Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.Bölüm

@cigdemgah


Öfke, şaşkınlık, heyecan, hepsi karma karışık içimin bulutlarından çiseliyordu. Derin bir nefes alıp kalp atışlarımın normale dönmesini bekledim. Karanlıkta olsa odanın içinde biri olmadığı düşüncesine kapılmış, dikkatsiz davranmıştım. Berzah’ın yerinde başka biri de olabilirdi. Kendime olan kızgınlığımı bir kenara bıraktım bir İnşirah okudum, sonra heyecanımı ve öfkemi biraz olsun azaltmaya çalışarak Berzah’a baktım. Bana doğru birkaç adım daha attığında pencerede ki ışık yüzünün çoğunu aydınlattı:

“Aslında bulamazsın sanıyordum.” dedi alaycı bir şekilde gülümserken, dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı. Gözlerini kısarak arkamda ki ağaca baktı: “Ben on dakikadır bu ağacın şifresini çözmeye çalışıyordum.” bu defa ona alaycı bakan ben olmuştum.

“Zekâ gerektiriyor.” bakışları bu bana döndü.

“Şanlısın ki düşmek zekâ gerektirmiyor.”

“Seni gördüğüme şaşırmadım.” diyerek alayını görmezden geldim.

“Güzel, demek ki beni tanımaya başlıyorsun.”

“O dosyayı bana ver, ilk olarak bakmak benim hakkım?”

“Şöyle yapalım, BERABER bakmayı deneyelim.” dediğinde ona kaşlarım çatarak baktım beraber kelimesini bastırmıştı ve artık gülümsemiyordu. Aslında fark etmezdi, benim şu anlık tek istediğim o dosyada yazan ismi öğrenmekti ve onu sinirlendirmek bu isteğimi tamamen yok edebilirdi.

“Tamam.”

Berzah yüzünde ki şaşkınlığı gizleyememişti şaşkınlığının yanında bir gülüş ile yanıma geldi ve dosyayı masaya bıraktı sayfayı açtı elinde ki küçük feneri kâğıtlara tuttu. Tek bir isim gördüm: Halid Demir. Berzah bu ismi okuyunca bakışları dondu, yüzü değişti.

“Tanıyor musun?”

“Yazık ki evet.”

“Kim?”

“Şimdi sırası değil.” bir şey anlamadan ona baktım bir süre, ardından hemen cep telefonumu çıkardım ve acele ile kâğıtların fotoğraflarını çektim. Berzah hala sabit durmuş düşünüyordu, beklemeyi bırakarak dosyayı onun elinden aldım ve açtığım çekmeceye koyarak geri kapattım.

“Gitmeliyiz. Şu Halid hakkında seninle konuşmam gerek.”

“Bizim çiftliğe git.”

“Sen?”

“Benim daha öncesinde halletmem gereken bir iş var.”

“Ne işi?”

Berzah cevap vermedi, bende üstelemedim. Onun yerine kapıya yöneldim. Koridora bir göz attım kimse yoktu Berzah’a gelmesini söyleyecektim ama onu odada görmedim sadece pencere açıktı. Beklemeden kapıyı kilitleyerek anahtarları Sevda Hanımın masasının altına bıraktım. Sabah burada düşürdüğünü varsaymalıydı. Aşağıda beni bekleyen Elçin’in yanına vardığımda acele ile konuştu:

“Berzah’ı gördün mü?” diye sorduğunda ona nereden bildiğini sorar gibi baktım devam etti hemen: “arabasını gördüm. Sana söyleyemeye çalıştım. Ne işi varmış burada?”

Elçin’e durumu kısaca izah ederken Berzahların çiftliğinin önündeydik. Evde Şükran Teyze ve bir çalışan dışında kimse yoktu. Neredeyse bir saat Berzah’ı bekledik. Dakikalar saat gibi geçerken sonunda Berzah geldi ve gelir gelmez:

“Emir yok mu?” diye sordu.

“Şimdi gelir.” dedi Şükran teyze. Demesiyle Emir’in de salona girmesi bir oldu. Emir hepimize bir göz attıktan sonra Berzah’a döndü:

“İş tamamdır anlaşılan. Umarım Hare’den önce bulmuşsundur. Söyleyin bakalım kimmiş adamımız?” Berzah bakışlarını kaçırdı. Onun bu halinin üzerine ben cevap verdim.

