Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14.Bölüm

@cigdemgah

Zeyd sahil yolunda göründüğünde Ebrar koluma girmiş yürümem için yardımcı olmaya çalışıyordu. Biraz doğrularak iyi görünmeye çalıştım ama Zeyd’in çehresi yüreği ile birdi öyle ki bana doğru koşarken bakışlarının sadece gözlerimde olduğunu ve benim için endişelendiğini görebilmiştim. Yanıma vardığında sımsıkı sarıldı bana. Yüzümü avuçladı:

“İyi misin?”

“İyiyim başım döndü sadece.”

“Bir şey oldu sandım.” başımı iki yana salladım. Ebrar iyi olmadığımı söylediğinden Nefise’nin bana bir şey yapacağını sanmıştı ama beni görünce rahat bir nefes almıştı.

Zeyd bir şeyler daha söyledi Ebrar’a ama duymadım. Aklım zihnimin kalabalık uğultusu arasında mantık ile uzlaşmaya çalışıyordu. Biri ölmüştü ve ben içine girdiğimiz durumun gerçekliği ile karşılaşınca gereksiz bir şok yaşamıştım. Biri ölmüştü daha doğrusu öldürülmüştü. Bu yakında bizim başımıza gelebilirdi. Düşüncesi daha da sıkıştırdı göğsümü içimden bir inşirah okudum. Zeyd’in bakışları elimde ki kâğıda kaydı ve ona uzattım. Kâğıtta yazanları okudu hemen ve kaşları daha da çatılarak bana baktı ardından. Etrafını kolaçan etti, aklında ki tek düşüncenin beni oradan uzaklaştırmak olduğunu anladım. Koluma girerek yürümeme yardımcı oldu diğer yandan Ebrar’ın getirdiği su şişesinin kapağını açarak bana uzattı.

Akşam salonda ki kanepede yarı uzanmış, boş bakışlar ile salonun halısını incelerken ve etrafımda ki insanların ölüm ihtimallerini düşünürken oldukça sakindim. Korku duyacağım bir sakinlikti hem de bu. Ya Barut dediğini yapacak tüm listeyi hallettikten sonra beni de öldürecekti ya da bizden biri o listedeki başka birini öldürmeden onu öldürecekti. On bir can için bir can? Öldürmek yasak kanunu şimdi biraz mubah olabilir miydi? Kurtarılacak canlar için sadece bir kişinin öldürülmesi… Hayır. Barut’u da öldüremezdik. Ben bir insanın ölümüne seyirci kalamazdım. Zeyd ve Talha’nın düşüncesi ne olursa olsun bu konuda onlarla konuşmaya da kararlıydım. Onların adaletini bilmiyordum ama benim için adalet birinin ölümü demek değildi.

Ebrar’ın getirdiği yemek tepsisi hala masadaydı ve kendisi de hemen yanı başımda hala bir iki lokma bir şeyler yememi bekliyordu ama düşündükçe hasta gibi hissediyor başım dönüyor e yemek kokusunu aldıkça midem bulanıyordu. Hata olduğuma emindim ama şimdi hiç sırası değildi. Paylaştığımız sessizliği onun çalan telefonu böldü. Hemen cevapladı ve bir iki kısa cevaptan sonra ayağa kalktı. Sessizce çıktı odadan bir iki dakika sonra ise Zeyd girdi salona. Affan ile birlikte Talha’nın yanına gitmişlerdi ve ancak dönebilmişti. Yanıma gelip koltuğa oturdu, toparlanarak doğruldum ve uzanıp ona sarıldım. Omzundan öptüm. Zeyd’in kısa bir nefes almasından hala endişeli olduğunu anladım.

“İyiyim ben, merak etme.” açık saçlarımın kapladığı boynumdan derin bir soluk aldı ve bir buse kondurdu. Geri çekilip gülümsedi.

“Yemek yedin mi?” bakışları sehpada ki tepsiye takıldı. Başımı iki salladım.

“Beraber yeriz dedim.” ayağa kalktı ve gömleğinin kolunu katlamaya başladı. Diğer yandan da mutfağın yolunu tuttu. Biraz kendimi zorlayarak hemen ardından seğirttim. Halsizliğimi fark ettiğini öylerken zorla yemem için bir şeyler hazırladı ama yiyemedim yine ben tabağımla bakışırken o konuşmaya başladı:

“Muaz’ın ders programı nasıl?”

“İyi yarın ders başı yapıyoruz aynı saatlerde.”

“Muhtemelen ben sonra ki hafta derse başlayabilirim yarın pek bir şey yok çünkü önce kim hangi seviyede onu anlamalıyız. İnşallah üstesinden geliriz.” Zeyd’in günlük konulardan konuşma çabasını atlayarak esas konuya döndüm.

“Şu ölen adam…” Zeyd’in bakışları bana döndü ve lokmasını yuttu: “Nasıl biriydi?” kötü biri ya da iyi biri fark etmezdi bir insanın ölmüş olması özelikle de onun kocamla aynı masada oturuyor oluşu beni daha çok ilgilendiriyordu, üzüntümü anlamış olacak ki bana döndü ve uzanıp elimi tuttu:

“Ben insanların ölümü hak ettiğini düşünmem ama Allah affetsin ki bu adamın ölümüne üzülmedim. ‘Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz de öyle diriltilirsiniz’ diyor Hadis-i Şerif. Zekeriya Olgun ülkenin en büyük silah kaçakçılarından biriydi. Sattığı silahlar ile onlarca insan öldürüldü ve bir tetikçinin elinden belki de kendi sattığı silahlardan birinin kurşunu ile öldü. Yaşadığı o hayat onun sonunu belirledi. Şimdi bunu söylerken biraz merhametsiz gelebilir ama o adam ardından üzünülecek bir adam değildi.” İnsanlarının ölümlerinin yaşamları ile doğru orantılı olduğunu söylediğinde elbette ki aklıma gelen ilk kişi babam oldu, bakışlarımı ona diktim.

“Ama babam da öldürüldü Zeyd. O halde o da mı bunu hak etti.” Zeyd anlayışla gülümsedi.

“Caniçim… Arada büyük bir fark var. Biri gayrımeşru işler yapan bir katil diğeri gayesi sadece Allah rızası olan bir din âlimi. Biri sattığı o silahlarla vurularak öldü diğeri bıçaklandığı o adamın imanına vesile olarak.” kaşlarımı çatarak ona baktım.

“?”

“Babanı bıçaklayan o adam. Kimi öldüreceğini bile bilmiyormuş. Hırsızlıktan içerideymiş, kısmen felçli çocuğu ve karısı da o içeri girdikten sonra perişan. Bir miktar para, ceza indirimi ve tahliye için mecburen kabul etmiş işi. Hanif babanın kim olduğunu serbest kaldıktan sonra öğrenmiş.”

“Sen gördün mü adamı?” Zeyd o anı anımsayınca bakışlarını eğerek cevap verdi:

“Gördüm.”

“Konuştun mu?”

“Konuştum.”

“Anlattı mı sana?”

“Anlattı.”sustum. Babamın nasıl can verdiği nasıl anlatmıştı Zeyd’e? Birini öldürdüğünü anlatmayı hangi vicdan kaldırabilirdi? Hem de benim babamı. Hangi dil anlatmak ister bunu? Ya hangi kulak duymak ister? Gözlerim yaşararak sordum:

“Pişman mıydı?” Zeyd başı ile onayladı sessizce.

“Pişmandı.”

“Şimdi nerede?” Zeyd bakışlarını kaçırdı yeniden ve elimi bıraktı.

“Öldü.” soru soran bakışlarımın altında geriye yaslandı ve kısık bir sesle cevap verdi: “Yuşa… Adamı öldürtmüş.” Onun adını duymam ile hazır bekleyen o bir damla yaş süzüldü.

“Ah,” Ağıtı çıktı ağzımdan sadece ve diğer damladan akabinde aktı. Yuşa ne yapmıştı? Zeyd uzanıp bana sarılırken ben ağlamaya devam ettim: “Zeyd… Ne ağır bir yük bu Zeyd? İyi ki babam Yuşa’nın bunu da yaptığına şahit olmadı. İyi ki babam evladının zalimliğini görmedi. Allah’a nasıl hesap vereceğiz şimdi Zeyd? Babam nasıl hesap verecek oğlu için. Bu nasıl imtihandı, biz nasıl böyle olduk. Ah, abim.”

Ben sızlanmaya ağlamaya devam ettikçe Zeyd sessizce beni göğsüne bastırdı ve dinledi. Beni bağrına basarak teselli etti. Ben halimize, babama, abime Zeyd’e ve kendime ağlarken babamın beni olacakları bildiği için Zeyd’in yurduna gönderdiğine daha çok ağladım. Zeyd’e sımsıkı sarıldım. O karşıma çıktığında ona babam gibi değil de Yuşa gibi muamele ettiğime ahlar ederek ağladım. Zeyd… Benim Zeyd’im sadece sarılarak beni teselli etti, dağlanan yaralarıma merhem oldu yine. Hamdım ona kötü sözler eden dilim utandı, onu kendinden itmeye çalışan kalbim de… Tüm uzuvlarım ile tövbe ettim Allah’a, minnetim katlandı. Meğer benim imtihan sandığım adam bana ta en başından lütufmuş. Ah benim zavallı kalbim, kör yüreğim, kıt aklım. Meğer babam bir evladını daha o kör kuyularda bırakmamak için Zeyd’e emanet etmişti beni. Ben bunu göremeyecek kadar bileylemiştim öfkemi ah bana da. Nihayet bunu daha iyi anlamıştım ve bundan gayrı onun tüm yükünü sırtlanacaktım bende. O da artık benim emanetimdi öyle sahip çıkacaktım ona. Omuzunu ıslatan gözyaşlarımın arasında sessizce söz verdim ona.

