@cigdemgah
|
Vücudumda ki tüm kan sadece yüzüme çekilip göğüs kafesimin altında ki kalbim kanatlanıp uçacakmış, yerinden çıkacakmış gibi hissettiğim ve artık aklımda ki tüm soruların kafatasımda dönmeye başladığı o anda ayaklarımda ki derman da kesildi. Beni ayakta tutan her ne iseydi birden yok olmuş gibiydi. Şok ile bir dermansızlıktan sonra gözlerim tamamıyla kapanmadan önce Berzah’a takılan bakışlarım onun bana beklentiyle ve endişeyle bakarken buldu. Bana doğru birden ayaklanıp atıldığı anda çoktan kendimden geçmiştim. Bir çift el bedenimi havalandırdığında tanıdıklık hissi kalbimi yokladı duvarlara çarpıp bir kimlik bulamazken burnuma dolan koku, kimin olduğunu anlatmaya yeterdi. Bir kez daha mı Berzah’ın beni taşımasına izin veriyordum ve bu tekrardan ona borçlandığım anlamına mı geliyordu? Sorular zihnime süzülüp bilincimi yitirirken kendimi bir uykunun kollarına bıraktım. Epey bir zaman sonra yavaş yavaş kendime gelirken gözlerimi bir süre daha açmadım. Boynumun köküne saplanmış bir ağrı uzandığım yerin hiç de rahat olmadığındandı. Parmak uçlarım deriyle temas ettiğinde sonunda tamamen kendimdeydim ve yalnız değildim. Başucumda yavaş adımlarla volta atanın kim olduğunu çok merak etsem de yine de gözlerimi açmadım. Ayak sesleri benden uzaklaşıp üç adım attı ve durdu. O anda kapının tıklatılıp açılmasıyla dışarıda ki hava içeri süzüldü ve yüzümü okşadı. “Kendine geldi mi?” diyen Berzah’ın otoriter sesi benim gibi baygın olan tüm kelebeklerimi şaha kaldırdı. “Daha değil sanırım.” dedi amcam. Kısa bir sessizlik oldu aralarında. Ardından amcam tekrar konuştu: “Ali, olmaz. Hare’nin de verdiği tepkiyi gördün nutku tutuldu neredeyse. Çok fazla etkileniyor her şeyden, ona zarar gelmesine izin veremem.” Amcamın böyle acıklı konuşması beni az daha duygulandıracaktı. Bana acıyor ve cidden zarar görmememi mi istiyordu? Keşke buna inanabilseydim. Şuan ondan çok, beni korumak istediği adamın yanında daha güvenli hissettiğimi bilseydi ne düşünürdü acaba? Berzah’ın sakin duruşu gözlerimin önüne geldi ifadesiz bir tonda konuştu: “Ona zarar verebileceğimi düşünmeyin sakın. Bugün buraya gelme gayemizi tüm şehir duydu. Tebrik için sabahtan bu yana kaç telefon aldığımdan haberiniz var mı ya da yeni açılacak fabrikamıza daha teklif bile sunmadan anlaşmak için kaç şirketin haber yolladığından? Her açıdan önemli bu hayırlı iş, Nadir Bey. Bugün buradan elimiz boş dönemeyiz. Bunu sizde en az benim kadar iyi biliyorsunuz. Eğer söz takmadan dönersek sizin de onurunuz lekelenir. Derya yok ama Hare burada değil mi? Bunu bir iş anlaşması gibi düşünün eğer Hare istemezse fabrikanın açılışından sonra ayrılabiliriz. Bunun benim için tek önemli yanı işimde ki kazanç.” İçimde bastırmak için uğraştığım yanım tamamen kırılıp tuzla buz oldu. Bunları biliyordum ama duymak daha kötü hissettirdi. Berzah beni kullanmak istiyordu ve elbette ki çıkarları söz konusu olan amcamın buna izin vereceği ise aşikârdı. Yine de son kozunu kullandı: “Hare ikna olur mu, bilemiyorum. Çok duygusal bir çocuk bu evliliği gerçek sanabilir.” “Ben ikna ederim. Gerekirse gerçek de sanabilir üç ay sonra her şey bitecek nasıl olsa.” “Peki, ya konuştuğumuz diğer mesele?” “Kesinlikle halloldu.” “Pekâlâ, anlaştık.” kapı tekrar tıklatılıp açıldı: “Efendim, Derya Hanım adına İstanbul’dan Londra’ya bilet ayrıldığını öğrendik. Ne yapmamızı istersiniz?” “Benim bu saatten sonra Derya adında bir kızım yok. Git Kerim ile konuş. Önce onu bulun sonra da yanında ki iti. İkisinin de icabına bakın.” Derya evi terk etmişti. Zihnim de kaçarım dediği an yerinden kalkıp kendini hatırlattı. Ben cesaret edemez demiştim ama yapmıştı. Tüm o gülücükler, mutluluklar Berzah için değildi demek hepsi aklında ki plan içindi. Bunu öğrenmem ile kanım dondu. Etrafımda ki sessizlik yerini içimin dehşetine bıraktı. Kalkıp amcama haykırmamak için kendimi zor tutuyordum. Derya için kendi öz kızı için ölüm emri veriyordu. Buna diyeceğim tek şey canilikti. Berzah’ın haklı olduğunu böylece kanıtlaması canımı yakmıştı. Ayak sesleri duyulunca çıktıklarını anladım. Ayaklanmak için direndim ama yapamadım. Yeni bir şok vücudumu ele geçirmişti. Gözlerimi açamıyor, kımıldayamıyordum, uzuvlarım buz kesmişti. Seslenmek istedim ama yapamadım. “Hare, gözlerini aç.” diyen Berzah’ın sesi ulaştı kulaklarıma. Gözkapaklarımın üstüne bir şey kapaklanmışçasına kalkmıyordu. Ardından bir üşüme yayıldı vücuduma ve titremeye başladım. Deri koltukta bir kımıldama oldu. Berzah’ın ayakucuma oturduğunu bana doğru eğilmesinden anladım. “Hare!” Sesi bu defa endişeliydi. Alnıma dokundu ardından yanağıma. Berzah geri çekildi ardından bir kilit açma sesi ve tuş sesi duyuldu telefonla birilerini arıyordu. Birkaç dakika sonra karşı taraf telefonu açtı: “Emir… Geç onu şimdi Hare iyi değil… Bilmiyorum önce bayıldı, biraz önce kendine geldi ama şimdi yüzü