“Halid Demir.” Emir bir süre öylece kaldı. Ardından Berzah’a baktı. İkisi de sessizce düşünmeye başladılar. İlk olarak bir açıklama yapmalarını bekledim sonunda kimseden ses çıkmayacağı anlaşılınca Berzah’a döndüm:

“Kim bu adam?” diye sordum. Derin düşüncelere dalıp gittiği yerden beni duymuyordu. Sorum havada kaldığında ucunu Emir tutup cevapladı:

“Seni götürdükleri o eski kalenin sahibi.”

“Kale?” Emir’e dönerek sorduğum soruya bu defa da Berzah bulunduğu yerden sıyrılıp cevap verdi:

“Amcanın öldürmesi için seni verdiği adam. Seni bir odaya getirip bana seni öldürmem için emir veren adamı hatırlıyor musun?” diye sorduğunda hatırladım. Daha önceden de bu isti onlardan duyduğum aklıma geldi. Ağır ağır hareketleriyle ve düzgün telaffuzuyla konuşan kır saçlı adam gözümde canlandı, Berzah devam etti: “İşte o adam, asıl adı Ahmed Halid, Halid Demir adını Türkiye’de kullanıyor.” Berzah derin bir nefes aldı: “Bu kadarı çok fazla. Neden-“ Berzah’ın sözünü Emir kesti.

“Birini öldürmek için çok yüksek bir meblağ. Söz konusu milyon dolarlık hisseler. Altında başka bir şeyler olmalı. Halid asla böyle küçük işlerle uğraşmaz.” Emir’in böyle kesin konuşmasına bir anlam veremedim:

“Nasıl emin konuşabiliyorsun?”

“Halid, üvey babamdı.” dedi şaşkın yüz ifademle ona öylece baktım. Emir ise sadece gülümsedi. Gülümseyişi alaycıydı ve yüzünde oluşan donuk ifade o zamanları hiç de iyi hatırlamadığını gösteriyordu. Anlamayarak sordum:

“Sen ve Berzah-“

“Babam, yani Berzah’ın babası, ben sekiz yaşındayken Halid’ten aldı beni.”

Aramızda bir sessizlik oluştu. Bir süre kimseden ses çıkmadı. Aklımda ki yapbozun dağınık parçalarını toparlamaya çalışıyordum, anlamaya çabalıyordum bende karşımda ki bu adamları. Berzah’a kaydı bakışlarım içinde bir sürü gizem vardı. Ne zaman tam anlamıyla çözülecekti bu gizem, düşünüyordum. Berzah’ın endişeli bakışları Emir’e döndü:

“Halid ne karşılığında aldı hisseleri öğrenmeliyiz. Sadece Hare’yi öldürmek için olamaz.” Emir Berzah’a cevap verirken diğer yandan da telefonunu çıkarıp mesaj yazmaya başladı.

“İlk olarak Talha’yla konuşmalıyız. Halid ile görüşmemiz neredeyse imkânsız hem son karşılaşmamız pek de iyi değildi malum ama başka bir yol da görünmüyor.”

“Hiçbir yol bulamazsak… Bu defa ben gidiyorum.” bir Berzah’a bir Emir’e bakıyordum. Neler olduğunu anlamıyordum. Berzah yine sessizliğe bürünürken sırası deyip aklımda ki soruyu sordum:

“Beni kurtardığınız o gün sizin orada ne işiniz vardı?” Berzah da Emir de sorum üzerine bana döndüler. Bense ikinci soruyu sordum: “Ve sen Berzah, o adamların içinde ne arıyordun?” Berzah gözlerini devirip kısa bir nefes aldı:

“Emir için oradaydım.” dedi sesi ciddiydi.

“Üvey babası Emir’i mi öldürecekti yani?” Emir güldü ve:

“Eline geçen ilk fırsatta onu yapacağından eminim.” dedi. Evet, yalan söylemiyorlardı. Bununla dalga geçmesini anlamayarak ona bakınca: “Benden nefret ediyor.” diye devam etti. Derin bir nefes aldım ve ciddi bir sesle konuştum.

“Biriniz olayları açıklığa kavuştursun. Yoksa düşünmekten kafayı yiyeceğim. Sizin bu adam ile ne alıp veremediğiniz var? Asıl… Bu adamın, amcamın ve ikisinin ortaklığının sizinle ne alakası var?”

Emir de Şükran teyze de bakışlarını kaçırdılar. İkisinin bu durumla bir alakası olmadığı sonucunu çıkardım. Düğüm Berzah’taydı ama onun da anlatmaya niyeti yok gibiydi. Birkaç saniye bana baktı. Suskunluğunun üzerine tekrar konuştum:

“Siz benim neden burada olduğumu ya da amcamla aramızda ki münasebeti biliyorsunuz ama ben sizin hakkınızda hiçbir şey bilmiyorum. Böyle gizemli olmanızı anlayamıyorum. Bana güvenmiyor olabilirsiniz ama eğer anlatırsanız belki size yardım bile edebilirim.”

