu göremedim. Ben yola bakmaya devam ederken birkaç saniye hareket etmedi. Sonra da aniden hızla arabayı çalıştırdı. Bu hareketinin sebebi, sinirlenmesinin nedeni yine bendim. Yardım etmek istemesini anlayamıyorum ama bunu sadece kuzenimin nişanlısı olduğu için bile yapamazdım. Ona bakmayı reddettim. Sessizce geçen yol faslından sonra arabayı eve yakın bir mesafede durdurdu. Beklemeden hemen indim. Eve giden dar yola doğru döndüğüm sırada arabanın motorunun durduğunu duydum o yana dönünce Berzah’ı arabadan inmiş gördüm. Ellerini giydiği ceketin cebine koyup arabanın kaputuna oturdu.

“Eve girsen iyi olur, acele et.” dedi ses tonu umursamaz, soğuk, mesafeli… Ama ona kızmadım.

İçimin burkulmasını göz ardı ettim ve önüme döndüm ve bu defa da yolun karşısında Kerim’i bana doğru gelirken gördüm. Elinde telefon biriyle konuşuyordu. Beni görünce panikledim biraz. Berzah eğer hala bekliyorsa işler hiç iyi olmayacaktı, Kerim beni gördüğünde telefonu kapattı ve yüzünde ki geniş gülümsemeyle bana doğru gelemeye başladı. Daha ben ne olduğunu anlamadan kollarını bana sarıp sarıldı hemen onu itip uzaklaştım. O ise heyecanla konuşmaya başladı:

“Nerelerdeydin her yere baktık ama seni bulamadık. Gerçekten bizi çok korkuttun. Yine başına bir şey geldi sandım ama şükür ki iyisin.” beni gördüğü için rahatlaması, yüzünde ki o ifade neydi hiçbir şey anlamadım. Samimiydi söylediklerinde ve gerçekten onu korkutmuştum. Babasının son yaptığını tekrarladığını mı düşünmüştü acaba? Beni mi savunuyordu artık?

“İyiyim bir şeyim yok, sadece hava almak istemiştim.” dedim.

Arkadan arabanın motor sesi geldi ve tekerleklerin asfaltta ki sesi yankılandı. Öfkesi gibi gereksiz gürültü Berzah’ın gittiğinin habercisiydi. Bunun yerine beni kendi eve bıraksaydı Kerim’in karşısında daha hafif zan altında kalabilirdim. Kerim ile beraber sesin geldiği tarafa döndüğümde çok şükür görebildiğimiz tek şey arabanın kırmızı ışıklarıydı. Bana şüphe ile baktı bir şey söyleyecekti ama onu durdurdum:

“Gidelim mi? Yorgunum.”

Kerim’in üstelememesine gerçekten sevinmiştim. Beraber eve geldiğimizde herkes salonda bizi bekliyordu. Derya beni gördüğünde tıpkı Kerim gibi büyük bir heyecanla yerinden kalkıp bana sarıldı:

“Hare nasıl korkuttun bizi anlatamam.” dedi. Mahcup bir şekilde ona gülümsemekle yetindim. Başka bir şey demeye vicdanım el vermiyordu çünkü. Az önce onun nişanlısı ile yan yana olduğumdan kendimi ona ihanet etmiş gibi hissediyordum. Derya benden uzaklaştıktan sonra amcam ve yengem de benim için endişelendiklerini söylediler.

“Bir daha haber vermeden evden çıkayım deme sakın. Bu evinde kuralları var. Nasıl böyle fevri davranıp kuzenlerini endişelendirirsin.” diyen sevgili yengemin soğuk sözlerine sadece bakmak ile yetindim ama Kerim beni savunduğunda ona şaşkınlıkla bakıyordum:

“Anne, Hare dün ki çocuk değil. Sadece hava almak istemiş bunda bir şey yok. Daha fazla uzatmayalım.” Zehra Hanım Kerim’den bu atağı beklemediği için şaşırmıştı ve biraz da bozulmuştu.

Onlardan izin isteyip odama çıktım. Hemen elimi yüzümü yıkayıp abdest aldım yatsıyı kılmak için namaza durduğum sırada telefonum çaldı. Namazı kılıp da selam verdikten sonra telefona baktığımda Murat’ın aramış olduğunu gördüm. Tekrar aramak için tuşa dokunacaktım ama komodinin üstünde boşalan çerçevenin yerinde duran bir zarf dikkatimi çekti. Ben çıkarken orada bir şey olmadığına emindim. Telefonu yatağın üzerine bırakıp zarfı elime aldım bir mektuptu. Arka yüzünü çevirdiğimde üzerinde adımın ve İstanbul da ki adresimin yazılı olduğunu gördüm. Diğer tarafta ise Arapça yazan gönderen kişiye ait bir adres yazıyordu. İlk önce tarih çekti dikkatimi yaklaşık on beş gün öncesine ait bir tarihti. Sonra gönderen kişinin bilgilerine baktım:

“Beşir Ahmad Abdullah” aklımda dönüp duran isim sonunda kendini hatırlattığında fısıltı halinde dudaklarımdan döküldü:

“Dayı.”

***


Loading...
0%