kireç gibi ve ateşi var ayrıca elleri titriyor… Bilmiyorum… Hayır… Yok… Olmayacak böyle, getiriyorum şimdi…” Berzah aceleyle beni olduğum yerden kucaklayıp kaldırdı. Koridordan geçerken amcam ve Zehra Hanıma anımsayamadığım bir şeyler söyledi. Tekrardan bilincimi yitirmeden önce hatırladığım tek şey fısıltılar halinde okunan bir dua ve başımı okşayan bir çift eldi, sanırım bu da Şükran teyzeydi. . . . Yüzüme vuran sabah güneşiyle gözlerimi açtım ama hemen güneş ışığı yüzünden gözlerimi tekrar kapattım. Uykumu almış tüm yorgunluğumu üzerimden atmıştım. Kendimi kuş kadar hafif hissediyordum, aklım bomboştu. Ama çok sürmeden zihnime dolan düşünceler boş olan odalara yerleşti ta ki bayıldığım dahası neden bayıldığım hakkında ki tüm sorular, ayrıntılar, gerçekler, yaşanan tüm olaylar beni artık tamamıyla doldurunca gözlerimi birden açtım ve yatakta doğruldum. Bana yabancı olan odada gözlerimi dolaştırdım. Düşünecek o kadar çok mesele varken böyle yan gelip yatamazdım. Ayaklanıp şalımı almaya gittiğimde çekmecenin üzerinde duran erkek saatine baktım. Bana yabancı gelmeyen bu eşyaların arasında ki tanıdık şişeye bakışlarım giderken aklım da iki yıl önce ki babamın doğum gününe gitti. O gün annemle birbirimizden habersiz babam için aynı parfümü hediye almıştık. Ne zaman bu koku burnuma gelse sanki babam etrafımdaymış hissine kapılıyordum ve bu bana güven veriyor, onu hatırlatıyordu. Aynı zaman da Berzah’ı da... Buna hassasiyetim en çok da bu yüzdendi. Adının aklımdan geçmesi ile etrafıma tekrar bakındım. Berzah'ın odası… Onun saati ve onun parfümü… Uyurken içime dolan o koku da Berzah'ın mıydı? Ondan mı deliksiz huzurlu bir uyku uyuyabilmiştim? Bir Bismillah ve ardından da istiğfar çekip beni bir araç olarak gören o adamı aklımdan uzaklaştırdım. Şuan kalben düşünmek istemiyordum Berzah'ı. Bir çırpıda şalımı takıp odadan çıktım. Koridoru geçerken salonun önünde durdum içeriden gelen sesleri işittim. Emir ve Berzah’tı konuşanlar. Emir’in sesi geldi yeniden: "… Bunu sonra düşünürüz biraz dinlen, bütün gece kızı bekledin… Hare için cidden üzüldüm." beklediği kız ben olamazdım değil mi? Berzah yorgun sesi ile cevap verdi: "Böyle olacağını tahmin etmeliydim, fazla hassas biri." "Abi sende neden kızın uyandığını bildiğin halde Nadir'i konuşturuyorsun ki? Üzerine gitmemeliydin başka şekillerde de öğrenebilirdi o adamın nasıl biri olduğunu. Hare hala masallarda yaşıyor gibi gerçekler kıza şok geçirtiyor görmüyor musun?" "Gördüm Emir. Tamam, yeter bu kadar. Bilsin istedim sadece. O gözünde ki pembe gözlükleri çıkarsın, bir inansın bana istedim." sinirlenmişti sesindeki öfke içeriden bana kadar ulaşmıştı. Ona zaten inanıyordum. Elbette ki pembe gözlüklerim yoktu. Sadece gerçekleri bir umut yanılsama olarak görmek, öyle olmadığını farz etmek istiyordum. Eğer öyle olmazsa etrafımda iyi adına hiçbir şey kalmayacaktı çünkü. Berzah işte bunu anlamıyordu. "Sana inanması neden senin için bu kadar önemli, anlatsana bana bir." Emir'in sorduğu soru Berzah'ı susturmuştu ve ben cevabı duymak istemiyordum çünkü beni üzebilirdi. Benim için endişelenmiş olduğunu düşünmek şimdilik bana yeterdi. Derin bir nefes alıp boğazımı temizledim ve salona girdim. Berzah beni görünce oturduğu yerden hemen kalktı, bir şey diyecek gibi oldu ama sonra vazgeçti. Yüzüme dikkatli bir şekilde bakarken, safir gözlerinde ki endişe az da olsa duruldu. Emir: "Korkuttun bizi." dedi. "Evet, özür dilerim. Her şey üst üste geldi…" "Dün sizin ev sirke döndü tabi. Yoğun bir duygusal karmaşa ve yüklenme sonucu vücut böyle tepkiler verebilir. Gece de üzerine bir şok geçirdin, Berzah da seni buraya getirdi ama korkulacak bir şey yok, değerlerin normal. Doktorun olarak söylüyorum gayet iyisin. Ha, bu arada hayırlı olsun tabi." sonunda ki hayırlı olsun lafını imalı bir şekilde bakıp bıyık altından gülerek söylemişti. Berzah ona gözleriyle oklar fırlatırken Emir bunu umursamadı. Berzah'a döndüm: "Biraz konuşabilir miyiz?" dün gecenin uykusuzluğu ile yorgunluğu en mat tonuna bürümüştü safirlerini. Bir şey söylemeden Emir'e döndü. Emir ise mesajı aldı ve ayağa kalktı: "Ben bir mutfağa bakayım. Sonra görüşürüz Hare." Emir gittikten sonra aramızda ki tuhaf sessizliği bir kenara bıraktım ve koltuğa oturdum. "Dün gece hakkında biraz konuşmak istedim... Cidden borç adı altında benimle evlenmek mi istiyorsun? Neden?" "Bir nedeni yok. Aslında sonradan bana teşekkür edeceğin bir durum oluşturdum." dedi tekdüze bir sesle kafamı kaldırıp tekrar ona baktım. "Anlamadım." "Ha sen ha Derya benim için fark etmiyor. Nasıl olsa kâğıt üstü bir evlilik ve sonrasında bitecek. Madem Derya yok sen varsın." “Bunu nasılda böyle duygusuzca söyleyebilirsin.” “Duygusal söylersem kabul mü edeceksin?” dişlerimi sıktım ona kızmayacaktım. Bütün gece benim için endişelenmiş uyanmamı beklemişti bu yüzden sakin