Berzah alayla güldü, oturduğu koltukta geriye yaslanıp sağ eliyle gözlerini ovdu, bir süre öylece bekledi tam soruma cevap vermeyeceğini sandığım sırada yorgun gibi çıkan sesi ile anlatmaya başladı.

“Babam ve Nadir Karan yani amcan sıkı dostlardı çok önceden. Aynı zaman da ortaklardı da, yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Amcan ve babam birçok yeni işe giriyordu o zamanlar. Çok kâr ediyorlardı bu da amcanın daha büyük işlere girmek istemesine neden oluyordu. Babam temkinli adamdı ama işler konusunda Nadir’in tecrübesine güveniyordu ve o ne derse onaylıyordu. Bir gün Nadir, babamı Halid ile tanıştırmış, bir iş üstüne anlaşmışlar. Halid, Suriye ve Irak üzerinden silah kaçakçılığı ve daha bir sürü yasadışı iş yapıyordu, hala da devam ediyor. Babam bunu öğrendiğinde anlaşmayı imzalamaktan vazgeçti ve ortaklıktan çekildi. Babamın, Halid ve Nadir ile araları bozuldu ve yakın dost iken rakibe hatta düşmana dönüştüler çünkü babamın ortaklıktan çıkmasıyla fatura diğer ikisine kesildi ve Nadir bir şekilde işin için sıyrıldı tüm yükü de Halid’e yıktı. Halid neredeyse her şeyini kaybetti. O günler de babam eve Emir ile çıkageldi. Tabi üvey babası kendi eli ile verse de Emir’i aldığı için babama kin güttü. Bu arada sizin şirket paylaşıldı ve Nadir’e verilen hisse oranı onu çileden çıkardı. İlk olarak babamı şirket ortaklığından çıkardı sonra da tekrar Halid ile iş yapmaya başladı. Tabi bunun sebebi tamamıyla babana olan nefretiydi. Nadir’in ortaklığı fes etmesiyle ve Halid’in tehditleriyle birçok anlaşmamız ve ihalelerimiz fes edildi, işler çok kötüydü. Babam beni zorla Amerika’ya gönderdiğinde her ne kadar söylemese de şirketin durumunu biliyordum.”

Berzah sustu bir süre. Aklında ki ortaya dökülen anıları toparlamaya çalışıyordu, aklında birkaç şey arıyordu sanki ama bulamıyordu, gözleri boşluğa kaydı. Bir şey söylemek için ağzını açtı ama sonra vazgeçti. Oturduğu yerden ayaklandı ve bahçe kapısından çıktı. Anlattığı yere kadar hikâyenin iyi olan payını duyduğumuzu anlamıştım. Babasının ölümü ile ilgili ihtimaller ve Berzah’ın adının yanına yakışmadığı bir kelime zihnimde yer etti. Birkaç saniye sonra Emir karşımda ki tekli koltuğa oturdu ve Berzah’ın bıraktığı yerden devam etti:

“Babam yavaş yavaş kendi halinde toparladı işleri ama borç içindeydi tabi. Nasıl olduysa altı yıl önce Nadir babama tekrar sıfırdan bir iş teklifinde bulundu ve babam şirketin durumu yüzünden kabul etmek zorunda kaldı. Ben o zaman üniversitedeydim. Babam her ne kadar şirket işleriyle uğraşmamamı istese de yine de bana çoğu şeyi anlatırdı. Bu Coğrafyayı çok iyi biliyordum bu yüzden bazen işler konusunda fikrimi alırdı. Beraber epey zaman düşündük Nadir’in söylediği yeni fabrika işi bize göre riskliydi hatta ben karşı çıkmıştım ama elimizde başka bir iş yoktu ve bu son umudumuzdu. İmzalar atıldıktan sonra yeni fabrika açıldı. Bir gece Halid bize geldi babam fabrikadaydı. Ben, benim için geldiğini sandım. O yıl Halid Afganistan da yapacağı iş için birini arıyordu bunun içinde şüphe çekmeyen biri olarak teklifi bana yaptı ve eğer kabul etmezsem bu gece babama veda edeceğimi söyledi önce inanmadım ama yazık ki doğruyu söylüyordu. Babam için kabul ettim ve yola çıktık. Henüz sınırı dahi geçmemiştik ki yeni fabrika da bir yangın çıktığı haberini aldım ve babamda içindeydi.”