. . .

Ertesi gün Zeyd hastaymışım gibi üzerime titrerken buna sessiz kaldım, çünkü başka türlü endişesini atamayacaktı biliyorum. Elinden geleni yaptığına inanmıyordu bu yüzden içinin rahat etmesi için nasıl istiyorsa bana öyle bakmasına izin verdim. Tüm günü benimle geçirdi. Ebrar ve Affan sabah geldiğinde onlara bir kaç talimat vererek birini vakfa diğerini ofise gönderdi yokluğumuzda işlerimizi halletmek için. Can’ın ve Talha’ın dahi telefonlarını açmadan sadece benimle ilgilendi. Beraber yemek yedik, aşçılığının benimki kadar iyi olmadığını söyledi gülerek ama çok iyi çay demliyor, onun ile içtiğim çayın tadı hiçbir yerde yok. Bunu ona söylediğimde utandı. En sevdiğim hali ile… Namazdan sonra Kur’an okuma sırası bende olduğu için okumayı ben yaptım o da takip etti ve tüm özenmeme rağmen bir iki yerde yanlışımı bularak düzeltti. Bunu sık sık yapardı, okuma konusunda benden daha iyiydi bu yüzden Muaz’ın kendine iyi bir hoca bulduğuna emindim ve bu beni memnun etti.

Daha önceden aldığı bir fidanı ektik beraber, saksıların topraklarını değiştirdik. Balkonu yeşile bürüdük Zeyd yeşil bitkiler ile uğraşırken yine o kadar güzel duruyordu ki fotoğraflarını çektim gizlice. Yine utandı. Sonrasında beraber uzun bir yürüyüşe çıktık sahile kadar. Bir kafede oturup birer çay söyledik Zeyd okuldaki anılarını anlatırken onu dinledim gülümseyerek. Sonra tüm güzel anıların ardından gelen o hüzünle gülümsedi ve uzaklara daldı. Derin düşünceler çehresine sinmişti daha da gitmedi. Kafasında ne dönüyordu bu halinin nedeni neydi genel konuyu biliyordum ama bana söylemediği bir şeylerin içini kemirdiğini anlayabilmiştim ama üstelemedim sonunda anlatacağını biliyordum. Kısa bir nefes alarak çantamda duran, taşımayı ondan huy yaptığım küçük cevşeni çıkarıp ona uzattım. Şaşırarak aldı elimden. Zeyd’in daima ceketinin cebinde cevşen taşıdığını biliyordum ve ne zaman canı sıkılsa çıkarıp okuduğunu da fark etmiştim. Memnun olarak sayfaları karıştırdı, rastgele açıp alçak bir sesle okumaya başladığında ona bakakaldım. Zeyd’in Kur’an okurken ki tilaveti insanı kendine nasıl hayran bırakıyorsa okuduğu cevşen kıraati de aynen öyleydi. Sessizce onu dinleyerek izlediğim sahil beni andan koparıp aldı. Üç bâb okuyup bana baktı hoşnut bir ifadeyle..

“Maşallah, çok güzel okudun.” mahcup bir şekilde başını eğdi:

“Yıllar önce doğudan babanı ziyarete gelen bir şeyh vardı. Yanından cevşeni hiç ayırmaz, Kur’an-ı Kerim’i okumadığı her vakitte cevşen okurdu. Ondan kaptım bende, onun gibi okumaya başladım. Okurken ki kelimelerin ahengi, Allah’ın bin bir esması ferahlık veriyor bana, dua niyetine iyi geliyor.” Ona gülümsedim ve Zeyd’in en güzel anları listeme sabah namazlarında Kur’an okuduğu o dimağlara lezzet veren anların hemen ardına onu böyle güzel cevşen okumasını ekledim.

Eve dönüş yolunda kapının hemen önünde ki henüz genç olan kiraz ağacına yaklaştı Zeyd, dalını gövdesini inceledi, eli ile toprağını eşeledi. Yanına gittim:

“Kaldırım taşları boğazını sıkmış sanki şunları biraz genişletmek gerek.”

“Yakında çiçek açacak.” dedim neşeli bir sesle Zeyd önce ağacın dallarına baktı ardından bana, ayağa kalkarak elindeki toprağı silkeledi. Orada ona anne ve babamın kiraz ağacı meselesini anlattım. Etkilenerek dinledi beni. Ardından gülümsedi:

“Aşk-ı ilan da babanı geçemedim desene.”

“Çölün ortasında, tüm yıldızların altında sana yüzümü açtım. Bu da iyi bir aşk-ı ilan ikimiz için.” Zeyd güldü. Ardından aklına bir şey gelmiş gibi bana baktı tekrar.

“Bana ‘kiraz ağacım çiçek açtı’ demiştin. Demek o bu demek…” fısıldadım.

“Seni seviyorum.” uzanıp alnımdan öptü.

“Ben daha çok…” Geri çekilip gülerek ağaca baktı: “Yatak odasında ki kiraz ağacı resmi de buradan geliyor o halde.” başımı salladım: “Bir ağacın bu kadar anlamlı olması çok güzel.”

“Zeyd… sen benim kiraz ağacımsın.” dediğimde Zeyd’in kuyunun diplerine serptiği sevgisi yukarılara çıkarak kendini gösterdi. O iki kara kuyuyu andıran gözleri sevgi ile taştı.

“Sende çiçeklerimsin.” dedi gülümseyerek.

Onun çiçeğiydim, en güzel ilk gazeli bendim o da benim ağacım. Kökleri toprağı sımsıkı kavramış daima çiçeğini taşıyan ağacım. Orada onun güzel kalbini beyaz mendillere sarıp içime saklamak istedim. Sadece ikimizin birbirine baktığı gözleri ve açan kiraz çiçekleri… İşte dünya bu kadar…

. . .

Akşam Hat dersi için medresenin ikinci katta ki sınıfına girdim. Eskiden teras olan alanı eskitme camlar ile kaplatarak Ney, Hat, Minyatür ve Tezhip derslerinin verildiği yeni bir sınıfa dönüştürmüştü Muaz. En yoğun olanlar Hat ve Ney dersleri idi ve diğer derslere özel bir ilgi alaka yoksa çoğu kişi de bu ikisini seçerdi. Avluların ikisine bakan terasın manzarasından dolayı sınıf ferah ve güzeldi. Medrese de karma sınıfın pek alışıldık olmaması sınıfta ki utangaç bakışları ve sessizliği açıklıyordu. Ben içeri girince saygıdan ayağa kalktılar, elimle onları oturmalarını istedim. Sınıf tam doluydu ama yavaş yavaş azalmalar olacaktı eminim çünkü çoğu kişi hevesle başladığı bu sanata yavaştan ilgisini kaybediyor ve yahut zor sanıyor ve vazgeçiyordu. Pencere tarafını mesken tutan hepsi erkek yatılı öğrencilerimiz hariç. Onlar sonuna kadar derse etmek zorundalardı. Tanışma kısmı sandığımdan daha kısa sürdü. Çoğu beni tanıyordu tanımayanlar içinde ben kendimi kısaca tanıttım.

“Bugün giriş yapacağız. Konumuz; kamış kalem açmak, hokka hazırlamak ve hat sanatında uygulanan yazı çeşitlerini tanımak.” Daha önceden hazırlamış projeksiyon cihazından görsellerin yardımı ve yanımda getirdiğim örnek malzemeler ile derse başladık.

Yaklaşık iki buçuk saatin geçtiğini kapı tıklandığında fark ettim. Ardından Ebrar kapıda göründü. Dersimizin bittiğini haftaya görüşeceğimizi öğrencilere söyledikten sonra sınıftan çıkıp öğretmenler odasının yolunu tuttum. Ebrar’ın yüzünün asık olduğunu gördüm.

“Bir gelişme mi var?”

“Şimdilik yok ama galiba bir toplantı yapılacak her an bir davetiye alabilirsin.”

“Toplantıya davet mi edileceğim?”

“Evet. Zeyd ile birlikte.”

Anladığımı belirterek başımı salladım. Zeyd’in sabah ki durgunluğunun nedenini şimdi anlamıştım. Kitaplarımı bana ait olan dolaba yerleştirdikten sonra Ebrar ile gitmek üzere avluya çıktım. Havalar ısınmaya başlamıştı mevsim şifa yağmurlarının yağdığı mevsimdi bu yüzden taş avlunun ortasına nisan tasları konulmuştu suları biriktirmek için. Güzel bir ahenkle akan suyun sesinin geldiği fıskiyenin hemen yanına büyük bordo kilim serilmişti. Bu Muaz’ın haftada bir yaptığı okuma saatinin zamanı demekti. Biraz sonra öğrenciler yerlerini alırlardı. Küçük Hocalara atfedilen küçük odaların birinin önünde yeni gelen hocalardan birini, bir korumayı şüpheyle süzdüğünü gördüm. Yanlarından geçerken onaylamayan bakışları bana döndü bu defa. Bir baş selamı ile karşıladım bakışlarını. Büyük Anadolu Medresesi’nin mühim Müderrislerinden biriydi ve bu dönem Muaz zorla onu buraya getirmişti. Yaşça bizden büyük hoca soğuk ve katı bir yüz ifadesi ile selamımı aldı ama almamak ile eşdeğerdi buda sonra bakışları bu defa daha keskin Ebrar’da durdu. Ebrar da aynı karşılık ile baktı adama. Onun sert çehresini anlayabiliyordum. Zorla kabul etmişti burada ders vermeyi geldiğinde ise sıkı korunan bir medrese görmek onu rahatsız etmişti bu yüzden böyle bir ifade takınıyordu Muhammed Faruk ve emindim ki Muaz ile bu konuda konuşmuştu ve sıra kesinlikle bendeydi. Ebrar’ı onun bakışlarından çekerek kolundan tuttum ve hemen Zeyd’in ofisine doğru hızlandım çünkü az sonra Ebrar’ın adama doğru yürüyüp bir sorun olup olmadığını soracağını tahmin etmiştim ve bana olacak büyük nutkunu şuan dinleyemezdim çünkü karşılık vermekten kendimi alamayacaktım. Eğer bu olursa yarın medreseyi terk edeceğini de biliyordum ki bu defa Muaz beni bu kapıdan içeri almazdı. Bu adama katlanmak zorundaydık çünkü Fıkıh, Kelam ve Akaid dersleri için ona ihtiyacımız vardı. Onunla daha sonra konuşacağımı kendime not ederek ayrıldım oradan.