kalabilirdim. "Derya'ya ne oldu?" "Evi terk etmiş. Biraz geç kaldı gerçi, ona lise de akıl verdiğim de çoktan gitmeliydi." "Bunu nasıl yapar?" diye kendi kendime söylendim. Amcamın onu yaşatmayacağını bildiği halde hem de. Aklında ne vardı, neye güvendi de bu kararı aldı bilmiyordum. Bildiğim tek şey bundan sonra ne yaparsam yapayım amcamı asla vazgeçiremezdim kararından. Bu ihtimali geriye ittim böylece önümde tek bir seçenek kalıyordu; Derya'yı amcamdan önce bulmalıydım. Aklımda ihtimalleri sıraladım. Selen arayabilirdim, Murat’a danışabilirdim ya da karşımda oturan bu adamdan yardım isteyebilirdim. Bir süre bu durumu tarttım zihnimde. Üçü arasında Berzah’ın baskın gelmesi beni biraz şaşırttı. Diğer iki seçeneğe göre daha hızlı sonuç verebilmesiydi belki de. Şansımı denemek için Berzah'a tekrar döndüğümde hala bana baktığını gördüm. "Berzah, eğer amcam Derya'yı bulursa ne olacağını biliyorsun değil mi?" sorum üzerine Berzah gözlerini kısıp düşünüyormuş gibi yaptı: "Muhtemelen ölür." Ne olursa olsun söyleyeceğim şeyin arkasında kalacağımı ve pişman olmayacağımı bilerek Berzah'ın gözlerinin içine baktım: "Bul onu." "Ne?" Berzah saliselik bir anda şaşırır gibi oldu ama hemen eski haline döndü. "Amcamdan önce Derya'yı bul, lütfen." "Benden ne istediğinin farkında mısın?" "Evet, eğer amcam Derya’yı bulursa asla yaşatmaz. Ama ondan önce ben bulursam kötü şeyler olmaması için en azından bir şeyler yapabilirim." Berzah kararlı göründüğümün farkındaydı. Boğazını temizledi ardından öne doğru eğilip bana baktı, tek kaşı havada konuştu: "Bunu neden yapayım?" "Sadece bir iyilik..." “Sadece…” İyilik kavramının Berzah da hiçbir etkisi olmadığını gördüğümde derin bir nefes aldım ve Murat’ın o gün çay bahçesinde söylediği ‘Berzah Akad asla kimseye kolay kolay iyilik yapmaz’ sözüne şimdi bir kanıt getirip bu fikrimden vazgeçtim: "Bunu söylemem bile saçmalıktı zaten. Neyse unut söylediklerimi, ben Murat ile hallederim." cevap vermesini bile beklemeden ayağa kalktım. Gitmeye niyetliydim ama Berzah’ın sesi beni durdurdu: "Derya'nın yerini bulmak on beş dakikamı alır, onu Nadir'den saklamak ise bir saatimi. Yani sen Murat'ı arayıp, olayı anlatana ve onun anlayacağı süreye kadar Nadir çoktan Derya'yı bulur. Hatta şuan yolda bile olabilirler.” Berzah’a döndüm usulca. Oturduğu yerden usulca kalktı ve karşıma geçti: “Peki, Derya'yı bulurum ama bunun bir karşılığı olur. Ne de olsa sayın kayınpederimin işine taş koyup canımı ortaya koyacağım." Önce ona inanamayarak baktım ama haklıydı. Berzah'a bir kez daha borçlanma karşılığında Derya'nın hayatı kurtulacaktı. İlk kararım onu reddetmekti ama uzun sürmedi bu kararlığım. Karşılıklı yapacağı bu iyilik ile Derya’nın hayatı kurtulacaktı ve bu benim için yeterli bir sebepti. "Tamam." "Söz veriyor musun?" kaşlarımı çatıp ona baktım. "Söze ne gerek var, zaten yerine getirmiyor muyum? Dün seninle evlenmemi istemedin mi? O da borç değil miydi?" “Peki, bana yeniden borçlandın.” Berzah sehpada duran telefonuna uzandı ve hemen birinin numarasını tuşlayıp telefonu kulağına götürdü: "Derya'yı bulun, hemen." telefonu tekrar cebine koyarken bana hoşnut bir şekilde bakıyordu. Ardından anlamadığım bir noktayı ona sordum: “Madem Derya’nın yerini bulmak bu kadar kolaydı neden şimdiye kadar yapmadın?” “Kız benimle evlenmemek evden kaçtı. Peşine düşmek bana yakışmaz ama eğer onun yerinde sen olsaydın... Ne yapar eder bulurdum.” “Neden beni bulurdun?” “Çünkü aranızda fark var, o başka birine âşık ama sen değilsin.” “Nereden biliyorsun?” Berzah’ın yüzü soldu. Bu cevabımdan hoşlanmadığına emindim. Kendisini hesaba katmazsa birine âşık olmadığımdan emindi lakin yine de bu cümleme bozulmuş. Bunun için memnun oldum. Beni kâğıt üstünde bir piyon olarak gören adamın bu kadar rahat olmaması gerekti. “Bir şey bulursan haber verirsin.” dedim daha fazla yanında oyalanmayarak gitmek için niyetlendim, kapıdan çıkmak üzereydim tekrar ardımdan sesi duyuldu: "Bir aya kalmaz benim karım olacaksın…” ona dönmedim ama sözünü bitirmesini bekledim: “bir daha ben varken o Murat'tan yardım isteme. Seni bu konuda bir daha uyarmam." Berzah’ın, Murat’tan sırf kıskandığı için neden bu kadar nefret etmesine bir anlam veremiyordum. Ona sormayı aklımdan geçirdim ama o kadar çok mesele vardı ki hayatımızda Murat şuan için Berzah ile aramızda ki en basit konuydu. Kapının önünde ayaklarım durdu. Çiftliğe tekrar gitmek istemiyordum çünkü Berzah dakikalar içinde Derya'yı bulacağını söylemişti. Zaten son zamanlarda ne zaman çiftliğe gitsem yine bir şekilde kendimi bu evde buluyordum. Derya’dan bir haber alana kadar burada kalmaya karar verdim ve geri dönüp mutfağa yöneldim bu defa. Şükran teyze beni gördüğünde elindeki yün örgüyü bir kenara bıraktı: “Çok şükür kendine gelmişsin, nasılsın şimdi?” “İyiyim Elhamdülillah.” “Gel kuzum açsındır, Nurten hemen sana bir şeyler