Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm

@cigdemgah

"Men amene bi'l kaderi emine mine'l-kaderi" diye bir sır vardır. Lügatçada bu 'kadere iman eden kederinden emin olur' anlamına gelir. Keder dediğimiz şey dünyevi sıkıntılar maddiyatın ve beşerin pençesinde boynumuza dolanan o ipler. Fani bir şeyin eksikliği yahut da bolluğu... veremediği lezzet ya da lezzet verdiğini sandığımız kahır... Kalp gibi sonsuz bir sevme kabiliyetine sahip olan bir organı meşgale ettiğimiz basit ve ehemmiyetsiz durumlar bize keder oluyor misal. Bunun manevi boyutları da vardır elbette. Sevgisizlik, merhametsizlik, şefkatsizlik ve ya ölüm... Bu durumlarda kalbin çırpınıp durduğu bataklık gözümüzde büyüdükçe büyür. O zaman işte tabirler gün yüzüne çıkar. O sebepten kederli oluruz, hüzünlü oluruz, mutsuz ya da üzgün oluruz. Buraya kadar her insanın hissiyat döngüsü aynıdır. Mühim olan bundan sonra kişinin seçtiği yoldur. Çünkü insan başına gelen her şeyin sorumlusudur. İrade bizi bu sorumluluğa götürür ve burada devreye iradenin seçeceği yol girer. Ya imandan yana yol tutar keder perdeni kaldırırsın ya da inkara gider azap çekmeye devam edersin. Kadere iman mümin olmanın şartlarından biridir. Henüz ruhumuz bir bedene üflenmeden bir vücuda bürünmeden yazılmıştır Rabb tarafından bizim hayat döngümüz. Aldığımız nefesler, etrafımızda ki insanlar, ömür geçirdiğimiz yer, sahip olduğumuz aile ve alnımıza yazılan kişi... Mademki bu hayat döngüsü kader olarak anılıyor ve mademki kadere iman imanın şartında yer oluyor ve mademki bir Müslüman olarak bu farza uymalıyız o halde kadere iman ediyoruz ve bu sayede gam perdemizi de kaldırıyoruz.

Bu sebepler alemin de her şeyin bir sebebi vardır. Yağan yağmurun toprağa değişinin, esen rüzgarın ağaç dalını okşayışının, gökte süzülen bir kuşun kanadını çırpışının, gözüme değen perdenin ve kalbimde ki matemin... Maddi perdeden arındırılıp bu sebepleri görmek çok az insana nasip olur. O sebebin olduğundan emin olup ve Sebebi Var Eden'e(c.c) sığındığımızda kalbin kederinden bir katre kurtulmuş oluyoruz. Kalbimi teskin eden tek şey de buydu benim. İsyan ettikçe içimde bağlı olduğum, çırpındıkça daha da kördüğümleşen ipleri kalınlaştırdığım kalbimi Allah'a havale ettiğim an kederimden emin olduğum andı. Mademki Allah bunları yaşamamızı istemişti mutlaka bir sebebi vardı ve emin olduğum tek şey bu sebep beni hayra yönlendirecek bir sebepti. Zaten kim Allah'a sırtını dayayıp da hayr dan başka bir şey görmüş ki. Bu teslimiyetimin adı işte kadere imandı. Ve kederimden emindim.

Bu yüzden ikindi vakti vakıf sekreterim olan Özlem gelip Zeyd Hazar'ın aradığını ve buraya geleceğini söylediğinde içimden Duha suresini bilmem kaçıncı kez tekrar ederek çapraz salona geçtim. Zeyd Hazar'ı burada karşılayacaktım. Odanın üç te birini kaplayan geniş pencerelerden süzülen güneş ışığı, büyük geniş beyaz duvarları, saksılarda ki yeşil bitkileri, duvarın bir köşesinde ki büyük kafesten gelen kuş sesleri ve geniş duvarda ki Fuzuli'nin Peygamber Efendimiz için yazdığı Su Kasidesi şiiri ile bu oda tek başına insan ruhuna elzemdi. Vakfa gelen misafirlerin çoğu ile görüşmeleri burada yaptığımızdan bizim için toplantı salonu görevi de görürdü. Ayrıca çalışanlar içinde masa başından sıkılıp buraya gelip biraz ferahlamaları için sarı-gri renklerde bir koltuk takımı konulmuştu. Arada gelip burada kestirenler bile oluyordu. Özellikle de iletişim koordinatörümüz Necati abinin mekanı olarak işlev görüyordu. Muaz bazı -önemli- yardımda bulunacak misafirleri ile görüşmeler yaparken benim de toplantılara katılmamı isterdi ve ben hiçbirine katılmazdım. Çoğu kez Muaz ses kaydı alırdı bu toplantılarda daha sonra dinlemem için ya da Özlem her konuşmayı noktasına kadar kaydeder bana rapor verirdi. Ki bu da oldukça zahmetli oluyordu. Bazı çok önemli misafirler geliyordu vakfı ziyarete. Araştırmacılar, yerli yahut yabancı yazarlar, önemli yatırımcılar vs. öyleleri vardı ki onlarla birlikte birer kahve fırsatını asla kaçırmak istemezdim lakin yine de Muaz ile birlikte onlara katılmak yerine sessizce bir perdenin arkasından onları dinlerdim. Mesela çok zaman önce gelen dünyaca ün yapmış fotoğrafçı Ömer bey gibi. Son açacağı serginin tüm gelirini vakfa bağışlamıştı. Onun çektiği tüm fotoğrafların hayranıydım. Muaz da öyle. Lakin adam sadece Muaz ile konuşmayı kabul ettiği ve bağışın gizli kalmasını istediği için ben onlara katılamamıştım o bilmeden tahta büyük paravanın arkasına geçmiş sessizce sohbetlerini dinlemiştim. Adam sadece fotoğrafçı değil aynı zamanda bir seyyahtı ve sadece gezdiği üç ülkeyi anlatırken bile neredeyse iki buçuk saat geçmişti. Tıpkı bunun gibi vs. önemli kişiler ile görüşmelere sessizce katılmama ses çıkarmıyordu Muaz, görmezden geliyordu.