Ofiste salon doluydu ve uzun zaman sonra ilk kez Zeyd’den başka avukat görmek beni şaşırtmıştı. Zeyd tekrar çalışmaya başlayan eski ortakları Mehmet ve Bilge bir konuda aralarında tartışıyorlar Zeyd ise koltukta oturmuş onları izliyordu. Affan ise hemen yanı başında ayaktaydı. İkisi o kadar dalmışlardı ki laf yarışına yanlarına vardığımı fark etmediler bile. Zeyd’in yanına oturunca bana bakıp gülümsedi. O sırada Ebrar gidip Affan’ın yanında ciddi bir pozisyonda durdu, karşılıklı yumruk tokuşturdular. Bende Zeyd de onların bu ciddiyetine anlam veremedik. Gerçekten evli miydiler? Sorum bakışlarım ile Zeyd’e kaydı. O da dudak büktü:

“İş ahlakı.” dedi kısaca, başımı salladım. Ardından hala tartışmakta olan diğer ikisine döndüm:

“Neden tartışıyorlar?”

“Geçen hafta bir otel zincirinin uluslararası hukuk danışmanlığı için başvurduğumu söylemiştim. Kabul edilmiş.” Onun bu güzel haberine gülümsedim ve uzanarak elini sıkıp onu tebrik ettim. Bilge Mehmet’e bağırınca bakışlarım yine ikisine kaydı:

“Peki bunun Mehmet’in ortaokulda ki kız arkadaşları ile ne ilgisi var ve Bilge’nin üniversite de diş teli takması ile.” Zeyd güldü çünkü ikisinin birbirini yeren tartışması başka bir boyuta ulaşmıştı artık, birbirilerinin açıklarını ortaya dökmeye başlamışlardı çünkü. Zeyd yanağını eline yaslayarak cevap verdi bana:

“Hiçbir ilgisi yok. Bir ay sonra olacak duruşma için bir araştırma ekibi istiyorlar bizden iki avukat talep ettiler. Araştırma ise Maldivler’de. Bir aylık beş yıldızlı bir otelde konaklama var. Bu basit iş için şu ikisi on dokuz yıllık tanışıklıklarını telef ediyorlar.” Bilge kaşları çatık Zeyd’e baktı.

“Maldivler de ücretsiz bir aylık tatil basit mi?” Mehmet de aynı tepki ile baktı Zeyd’e:

“Parasını bırak benim evde oturmak için bile bir haftalık boş zamanım olmuyor. Bu tam da altın tepsi de bir fırsat hem iş hem tatil.” Kaşlarım çatık bende Zeyd’e baktım:

“Maldivler’e mi gideceksin?” Zeyd başını iki yana salladı.

“Aslında iyi bir balayı tatili olurdu ikimiz için ama seninle buradan ayrılamayız. O yüzden şu ikisi gidecek.” Mehmet de Bilge de şaşırarak Zeyd’e baktılar. Sonra bakışları birbirlerine kaydı ardından bir garip bir sessizlik oldu ve tabi ki sessizliği Bilge bozdu:

“Neden sen değil de bu kafasının içi kadın dolu adamla gönderiyorsun beni?” Mehmet sinirle güldü ardından alaylı bir sesle karşılık verdi:

“Kafamın içinde ki kadınlar IQ seviyemi senden on puan ileri taşımış yazık ki. Hem nasıl seni götüreceğinden bu kadar eminsin.” Bilge sırıttı.

“Tüm davalardan aldığın yarı ücret artı IQ seviyen benim tek dava fiyatım canım. Yani buranın kirasını sayemde veriyoruz.”

“İnsanlık paradan önce gelir.”

“Bu yüzden mi Maldivler’e gitmek istiyorsun? İnsanlığı düşün ve tatil yapmak yerine burada kalıp onları kurtar.” Zeyd sonunda müdahale etti:

“Tamam, yeter bu kadar. İkiniz gidiyor musunuz yoksa Global Otel’i arayarak iptal edeyim mi? Üç saniyeniz var. Bir, iki-

“Gidiyorum.”

“Gidiyorum.”

Zeyd memnun olarak ikisinin de elini sıktı ama ikisi de surat asarak geri dönüp odalarının kapılarını çarparak kapattılar. Kaşlarımı çatarak Zeyd’e baktım:

“Sen mi ayarladın?”

“Evet buradan bir süre uzak dursalar iyi olur ama kabul etmeyeceklerini bildiğim için onlara ret edemeyecekleri bir iş sundum.” İyi düşünmüştü ve ikisinin iyiliği için uzak kalmaları daha iyiydi.

“Peki neden bu kadar nefret ediyorlar birbirlerinden?”

“Eskiden nişanlılardı ama Mehmet, Bilge’nin dargın olduğu babasının bürosunda avukatlık yapma karşılığında Bilge’den ayrıldı. Bilge de Mehmet’in anne ve babasının boşanmasına yardım etti. Bu yüzden arada gerçek iki düşmana dönüşüyorlar.”

“Ona rağmen hala yan yanalar öyle mi?” Zeyd omuz silkti. Cevabı elbette hala birbirlerini seviyor oluşlarıydı ama Zeyd bunu dile getirmedi.

“İşe ihtiyaçları var, para kazanmaları gerek ve bende çok iyi bir patronum. Değil mi Affan?” Affan hazırolda cevap verdi:

“En iyisisin.”

“Teşekkürler.” Zeyd hoşnut olarak ile ayağa kalktı ve tutmam için elini uzattı: “Hadi evimize gidelim artık.

Elini tutarak ayağa kalktım bende. Ebrar iyi akşamlar diyerek Affan’nın koluna girdi ve yol üstü oğluna balon alabileceği bir yer düşünerek uzaklaştılar bizden. Patronlarının, ki ben Talha’nın onlar için bir patrondan daha fazlası olduğunu biliyordum, beni ve Zeyd’i korumalarını söylediği için bunu bir emir olarak almış olmaları ve bu görev bilinci ikisini gün içinde yanımızda iki iş arkadaşı yaparken evlerine döndüklerinde birbirini seven iki eş ve anne baba oluyorlardı onları bu halleri hoşuma gitmişti ve bu konuda ikisini takdir ettim.

Akşam yemeğinden sonra ben mutfakta çay demlerken Zeyd salondan çıktı ve aynı anda kapı zili çaldı. Gelenleri pencereden görmüştü. Kimin geldiğine bakmak için hemen ardındaydım ki kapıyı açtığında ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuş Reyhan anne, artık ona Zeyd gibi böyle seslenmeye karar vermiştim ve Suat Bey’i gördüm. Zeyd’i görünce kollarını açarak ona doğru geldi ve burnunu çekerek ona sarıldı:

“Oğlum,” Zeyd’de sarılışına karşılık verdi annesinin.

“Neden geleceğinizi haber vermediniz? Biz karşılardık sizi?” geri çekilip Reyhan annenin elini öptü. Reyhan anne başını iki yana salladı. Ardından Zeyd Suat Bey’in elini öpmek istedi ama babası elini çekip ona sarıldı. Yüz şekillerinden ve ani gelişlerinden anlamıştım bugün gelme sebeplerini. Reyhan annenin gözlerinde ki kırmızılığın sebebini de biliyordum. Yanına giderek ona sarıldım.

“Hoş geldiniz, lütfen kapıda kalmayın içeri geçin.”

Hemen arkalarında Mirza da vardı. Onu da ilk kez bir hukuk firması başkanı değil de sıradan hali ile görüyordum ve bu ciddiyetsizliği daha çok hoşuma gitmişti. Sessizce bir baş selamı vererek içeri geçti o da Can yoktu çünkü Zeyd yine ona önemli bir iş vermişti. Mutfakta birer çay doldururken birkaç özlem dolu sitem ve söz dışında sessizdi içerisi. Çayları dağıtıp yanlarına oturduğumda Reyhan anne zoraki bir tebessüm ile eve bir göz attı.

“Beklediğimden daha iyiymiş eviniz. Tam da sizin gibi sıcacık… Ama küçük değil mi? Gazelciğim biliyorsun, birkaç evimiz var. Zeyd’e daha önce de söyledim istersen yerleşebilirsiniz. Sen bakma Zeyd’in gururlu hallerine dilersen onu ben ikna ederim.” Zeyd güldü bende eşlik ettim ona.