hazırlasın.” Orta yaşlarda ki bir kadın olan Nurten abla birkaç dakika sonra bana atıştırmalık bir şeyler hazırladı ve Şükran teyze ile ikimize birer çay doldurdu. Nurten abla mutfaktan çıktıktan sonra ikimiz baş başa kaldık. “Biraz yüzünün rengi yerine geldi.” dedi Şükran teyze: “Sanırım biraz boşladım kendimi. Bir de dün olanlar da malum. Öyle pat diye öğrenince her şeyi. Ne oldu anlamadım.” yüzümün kızarmasını görmemesi için başımı eğdim. “Berzah bize de son gün söyledi. Aslına bakarsan kızım Derya ile değil de seninle izdivaç kararı almasına daha çok sevindim. Ha sakın ola sanma ki Derya‘yı üzeceğine seni üzsün daha iyidir. Asla böyle bir şey düşünmem. Sadece hissediyorum ki sen Berzah’a iyi geliyorsun. Hamdolsun Allah seni çıkardı onun karşısına. Berzah doğru bir yolda değil senin de gördüğün gibi ve nasıl kararlı biri olduğunu belki sende anlamışsındır. İbrahim Bey, Allah rahmet eylesin, onun bu halini görseydi nasıl üzülürdü, bilemezsin. Zannetme ki Berzah’ın doğru bir şey yaptığını savunuyoruz. Ne yapsam ne söylesem kâr etmiyor. Ne kadar ona bu hırsından, kininden, intikamından vazgeç dediysek o kadar uzaklaştırdı bizi kendinden; Emir’i, beni, Talha’yı, Zeyd’i… baktık olmuyor hiçbirimizi dinlemiyor bizi kendinden uzaklaştırmasına göz yumamadık. Bilmediğimiz bir şekilde öfkesini yaşamasındansa gözümüzün önünde olsun dedik.” “Birini dinleyecek birine benzemiyor. Ama bir şeyler yapmalıyız Şükran teyze. Bu işin sonunda zarar gören kendisi olacak. Nasıl olurda amcamı öldürdükten sonra içinin soğuyacağını düşünebilir?” “Soğumaz. Berzah yarasını sarmayı değil dağlamayı seçen adamlardan. Bu da hep en zoru oldu ya zaten.” “Diyelim ki dediğini yaptı. Berzah amcam kadar rahat bir vicdanla yaşayabilecek mi daha sonrasında?” “Kuşa, karıncaya merhamet eder… Nasıl insana vicdanını sustursun. Lakin bunu havsalası almıyor, ne gözü görüyor kininden ne kulağı duyuyor. Yakacak kendini…” Sesi çatlamıştı kadının konuşurken, az sonra dolan gözlerini şalının ucu ile kuruladı. Onunla aynı duyguları paylaşmak bir yanımı rahatlattı. Demek benim gördüğüm safir alevi diğerleri de görüyordu ve benim kalbimin ısındığı bu adamı herkes aynı şekilde seviyordu. Anladım ki Berzah ile bağı olan herkesin derdi birdi. Derin bir nefes aldı: “Allah’a hep bu deli oğlanı yola getirmesi için dua ediyordum. Elhamdülillah seni çıkardı karşımıza. Ne nasıl olur bilemem kızım. Bildiğim bir şey varsa Allah yaşattırdığı her şeyi bir sebepler dairesinden geçirir. Eğer ki seni bizle karşılaştırdıysa bununda bir sebebi vardır. Bizim bu sebebe ihtiyacımız var.” camdan bahçeye bakan Şükran teyzeye döndüm ve korkularımın gittiği yeri işaret ederek ona sordum: “Peki ya bundan sonrası Şükran teyze?” “Evveli de ahiri de batını da yalnızca Allah bilir. Biz sadece anı yaşarız kızım. Yarın ya da bir saat sonra kim bilebilir neler olacağını, yalnızca akan zamana ayak uydurabiliriz. Yaşayıp göreceğiz bakalım bundan sonra neler çıkacak karşımıza. Duadan başka sana verebileceğim bir cevabım yok ne yazık ki.” Şükran teyzenin dediği gibi duadan başka bir şey gelmezdi elimizden ve değil miydi ki kaderi belki dua değiştirebilirdi. İkimizde kahvelerimizi yudumlarken yine sessizleşmiştik. Belki Şükran teyzede benim gibi olacakları bir yapbozda birleştiriyordu, tekrar tekrar bozuyor sonra parçaları değiştirip yeniden kuruyordu. Düşünmek için çok şey vardı ve neler olacağına dair birçok tahmin… Şükran teyzeden namaz için izin isteyip odaya yöneldim. Berzah’ın odasında açmıştım gözlerimi. Şimdi ise aynı odaya, kime ait olduğunu bildikten sonra rahatlıkla giremeyecektim. Bu yüzden odanın ahşap kapısına geldiğimde elim kulpunda kaldı, tereddüt ettim. Geri dönecektim ama namaz vakti geçmek üzereydi bu yüzden gerginliğimi bir kenara attım ve kapıyı açtım. Kapıyı kapatıp banyoya gidecektim ama gözlerim yatağa takıldı. Benim çıkarken öylece bıraktığım yatak örtüsü değiştirilmiş ve düzeltilmişti ama ondan daha önemlisi gözlerim üzerinde boylu boyunca uzanan Berzah da kaldı. Üzerini değiştirmemişti hala, ceketini yatağın sol tarafına gelişigüzel atmış. İki yastığı başının altına almış, kollarını göğsünde kavuşturmuş. Kayıtsız bir şekilde gözlerini yummuş, ayakkabılarını dahi çıkarmamış. Niyeti uyumak değil belli ki, dinleneyim derken uykuya dalmış zannımca. Berzah’ı ilk kez o buzdan maskesini çıkarmış, tüm gardını indirmiş görüyordum. Demek Berzah Akad savunmasız bir halde iken böyle görünüyordu. Bakmaya kıyamadığım safir gözlerine örtü olan göz kapakları… Onlara birer nakış olarak işlenmiş gür kirpikleri… Yüzünün soluk hali… İçimin her yerinde birer tebessüm, tüm kelebeklerim arkamda tek sıra, hepsi bu eşsiz anı izliyor. “Estağfurullah!” diyerek bakışlarımı çektim. Neyse ki aklımın hala çalışan küçük bir bölümü odaya namaz kılmak için geldiğimi hatırladı. Burada kılamayacağımı da anladıktan sonra