Bugün de önemli bir misafirimiz var. Yine aynı odadayım ve gelecek olan kişiyi görmek istemiyorum. Dahası o beni görsün istemiyorum. Sabah Özlem'e büyük tahta paravanı odanın ortasına koydurtmasını ve gün boyu odanın kapalı tutulmasını tembihlemiştim. Bugün Zeyd Hazar ile karşılıklı bir yabancı olarak konuşacaktık ve yabancı bir erkeğe yüzümü gösterme onurunu bahşetmesem de olurdu. Ona güvenmiyordum, iyi bir insan olduğuna inanamıyordum, bizden sakladığı bir maskesi vardı.. Ben hariç herkes onun mükemmel olduğunu düşünüyordu asıl beni öfkelendiren ve önyargılarımı çoğaltanda bu durumdu belki de. Yıllardır babamın yanındaydı Zeyd. Onu en az bizim kadar tanıyordu. Bu medresenin hocalarından eğitim almıştı, dergahta ki dervişlerle aynı safı paylaşmıştı, diğer çocuklarla aynı ekmeği yemiş aynı çorbayı içmişti. Başarısı göz dolduracak bir avukattı. Ama ne? Babama inanmamış mıydı? Babamı yolsuzluk yapan uydurma bir şirketin sahibi olan bir müderris olarak mı görmüştü ve göstermişti. Babamı kim tanısa bunun uydurma bir kılıf olduğunu anında söyler ve buna gülerdi ama ne yazık ki Zeyd beyde öyle olmamıştı. Şimdi sadece ben bunu düşündüğüm için faturayı Yuşa'ya ve Zeyd'e kesiyordum herkesçe. Bir tek benim hırçınlığım vardı herkesin gözünde. Haklı olabileceklerini dün gece babamın mektubunda okuduğum o ayetten sonra karar verdim.

"Allah... cezalandırmadan önce fırsat tanıyandır." (Bakara/263)

Kur'an-ı Azimüşşan böyle dedikten sonra aklımda ölçüp biçtiğim bu rolde nasıl olur da akıl mahkememde ceza verebilirdim ona. Rabb bir kula fırsat tanırken ben kim oluyordum ki? Bunu fark etmem biraz zaman almıştı. Babamın bu hayatta değil iken dahi hala bana nasihatler verip doğruya yönlendirmesi Allah'ın hala bana sunduğu bir lütuftu şükürler olsun ki.

Saat tam 17:00 yi gösterdiğinde tahta paravanın arka tarafına geçip oraya konulan sandalyeye oturdum. Küçük kare aralıklardan kişinin gölgesi ve hareketleri karanlık flu bir görüntü oluşturuyordu. Söylediği saatten daha geç geleceğini düşünürken bakışlarım saatime kaydı yine ama o anda cam kapı çalındı. İki kez yavaşça... seslensem de beni duyamayacağı için sessizce bekledim. Kapı usulca açıldı. Ardından Zeyd uzun boyu ile arzı endam etti. İçeri adım attığında bakışları hemen tahta paravana takıldı. Uzaktan bir karaltıda olsa kaşlarını çattığını görebiliyordum. Anlamaz bakışlarını odada gezdirdiğinde yanlış girip girmediğini düşündüğünü anladım.

"Doğru yerdesiniz."

Sesimi duyduğu anda dikkat kesildi ve anında paravanın beni görmesini engellemek için konulduğunu anladı ve sorulara bezenmiş çatılan kaşları yumuşadı. Hatta yüzünde memnun olmuş gibi bir gülümseme oluştu. Üzerinde lacivert bir kazak ve aynı renk bir trençkot vardı. Takım elbise giyer sanmıştım ama oldukça rahattı.

"Oturun lütfen." dedim tekrardan konuşarak.

Sesimin nereden geldiğini anlamış gibi direk olduğum yöne döndü bakışları. Bir an aramızda paravan yokmuş gibi sanki karaltımı değil de beni görüyormuş gibi hissettim ama görmediğine emindim. Zeyd yavaşça onun için konulmuş paravanın diğer tarafında ki sandalyeye yaklaştı ve hiç acele etmeden oturdu. Bakışları hala bendeydi. Konuşmasını bekledim ama sanki neler olduğunu anlamaya çalışıyormuş gibi bir hali vardı. Birkaç dakika daha sessiz kalınca ev sahibi olarak konuşmaya karar verdim tekrar.