Emir ayağa kalktı ve yavaşça gözlerinden yaşlar süzülen Şükran teyzenin yanına oturdu elini omzuna koydu ve onu sakinleştirmeye çalışarak sarıldı. Şükran teyzenin gözyaşları durumun onlar için ne kadar zor olduğunu anlatmaya yetiyordu ve bunu Emir ve Berzah için de ne kadar zor olduğunu bilmek kalbime iğneler saplıyordu. Özellikle de Berzah’ın acısı için…

“O gece bir şekilde Halid’in elinden kurtuldum. Babamın ölüm haberini alır almaz Berzah da Antakya’ya geldi. Uzun araştırmalar sonuncunda yangının kasten çıkarıldığını öğrendik ve işin arkasında da Halid’in olduğunu aynı zamanda Nadir’in. Halid’in planından herkes haberdardı. Polis olayın üzerini kapattı. Epey bir zaman sonra Berzah şirketi yeniden kurmaya çalıştı ve Talha’nın yardımları sayesinde şirketi dört yılda eskisinden iki kat daha iyi bir konuma getirdi. Sonuç bu.” Emir derin bir nefes aldı ve arkasına yaslandı. Tekrar konuştuğunda sesi çok yorgun çıkıyordu: “Birkaç ay önce Nadir’in tekrar aynı fabrika üzerinden Halid ile çalıştığını öğrendik. Berzah bu konuyu araştırırken eski fabrikayla ilgili birkaç belgenin olmadığını gördük. Nadir belgeleri çoktan yok etmişti ama Halid’in hiçbir belgeyi atmadığını biliyordum. Ben gidip Halid den belgeleri almak isteyince Berzah asla izin vermedi çünkü Halid asla beni yaşatmazdı. Berzah bir plan yapıp Suriye’ye gitmek istedi, ben önce davrandım ondan habersiz bir şekilde Halid’in kalesine girdim. Amacım kendimi yem yapıp Halid’i oyalamaktı bu arada Berzah da belgelerin olup olmadığına bakabilecekti. Halid’e bilerek yakalandığımda planımız işledi o sadece benim acı çekmemi istiyordu çünkü ona göre annemi ondan ayıran bendim. Tıpkı kendi gibi benim de acı çekmemi istiyordu. O belgeleri ele geçirmek ve babamın intikamını almak benim için birkaç günlük işkenceden ya da ölmemden daha önemliydi. Birkaç gün gün sonra Talha ile Berzah bir şekilde beni oradan kurtardılar. O gün de seninle tanıştık.”

Duyduklarım tahmin ettiklerimden daha fazlaydı. Aklımda ki çarklar şimdi yavaşça hareket ediyor bilinmeyen parçalar yerine oturuyordu. Berzah’ın perdesinin arkasındakileri şimdi görebiliyordum. Ben ve Elçin söyleyecek hiçbir şey bulamamıştık, ikimizde duyduklarımız ile dehşete düşmüştük. Onların acılarını anlamak birkaç teselli sözcüğünden daha fazlasıydı.

Şimdi Berzah’ın ne yapmaya çalıştığını anlıyordum ama anlamam bir işe yaramıyordu. Her ne kadar altı yıl geçmiş olsa da Berzah’ın yarası hala tazeydi, biliyordum ki kapanacak cinsten de değildi. Tıpkı benim gibi en sevdiğini kaybetmişti. Bildiğim ve anladığım kadarıyla İbrahim Akad, Berzah için merhamet, sevgi, umut demekti. Şuan Berzah’ın hayatında babası yoktu. Merhametini ve sevgisini kaybetmişti. Her şeyini kaybetmiş bir adamdı kendisine göre. Bilirdim ki sevgisiz bir kalp cehennemin ta kendisiydi. Benim birkaç aydır yaşadığım cehennemde Berzah altı yıldır yaşıyordu. En önemlisi de benim içimde ki korlara kıyasla Berzah’ın içinde ki cehennem hala alev alevdi. Çünkü benim içimde yanan öfke ve nefretin önünde sevgi ve merhamet vardı ve artık harlanmıyordu ama Berzah’ın sahip olduğu kinin önünde sadece kendisi vardı ama onun cehenneminin kapıları kendisine sonuna kadar açıktı, istediği için adım adım kendini ateşe itiyordu.