geri döndüm. Kapıdan çıkacaktım ki Berzah’a tekrar baktım. Pencere açıktı ve hava serindi. Uyuyanın üzerine karlar yağarmış içim elvermedi, en azından üzerine bir şey örteyim niyeti ile tekrar odaya girdim. Ahşap dolabın üst kapaklarını açtığımda ilk çıkan ince battaniyeyi elime aldım. Yavaş adımlarla Berzah’ın olduğu tarafa gidip battaniyeyi açtım. Örtüyü üzerine örtmeye çalışırken Berzah pozisyonunu değiştirdi. Yataktan sarkan kolu bana değmemesi için bir adım geri çekildiğim anda Berzah gözlerini açtı, aynı zamanlamada da elbisemin eteğine bastım, tam geriye doğru düşecekken Berzah beni kolumdan yakaladı ve kendine doğru çekti. Gerisi rezillik. Daha ne kadar utanabilirdim bu adama karşı bilmiyorum. Yerin dibine nasıl giriliyor diye sorarsanız size anlatabilirim. Diyecek kelime de yapacak bir açıklama da bulamıyorum. Biraz önce adamın kaşına, kirpiğine, kıyamadığım o bana namahrem olan simasına bakarken ne düşünüyordum öyle. Keşke bir rüya olsa diye bin bir dua ettiğim ve az önce ki durumun bir yanılsama olmasını umduğum an sımsıkı kapattığım gözlerimi açtım. İlk gördüğüm şey Berzah’ın gömleğinin yakasıydı. Sol eli, sağ kolumu sıkıca kavramış düşmemem için hızlıca kendine çektiğinde o da neyin ne olduğunu anlayamadığı için olayı kavrama çabaları içinde ve donmuş durumda. Derhal Berzah’ın üstünden kalktım. Yüzüne bakamadığım için elbisemin eteğini düzeltmek ile uğraştım. Benim aksime Berzah, durum hoşuna gitmiş gözlerinin içiyle gülümsüyor, eğlenmiş gibi. Ben ise kırmızının bin bir rengine bürünmüştüm. Berzah gülmemek için kendini zorlarken yerinden doğruldu ve genzini temizledi. “Daha dün seni ailenden istedim, sence de biraz hızlı gitmiyor muyuz?” Bütün oklarını üzerime döndürmüştü. Vücudumda ki kan beynime hücum ederken onun alaylarını görmezden gelmeliyim diye düşündüm. Berzah ile göz göze gelmemek için çabalarken bir yandan da konuşmaya çalıştım: “Ben namaz kılmak için odaya geldim. Seni uyurken görünce üzerini ört-“ “Eminim öyledir. Birkaç dakika beni seyretmiş olamazsın.” “Yok, yok hayır. Ben hemen…” “Kokun…” dedi telaşımı keserek: “insanın gül bahçesinde hissettiriyor. Çok güzel.” Sesi alaydan uzak, fısıldıyor neredeyse. Bakışlarım o safir gözleri ile buluştu, ne söylemek istediğini orada görmek için. Milyonlarca duyguyu karıştırsam yine de anlatamazdım belki de Berzah’ın gözlerinde ki duyguyu. Yüzünde ise hafif bir tebessüm var ama hepsinden önemlisi biraz önce bana ‘kokun çok güzel’ mi demişti? Yutkunarak bakışlarımı ondan çektim. “… Örteyim derken sana değmemek için… Ayağım takılınca…” dilim tutulmuştu. Bir an bulunduğum yerden kaybolma isteğim galip geldi: “Özür dilerim.” Arkama bile bakmadan odadan çıktım. Bahçeye çıktığımda temiz havayı az önce oksijensiz kalmış ciğerlerime çektim ve çarpan kalbimin susması için bir İnşirah mırıldandım. Ne yapacağımı bilemedim bir süre telefonum yanımda olmadığı için kimseyi de arayamazdım. Şehir merkezi de bayağı uzaktı eve. Kapıda ki korumalardan bana taksi çağırmalarını istedim az sonra bir diğeri taksinin gelemeyeceğini dilersem kendilerinin bırakacağını söylediğinde bunu Berzah’a sorduklarını anladım. Kabul ettim aksi halde beni eve Berzah bırakacaktı ve onu görmesem daha iyiydi. Eve geldiğimde Kerim kapının önünde ki sedirde oturuyordu. Beni görünce yorgunluğunun elverdiği kadar gülümsedi. Olanları öğrendikten sonra onun da annesinin de nasıl yıkıldığını tahmin edebiliyordum. Teselli vermek fikrini aklımda ararken yanına gidip oturdum. Bana yorgun argın baktı. “İyi olmana sevindim.” dedi yüzüme bakmadan: “Arayamadım üzgünüm. Başımda o kadar çok dert var ki.” bıkkın bir nefes verdi, başını geriye yaslayıp gözlerini kapattı. “Önemli bir şeyim yok iyiyim. Sadece bir şok yaşadım o kadar.” “Şok geçirmen doğal tabi, bir gece de hiç tanımadığım biriyle evleneceğimi duysam bende kriz geçirirdim hele ki bu adam önce kuzenimin nişanlısıysa… Her şey için üzgünüm Hare, elimden gelse inan buna engel olurdum ama... Ben sadece babam ve annem adına şimdiye kadar olanlar için özür dileyebilirim sadece. Sana kötü davrandığım için de ayrıca özür dilerim.” “Önemli değil, düşünme artık bunları.” “Bunu biraz umursamıyor gibi söylüyor görünebilirim ama sanırım hayatını mahvettik.” “Biraz öyle oldu.