"Sizi buraya çağırdım çünkü-"

"Öncelikle..." dedi Zeyd, yumuşak bir sesle sözümü keserken: "Bana sen diye hitap etmeni istiyorum. –siz insanların arasına bu paravandan daha kalın duvarlar örüyor." imalı laflar çarpıyor! Yumuşak üsluplu! Tatlı sözler ile dediğini yaptırıyor... "Ve hepsinden önce, nasılsın?"

Ona bakakaldım. Nasıl olduğumu mu merak ediyordu gerçekten. Babasının ölümün kırkı yeni çıkmışken evlilik planları yapan biri nasıl olmalıydı?

"İyiyim mi demeliyim?"

"En azında iyi olduğunu düşünerek iyi hissedebilirsin çünkü kalp saftır ve ne dersen ona inanır, öyle değil mi?" Ya beni etkilemek için bu sözleri önceden çalışıp gelmişti ya da Zeyd düşündüğümden derin bir ummandı. İlkini seçtim ve ondan etkilenmemeye karar verdim.

"Genel de kalbine nasıl hissetmesi gerektiğini mi öğütlersin?"

"Hayır, bende daha çok hayırlısı."

Ukala, gardımı hafife almış olmalı. Sessiz kaldım bir süre. Ona ne söylemem gerektiğini düşünüyordum. Küçük bir an aramızda ki paravan için rahatsız hissettim belki de bu yüzden beni biraz korkak bulmuş olabilirdi. Ya da ona kinlendiğimi sanabilirdi. Kinlenmemiş miydim? Beni havale ettiği karmaşık soruları bir kenara attım.

"Benimle evlenmek istiyorsun çünkü babam senden bunu istedi." diyerek kesin bir yargıya vardığımda ciddiyetimden olsa gerek Zeyd gülümsedi tekrar paravanın arkasında.

"Bu teklifi baban yapmasa dahi ben yapacaktım." Umarım buna inanmamı beklemiyordu. Babamın son isteğini yerine getirmekten başka bir şey değildi onun yaptığı. Ben sadece onun vicdanını rahatlatması için bir görev olmalıydım.

"Neden benimle evlenmek isteyesin?"

"Evlenme yaşım geldi neredeyse. İyi bir işim var. Halim vaktim de yerinde çok şükür. İnançlarıma uygun bir eş istiyorum ve babam gibi saydığım hocamın kızına talip olabilirim diye düşündüm." Klasik cevaplar beni tatmin etmiyordu. Yüzünü yere eğdi.

"Bu düşüncene inanmam için biraz geç kaldın." dediğimde Zeyd yerde ki başını kaldırıp olduğum tarafa baktı uzun bir süre, sükuta düştü sanki. Sakin bir ciddiyetle karşılık verdi.

"Bu aramıza ördüğün paravanı çoktan aklında kurmuş gibisin."

"Tanımadığım insanlara hemen ısınan biri değilim."

"Beni tanımıyor musun?"

"Tanımıyorum." derin bir nefes alıp geriye yaslandı ve neşeli bir şekilde karşılık verdi:

"Zamanımız bol tanışabiliriz." aramızda ki ciddiyeti bir kenara bırakmak istediğini anladım ama ben onun kadar neşeli davranamıyordum.

"Sen beni tanıyor musun?" diye sordum düşünmede cevapladı:

"Tanıyorum. Bu ailenin kızısın, bu çatının altında ki bir nefessin. Baban hayatımda gördüğüm en iyi adam, en iyi baba ve herkese ev olacak biri. Bana da ev oldu. O evde büyüdüm ben ve hep o evde kalmak istiyorum."

"O ev şuan yok. Yıktılar..."

"Bu maddi bir ev değil Gazel..." ismimi telaffuz ettiğinde sesi bir mumun alevini okşayacak kadar titrekti. Adımı andığında bakışlarım benden bağımsız olarak ona döndü ama o başını eğdi. Neydi bu? Mahcubiyet? Edep? Bir kızın adını andığı için utanıyor muydu? devam etti Zeyd samimi bir şekilde: "O ev bir düşünce. Hakk'a olan bir hissiyat. Teslimiyet ve samimiyetin oluşturduğu bir çatı. İnsanların kalplerine kurulan ve binlerce insanın içine alabilecek bir ev."

Söylediği şey duvarıma ilk balyoz olarak vuruldu. Hafiften sendeledim. Ne demişti Muaz, Zeyd'den bahsederken "düşünceleri o kadar zarif ve derin ki insana da birkaç kulaç attırıyor" Böyle mi kazanıyordu insanların kalplerini ve aldığı her davayı? Bana mı açıyordu şimdi kartları. Karşılık vermeli miydim yoksa gidişata mı bakmalıydım? Söylediklerinde haklıydı ama bunu onun bilmesine gerek yoktu.

"Herkese ev olsaydı şuan aramızda olmaz mıydı? Belli ki birileri dışarıda kalmıştı." Babama yönelttiğim ilk önce benim hiciv içimi sızlattı. O sızı Zeyd'de de batmış olmalıydı.