“Teşekkür ederim Reyhan anne, ama ikimizde burayı çok sevdik.” Ona ilk kez anne diye seslenişimi duyunca bir iki saniye şaşırdı ardından gözünden bir damla yaş geldi. Utanarak gözyaşını sildi gülümseyerek. Zeyd bunu anladığı için yüzünü sildi annesinin. Reyhan anne Suat Bey’e döndü.

“Duydun mu Suat? Şimdi bir de kızım oldu.” Suat Bey de duygulu bir bakışla karşılık verdi karısına. Onların çok temiz kalpli insanlar olduğuna bir kez daha şahit oldum. Suat Bey bana döndü ardından:

“Eviniz için alacak bir hediye bulamadık, Mirza eksikleri yok dedi. Bizde çam sakızı çoban armağanı bir hediye aldık.”

“Zahmet etmişsiniz.”

“Olur mu kızım? Zahmet değil aksine oğullarımıza bir şey alırken hala mutlu oluyoruz biz.” Zeyd uzanıp babasına sarıldı bu defa. Ardında hiç dokunulmayan çaylar soğurken aramızda ufak bir sessizlik oldu. Bakışlar kaçınıldı az sonra Reyhan anne uzanıp oğlunun elini tuttu:

“Canım oğlum, Zeyd’im… Neden bulaştın böyle bir işe?” Zeyd güven dolu bir sesle konuştu.

“Olması gerekiyordu anne.”

“Ama sen neden? Keşke bıraksaydın da Suat yapsaydı. Neden kendini ateşe attın.” Şaşırarak Zeyd’e baktım. Suat beyi masada temsil ettiğini biliyordum ama masayı dağıtmayı onlardan sakladığını yeni öğreniyordum. Zeyd gülümsedi:

“Ben yapmalıydım anne, bu işe siz de isteyerek girmediniz ve babam emekliliğini yeni almışken böyle bir işe kalkışmaması gerek. Hem-“

“Bize borçlu değilsin sen.”diye birden konuştuğunda annesi sanki aklındakileri okuyormuş gibi Zeyd ona baktı sessizce, sustu ve gülümseyerek başını eğdi. Kendisini yetiştirdikleri için ikisine de borçlu hissediyor ve bu savaşta onları korumak için çemberin dışında tutmaya çalışıyordu. Kendini kalkan yaparak…

“Borçluyum.” Dedi başı hala önündeyken: “Beni, bizi… Yanınıza aldınız, kol kanat gerdiniz, sevgiyle büyüttünüz, anne ve baba oldunuz. Yetim olduğumu bir kez bile hissettirmediniz bana. Şimdi de ben size kol kanat geriyorum. Bize daima fazlasını verdiniz her şeyin, paranın, eğitimin, ahlakın, eşyanın, mutluluğun, huzurun, en çok da sevginin… Daima alan taraf bizdik hem de Can varken ama biz-”

“Zeyd…” elini uzatıp yanağına dokundu oğlunun Reyhan anne: ”Siz hiçbir zaman yük olmadınız bize. Aksine bütün yüklerimizi aldınız. Bizi daima gururlandırdınız. Hep sevdiniz. Biz sizi çok seviyoruz.”

“Biz de seni ve babamı çok seviyoruz biliyorsun. O yüzden izin ver son bir yükü daha alayım.” Reyhan annenin gözünden bir damla yaş aktı, konuştuğunda sesi çatallaşmıştı:

“Oğlum… Yapma kurban olurum…” Suat beyinde gözlerinin dolduğunu gördüm. Aklımda birkaç taş yerine oturdu. Aklıma gelen birazdan başıma gelecekti ki şimdilik sessizce bekleyerek ikisini dinliyordum.

“Biz bu işin üstesinden geleceğiz.” Dedi Zeyd ona yine güven vermek için Reyhan anne üsteledi.

“Hatırım için.”

“Endişelenme ve sadece güven bana.”

“Sütüm yok ki onu da hatır koyayım…“ Zeyd uzanıp ellerinden öptü Reyhan annenin.

“Senin kalbin, merhametin, şefkatin o kadar değerli bende. Konuşma böyle.”

“Öyleyse neden dinlemiyorsun beni? Yapma diyorum vazgeç, bu savaştan çık. Ben seni bizim bulaştığımız bir iş için heba ol diye mi büyüttüm? Suat’ın reddini kabul et.” Ret mi? Suat bey Zeyd’i neden reddedecekti ki? Varisi olmaması için mi yoksa? Yutkundum.

“Bugüne kadar seni hiç hayal kırıklığına uğrattım mı? Bir işimi kötü yaptım mı? Seni üzdüm mü?”

“Bu öyle bir şey değil ki oğlum… Seni öldürürler.” Zeyd orataı yumuşatmaya çalışarak zoraki güldü:

“Karım var benim, bana hiçbir şey olmaz.” Reyhan annenin bakışları bana kaydı:

“Bilmiyor değil mi?” Zeyd sessiz kaldı, dayanamadım, korku içimin kilitli parmaklıklarını açmak için zorluyordu artık:

“Neyi bilmiyorum?” Reyhan annenin bakışları önüne düştü. Mirza cevap verdi soruma:

“Babam Zeyd’e ve bana reddi miras için bildiri yayınladı toplantı öncesi ama Zeyd bildiriyi değiştirdi ve tek varis olarak kendini yazdırdı.” Tek varis mi? Bakışlarım Zeyd’e kaydı ama bakışlarını kaçırdı:

“Zeyd bana neden bundan bahsetmedin?”

“Engel olmanı istemedim.”

“Elbette olurdum, listede adının yazmasını bu kadar çok istediğini bilmiyordum. Suat beyi başka şekillerde de koruyabilirdik öyle değil mi? Kendini açık hedef göstermek neden?”

“Başka çarem yoktu, en azından birimizin hayatını garantiye almalıydım.”

“Sadece birinizin değil Zeyd, hepinizin hayatını garantiye almalıyız.” Zeyd gülümsedi ve jeyifsiz bir gülümseyiş oluştu yüzünden? İçim sıkıldı.

“Bu mümkün değil.”

“Bir plan yaparsak mümkün?” Mirza öne doğru eğildi ve bana cevap verirken sesi oldukça kötüydü.

“Galiba kimse Gazel’e listedeki isimlerin kökünü kazıyacaklarını söylememiş.” Ona bakakaldım.

“Kök kazımak mı?” Kısa bir nefes alıp açıkladı.

“Listede olanları öldürdükten sonra sıra varislerine gelecek, onların yerlerine geçebilecek tüm herkesi öldürecek Barut ki daha sonra tekrar bir masa birleşmesi olmasın.”

Gözümde ki bir damla Zeyd’e değen bakışlarım ile düştü. Suat Bey’den varis hakkını almıştı bu da demekti ki Suat Bey’i listeden çıkarmıştı ama hala diğerleri listedeydi. Onun yerine Barut, Önce Zeyd’i sonra Can’ı en sonra da Mirza’yı öldürecekti tabi Mirza reddi kabul etmediyse ki etmediği açıktı. Dehşetle ürperdim. Ayağa kalkıp elimle yüzümü kapattım. Derin bir nefes alıp bir iki adım gidip geldim.

“Ne vahşice bir kural bu?” Suat Bey konuştu:

“Barut’u derhal bulmalıyız.”

“Bunu durdurmanın bir yolu yok mu?” diye sordum çaresizce yine bildiğim cevabı yine Suat Bey verdi.

“Barut’u öldürmediğimiz sürece bunu durduramayız.”

“O halde onu bulup…” bakışlar bana çevrildi ama cümlenin devamını getiremedim. Mirza konuştu:

“Bu işi yapacak çok kişi var sırada. Toplantı ne zaman?”

“Perşembe.”

“Herkesle konuşmalıyız. Birlik olma vakti aksi halde herkes kendine cehennem bussines class da oda ayırtmak zorunda kalacak.”

Haklıydı ortak hareket edilirse Barut’u yakalanabilir polse teslim edilebilirdi. O sırada kapı çalındı yeniden bu defa gelen Can’dı ve ben kapıyı açar açmaz ayakkabılarını çıkarırken diğer yandan heyecanla diğer yandan da konuşuyordu.

“Acil durum, Zekeriya’nın oğlu Engin öldürüldü.”

İçeri girdiğinde Reyhan anne ellerini yüzüne kapamıştı. Zeyd ise telefonunu alıp salondan çıktı. Can gidip Mirza’nın yanına oturdu. Suat Bey Cana’a baktı:

“Zekeriya’nın diğer oğlu peki o nerede?”

“Kayıp.” Mirza bakışlarını babasından kaçırarak konuştu:

“Aslında… Yavuz ve Zeyd onu görmeye gitmişlerdi.” Suat Bey kaşlarını çattı ve sert bir sesle:

“Umarım onu saklamak gibi bir aptallık yapmamışlardır.” Dedi. Ürkerek sordum:

“Yaparlarsa ne olur?”

“Eğer Barut Zekeriya’nın oğlunu bulamazsa bir şey olmaz ama bulursa Zeyd’i ve Talha’yı hemen sıraya alır.”derin bir nefes aldım. Bir sıramızı öne çekmediğimiz kalmıştı. Zeyd sürekli elini taşın altına koyup duruyordu. Geri döndüğünde acele ile konuştu:

“Yarın toplantı var. Talha bizi yalıya bekliyor. Birde Vahap galiba kaçmayı planlıyor, ailesini dün gece yurtdışına göndermiş.” Can sinirle atıldı.