“ dedim gülümsemeye çalışarak: “ama bunun için dövünmek yerine bir şeyler düşünmeliyiz.” “Keşke her şeyi eski haline döndürmenin bir yolu olsaydı. Birden hayatımız tepe taklak oldu ve bunu anlayamıyorum. Her şey üst üste geldi ve…” Berzah’ın hayatımıza girmesi ile olacaktı tamamlayamadığı cümlesi. Ama bu konuya sessiz kaldım, başka önemli dertlerimiz vardı: “Asıl konu Derya.” Derya’nın adını duymasıyla derin bir nefes aldı: “Hiçbir yerde yok Hare. Her yere baktım ama yok. Cihan denen o herifle her nereye gittiyse, hangi deliğe girdiyse yok.” birden başını yasladığı yerden çekti: “senin bildiğin bir şey yok mu? Bir adres bir isim. Lütfen Hare onu babamdan önce bulmam lazım. İnan bana eğer babam bulursa onun gözünün yaşına bakmaz.” Şaşırarak ona baktım ama söylediklerinde gayet samimi görünüyordu. Derya için endişelendiği açıktı. Elinden bir şey gelmediği için içten içe kahroluyordu. Bir an ona yardım etmek istedim ama Berzah’tan bahsedemezdim. Tabi böyle çaresizce beklemesine göz de yumamazdım. “Derya, bu konu hakkında bana hiçbir şey anlatmadı ama dün bayıldığımda amcamın çalışma odasında uzanırken bir adam geldi ve Derya’nın izini bulduğunu Londra’ya bilet aldıkları hakkında bir şeyler söyledi.” Kerim dikkatlice beni dinliyordu. “Emin misin? Cihan yurt dışına çıkamaz bunu Derya’ya bizzat söylemiştim. Yanlış duymuş olmayasın.” ona bakakaldım şaşırmıştım: “Evet, eminim ama Cihan niye yurt dışına çıkamaz ve sen bunu nerden biliyorsun?” “Olursa ki böyle bir halt yemeye kalkışırsa gidecek yeri olmadığını anlatmaya çalışıyordum.” “Anlamıyorum, Cihan’ı dövüp tehdit eden sen değil miydin?” bu defa şaşıran Kerim oldu. “Ne? Öyle mi anlattı? Asıl onu babamın adamlarının elinden dayak yemekten kurtaran bendim.” “Cihan’ı istemiyorsun sanıyordum.” “Ben Derya’nın iyiliğini istiyorum. Sadece babamın çıkarları uğruna onu kullanması ağrıma gidiyor ve Berzah denen şerefsizi hiç gözüm tutmuyor. Kalıbıma bahse girerim o adamın aklında bir şeyler dönüyor, sende dikkatli ol. Şeytanla bilye oynuyor adam resmen. Ne de babama layık bir damat ama.” “Beni merak etme. Başımın çaresine bakarım. Ee madem Cihan yurt dışına çıkamaz o halde amcama yanlış yol gösteriyorlar.” “Öyle görünüyor.” Biraz düşündükten sonra ayaklandı: “Gitmeliyim sonra konuşuruz.” Kerim ardına bile bakmadan hızla gözden kaybolurken ardından bakakaldım. Onu gerçekten şimdi tanımaya başlıyordum sanırım. Daha önce karşımda olan Kerim ile alakası yoktu. Bir abi olarak Derya için endişeleniyor ve onu korumak istiyordu. Anlıyordum. Yazık ki bunu benim anlamam için böyle kötü bir olayın meydana gelmesi gerekmiş. Bu aralar sıklaşan baş ağrılarımdan biri daha yavaşça kafamda dağılırken koşar adım odama çıktım. İlk işim üzerimi değiştirip bir duş almak oldu, dünün yorgunluğunu üstümden atmak istiyordum. Ardından bir ağrı kesici alıp yatağıma uzandım, biraz kestirmekti niyetim ama komodinin üstünde duran telefonumu elime alıp tuş kilidini açtığım da bunun mümkün olmayacağını anladım. Bir sürü cevapsız arama ve mesaj vardı. Endişeyle doğruldum ve listeye baktım. Berzah (4) Murat (2) Selen (3) Elçin (4) Hemen gelen kutusuna girdim. İlk olarak Selen’in mesajlarına girdim onu acil aramamı önemli bir şeyler olduğunu yazmıştı. Hemen arama tuşuna bastım ama cevap veren olmadı. Onun ardından Berzah’ın mesajlarına girdim. Derya adını okuduğum an mesajın devamına bakmadan bu defa onu aradım. İkinci çalışta açtı. “Önemli değilse işim var.” sesi soğuk ve kabaydı. “Derya iyi mi?” “Şuan güvende, bana düşeni yaptım.” “Onunla konuşabilir miyim?” “Yarın bizim ofise gel.” “Tamam.” “Kapatıyorum.” “Berzah? … Teşekkür ederim… Bu defa sana cidden borçlandım.” ahizenin diğer ucunda bir gülme sesi duydum: “Evet, öyle oldu.” ve kapattı. Elimdeki telefon ile birkaç saniye bakışırken, bir gülüş yerleşti yüzüme. Berzah’ın içimde ki kara bulutları dağıtmasına Elhamdülillah çektim. Bana yardım edişi içime bir bahar havası sundu ve kelebeklerim içimin dallarına kondu usulca. Berzah’ın bana tekrar getirdiği gümüş çerçeveyi elime aldım parmaklarım önce anne ve babamın fotoğrafının üzerinde gezindi sonra çerçevenin. Allah’a bir kez daha hamt ettim ve gözlerimi yumdum. . . . Sonra ki gün öğleye yakın bir zamanda çıktım evden. İlk işim Berzah’ın ofisine gitmekti. Eski taş binayı bulmak pekte zor olmadı benim için çünkü yeni yatırımcı olduğu için herkes kolaylıkla tarif edebiliyordu ofisi. Nuh-Akad Antakya Ofis yazan gold tabelanın bulunduğu kapıdan geçip asansör ile dördüncü kata çıktım. Geniş bir sofaya geldim ardından. Bakışlarım ile etrafı tararken sekreter olduğunu tahmin ettiğim bir kıza yaklaştım: “Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim.” “Hoş buldum, Hare ben, Berzah geleceğimi biliyordu.” “Kendisi de sizi bekliyordu, buyurun.” Berzah’ın odası olan hemen solunda ki büyük koyu ahşap kapıyı gösterdi. Berzah’ı göreceğim için içimde hazır bekleyen kelebeklerimi hizada tuttum, önce derin bir nefes aldım sonra bir istiğfar çektim ve kapıyı tıklatıp açtım. Yavaşça açtığım kapıdan içeri girdiğimde gözüme ilk çarpan odada ki mobilyaların siyah olduğuydu. Kocaman pencerelerin içeriye yaydığı ışık da olmasa zifiri bir karanlığa gömülebilecek bir odaydı. Üzerimde ki çiçekli elbisemle bu odaya kıyasla bahar bahçesi gibi duruyordum. Berzah büyük siyah masanın önünde ki deri koltuklardan birine oturmuş sehpaya yaydığı dosya yığınına bakıyordu. Üzerinde ki beyaz gömleğinin kollarını dirseğine kadar katlamıştı. Düne kıyasla daha iyi görünüyordu. Bana dönen bakışlarıyla beni süzdü hiç sakınmadan, odanın sıcaklığı o an yüzümü avuçladı. “Oturmayı düşünüyor musun?” diye sordu daha çok kendi kendine konuşur gibi. “İşin varsa ben daha sonra da gelebilirim.