İntikam almak meselemi içimden bir ses haykırarak hatırlattı bana. Şimdi Berzah ile aynı durumda değil miydik? İkimiz arasında tek bir fark vardı; Berzah’ın kini kat be kat fazlaydı. Müthiş bir intikam arzusu ile yanıyordu. Onu anlıyordum her şeyini kaybetmişti ve buna sebep olanların da aynı şeyi yaşamasını istiyordu. Babasının yanarak can vermesi gerçekten çok üzücüydü ve ona daha da acı veren ise buna sebep olanlar şuan gayet mutlu bir hayat sürüyorlardı. Kendimi Berzah ile eşdeğer görürken ona içimden hak vermiştim. Bende aynı şekilde hissetmiştim lakin bu öfke Berzah da olduğu kadar derinlerime inmedi hiç, onca zaman kin ile yaşayabilecek biri değildim çünkü ben. Eğer Berzah hala kinini büyük bir hırsla besliyorsa bunun sebebi şimdiye kadar elinden tutacak kimsesinin olmamasıydı. İçinde biriktirdiği nefreti yok etmeye bir sebebi olmamıştı.

İçimde bir merhamet boy gösterdi ve oturduğum yerden kalkıp biraz önce Berzah’ın çıktığı bahçe kapısına yöneldim. Bahçeyi epey bir taradıktan sonra onu sonunda uzun ince çam ağaçlarının bir dizi oluşturduğu bahçe duvarının önünde gördüm. Elleri ceplerinde, bakışları gökyüzündeydi. Kaşları çatıktı, aklından geçen her ne ise onu rahatsız ediyor gibiydi. Gölgelendi çehresi. O gölgenin altında kuytulara gizlenmiş bir acı gördüm yüzünde, bu ifadeyi nerde olsa tanırdım. İçinde ki boşlukları acı ile dolduracak bir adamdı Berzah.

Kararsız bir adım attım. Üzgündü, üzgündüm. Ne hissettiğimi anlamasını istiyordum. Hala gözleri kapalıyken bundan cesaret alarak ona doğru yürüdüm. Varlığımdan habersiz gökyüzünün karanlığına dikmişti bakışlarını. Aklımda ona bir şeyler demek için kelimeleri kovalıyordum ama hiçbirini tutamıyordum. İçimde hiçbir teselli sözcüğü bulamıyordum onun için. Acısı derindi, derin bir acıya sükûttan başka hiçbir teselli yoktu. Berzah duruşunu bozmadan:

“Söyleyecek bir şeyin var mı?” Ruhsuzdu, her zamanki tanıdık tınısından yoksun.

“Ben...” dedim henüz karar veremediğim bir cümleye başlarken. Kuramadığım cümlemi Berzah duymuş olsa gerekti ki sert çehresi bana döndü birden. Safir bakışlarını üzerime kilitledi. Gözlerinde ki öfke kabarcıklarını görünce bir ürperti geçti bedenimden. Yüzünde ki gölge safirlerin arasına serpiştirilmiş siyah harelerin arasına yerleşmişti bu defa. Acının yanında gizli gizli baş göstermiş birkaç duygu daha gördüm. Onları fark etmemi bekliyor gibiydiler. Berzah anlaşılmak istiyordu ama konuştuğunda onda gördüğüm hislere tezat bir sesle karşılık verdi bana:

“Üzgün müsün?” kelimeler dilimin ucundan firar etti. Onu başımla onayladım. Safirleri bulandı: “Bana acıyor musun?” dedi bu defa sesi parçalara bölünmüşçesine.

“Hayır… Ben çok üzgünüm. Keşke sana teselli verecek bir cümlem olsaydı-”

“Amcan denen o şerefsiz babamın katili.” ses tonu bir adım geri çekilmeme neden oldu: “Hem de DİRİ DİRİ yakarak öldürdü onu.” Berzah’ın ses tonu gözlerimin dolmasına neden oldu.

“Ben-“

“ Yakmak ne demek? ... Ateşin nasıl bir şey olduğunu hissedebilir misin?” dedi söylediği cümleden yükselen acı feryatlar kulaklarıma doldu. Hızlı hareket ederek elini bileğine götürüp gömleğin kolunu dirseğine kadar sıyırdı ve kolunu çevirdi. Neredeyse mor ve kahverengi karşımı biraz buruşmuş deri yanığını gördüğümde gözümün ucunda bekleyen bir damla yaş süzüldü yanağımdan. Kendine zarar vermiş olamazdı değil mi?

“Bunu sen mi yaptın kendine?” beni duymuyordu.