“O adamı bir de akıllı sanırdım. Kaçsa kurtulacak mı sanki? En azında burada bizimle el ele vermeli. Korkarak kaçmak yerine mert bir şekilde savaşmalı.” Reyhan anne Can’a sert bir bakış attı:

“Ölmek daha mı iyi? Daha dün evlenmek istediğin o kıza da bir savaşta olduğunu ve mertçe kurşunların hedefi olacağını söyledin mi?” Can kıpkırmızı olarak sustu. Elbette söylememişti. Reyhan anne bu defa Zeyd’e döndü:

“Ve sen Gazel’e dikkat et.” bunun gereksiz bir uyarı olduğunu düşündüm.

“Nefise Barut’un beni öldüremeyeceğini söyledi.”

“Evet, ama senin de ortalıkta gezmemen gerekiyor eğer bunu yaparsan, Barut seni öldürmek yerine oyunun dışında tutmayı dener. Ayrıca asıl korkman gereken kişi Barut değil masadakiler. Ölmemek için her şeyi yaparlar en güvenli seçenek ise bir kaleye sahip olmak. Yani sana.” Ne demek istediğini anlamadan Zeyd’e baktım o ise bakışlarını kaçırdı ama onun bunu zaten bildiğini ve buna engel olmak çabasında olduğunu da anlamıştı. Bu yüzden Talha ile Ebrar’ı yanıma vermişlerdi beni Barut dan değil masadakilerden koruyacaktı.

Misafirlerimiz gittikten sonra Zeyd çalışma odasına gidip Reyhan annenin gitmeden evvel verdiği USB’yi incelemeye başladı. Suat Bey’in yerine geçtiği için artık bilmesi gereken daha çok şey vardı. Zeyd’in kendini alenen hedef haline getirmek için gösterdiği çabayı bende Reyhan anne gibi onaylamıyordum ve ölümüne korkuyordum. Zeyd benim yanımda olduğu sürece güvende sayılırdı ama ufacık bir anda bile olsa bir terslik olursa onu kaybedebilirdim. Önce derin bir nefes aldım ardından içimden taşmak üzere olan korkumun yakasından tutup oturttum. Korkum faydasızdı ve beni hiçbir yere götürmeyecekti. Bizim yolumuz doğruydu bu yüzden korkmak yerine ne yapmamız gerektiğini düşünmeye başladım. Diğer yandan kalkıp Zeyd’e ve kendime birer kahve yapıp tekrar döndüm onun yanına. Kapıdan içeri girerken olması en gerekli şeyi ona söyledim.

“Zeyd, onu sen öldürmeyeceksin.” bakışları bana döndü, bir kararsızlık gördüm bu ihtimali de düşündüğünü görebiliyordum, devam ettim: “bizden biri onu öldürmeyecek. İşi yasallaştıralım. Bırakalım da polis işin içine girsin.”

“Utku zaten-“

“Hayır, bizim istihbarat ile müttefik olduğumuz öğrenilmemeli. Ben emniyetten bahsediyorum.” Zeyd birkaç dakika düşündü. İstihbarat ile çalıştığını diğerleri öğrenirse ihanet etmiş sayılır ve hain olarak kim vurduya bile gidebilirdi ama kimse emniyetten şüphelenmezdi içlerinden birinin işi olduğuna.

“Bir şikâyet ve bir kanıt hepsini tutuklatır ki onları asla kurtarmam.”

“Kurtarma o zaman.” Kaşlarını çatıp bana baktı ve ne demek istediğimi anladığı an güldü:

“Cezaevi dışarıdan daha güvenli, haklısın… Ama kabul edeceklerini hiç sanmıyorum.”

“Ya öldürülecekler ya da cezaevinde bir süre kalacaklar... Bence bu insanlar ikincisini seçerler.”

Zeyd ardında yaslandı. Mantıklı düşününce haklı olduğumu düşünüyordu. Masada ki diğer insanları sevmediğini biliyordum ama bu onların ölmelerini istediği anlamına da gelmiyordu. Kahvesinden bir yudum aldı.

“Toplantıda bunu da önereceğim…” Telefonuna bir mesaj ageldi okuduktan sonra ekranı bana göstererek konuştu: “Utku Barut’u yakalamak için benden haber bekliyor ama daha adamın nerede olduğunu bile bilmiyoruz.”

“Nefise’den yardım isteyelim. Bana yardım eder.“

“Neden etsin ki?”

“Nefise, Melike’nin teyzesiymiş. O gün gördüğümüz kızı hatırlıyor musun? O da Nefise’nin kızıymış.” Zeyd gözle görülür bir şekilde şaşırdı sonra da taşları oturtmak için birkaç saniye düşündü. Ardından telefonunu çıkarıp Can’ı aradı. Hoparlörü açtı.

“Can, Tatarların şirket hissedarlarının listesi lazım acil...”

“Ne için?” Zeyd kısaca durumu izah ettiğinde Can:

“Vay anasını…” dedi Zeyd hemen sonradan gelecek sözcüğü engelledi:

“Barut, Melike’nin ortaklarından biri olabilir.”

“Listeyi kontrol etmiştim adı yoktu.”

“Elbette adı olmaz, eski karısının şirketine ortak olurken bunu alenen yapmaz değil mi? İçlerinden biri mutlaka onun adına hisseleri aldı.”

“Ya almamışsa.”

“Almıştır. Adam eski kafa Nefise’den boşanmış olsa da daima ona yakın durur.” Can nefesini verdi:

“Kırk iki kişi var, hepsine bakacak mıyız?”

“Listeyi görselleri de olmak üzere Cafer’e gönder o bize bulur.” Telefonu kapattıktan sonra Zeyd bana döndü yüzümde ki umutsuzluğu görünce gülümsedi: “Merak etme bir sonuç çıkacağına eminim.”

“Barut’u bulursak Utku’ya haber verecek misin?”

“Vahap’ı kullanarak onu çekmeye çalışacağız.”

“Vahap ile onu kandırabileceğinizi sanmıyorum ama-”

“Hayır.” Yüzünü bir gölge kapladı ve duruşunu değiştirdi. Ona en yumuşak sesim ve ikan edici gülümsemem ile baktım:

“Benimle görüşür.”

“Hayır Gazel, bunu yapmayacağız senin dışında birkaç seçeneğimiz daha var.”

“Ama en etkili olanı benim, izin ver.”

Zeyd ayağa kalktı ve iç avluya bakan çiçeklerle donattığımız balkona çıktı. Peşinden gittim bende. Arkası dönük tırabzanları tutarak eğilmişti ve parmaklarını öfkeyle sıkıyordu. Yanına yaklaşarak koluna dokundum: “Senin adında listede var ve o adam şimdiden iki kişiyi öldürdü. Talha ile ölen adamın oğlunu saklıyorsunuz Zeyd. Eğer bulursa seni hemen sonra ki hedef yapacak. O adamın hayatını kurtarırken beni düşünmedin mi? Sonra ki isim olup ölünce ve ardında kalınca ne olacaktı bana? O yüzden izin ver en kısa yoldan halledelim.” Zeyd bana döndü ilk kez onu öfkeli gördüm, çehresinin bana dönük aydınlık yanı yavaşça karanlıkta kalırken kaşları çatık, gözleri siyah, simsiyah…

“Kesinlikle hayır. Senin o insanlarla hiçbir alakan olmadı. Sen kimse için fedakârlık yapmak zorunda değilsin. Hayatında ben olmasaydım böyle bir pisliğin içine bile girmeyecektin.” bu defa ben kaşlarımı çattım.

“Sende oradasın Zeyd. Canının içiydim hani… O halde ikimizin meselesi değil mi bu? Ben her sabah senin yüzünü gördüğümde şükrediyorum Allah’a yollarımızı kesiştirdiği için. Sen şimdi başıma bir kötülük geleceğinden korkuyorsun diye hayatına girmeseydim daha iyi diyemezsin. Nasıl bunu kötü bir kader olarak düşünürsün? Ben seni seviyorum ve seni kaybetmek de istemiyorum. Sakın Talha ve Berzah gibi uzakta olayım uzakta ol diye sözler etme bana. Zeyd senin yolun doğru, ben gittiğin bu yolda senin elini tutarak yürümek istiyorum ve o sonu da görüyorum. İyi olacak Zeyd Allah bizi ve sevgimizi zayi etmez. Bu yüzden izin ver senin için bir şey yapayım.” Bakışlarının yumuşadığını çehresinin tekrar aydınlandığını gördüm, usulca yüzümü avuçladı elleri.

“Ben sadece bu yolun dikenleri ayağına batmasın, rüzgârı tenini yakmasın istiyorum. Sen elbette ki benim yanımda olacaksın, benimle yürüyeceksin ama senin bile bile ayağını bir dikenin üzerine koymana göz yumamam.”

“Sadece bir dikense bırak batsın, bunu öğrenir daha da basmam.”

“Kanatır Gazel’im... Canını yakar, buna dayanamayacağımı daha önce söyledim sana.” Avuç içini öptüm ve elini tuttum.

“Yaksın. Ben senin için her şeyi yaparım.”

“Hayır, eğer beni seviyorsan hiçbir şey yapmayacaksın. Eğer yaparsan…”

Susunca, güldüm ama buruk bir gülüş. Zeyd beni tehdit edecek bir adam değildi. Demek o kadar korkuyordu kendi yüzünden başıma bir hal gelmesinden, canını tehdit edecek kadar. Bir kez daha içimde ki sevgiye denk olmasına hamd ettim ve ne kadar ileri gideceğini merak ederek üsteledim.

“Yaparsam ne? Sevdiğim adam namlunun ucunda ve ben onu korumak istediğim için elimden geleni yaparsam… ne olur Zeyd Hazar?” yutkundu. Geri adım atacağını düşündüm çünkü buradan ileri giderse dediğini yapardı eminim ama beni yanılttı.