“ safir gözleri buz gibi kesti sözümü ama yine de sesi gözlerine göre daha nazikti. “Otur.” Karşısında ki ikili koltuğun bir köşesine usulca yerleştim ve işini bitirmesini bekledim. Sessizdim çünkü Berzah’ın işleri varken onu oyalamak istemiyordum. Tabi gözlerimi ondan çekmek için nasıl bir çaba harcadığımı Allah biliyordu. Berzah ile aynı odada oturuyor oluşumu aklımdan çıkarıp başka şeyler düşünmeye başladım ama başaramıyordum varlığı zihnimi dağıtıyordu. Bakışlarım ellerine, kâğıtlara karaladığı yazısına, kaşlarını çatışına, çenesine, burnuna, arada duyulmayan kelimeleri düşüren dudaklarına, kıstığı gözlerinin kapaklarında duran kirpiklerine takılıyordu. Hepsi için Allah beni affetsin. “Beni süzmeyi bırakacak mısın?” anında çektim bakışlarımı. “Seni süzmüyorum.” başını kaldırıp bana baktı güzelce gülümsedi. “Sorun değil, yüzümün her yerini ezberleyebilirsin. Lazım olur.” kaşlarım çatık ona baktım. “Neden lazım olsun?” “Hani evleneceğiz ya. Eşinin her bir ayrıntısını bilmelisin öyle değil mi?” “Sanki sen biliyormuşsun gibi.” “Belki de bilmeyi deniyorumdur.” kelebeklerimin hepsi aynı anda doluştu göğüs kafesime bir an nefes alamayacağım sandım. Berzah’ın safir gökyüzü oksijenimi kesti. Yutkunarak bakışlarımı çekmek için uğraştım. “Allah bildiklerini yanlış eylemesin.” dedim sessizce bakışlarım tavanda ki avizedeyken. Berzah duydu ve güldü ama cevap vermedi. Birkaç dosyayı toparladı. Bir iki yere imza attı. “Geciktin, daha erken bekliyordum seni.” bakışlarım tekrar ona döndü. “Geç uyandım biraz. Kahvaltı bile yapmadan çıktım hatta-“ “Yemek yemeden mi evden çıktın?” bunu sorarken kaşlarını çatmıştı yine. “Evet, seni bekletmek istemedim.” tabi ki Zehra hanımla muhatap olmak istemediğim için mutfağa gitmekten vazgeçtiğimi söylemeyecektim. Berzah bunun üzerine önünde ki dosyaların kapaklarını kapatıp ayağa kalktı büyük masanın gerisindeki koltuğun üzerinde duran ceketini alırken bir yanda da benimle konuşuyordu: “Hadi o zaman yemeğe çıkalım.” “Aslında pek iştahım yok yok.” Berzah tam karşımda durdu: “Seni umursadığımdan değil ama açlıktan ölmeni istemem. Bana yaşayan bir gelin lazım. Bu gördüklerin var ya (eliyle biraz önce baktığı dosyaları gösterdi) eğer sen hayatta olmazsan hepsi boşa gidecek. O yüzden sana iyi bakmam lazım.” ayağa kalkıp yanına giderken kendi kendime söylendim: “Ölsem üzülürmüşsün gibi konuştun.” safir rengi gözlerinin kuytularına saklanmış bir duygu yanıp söndü: “Üzülürüm.” Berzah tekrar konuşmama fırsat vermeden kapıya doğru yürüdü. Ben ise birkaç saniye ardında kaldım, söyledikleri aklımda birer defa daha geçiyordu. Hızlı adımlarla asansöre bindiğinde yetiştim ona. Otoparkta arabaya binmem için kapıyı açtığında bir kez daha şaşırdım. O sürücü koltuğuna otururken ben emniyet kemerimi takmaya çalışıyor diğer yandan da onu süzüyordum. Araba da yol boyunca ikimizde sessizdik. Berzah yola yoğunlaştırılmış olmuşken ben pencereden dışarıyı seyretmeye başladım. Aklımda ki düşüncelerle körebe oynuyordum ama hiçbirini yakalayamıyor bir sonuca varamıyordum. Sessizce geçen yolun sonunda Berzah ile güzel manzaralı bir restoranda karşılıklı oturuyorduk. Yemekler gelip de masa donatıldığında Berzah’a baktım: “Çok aç olmalısın.” “Bunlar senin için.” gerçekten masada ki her şeyi yiyeceğimi mi düşünüyordu? “Çok fazla, hepsini yiyemem.” omuz silkti. “Ne seversin bilemedim.” “İsraf!” dediğimde gözlerimin içine bakıp gülümsedi bakışlarımı ondan çektim. Bu gidişle onun en çok bu gülüşü beni yakacaktı ve imtihanımı boşa çıkaracaktı biliyordum. “Kocan olacağım için şanslıyım. Sanırım kârlı bir evliliğim olacak.” evlilik konusunu hala bu kadar basit görmesi gerçekten canımı sıkıyordu. Elime çatalı alıp yemeye bir yerden başlamam gerektiği karar verdim. “Bu evlilik oyunu hoşuna gidiyor gibi.” “Neden gitmesin?” “Oyun olduğu için mesela, kâğıt üstü bir evlilik olduğu için ya da.” “Gerçek olmasını ister miydin?” diye sorması üzerine elimde ki çatal havada asılı kaldı. Gözlerinin koyu harelerinden birer ufuk çizgisi yayılıyor, doğmaya hazırlanan güneşten önce bir eşsiz manzara. Biraz önce ki yanıp sönen safirler suskun ve beklenti dolu. Ebette ki cevabı benim yurdumda belliydi lakin Berzah benim yurduma eldi. Sorduğu soru beni hazırlıksız yakaladı aklımda ne cevap vereceğimi ve yahut nasıl geçiştireceğimin hesabını yapıyordum. Elimde ki çatalı yavaşça bıraktım ve ona bu kâğıt üstü evlilik ve onun intikam aracı olmak istemediğime dair bir nutuk çekmek üzere ona baktım: “Berzah-“ sözümü Berzah’ın telefon melodisi böldü. “Evet…” diyerek cevapladı, ardından telefonu bana uzattı. “Derya.” uzattığı