"Yapma bunu. Kızgınlığın babana mı yoksa bana mı?"dedi sesi bu defa sertti. Sessiz kalmamın üstüne devam etti: "Eğer banaysa eyvallah. Lakin babana olan öfken beni hayal kırıklığına uğratır. Senin öyle biri olmadığına inanıyorum çünkü."

"İnsanlara kin tutamaz mıyım?" dedim alaylı bir üslup ile. Kendinden emin bir şekilde cevap verdi:

"Hanif Şems'in yetiştirdiği biri için; tutamazsın." Beni tanıdığını mı sanıyordu?

"Beni tanımıyorsun. Daha önce hiç görmedin." Dokunduğum bam telini anlayabilecek kadar zeki biriydi belki gösterdiğinden bile fazlası vardı:

"Evet, hiç görmedim ve seni görmek için buraya geldiğimde ise bu paravanla karşılaştım. Ne için gerekti bu?"

"Güzelsem beni beğenecektin değilsem vaz mı geçecektin?"

"Seçim için gelmedim. Yüzünü görmeden de kabulümsün." kaç kızı bu şekilde etkiler? 10... 20... 30...? Ben hariç. Peki ama, neden sessiz kaldım? Zeyd bu sessizliğimi diğer kızlar gibi mi algılayacak yoksa? "Hem sevdiğim bir söz der ki; bazı şeyler gözünüzü alır ama siz kalbinizi ele geçirenleri izleyin sadece. Sen kalbimi ele geçirenlerden olacaksın inşallah."

"Yazık ki sen gözümü de kalbimi de ele geçirmedin."

"Henüz." dedi Zeyd anında sözüme cevap olarak. Yalan değil miydi bu? Beğenmemiş miydim onu, o gün yağmurda, avluda yan yana dururken. Beni görmüş ama o gün kim olduğumu tahmin etmemiş olmalıydı. Sessiz kaldım. Bunun üzerine Zeyd devam etti yine: "Buraya evlilik gibi ciddi bir mesele için seninle görüşmeye geldim ve elbette ki niyetim ciddi olduğu için İslami olarak yüzünü görmek hakkım ama göremiyorum." Onu sınadığımı anlamıştı çoktan ve sessizce bu imtihanı geçecekti.

"Ben seni sadece bir kez gördüm." diyerek itirafta bulundum. Zeyd'in şaşırmadığı açıktı.

"Sadece ayağa kalkıp yanıma gelerek bir kez daha görebilirsin. Bu benim için sorun olmaz." dedi şakayla karışık ama ben gülmedim.

"Gerek yok. Kendini beğenecek kadar bir şey dikkatimi çekmedi nasılsa." Zeyd'in sessizce güldüğünü gördüm. Öne doğru eğildi sanki sesini daha iyi duymam için.

"Gerçekten böyle düşündüysen ilk kez bir kız beni beğenmediği için üzüleceğim."

"Yazık ki yapabileceğim bir şey yok."

"O halde inşallah kalbini kazanmak için elimden geleni yapacağım." gülümsedim ama keyifsiz bir gülüştü bu. Uzun bir sessizlik oldu aramızda ardından: "Nasıl birisin?" diye sordu aniden. Düşünmeden cevapladım.

"Güzel değilim."

"Bende Allah'tan hep bunu istemiştim."

"Çirkin bir eşim olsun diye mi dua ettin?"

"Yüzünün güzelliğindense içinin güzelliğinin olmasını istedim."

"Aynı duayı etmişiz ama nedense ikimizin ki de kabul olmamış gibi duruyor." Zeyd bu defa sesli güldü. Eğlenceli miydi benimle konuşmak? Yüzünde ki tebessüm yapışmış gibiydi lakin konuştuğunda sesi ciddileşti ve yerinde doğruldu.

"Gazel..." yine aynı ses tonu... "Seninle kendi iradem ile evlenmek istiyorum. Babanın mektubunda yazdığı isteği bir kenara bırak ve sadece ben istediğim için bunu düşün. Yüzünü her gün güldürmek için elimden geleni yapacağıma Allah için söz veriyorum."

"Şartlarım var." dedim kararımı dün çoktan vermiş olduğumdan Zeyd memnun olmuş gibi gülümsedi çünkü bu cümle bende kabul ediyorum demenin bir başka şekliydi.

"Kabulümdür."dedi yumuşak bir şekilde.

"Duymadan mı?"

"Elimden gelmeyen bir şey istemeyeceğini biliyorum." Her zaman mı böyle yumuşak huyluydu yoksa köprüyü geçene kadar mı? Tabi ki ikincisi. Zeyd şuan karşımda romantik bir romanın baş karakterini oynuyordu.

"Bana isteğim dışında dokunmayacaksın." dedim kesin ve net bir şekilde. Sessiz bir gülüş eşliğinde:

"Bekleyeceğim." dedi.

"Beni kısıtlamayacaksın."

"Helal daire keyfe kafidir." bilerek mi bana bu sözü kullanmıştı? Sevdiğimi biliyor olamazdı. Olsaydı bu tevafuk için kalbim çarpardı.

"Ben ahir zaman eşlerinden olamam. Senin çevrene ayak uyduramayabilirim."

"Ben sana ayak uyduracağım."

"Vakıfta çalışmaya devam edeceğim ve medrese de yaz grubuna hat dersi veriyorum."