”Bu küçücük yanığa dayanmam bir dakika bile sürmedi. Ben buna dayanamazken babam tüm vücudunda bunu hissederek can verdi. Nasıl acı çektiğini tahmin edebilir misin sen? Ben ediyorum. Ya da onun cesedini gördüğümde benim nasıl hissettiğim hakkında bir fikrin var mı?”

“Neden sen-”

“Neden?” dedi öfkeyle üzerime yürürken: “Bende sürekli bunu soruyorum kendime. Neden babam ölmek zorundaydı? Neden Halid, Emir’i aldığı halde durdurmadı Nadir’i? Neden yakmak zorundaydılar ki babamı? Neden? NEDEN?”

Berzah benden daha çok acı çekiyordu bunu gözlerinden süzülen acıdan hissedebiliyordum. Babam ve annem trafik kazasında ölmüşlerdi ecel onlara öyle gelmişti ama İbrahim Akad yanarak can vermişti ve ölüm şekli planlanmıştı. İşte Berzah’a acı veren de buydu. Bütün kelimeler onun hissettiği duygunun yanında hafif kalıyordu. Zihnim dalgalandı. Sessiz durmam onun yanında olduğumu gösterir miydi?

“… Ve sen üzgün olduğunu mu söylüyorsun?” diye devam etti Berzah, sesi soluktu ve sessiz, duymamı istemiyormuş gibi. Baştan ayağı acı ve hüzündü… Gözlerinin içinde alevlenen harelerinden, kirpiklerinin ucuna değin... Ona gerekli olan teselli değildi sadece yanında birilerinin olduğunu hissetmesiydi. Bende öyle yapmalıydım.

“Özür dilerim.”

“Dileme, asıl üzülmesi gereken sen değilsin.” dedi gözlerinde ki hüznün yerini yine o buzdan duvarlar örterken, ses tonu buz gibi soğudu birden: “zamanı geldiğinde herkes üzülmesi gerektiği kadar üzülecek.” son cümlesi tüyler ürpertecek kadar sakin. Aklında intikam senaryosu olduğu kesin ve her ne ise sonunda üzülen amcam olacaktı. Amcam yaptığı yanlışı düzeltecek, hesabını verecekti ve Berzah bunu bizzat yapacaktı. Yutkunarak konuştum:

“Aklında ne var?” Berzah’ın dudakları tehlikeli bir şekilde yukarı kıvrıldı.

“Zamanı geldiğinde göreceksin.”

“Ne demek bu? Ne yapacaksın?” yine o gülüş. Korkuyla gözlerinin içine baktım:

“Yanına kalacağını mı düşündün?”

“Sen mi yapacaksın bunu? … Söylensene.”

“Evet.”

“Ne sanıyorsun Berzah? Ondan intikam alınca bitecek mi her şey? İyi hissedecek misin? Babanı geri getirecek mi bu intikam?”

“Getirmeyecek. Ama artık tek acı çeken ben olmayacağım. O Nadir denen it hikâyenin sonunu görecek."

“Senin hazırlayacağın son adalet mi olacak sence? Bu kimin neyin adaleti? İradeni kullan nefsinin beslediği intikam arzuları içinde kıvranıyorsun. Allah’ın adaleti kâfi değil midir, er ya da geç. Bunu sen yapmak zorunda mısın?” bakışları değişti:

“Sence amcana da biri bunu sormuş mudur? ‘yapmak zorunda mısın?’ diye.”

“Onun yaptığını sen neden yapıyorsun?“ aklıma gelen şey ile ağzım açık kaldı: “Sende onu baban gibi-“ Cümlenin devamını getiremedim. Babasının çektiği acıyı amcam da çeksin istiyordu. Aynı ölüm şekli ile. Hayır, beni korkutmaktı amacı yoksa Berzah o kadar merhametsiz biri değildi, olamazdı: “Bunu yapamazsın.”

Sesimde ki kırıklık gözle görülürdü, bir damla yaş daha süzüldü yanağımdan. Söylediğim şey Berzah’ı daha da sinirlendirmiş olacak ki alnında ki bir damar seğirdi. Arkasını dönüp yürümeye başladı bende hızlı adımlarla yaklaşıp önüne geçtim. Tam karşısında durdum, yüzüne baktım ama o gözlerini benden kaçırdı:

“Bunu yapamazsın Berzah? İlla intikam alacağım diyorsan yasal yolları kullanabilirsin ama bir insanı diri diri yakmak vicdan-“ birden sustum yanlış bir şey söylediğimin farkına o cümle dilimin ucunda iken vardım. Aynı saniye de Berzah kolumu hızlıca kavrayıp bana doğru eğildi. Acıdan kıvranan kolumu çekmeye çalışmadım onun acısına parmak basmıştım hem de merhametsizce olduğunu düşündüğüm şeyi kendim yaparak.