telefonu aldım ve hemen ahizeyi kulağıma götürdüm: “Alo,” “Hare,” Derya’nın sesini duyduğumda içimde ki endişeden ördüğüm duvarın bir yanı yıkıldı, rahat bir nefes aldım. “Çok şükür iyisin, sana bir şey olacak diye ödüm koptu.” “Ben iyiyim beni merak etme sakın. Asıl sen nasılsın, olanlara epey şaşırmış olmalısın.” “Açıkçası evet ama merak etme beni, iyiyim Elhamdülillah.” “Hare öncelikle her şey için üzgünüm. Sana en başından anlatmam gerekirdi ama yapamadım.” “Önemli değil, bunun için üzme kendini. Asıl sen tek başına nasıl kalkıştın böyle bir şeye, anlayamıyorum. Açıkçası bunu senden beklemezdim.” “Seni hayal kırıklığına mı uğrattım?” “Hayır… Ben… Böyle olsun istemezdim amcamla konuşup halledebilirdik.” “Halledemezdik Hare. Bunu sende çok iyi biliyorsun. Başka çarem yoktu.” “En azından benden yardım isteyebilirdin.” “İsteyemezdim, babam her hareketimden haberdardı.” bir sessizlik oluştu aramızda. “Amcam senin gibi bir kızı olmadığını söyledi. Hatta… Seni bulursa diye çok korktum.” “Merak etme. Ali beni güvenli bir yerde tutuyor şuan. Babam bana ulaşamaz, en azından bir süre.” Ali adını duyunca gözlerim bana bakmakta olan Berzah’ın bakışları ile buluştu. Hemen geri çektim. “Ondan ben yardım istedim.” “İnan bana Ali’yi uzun zamandır tanıyorum asla sana zarar verecek bir şey yapmayacaktır güven bana. Her ne kadar abes olacaksa da benim yerimde olduğun için, özür dilerim.” Sessizce Derya’yı dinledim sesi çatallaşmıştı. Böyle olmasını istemediğini biliyordum. Samimiyetine güvenim sonsuzdu. Berzah hakkında söylediklerinde ise bir kısmında haklıydı bende Berzah’ın aslında o kalkanının altında bambaşka biri olduğunu görebiliyordum ama oraya ulaşabilir miydim emin değildim. Derya’nın, Berzah’ın planlarından haberi olmadığı belliydi. Acaba Berzah’ın babasından intikam almak için onu öldürmek istemesinden haberi olsaydı da böyle mi düşünürdü yine? Ve yahut benim bu planın içinde olduğumu bilseydi ne hissederdi? Kendimi toparlayıp konuyu değiştirmek adına: “Cihan nasıl?” diye sordum adını duyar duymaz gülümsediğini hissedebiliyordum. “O da iyi, sana selamlarını iletiyor. Bu arada nikâh için gün aldık iki gün sonra evleniyoruz.” “Gerçekten mi? Çok sevindim tebrik ederim.” “Teşekkür ederim. Umarım sende benim kadar mutlu olursun.” “Nasip… Sesini duyduğuma sevindim. Seni tekrar aramaya çalışacağım, dikkatli edin. Allah’a emanet olun.” “Sende, dualarını eksik etme.” “Elbette, selametle.” diyerek telefonu kapattım. Berzah da ben de tek söz etmedik bir süre. Olanları düşünüyordum, olacakları ya da söylenmiş ve söylenecekleri. Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Berzah’a telefonunu uzatırken bu defa benim telefonum çaldı. Çantamdan çıkardığım telefonun ekranında Murat’ın adını gördüm. Berzah’ın kısılan gözlerinin hapsi altında telefonu cevapladım: “Alo, Murat?” “Hare çok kötü bir şey-“ Murat’ın lafını kesen Berzah Akad’ın telefonu elimden çekip almasıydı. Ne yapıyorsun der gibi ona bakıp bir açıklama beklerken telefonu Murat’ın suratına kapattı. “Bu adamı sevmiyorum. Yemeğine devam et.” ona bu defa tüm öfkenin vücudumda dolaştığını hissettirircesine baktım ve net bir sesle sordum: “Ne yapıyorsun?” “Senin iyiliğin için.” “Murat önemli bir şey söyleyecekti, verir misin telefonu?” “Adım gibi eminim ki o adamın söyleyeceği şey için tekrar şoka gireceksin. Bu yüzden önce yemeğini ye, zinde olman lazım.” “Berzah-“ elinde ki çatalı aniden bırakıp sözümü kesti: “Bu konuda seni uyarmıştım, hem artık şirkette bile çalışmadığına göre ona bir daha seni aramasına gerek kalmadığını söyle.” “Murat hala benimle çalışıyor. Ben kimseyi kovmadım.” gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı arkasına yaslandığında biraz önce ki Berzah’tan eser yoktu keyfinin kaçtığını gayet açık eder bir tonda konuştu: “Tamam, bir kere söyleyeceğim iyi dinle. Artık şirkette hissedar değilsin. Tüm hisseler Nadir’e devredildi.” güldüm komik bir fıkra anlatıyordu sanki. “Şakanın sırası değil.” “Nadir Karan yüzde altmış dörtlük ruhsal bozukluğun olduğuna ilişkin bir raporla yasal olarak hisselerinin devrini aldı.” “Ne?” Berzah ciddiydi. Zihnim de ki tüm kelimeler yol şaştı donup kaldım. Dilim damağım kurumuştu ellerim tekrar titremeye başlarken sayıklar gibi konuşmaya başladım: “Ama bu… Nasıl olur… Allah’ım… Yani… Ben…” Az önce Murat bunu mu söylemek istemişti telefonda? Selen bunun için mi aramıştı? Bense onları unutmuş Berzah’ı görmeye gelmiştim öyle mi? Kısa bir nefes aldım ve şaşkınlığımı da aptallığımı da bir kenara bıraktım. Düşünmeye çalıştım. Ben amcamın bunu yine tek başına yapamayacağını biliyordum. Aklıma şoka girdiğim gece Berzah ile amcamın konuşmaları yavaşça sızdı. Peki ya konuştuğumuz diğer mesele diye sormuştu. Gözlerim de yüreğim gibi dopdolu Berzah’a baktım ve cevabını bildiğim soruyu sordum: “Bunu kim yaptı?“ “Ben.” *** |
0% |