"İhmalkar davranmadıkça devam edebilirsin." Her şeye evet diyecekti. Dudaklarımı kemirirken bu defa da beşerden yana şansımı denedim.

"Kredi kartı istiyorum, harcamalarıma karışmayacaksın."

"Sahip olduğum varlığın yarısı senindir."

"Her Cuma eve çiçek alıp geleceksin."

"Evde ki en güzeli sen iken mi?" Cidden işini biliyordu. Ah işim gerçekten zordu? İnsan yumuşak kalpli birinden nasıl nefret etmeye devam edebilirdi?

"Evde ayrı odalarda kalacağız. Hatta mülkiyetimiz bile ayrı olacak."

"Nasıl? Evi ikiye mi böleceğiz?" çok güzel işte bunu kabul etmeyecektir.

"Evet. Ben sana alışana dek." Zeyd bunu ciddi ciddi düşündü. Kabul etmiyorum demesini bekledim ama beni yine yanılttı.

"Uzun sürmeyecektir."

"Bir şeyde daha var. Eğer ki kalbini kazanamazsam ya da seni sevemezsen yahut da benden memnun kalmazsan ayrılacağız." Yüzünde ki gülümsemenin kaybolduğunu gördüm. Geriye yaslandı bir süre gözleri yerde düşündü, ardından bir şey demeden ayağa kalktı. Ne cevap vereceği düşüncelerinde tahminden tahmine geçtim ama bunu bir soru olarak algılamamıştı bunun yerine aklındakileri ölçüp tartıyordu kendince:

"Gazel Şems," adımı telaffuzunun hoşuma gittiğine şaşırırken devam etti: "Allah rızası için, O'nun adıyla hayatımı birleştireceğim ömürdaşım, kalbimin hükümranı, ve karım olacak mısın? Benimle evlenmeyi kabul ediyor musun?"

Bunu beklemiyordum işte. Evlilik teklifi almak gibi bir düşüncem yoktu. Daha doğrusu Zeyd'in bunu yapacak zarif bir kalbe sahip olduğunu hiç düşünmemiştim. Ondan olacak belki kalbim ilk bir durdu... bir iki kez çarptı ve ritmi hızlanmaya başladı... Karartımı görmüyor olsaydı elimle kalbimi sakinleştirebilirdim ama sessizce Allah'ı andım önce. Ardından söylediklerimden çıkardığı sonuca vararak yaptığı teklife kalbim tekleyerek cevap vermemek için derin bir nefes aldım ve ayağa kalktım.

"Kabul ediyorum."

Zeyd gülümsedi. Paravanın minicik kare açıkları arasından dudağının sağ yanağında ki derin gamzeyi gördüm. Onca uzak mesafeden bunca karartıların arasından ucunu gördüğüm gülümseyiş gerçek miydi? Nasıl hayal hayal edebilirdim? Eğer ki gerçekse daha fazlasını görmeyi diledim ve bu hissi düşünür düşünmez attım içimden. Bakışlarım ondan kaçırdığımda Zeyd hareketlendi.

"Buraya bırakıyorum. Sanırım eline takmak nasip olamayacak. Bu sana sözümdür."

Ardından beklemeden hızla çıktı odadan. Neden ecele ettiğini düşünmeme dahi fırsat bırakmadı. Cam kapı kapandığı anda ve Zeyd'in gittiğine emin olduktan sonra paravanın ardından çıktım ve sandalyenin üzerinde duran siyah kadife yüzün kutusunu elime aldım. Fiyonku tutan kurdeleyi açtım. İnce zarif yaprakların sıralandığı bir alyans ile karşılaştım. Sadece bir taneydi. Ötekini kendi almış olmalıydı. Belki kendine dahi almamıştı. Parmağımı yüzüğün üzerinde gezdirdim, zarif ve şık duruşuna hayran kalarak... Onun bu seçimi gülümsememe sebep oldu yine.

Ben bugün Zeyd'e evet dediğimde bunu babamın vasiyetini yerine getirmek için yapmıştım. Zeyd'in aksine onun benim kalbime gireceğini düşünmüyordum. Her ne kadar zarif yürekli biri olursa olsun... İnce düşünceli olursa olsun... Gören gözlerin Allah'a şükrettiği bir siması olursa olsun... Zeyd benim karısı olmak isteyeceğim biri değildi. Güvenmediğim, başka bir yüzü olduğuna inandığım bir adam benim kalbimin sahibi olabilir miydi? Nasıl olsundu? Bu ya geçici bir imtihandı benim için... ya da şuan ki düşüncelerim beni utandıracaktı ileride. İlkinin gerçek olduğuna eminim ve Zeyd'in sabrı tükendiğinde gerçek yüzü ortaya çıkacaktı işte o zaman herkese Zeyd'in babamı yalnız bıraktığını, onu suçlamamın doğru olduğunu, başka bir yüzünün daha var olduğunu herkese gösterecektim işte.

. . .

(1 hafta sonra)

. . .