“Eğer ki benim yüzümden canına bir zeval gelirse, sana bir kötülük dokunursa seni bırakırım.” aldığım soluğu geri vermedim. Donuk bakışlarına eşlik eden gözlerim o kuyularda bir ciddiyetsizlik aradı ama bulamadı. Biliyordum elbette, emanet diye sevdiği kadının canının yanmaması için elinden geleni yapardı ama kulaklarım eğer bu olursa ne olur diye duyunca, düşünmekten beter hissettim. Tutuğum nefesi usulca bıraktım. Gözlerim nemlendi yine, gülümsemeye çalışarak o kuyulara bir kez daha baktım.

“İnsan kendini nasıl bırakır?”

“Ya insan kendi saydığının canını nasıl yakar?” onun canını mı yakmıştım? Ne hadle? Uzanıp ona sarıldım ve omzundan öptüm.

“Senden habersiz bir şey yapmayacağım söz veriyorum ama şunu unutma; ne olursa olsun eğer başıma bir hal gelirse bu senin yüzünden olmayacak. Bunun için kendini suçlamayacaksın. Söz mü?” geri çekilip ona baktım. Gülümsedi ama hala kaşları çatıktı. Sarılışıma karşılık vererek sıkıca doladı kollarını bana. Başıma bir buse kondurdu:

“Söz değil. Ölene kadar kendimi suçlarım ve kederden kahrolurum, yemeden içmeden kesilir avareye dönerim. Benim için hayat biter. Bu yüzden kendine dikkat etsen iyi olur.”

Gülümsedim. Ciddiydi öyle olurdu emindim çünkü ona bir şey olursa bende o hale gelirdim.

. . .

Sabah kahvaltı yaparken Ebrar ve Affan geldiler. Mutfak masasında otururken onlara birer çay koymak için kalktım ama Ebrar beni durdurarak çaylarını kendi doldurdu. O sırada Affan elinde ki dosyayı Zeyd’e uzatıyordu:

“Dediğin gibi çıktı.”

Zeyd kâğıtları incelerken dosyada kâğıt üstü bir şirket, toplanmış hisse fiyatları ve şirketin mali raporlarının olduğunu gördüm. Bu kadar detaylı olmasına ise hiç şaşırmamıştım işlerini gayet iyi yapıyorlardı. Az sonra Zeyd başka bir kâğıdı aldı eline şirket sahibi olarak görünen adamın resmi vardı hemen en üstte. Adına baktım; Barış Demir. Zeyd Affan’a baktı:

“Tanıyor muyuz bu adamı?” Affan çayından bir yudum aldıktan sonra başını iki yana salladı:

“Adam İsviçre de doğup büyümüş ve uzun bir süre sonra Türkiye’ye dönmüş. Burada klask iş sahibi birkaç arkadaşı var. Bir şirket açmış ve uzun bir zamandır oradan buradan hisse topluyor. Amacı para kazanmak değil belli ki. Özellikle de Tatarlara yatırım yapıyor diğer hisseler göstermelik. Şuan merkezde bir otelde kalıyor ve kapıda korumalar var. Resmiyette Barut ile hiçbir ortak yanı yok ama galiba sizinle var.”

“Nasıl?”

“Adamın avukatı; Deniz Özer.”

“Bizim böyle bir müşterimiz yoktu.”

“Galiba ortağın senden gizli işler yapıyormuş.” Zeyd şaşırmadı ama ben şaşırdım Deniz’in Zeyd’e olan duyguları için sadece orada kaldığına ise emin oldum. Şirket içinde şirket kurmuş olması Zeyd’i biraz rahatsız etmişti derin nefes alıp kâğıtları masaya bıraktı. Affan ise devam etti: “Adam Tatarlardan ilk hisse alımında davalık olmuş muhtemelen büyük pay sahiplerinden birini tehdit ederek aldı. Yoksa öyle bir şirkette koltuk bulamazdı. Son sayfaya bak. Bir hafta önce şirkete yeniden dava açmışlar. Gerçekleşen hisse düşüşlerinden Melike Tatar’ı sorumlu tutarak… Büyük ihtimalle de kazanacaklar. Grip olan şirketin avukatları taleplerin hiçbirini ret etmemiş, bu da demek oluyor ki avukat taraf değiştirmiş. Milyonluk bir tazminat istiyorlar.” Zeyd yazanları okurken sinirle güldü:

“Resmen yasal soygunculuk... Uzlaşma göstererek hisseleri almak istiyorlar.”

“Aynen.” Zeyd geriye yaslandı ve kahvesinden bir yudum aldı:

“Melike’yi yalnız bırakmayalım o halde.”

“Avukatı mı olacaksın?”

“Eminim Can’da az sonra gelip benden bunu isteyecektir. Bugün Melike ile konuşalım.” Affan başı ile onayladı onu ardından Ebrar Zeyd’e baktı.

“Peki bu Deniz Özer ne iş, casus olarak mı yanındaydı sence?” Zeyd başını iki yana salladı:

“Sanmıyorum ama neden bunu yaptı yahut da neden Barut ile çalışıyor anlamıyorum.” Ona bakmadan konuştum:

“Onun duygularını yok saydın ve seninle olabilme şansı ben gelince yok oldu. Öfkeli bir kadın senin karşında yer alması gayet normal.” Zeyd hemen bana döndü:

“Sırf bu mesele için böyle bir pisliğin içine girmiş olamaz.”

“Oluyormuş.” Zeyd tekrar bir açıklama yapacaktı ama onunla bu konuda münakaşa etmek istemediğimden konuyu anlamaya çalışarak bir bana bir Zeyd’e bakan Affan ve Ebrar’a döndüm: “Deniz’in Zeyd’e karşı bazı minik hevesleri vardı da.” Ebrar başını sağa yatırarak düşündü:

“Hevesin hissin miniği nasıl oluyor?” güldüm. Zeyd sabır dileyerek yukarı baktı. Affan ise ona doğru eğilerek fısıldadı:

“Minik his şimdi bir dağ oluyor gibi yalnız.” Zeyd ise ona kaçlarını çatarak baktı. Sonra ise Ebrar’ın ve benim bakışlarımın mağduru oldu. Kısa bir nefes alarak sonunda pes etti:

“Tamam, zamanında bu konuyu görmezden geldiğim ve onu kendimden uzak tuttuğum için arkamızdan dönen dolapları görememişim ama şu heves his konusunu kesinlikle açmayın çünkü hiçbir şey duymak istemiyorum.” Önümüze döndük üçümüzde. Zeyd kollarını masaya yasladı ve kendine konuşur gibi: “Bizden habersiz gizli davalar alıyormuş nasıl olurda kayıtlarda görmedik. Belki de ayrı bir şirket kurmuştu başka avukatlar ile çalışıyordu. Kim bilir daha neler var.” Zeyd sessizce düşünmeye başladı. Buna oldukça içerlemiş görünüyordu.

“Deniz ile konuşmak gerek.” yorumunu yapan Ebrar’a döndü ürkek bakışlarım ve hemen atladım.

“Ben konuşurum. Olur mu Zeyd?”

“Belki de ben konuşsam daha iyi.” Dediğinde bunu onu çapraz sorguya almak istediği için söylediğini biliyordum ama bunu istemiyordum. Bu yüzden ona imalı laflarda bulunarak izin koparmaya çalıştım.

“Seni görünce dilinin bağı çözülür mü diyorsun yoksa? Elbette duymak istemediğin minik hisler hevesler falan elbette karşısına geçip konuşsan şu yüzle bir de yarım gülümsesen oldu bu iş.” bir kez daha duygu konusuna döndüğümüz için yüzünü öfke kapladı ve bana söylediklerimin gerçek olmadığını ispatlamak için üstelemeden pes etti:

“Peki. Sen gidip konuş bakalım.”

Ebrar ne yaptığımı anlayarak bana bakıp gülümsedi ben ise ona göz kırptım. Affan ise onaylamayan bakışlar ile Zeyd’e baktığında Zeyd kollarını iki yana açarak başka çaresinin olmadığını söyledi.

Evden çıktığımız sırada kapımızın önünde ki siyah lüks aracı görünce Zeyd’e döndüm, elinde ki anahtarı göstererek gülümsedi. Dün gece Suat beyin bahsettiği ev hediyesi araba mıydı? Çam sakızı çoban armağanı? Ne mütevazi bir hediye ama, yine de oğullarına bir araba alarak beni de memnun etmişleri çünkü Zeyd arabasını satmıştı ve arada bana aldığı arabayı kullanmak dışında bir araca ihtiyacı vardı. Zeyd’e sarıldım ve onlar ardımda bırakarak kendi arabama doğru gittiğimde Zeyd arkamızdan seslendi:

“Deniz’e dikkat edin, öfkelenince saldırganlaşır ve en ufak bir dokunuşla bile size dava açabilecek kadar kurnazdır.”

“Kıskançlığı kurnazlığını geçer Zeyd bey.” Dediğimde rahatsız olarak kaşlarını çattı, tıpkı Zeyd gibi Ebrar da aynı tepkiyi verdi ve o arabanın anahtarını alıp sürücü koltuğuna otururken bunu dile getirdi:

“Şu Deniz’i daha görmeden sevmedim.”

“Bende pek sevdiğimi söyleyemeyeceğim.” kemerini takarak arabayı çalıştırdı.

“Belki de Zeyd’in konuşmasına izin versek daha iyi olurdu.”