“Şuan istediğim en son şey seni dahi ölüme göndermiş o adama acıman.”

Acısı şuan öfke faslındaydı bunu sımsıkı tuttuğu parmak uçlarının altındaki morardığını tahmin ettiğim kolumu sıkmasından anlıyordum. Söylediğinde haklıydı belki de ama benim burada takındığım hal amcama acımak değildi. Benim derdim Berzah’ın vicdanı ve ruhuydu. İçinde ki kin havuzunda boğulmasını istemiyordum. Beni asla dinlemeyeceğini onu vazgeçiremeyeceğimi biliyordum ama sessiz kalamazdım.

Birden kolumu bırakıp benden uzaklaştı. Ben ise orada birkaç dakika daha kaldım. Gözümden bir iki damla daha yaş daha düşerken, Berzah’ı hazmetmeye çalışıyordum, yüreğime biriken yeni meseleler oluşmuştu yine. “Ya Baki, Entel Baki.” diyerek iç çektim ve Berzah için dua etmeye başladım Allah’tan başka kimse yardım edemezdi artık ona.

. . .

542, 543, 544, 545, 546… adımlarımı saymayı bırakıp kısa bir nefes aldım. Kolumda ki açık kahve kordonlu ince saat 18:18’i gösteriyordu yaklaşık bir saat olmuştu ofisten çıkalı. En azından aklımdakilerden biraz olsun uzaklaşırım umuduyla yürümek istemiştim ama hiçbir faydası olmuyordu. Dönüp dolaşıp tıpkı yürüdüğüm bu yol gibi düşüncelerimde de aynı yere geliyordum ve geldiğim yerde düğümleniyor, işin içinden çıkamıyordum. Berzah’ı son gördüğüm günün üzerinden beş gün daha geçti. Son konuşmamızdan sonra Elçin ve ben sessizce eve dönmüştük. Kaç defa aradıysam da Berzah hiçbir aramama cevap vermemişti. Attığım onca mesaj ise boşunaydı. Onu biraz yalnız bırakmam gerekiyordu biliyordum ama onun aklındaki her biri bir ton acı ve meselelerle yalnız bırakmak canımı sıkıyordu. İpler kopmuştu çoktan Berzah’ın aklında ve ne yapacağını, ne zaman yapacağını kestiremezdim. Bu yüzden onunla bir kez daha konuşma yolunu denemeye kararlıydım.

Ofisi bırakıp eve geldiğimde kapıda Kerim ile karşılaştık onu görmeyeli de birkaç gün olmuştu. İş ve ev arasında olan bağlantı onun içinde geçerliydi ve aynı evin içinde birbirimizden habersizdik. Kerim’in bayağı şık olduğunu görünce hayrola der gibi baktım. O ise beni görmezden geldi. Yüzü bir garipti, acelesi var gibiydi elinde ki telefonla birini arıyordu ama cevap alamıyordu. Gergindi hatta sinirli... Bana dönüp baştan savma:

“Akşama misafir var.” dedi ve hızla kapıdan çıkıp gitti.

Hiçbir şey anlamadan arkasından baktım. Eve girdiğimde etrafta ki kargaşadan gelecek olan kişilerin önemli olduklarını anlamıştım. Herkes aceleyle bir yerlere koşuşturuyordu. Birini durdurup bir şey sormak istedim ama fırsatını yakalayamadım. Merdivenlerde Zehra hanımı bana doğru gelirken görünce bende gerildim çünkü sevgili yengemin yüzünün bembeyaz kesilmesi hiç de hayra alamet değildi. Tam önümde durdu, onu çok yorgun ve halsiz gördüm. İlk defa bana olan bakışlarında çaresizlik vardı, gözleri ağlamaklıydı. İçime bir sıkıntı girdi her ne kadar aramız iyi olmasa da onu böyle görmek beni üzmüştü. Bir şey demek istedim ama o izin vermedi:

“Hemen üzerine şık bir şeyler giy, Şükran hanımlar kız istemeye gelecekler.” dedi.