Arabadan indiğimizde akşam ezanı okunuyordu. Zeyd Hazar'ın evine –bundan sonra benim de evim olacak yere- ilk kez gelişimdi. Bu gelişe ise Nikah akdinin gerçekleşmesi vesile olmuştu. Annem kolumdan tutup yürümem için beni yönlendirdiğinde gerçekten onunla evlenecek oluşumu anladım. Betül'ün kucağında İsar küçük takım elbisesi içinde yüzümde ki ilk kez gördüğü peçe ile beni tanımadığından şaşkınca bakışlar atıyordu. Betül'ün üstünde benimkinin aksine siyah bir abaya vardı. Benim için özel olarak hazırlanmıştı bugüne, o da annem de. Üzerimde beyaz uzun, eteği haddinden fazla geniş sade saten gelinliği Zeyd Hazar benim için, karısı için, seçmişti. Sadece omuzunda büyükçe bir fiyonk asılıydı. Onun dışında sadeliğinden zarafet dökülüyordu. Bana kalsa sade elbiselerimden birini giyer öyle gelirdim nikahıma ama herkese göre bu hatırlanacak bir anıydı ve usulüne uygun yapılmalıydı. Annemin sert bakışları yine bana kaydı. Sorgulayan bakışları yüzümü kapattığım beyaz peçedeydi.

Dün gece karar vermiştim buna. Zeyd Hazar'a onun gerçek yüzünü öğrenene kadar yüzümü göstermemeye kararlıydım. Bunu sevgili aileme açtığımda annem sinirden köpürdü. Betül de öyle. Yanlış yaptığımı bunun çok saçma olduğunu söyleyip durdular. Onlar da farkındaydı bu evliliğin bir vasiyeti yerine getirmek için olduğunu.

"Yine de Zeyd de bir erkek. Seni süs alarak evine almıyor Gazel. Eşi olacaksın. Yüzünü ona göstermemek de ne demek." Demişti Betül beni vazgeçirmeye çalışırken.

"Her şeyi kabul eden oydu. Bana ona alışmam için zaman vereceğini söyledi. Öyleyse kabul edecek." anneme dönüp usanarak söylendi ardından:

"Zeyd gerçekten bu kızı böyle inat hali ile kabul ederse cidden Mekke'ye gidip gelmiş sevabı alır."

Belki de almazdı. Betül elbette ki haklıydı, hangi erkek yüzünü görmediği bir kadını kabul edebilirdi ki? Bu Zeyd Hazar için düşündüğüm ilk sınavdı ve daha ilk sınavda kalacağını düşünüyordum. Muaz bu kararıma karşı çıktı elbette ki Betül'den daha çok dil döktü:

"Yapma Gazel, evlilik deneme yanılma tahtası değil. Allah katında eşi olacaksın onun. Sorumlulukların olacak ve onun da hakları olacak. Bunun doğru olmadığını biliyorsun."

"Biliyorum ama ne olur anla beni Muaz. Önce kalbime girmeli o." Muaz da sonunda pes etti. Zeyd'i çok sevdiği için kıyamıyordu ona bundan dolayı yine onu savundu:

"Şimdiye kadar seninle ilgili tek kelime sormadı bana, dayanamayıp ben sordum hiç merak ettiği bir şey yok mu diye ama o tüm sorularını sana soracağını söyledi. Böyle dürüst bir adam için bu yaptığının sonuçlarına katlanabilirsin. Allah sana akıl fikir, Zeyd'de de sabır ihsan eylesin."

Sonunda bana olan nazarlarını çekip sessiz bir kırgınlığa bürünerek uzaklaşmıştı benden. Kırmızı kurdeleyi sade gelinliğimin beline bağlarken de bana bakmadı. Hayır duasını okurken hüzünlenmiş olmalıydı ki gülümsedi sadece. Onun dışında kendi içinde Zeyd'e acıyor onun adına üzülüyordu.

Annemin kolunda eve girerken duvağımı kapatan Betül'dü. Onun bu hareketine güldüm. Yüzümde ki peçeyi gördükten sonra Zeyd'in nikahtan vazgeçmesinden korkuyordu kesinlikle. Hızlı adımlarla yüzünde endişeli bir ifade ile eve girdi. Annem bir kolumdan tutmuş beni yönlendiriyordu.

Uzun bir müddet yürüdükten sonra biraz sağa biraz sola kalın tül duvağın altında pek de göremediğim yeni evimin sadece halılarına ve parkesine bakarak yönlendirildim ve iki minderin yan yana konulduğu bir yer yerde durduruldum. Bir iki farklı erkek sesi hoş geldiniz dedi. Ardından hemen solumda, giydiği siyah ayakkabısında toka olan biri durdu yanımda.

Nikahımızı kıyacak olan Muaz'dı. Medresenin baş müderrisinden daha iyi bir imam bulunmazdı elbette ki. Oturmamızı istedi Muaz. Gelinliğimin eteklerinden tutarak ayak dibimde ki mindere diz çöktüm yavaşça, Zeyd'de benimle birlikte oturdu. Muaz kısa bir dua okudu. Bana adımı ve babamın adını sordu ardından bu aynı şekilde Zeyd'e de soruldu. Mehir olarak Zeyd Hazar bana oturduğu evi uygun görmüştü. Muaz o soruyu sordu az sonra:

"Hanif kızı Gazel şahitler huzurunda bir ev mehir ile Allah'ın izni peygamberin sünneti ile sen Musa oğlu Zeyd'i eş olarak kabul ettin mi?"

"Ettim."

"Ettin mi?"

"Ettim."