“Zeyd’e değil ama bana haset ettiğinden mutlaka bir açık verecektir eminim sadece onu biraz sinirlendirmemiz gerek.” Ebrar arabayı sürerken bende telefonuma gelen mailleri inceliyordum, kırmızı ışıkta durunca bana döndü:

“Bu arada Barut’un takipçisi varmış.”

“Takipçi mi? Yani beraber çalıştığı biri mi?”

“Evet. Önceki tetikçinin de varmış beraber yetiştirilmişler ama tetikçi ölünce takipçi de intihar etmiş. Ne dehşet verici bir sadakat...” sesi sonuna doğru kısılmıştı. Aklında olan şey onun Talha’ya olan sadakati olduğuna emindim. Onlar böyle bir şey yapmazlardı yani ben öyle düşünüyordum zaten eğer öyle olsaydı Aziz Bey’de kendini öldürmüş olmalıydı. Öyle değil mi?

“Kim söyledi bunu?”

“Babam.”

“Yoksa o da…”

“Bilmiyorum.”

Dile getirilmeyen bir gerçek mi bu da? Yoksa Aziz Bey de mi kendini öldürecekti Nuh Bey için. Ebrar’ın sesi bunu söylüyordu ama şimdiye kadar yapmamıştı bundan sonra da yapmazdı. Başka bir şey söyleyerek onun canını daha fazla sıkmak istemediğimden sustum.

Zeyd’in verdiği adres bir plazanın orta katında bulunan hukuk ofisiydi. Döner kapıdan girerek asansöre yaklaştığımızda bir görevli kibarca bizi durdurup asansörün çalışmadığını söyledi. Ebrar ile üçüncü kata kadar uzun merdivenleri tırmandık. Sonunda Deniz’in adının yazdığı tabelalı kapıya ulaştığımızda soluklanmak için bir iki dakika bekledim. İçeri girdiğimiz de Ebrar da benim gibi birkaç saniye içeriyi süzdü. Zeyd ile ortaklığı bırakalı daha çok olmamış iken bu kadar kısa zamanda böyle bir ofis açmış olması elbette ki şüpheliydi ve Affan’ı haklı çıkarıyordu. Sekretere yaklaştım.

“İyi günler, Deniz Hanım ile görüşebilir miyim?”

“Randevunuz var mıydı?”

“Hayır ama-“

“O halde size yardımcı olmayacağım, üzgünüm.” Sekreter bize bakmaya bile tenezzül etmeden bilgisayarına döndü. Ebrar gelip elini masaya, ona göre normal bize göre tehditvari, vurunca kadın irkildi ve bakışları değişti. Ebrar tane tane ve karanlık bir nezaketle konuştu.

“Lütfen ona, Gazel Hazar’ın geldiğini söyleyin. Eminim bizi kabul edecektir.”

Sekreter ürkek bakışlarını ondan çekip bana baktı ama yumuşak bir gülümseme ile telefonu işaret ettim bunu Ebrar’ın yöntemiyle halletsek daha kolaydı. Kadın ahizeyi eline alıp fısıltılı bir şekilde karşıda ki kişi ile konuştu ardından bize hemen yanında ki kapıyı gösterdi:

“Deniz hanım sizi bekliyor.”

Teşekkür ederek gösterdiği kapıya yaklaştım Ebrar kapıyı tıklattıktan sonra açtı ve benden önce içeriye göz attı. Ardından geçmem için kenara çekildi. İçerisi modern mimarinin en iyi örneklerinden biriydi ve kesinlikle bir çuval para lüks için harcanmıştı. Ferah ve genişti. Çok fazla hukuk bürosu görmüş değildim ama Zeyd’in eski ofisinin şık ve mütevazi hali ve şimdiki klasik ama şık ve kendine has ofisi dışında şimdi gördüğüm yer bir hukuk ofisinden çok bir sanat ofisi gibiydi ve dışarısının da Deniz’in odasından bir fark yoktu elbette. Bunun için Zeyd’in arkasından kaç iş çevirmişti acaba? Denizin küçümseyici ifadesi onun görkemine olan bakışlarımdaydı. Üzerinde kırmızı ve oldukça iddialı bir takım elbise vardı. Son gördüğümden bu yana kestirdiği saçları yine özenliydi ve ayağında ince topuklu şık bir ayakkabı vardı. Evet, güzeldi. Yukarıda duran çenesini indirip bana doğru yaklaştı. Gözleri çehremi milim milim inceliyordu.

“Seni beklemiyordum.”

“Emrivaki olduğu için üzgünüm.” sırttı.

“Sorun değil.” Ebrar’a baktı alaycı bir ifade kapladı yüzünü yine, Ebrar ise bakışlarını kısarak onun hareketlerini incelemeye başladı: “Koruman galiba. Ebrar Hassani değil mi?”

“Evet.” dedi Ebrar sert bir sesle.

“Korumam değil, sadece bir süreliğine bana eşlik ediyor.” İnanmadığını gösteren bir sırıtma ile karşılık verdi. Biliyordu Ebrar’ın neden yanımda olduğunu ve bir tetikçinin etrafta dolandığını.

“Oturmaz mısınız?”

Ben gösterdiği koltuğa otururken Ebrar ayakta kaldı. Deniz tam karşıma oturarak bacak bacak üstüne attı. Az sonra ise masada duran telefonu eline aldı.

“Ne içersiniz? Gerçi çay içersin sen.” Bu defa ben güldüm.

“Evet, lütfen.” Deniz ahizedeki kişiye iki çay getirmesini söyleyerek telefonu tekrar masaya bıraktı ve bana döndü:

“Eee hangi rüzgâr attı seni buraya? Zeyd mi gönderdi, rakip firma inceleme açısından?”

“Evet, aslında o gönderdi beni. Ben kendi gelmesini söyledim ama burada işinin olmadığını söyledi bende ricasını kıramadım.” bir yalan dahi onun çehresini saliseler içinde kararttı. Allah beni affetsin ama kibirliye karşı kibirlenmek mubahtır. Deniz çabuk toparlandı ve iğneleyici bir sesle konuştu.

“Burada değil ama yakında benimle işi olacak.”

“Mahkemeden bahsediyorsun değil mi? Evet bende bu konuyu konuşmaya geldim.” Deniz Zeyd’in işi olan konuşmayı benim yapacağımı söylediğim için rahatsız oldu. Elbette ki Zeyd’i görmeyi bekliyordu. Ayrıca onun Melike’nin avukatı olacağını da öngörmüştü demek ki Can ile Melike’nin arasında olanlardan haberdardı ama nasıl?

“Seni dinliyorum.”

“Melike Tatar sevdiğim bir arkadaşımdır ve yakın zamanda şirketine ambargo konuldu. Zor zamanlar geçiriyor bu yüzden onun adına seninle konuşmayı kabul ettim çünkü yakın bir zamanda ona dava açan bir şirketin avukatısın.”

“Evet doğru.” dedi bu durumdan memnun olduğunu hiç de gizlemeyerek.

“Onların zor durumda olduğunu hatta iflasın eşiğine geldiğini bildiğiniz halde neden dava açtınız?”

“Bunu seninle konuşmak zorunda değilim. Bu müvekkilim ve benim aramda. Galiba bilmiyorsun, Zeyd’e sorabilirsin, biz avukatlar olarak neden diye sormuyoruz onlar istiyor ve savunuyoruz.”

“Şirketten talep ettiğiniz meblağ onların yıllık kazancı kadar bunu bildiğiniz halde bu işe girişmeniz alenen tehdit ve soygunculuktur.” Deniz keyifle kahkaha attı. Ellerini dizlerinde birleştirdi.

“Soygunculuk mu değil mi mahkeme karar verecek buna Gazel, sen değil.”

“Mahkeme bunu sadece yasallaştırmanın yolu…”

“Öyle görünüyor ve eminim Zeyd de seve seve Melike’ye yardım edecektir.”

“Evet edecek ve bence kimin kazanacağı ortada.”

Kapı tıklatıldı ve sekreter çaylarımızı getirdi iki çay ve bir kahve… Keskin kokusu burnuma gelince midem bulandı gözlerimi kapatıp geri açtım. Ebrar yanıma eğilerek çayını alırken diğer yandan fısıldadı:

“Sakın çayı içme.”

Ona kaşlarımı çatarak baktım. İçine zehir atmış olamazdı değil mi? Aklıma ofisimde ki elma mevzusu gelince ona bakmayı kestim ve zihnimdekileri uzaklaştırdım. Yine de Ebrar’ın elimde ki bardağı alıp bir yere fırlatma ihtimaline karşı çay bardağına dokunmadım. Deniz, beyaz fincandan küçük bir yudum alıp yerine bıraktı ve öne doğru eğildi.

“Beni küçümsüyorsun, nasıl bir avukat olduğumu sana söylemediler mi?”

“Başarılı, akıllı ve kurnaz...” Kurnaz dediğim için Deniz güldü ama bu öfkeli bir gülüştü çenesini kastı, öfkesini gizlemek konusunda iyiydi hala bana katlandığına göre?

“Evet, yüzüme karşı asla söyleyemezler ama kurnazlık diyorlar kazanmak için ne olursa olsun yaptığım şeylere.” Bu defa gülme sırası bendeydi.

“Sen buna uzun bir açıklama getirmişsin sadece… Ama yaptığın haklı haksız demeden ne savunduğunu bilmeden ve incelemeden sadece güç ve para için kazanmak.”

“Kazanmak! Herkesin tek gayesi bu değil mi? İş veya aşk.” Zeyd’i çaldığımı düşünmüyordu değil mi? Aha evet aynen öyle düşünüyordu. Öne doğru eğildim.