İlk duymanın şaşkınlığı ile olsa gerek bir süre öylece kaldım. Demek sonunda Derya da Berzah da evet demişti. Yengemi başımla onaylayıp hemen merdivenleri çıktım. Gardırobu açtım, önüme ilk gelen elbiseyi giyip şalımı düzelttim. Karanlık çökerken evin önünde birkaç araba seslerinin duyulması ile misafirlerimiz geldi. Pencereden onları izliyordum. Amcam ve Zehra Hanım onları karşılarken Kerim de Derya da ortalıkta yoktu. Buna bir anlam veremedim perdeyi kapatıp doğruca Derya’nın odasına gittim. Bugün onun günüydü ve yanında olmalıydım. Kapıyı tıklatıp kolunu indirdiğim anda arkadan Zehra Hanımın sesini duydum.

“Hare,” dedi telaşla ses tonu da aynı yüzü gibiydi: “Misafirler geldi onları yalnız bırakma, hadi.”

Bir yandan da beni merdivenlere doğru sürükledi, hiçbir şey anlamadan dediğini yapıp aşağıya indim. Salonda sakin ve sessizlik insanı ürkütecek kıvamdaydı. Normalde sürekli iş konuşan amcam ve Berzah da dahi ses yoktu. Bir şeyler döndüğü kesindi ve yine benim haberim yoktu. Yüzümde ki zora ki gülümsemeyle Şükran teyzeyi yanaklarından öpüp ”Hoş geldiniz” dedim. Berzah’a baktığımda onu süzmemek için kendimi zor tuttum. O ise direk gözlerini üzerimde gezdirdi ve hiçbir tepki vermeden önüne döndü. Talha’ya ve yanında ki uzun sarı saçları olan kıza baktım güzelliği insanı gülümsetiyordu, gözlerini bana çevirip içten gülümsedi. “Hoş geldin.” diyerek onu da yanaklarından öperken Talha bizi tanıştırdı:

“Kız kardeşim, Leyla.” annemin adını duyunca istemsizce bir:

“Maşallah.” çıktı ağzımdan: “Ne güzel bir isim.”

“Teşekkür ederim.” dedi Leyla gülümseyerek. Onun karşısına Şükran teyzenin olduğu koltuğa oturup beklemeye başladım. Kimseden çıt çıkmıyordu, ortam hem gergin hem de sessizdi. Bakışlarım misafirler arasında gidip geliyordu ama kimseden bir şey anladığım yoktu.

Berzah’ın telefon melodisi sessizliği yırtarken o hemen ayağa kalktı ve bahçeye çıkan kapıya yöneldi. Şükran teyzeyle göz göze geldik ve bana sıcacık gülümsedi, bende ona karşılık verdiğimde gözleri bu defa biraz önce Berzah’ın çıktığı kapıya takıldı. Gülümsemesi kayboldu önce, ardından yüzü hüzünle kaplandı. Onun bu hali bir şeylerin döndüğünün garantisiydi benim için. Ayağa kalkıp hemen mutfağa gittim. Arka kapıdan bahçeye çıktım. Biraz ilerde Berzah telefon ile konuşuyordu. Kendisine yaklaştığımı görünce kısa kesip telefonu kapattı.

“Neler oluyor?” diye sordum bir solukta. Gülümsedi, gözlerinde nadiren oluşan o beyaz kıvılcımlardan biri vardı.

“Hiçbir şey. Yanılmıyorsam kız istemeye geldik.”

“Berzah-“

“Hare, hatırlıyor musun daha önce bana iki kez borçlandığını söylemiştim ve borçlu kalınmasını sevmediğimi.”

“Hatırlıyorum.” Ona bakmayı sürdürdüm. Berzah’ın dudağı daha da yukarı kıvrıldı ve bana doğru bir adım atıp kulağıma doğru eğildi. Sanki bir sır veriyormuşçasına fısıltı ile:

“İşte şimdi birini ödeme zamanı.” dedi.

Tam yeter artık anlamıyorum diye narayı basacaktım ki Berzah beni beklemeden içeri doğru yöneldi ve tekrar salona geçti. Orada biraz dikildikten sonra bende onun ardı sıra salona geçtim. İçeri girdiğimde Zehra Hanım ve Kerim de nihayet gelmişlerdi. Kerim’in öfkeden kabardığı çatılan kaşlarından ve gerilen yüzünden anlaşılıyordu. Salondakilere bir göz gezdirdiğimde Berzah, Şükran teyzeye bakıp başıyla onay verdi. Şükran teyze de Berzah’tan çektiği bakışlarını önce bana dikti. Yüzü anlamsız ve endişeliydi. Sonra derin bir nefes aldı ve amcama döndü:

“Allah’ın emri Peygamberin kavliyle, Hare’yi oğlum Berzah’a istiyorum.”


***


Loading...
0%