"Ettin mi?"

"Ettim."

"Musa oğlu Zeyd, Hanif kızı Gazel'i eş olarak aldın mı?"

"Aldım."

"Aldın mı?"

"Aldım."

"Aldın mı?"

"Aldım."

Muaz duaya başladı ardından. Kulağıma Nur suresinin birkaç ayeti çarptığında bakışlarım Betül'ün dün gece zorla ellerime yaktığı beyaz gelin kınasındaydı. Benim için bir anlamı olmayacaksa da Betül ve annem için bu haddinden fazla duygulu bir durumdu. Sonunda dua bitip de aminler denilip avuçlar yüze sürüldükten sonra ben, Zeyd Hazar'ın imam nikahlı karısı oldum.

Yerden sessizce kalkıp ayaklandığımda bu defa da bekleyen nikah memurunun huzuruna geçtik. Evetler denilip imzalar atıldığında ise Gazel Şems Hazar oldum. Ayağa kalkıp bana uzatılan evlilik cüzdanını elime aldım. İşte şimdi Zeyd'e dönme vaktiydi.

Yavaşça ona döndüm. Kırmızı ve beyaz duvağı kaldırdığı an bakışlarımı yere indirdim. Yüzümde ki beyaz peçeyi görüp bir an duraksadıysa da. O saliselik anı hazmedip uzanıp alnımdan öptü. Burnuma hayatımda ilk kez bir erkeğin kokusu doldu an. Zeyd'in yakasına taktığı görünmeyecek kadar küçük Vav broşundaydı bakışlarım. Zeyd geri çekildi ama kokusunu içimde bırakmış gibiydi. Yanında duran Muaz ve diğer biri yaşıt diğer daha küçük olan adamın tebriklerini kabul etti. İkisi de Zeyd'den çok benim ve göremedikleri yüzüm ile ilgileniyor gibiydiler. Küçük olanın çatık kaşlarına ve Zeyd'e olan bakışlarına gülmeden edemedim. Bende o arada anneme ve Betül'e sarılmak ile meşguldüm. Nihayet iki nikahta tamamlanıp Zeyd'in karısı olduktan sonra bir iki saat oturulup sohbete duruldu ve Betül kolumdan tutarak beni odama götürdü. Ev oldukça büyüktü ve iki kattan oluşuyordu. İkinci kata çıktık ferah bir holün hemen solunda ki büyük bir kapıyı açıp içeri girdim. Oda önceden temizlenmişti. Krem renkler hakimdi odaya. Sade bir gardırop sade mobilyalar sade bir yatak, komodin, çekmeceler abajurlar... Zeyd'in sade yaşamının birer kopyasıydı oda. Sahi kimin odasıydı bura? Benim mi yoksa Zeyd'in mi? Yoksa ikimizin mi?

Merakla beklemeye başladım. Gelinliğimin geniş etekleri arşınladığım odanın zemininde uçuşurken birkaç zaman geçti. Ardından arabaların çalışma sesleri duyuldu pencereye koştum ve Muaz'ın arabasının bahçeden çıkışını izledim. İşte şimdi bu koskoca evde Zeyd ve ben yalnızdık. Aramızda bir anlaşma vardı yani sözlü bir şekilde. Lakin Zeyd benim tanıdığım gibi biriyse az sonra bu odaya girecekti. Lakin Muaz haklıysa bu odaya gelmeyecekti. Kalp atışlarım beklerken hızlandı, hızlandı ve hızlandı. Korkum baş gösterdi ve içimde turlamaya başladı. Birden aklımdan kapıyı kilitlemek geçti ama anahtar yoktu. Merdivenden duyulan ayak sesleri Zeyd'in yukarı çıktığını işaret ediyordu. İşte geliyor.

Kalp atışlarım tamamıyla rota şaştı ve ellerim titremeye başladı bu defa. Aklıma ilk kez dolan ilk gece düşüncesi Zeyd odaya yaklaşırken benim haklı çıkmam konusunda ki sevincime baskın geldi ve kapının kulpunun aşağı eğilmesi ile ayaklarımda dermanım çekiledurdu. Zeyd kapıyı açıp içeri girdiğinde -şık takım elbisesi ile- kapıyı kapatıp kocaman açılmış gözler ile onu izliyordum. Gelip tam karşımda durdu. Yüzünde ki gülümsemeye baktım. Gerçekten de dudağının kenarında yerçekimine meydan okuyan gamzesini gördüm ve hemen onun hemen üstünde yanağında ki dikey ince gamzeyi de. Simetrisi ise diğer yanağındaydı. Onu ilk kez bu kadar yakın, mu kadar mutlu ve tahmin ettiğim Zeyd'den bin uzak halde görmem ile bakışlarımı alamadım ve heyecanım ikiye, üçe katlandı. Az sonra içimdeki endişe ve korku ile kalbim durabilirdi. Yutkundum. Zeyd'in gülümsemesi durdu. Yüzü eski ifadesine büründü. Biraz çekilip beni süzdü. Başını biraz sağa çevirip kaşlarını çattı:

"Titriyorsun?" dedi soru sorar gibi. Sessizliğimden cevabını almış olacak ki bu defa: "çünkü korkuyorsun öyle mi?"