“Sadece kazanmak değil mesele. Manevi yönlerini de düşünmelisin. O söylediğin iki kelime sadece yalnızlıktan başka bir şey getirmeyecek sana.” Kahkaha attı yine.

“Yalnızlık mı? Şu halime bak etrafımda ki insanları kalabalık olarak görmüyorsan ya körsün ya da aptal.”

“Ne körüm ne de aptal. Aksine bu etrafında ki uydurma görkemin aç bir ruhun eseri olduğunu bilecek kadar akıllıyım.” Yine çenesini kastı ve bana doğru eğildi.

“Bu kadar oyun yeter. Seninle oturup ruhumu konuşamayacak kadar meşgulüm.” Daha bir şey almamıştık bu yüzden geri adım attım.

“Peki, sadece uzlaşma olsun istiyorum.” Deniz bunu beklediği için sırıttı.

“Kabul etmiyoruz.”

“Derdiniz hisseler mi?”

“Dediğim gibi mahkemede konuşulacak bunlar.”

“Müvekkilin, Barış Demir. Ambargo konmuş bir şirketin hisselerinden ne istiyor ne çıkarı olacak Melike’den ki bu kesinlikle maddi bir çıkar değil belli ki.”

“Ha anladım. Sen kahramancılık oynuyorsun. Buraya uzlaşma kabulü için geldin. Sonra da Zeyd’in ve Can’ın gözüne girmek niyetindesin.” Ardıma yaslandım ve sırttım.

“İnan bana buna ihtiyacım yok. Beni seviyorlar.”

“Neden?” bunu sorduğu an pişman oldu zihnini seslendirdiğini anladım.

“Çünkü ben ne isem oyum.” yine bir kahkaha.

“Ne isen o ha? Bir yanın akşama kadar hayır işleri yapan bir melek diğer yanın mafya ile bile yan yana gelen bir şeytan Gazel ve senin gibilerin sadece melek yanını görürler insanlar.” İstediğim kelime nihayet ağzından çıkmıştı bu yüzden onu tuttum ondan çok şey bildiğimi göstermeye çalıştım.

“İnan bana Deniz, mevzu bir mafya ile yan yana durmaktan daha derin. İçinde olmadığın için anlayabileceğini sanmıyorum.”

“İçinde olmadığımı mı sanıyorsun?”

“Evet, değilsin.” Öfkeli sesi yükseldi.

“Aksine. Tam merkezindeyim.” Merkez mi? Zeyd haklıydı. Barış gerçekten de Barut’un adamıydı. Onu daha fazla konuşturmalıydım.

“Nasıl içindesin ki öyle olsa bir halka da seni de görürdük?”

“Göremezsin çünkü ben hemen arkanızdayım. Bir gölge gibi.” Masayı biliyordu. Avukatı Barış’ın gölgesinde Barış da Barut’un. Aman Allah’ım. Barış, Barut’un tetikçisiydi. Yutkundum ve yüzüm sabit tutmaya çalıştım.

“Gölge olabilmen için önce kan bağı gerek, yahut da…”elimi kaldırarak yüzüğümü gösterdim: “Bir bağ.” Deniz dişlerini birbirlerine geçirdi. Az sonra saldıramaya hazırdı.

“O parmağındaki küçük metal kan bağından daha kuvvetli değil canım.” Evlilik değilse ailelerdi. Şok olarak kelimeler ağzımdan döküldü birden.

“Barış, Barut’un oğlu mu?” Deniz şaşırarak baktı ne olduğunu anlamadan. Az sonra yaptığı hatayı fark etti ve yüzü kıpkırmızı olarak ne diyeceğini bilemedi: “Yoksa sende Barut’un bir yakını mısın?”

“Ne saçmalıyorsun? Anlamıyorum.”

”Bu her şeyi açıklar.” gülerek ayağa kalktım istediğimizi aldığımıza göre artık gitmeliydik ona döndüm.

“Bilgi için teşekkür ederim Deniz, seni görmek güzeldi.” Deniz de ayağa kalktı öfke ile olan olmuştu bu yüzden inkâr yerine hücuma geçti ama buna kanmayacaktım aklımda Zeyd’in buraya gelirken bizi onun hakkında ki uyarısı bir kez daha geçti.

“Bir de bana kurnaz derler, asıl şuna bak.” gözlerinden alevlerin geçtiğini gördüm.

“Sırf oyunu senin yönteminle oynadım diye bana kurnaz diyemezsin.”

“Hayır hayır, gerçekten de öylesiniz, Hah! Hem de ailecek. Melek kız ha.”

“Deniz biz gidiyoruz artık. Hadi Ebrar.” Arkamı döndüm ama sözleri olduğum yerde durdurdu beni.

“Sende onlara çekmişsin. Abin bir hırsız bir kaçak,” yavaşça ona döndüm. Sakin kalabilmek için içimden zikre başladım aksi halde bende saldırganlaşabilirdim. Deniz bende ki farklılığı fark edince hassas noktamı bulduğundan devam etti sözlerine: “Baban bir dolandırıcı ne büyük bir maske takarak insanları kandırmış ama senin de kime çektiğin belli. Zaten ölerek hak ettiğini buldu şimdi de sıra abin-“ sözünün devamını getiremedi çünkü Ebrar arkamdan ileri atılarak eli ile boğazına sarıldı ve onu hemen arkasındaki duvara yasladı, nefesini kesti. Ne olduğunu anlayarak uzanıp ellerinde debelenen Deniz’i kurtarmaya çalıştım.

“Ebrar yapma bırak.” Ama beni duymazdan geldi.

“Büyüğüne saygın yok ise, bari ölüye olsun.”

“Bırak Ebrar öldüreceksin kadını.” Deniz’in yüzü kırmızın en koyu tonuna bürünmüştü ve hala konuşmaya çalışıyordu. Ebrar’ın yüzünün karardığını gördüm.

“Vah, utanç ölmüş.”

“EBRAR! YETER, BIRAK DEDİM.”

Nihayet bıraktı Deniz’i. Yüzünde ki kırmızılık ile iki büklüm olduğu yere çöktü nefes almaya çabalayarak. Yanına diz çöktüm kendine gelmesini bekledim. Öksürüyordu. Hemen gidip masada duran su bardağını aldım ve elimle suyu yüzüne çarptım. Bana çatık kaşları ile bakan Ebrar’a döndüm:

“Merdivenlerde bekle beni.” dediğimi yaparak çıktı odadan.

Bir iki dakika Deniz’in kendine gelmesini bekledim. Sonunda az da olsa kendine geldi ve kendine gelir gelmez karanlık bakışları bana döndü:

“Dava edeceğim sizi, süründüreceğim. Onu o delikte nefessiz bırakacağım. Görecek o ş... Sende göreceksin.” Rahat bir nefes aldım.

“Tamam Deniz. İyisin.” Ayağa kalkarak kapıya yöneldim bende ama peşim sıra gelirken tehditlerine devam etti:

“Bu yaptığınıza pişman olacaksınız. Sana da o s… de hak ettiğinizi yaşatacağım.”

Merdivenlerin hemen başında durup ona döndüm. Ebrar bağırışları duyduğundan hemen merdivenlerin sonunda benden bir işaret bekliyordu eğer hadi dersem burada Deniz’i öldürebilirdi ama birimizin mantıklı düşünmesi, sakin kalması gerekiyordu çünkü sadece Deniz’in boğazını sıkması bile bize bir yıl hapis cezası olarak dönebilirdi. Sabit bir ifade ile ona döndüm.

“Git dava et. Senden korkmuyoruz Deniz.”

“Zeyd’e güveniyorsan-“

“Elbette ona güveniyoruz. O benim yanımda olduğu sürece sen hiçbir şey yapamazsın.”

Sadece arkamı döndüm. Ardından ne olduğunu anlamadan gözlerim bir dairede yuvarlanıyormuşçasına etraf bulanıklaştı. Sadece birkaç saniye sürdü. Yukarı çıkarken saymıştım tam tamına on bir basamak vardı. Başım döndü ilk olarak sadece bir acı hissettim. Ebrar’ın önüne düşerken uzanıp başımdan tutmuştu hemen aksi halde başım mermer basamakların hemen ucuna değebilirdi belki de öyle ölebilirdim ama ölmedim. Ebrar’ın ayakucuna hemen yere yuvarlandım. Deniz şok olmuş bir şekilde yukarıdan beni izliyordu. Belki de ne yaptığının orada farkına vardı ama ne hissediyordu bilmiyordum. Ebrar üzerime eğildi, korku ve endişe sezdim.

“İyi misin Gazel?”mırıldandım ama ne dediğimi ben bile anlamdım. Onu endişelendirmemek için biraz doğruldum. Nihayet kelimeler can çekişiyormuş gibi çıktı dudaklarımdan.

“İyi-yim. Bir şeyim yok.”

İyiydim. Ayağa kalkmaya çalıştım bu yüzden. Ebrar bana destek olmak için kolumdan tuttu. Ardından sert bakışları Deniz’e kaydı ve ona doğru gitmek için bir hamle yaptığında onu tuttum çünkü şuan onu öldürebilirdi. Yarı ayağa kalktığım an tüm vücudum takatten kesildi, bacaklarımda ki his kayboldu oan ne olduğunu anlamdan, düşe yazdım.

“Gazel…”dedi Ebrar sesinin tınısını hiç sevmedim. Yere düştüm o an. Ebrar’ın bakışlarının neye takıldığını görmek için bacaklarıma baktım ve yerdeki kanı gördüm.

Ölmedim mi demiştim?

. . .


Loading...
0%