"Hayır." dedim. Nereden çıktıysa bu dik başlılık anında pişman oldum.

"Hmm..."dedi Zeyd. Geri çekilip takım elbisesinin ceketini çıkardı. Aklımda dönüp duran çarkların gürültüsü arasında ona bakmaya devam ettim. Gerçekten de konuşmamızı unutmuş muydu? Bana dokunacak mıydı? Zeyd ince siyah kravatını çıkardı ve o anda ellerimin titremesi çoğaldı. Parmak boğumlarım beyazlaşana dek ellerimi birbirine kenetleyip titremesini engellemek istedim ama nafile Zeyd bile fark ederek ellerime bakmaya başladı.

"Korkmaman güzel. Bu gece zaten çabuk geçer."

Bu gece? Çabuk? Yüzümde ki peçe sıcaklatmaya başladı. Ter içinde kalmıştım. Zeyd gömleğinin düğmesini açtı yutkundum. Bir iki adım atıp yanıma geldi. Gömleğinin üçüncü düğmesini açmıştı ki gözlerimi kapattım ve başımı eğdim ona durmasını söyleyeceğim zamanı seçtim. Yüzümü örten kırmızı duvağın kalkmasını bekledim ama kalkmadı birkaç saniyelik sessizlikten sonra gözlerimi açtığımda Zeyd'i gömleğinin kollarını katlarken gördüm. Yüzünde hoşnut bir ifade vardı. İşini bitirdiğinde bana döndü ifadesi. Gülümsedi ve duvağımı kaldırdı. Yüzümde duran peçeyi görünce tekrar kaşlarını çattı memnuniyetsizlikle. Ardından bir şey hatırlamış gibi sağ kaşı havalandı ve elini cebine attı. Altın bir madalyonu andıran kolyeyi çıkardı. Ne bu diye düşünürken Zeyd uzanıp boynuma taktı. Cidden şimdi kitaplarda anlatılan o hali yaşıyorduk bu ironik hale gülmek yerine ağlanılırdı. Tamamen boynuma doğru eğildiğinde yine o keskin kokusu etrafımı sardı ve tuhaf bir şekilde bir yanım rahatladı. Heyecanım az da olsa yatıştı. Geri çekildiğinde yüzüme bakıyordu hala. Elini kaldırıp yüzümde ki peçeyi açmaya niyetlenmişti ki bir adım geri çekildim. Zeyd'in eli havada asılı kaldı. Bir mana veremeden bana bakmaya devam etti.

"Ne demek bu?" diye sordu ciddi bir sesle.

"Her şey kabulümdür demiştin. Bana zaman tanıyacağını söylemiştin."

"Evet, ama bu kabul bana yüzünü göstermeyeceğin için değildi. Ayrıca bundan bahsetmemiştin." ses tonu ve yüz ifadesi bunu kabul etmediğini söylüyordu. Elimin soğukluğu geçmeye başladı oraa ve sakin bir şekilde konuştum:

"Senin çok anlayışlı olduğunu söylediler, çok akıllı, başarılı, mütevazı ve tevazu sahibi, merhametli, ahlaklı, sözünün eri... abartmışlar mı yoksa gerçek mi öğreneceğim zamana dek yüzümü görmeni istemiyorum."

"Beni test ediyorsun öyle mi?"

"Sonucuna göre değişir."

Zeyd'in bakışları sertleşti bundan hoşlanmadığı aşikardı. Başını sağa çevirip birkaç saniye düşündü. Ardından bana doğru bir adım attı korkarak geri çekilecektim lakin bacaklarımın yatağa değmesi ile kaçacak bir yer bulamadım. Zeyd sert yüzü ile iyice yaklaştı. Bakışlarım sivri çenesinden omuzlarına indi. Göz kapaklarım korkarak bir iki kez açılıp kapandı. Bir yanım şimdi Zeyd'in gerçek yüzünü göstereceğini yüzümde ki peçeyi ben istemesem de indirteceğini düşünerek sevindi diğer yanım o peçe inerse sonrasında olacaklar için endişeden kıvrıldıkça kıvrıldı. Yutkundum. Zeyd uzanıp belimde ki kırmızı kuşağı tuttuğu an nefesim kesildi. Korktuğum şeyin avuçlarına kendi ellerim ile düşmüştüm. İçimden bir duaya başladım. Zeyd kuşağı alıp elinde tuttu. Üzerime doğru eğildiğinde yine kokusu bir selam verdi kainatıma ve panikleyerek gerisin geri çekildim. Yatağın üstüne düşeyazacakken Zeyd belimden tutum kendine çekti beni. Başım göğsüne yaslanmış bir vaziyette donakaldım. Çenesi başımın üstündeydi. Yutkunduğunda ademelması hareketlendi. Kalbi tamda elimin altındayken hızla çarptığını hissettim. Heyecanlanmış mıydı? Nefes alışverişini kulağımda duyduğumda usulca çekti elini belimden:

"Sana benim sabrımın bir derya olduğunu söylemeyi unutmuşlar." diye fısıldadı. Hızla geri çekildi. Bıraktığı ceketini ve kravatını alıp odanın kapısına yöneldi. Kapıdan çıkmak üzere iken bana döndü son defa: "Ne de olsa sabır Eyüp peygamberden miras bize."

Loading...
0%