4. Bölüm

3.Bölüm

Çiğdem Kılınç
cigdemgah

Evlilik kaderdir. İnsanın ömrüne eş diye yazılan o kişiyi, daha ruhlar yerleştirilmeden bir bedene, Rabb Teala ömrümüze belirlemişti. Fanide bu durum biraz irade ile alakalandırılır ama o kişi evvelden önce de kaderimize yazılıyordu. Zamanı gelip de ruhdaşımız evlilik maksadı ile karşımıza çıktığında Allah o kişiyi seçme ve ona evet deme arzusunu içimize yerleştiriyordu. Herkese hayır derken dilin o kişi geldiğinde birden bağlanıveriyordu mesela ya da hiç isteksiz bir halde iken karşında ki insanın başını eğişine, belki sessiz bir gülüşüne, iki çift lafına yahut da bir bakışına evet deme isteğini yerleştiriyordu Allah içine. Rabb asla mutsuz bir evlilik için size göndermez birini. Bilin ki Allah daima kulunun iyiliğini ister ve sizin için en hayırlı kişiyi size helal kılardı. Allah her kula mutlu mesut peri masallarında ki gibi bir evlilik vermez. Bazen bir evlilik sizin en büyük imtihanınız olur. Allah iki kula yan yana getirdiğinde eşlerden birini daima şükür, diğeri ise sabır ile imtihan ederr ki bu evlilik bir dengeyi tutturabilsindi ömürde. Zaten evlilik iki insan arasında ki bir dengeyi sağlamaz mıydı? Allah kalbin hangi yanı eksikse onu tamamlayacak bir eş nasip ediyordu kuluna. Hiç kuşkusuz öyle tamamlanıyordu insan bir diğeri ile. Kur'an-ı Kerim'de şöyle yazar;

"Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir."(Rum/20.31.)

Ve Allah(c.c) kaderime Zeyd'i yazmıştı. Ben istememiştim ve istemem için sebepler yaratmıştı Yaradan. Ona hayır deme lüksüm yoktu. Evet dedim. Aklım onun iyi biri olmadığı konusunda ısrarcıydı ve İslam eğer iyi bir adam ile İslam dairesinde huzurlu bir evlilik oluşmaması halinde boşanmayı uygun görüyordu. Bir yanım vicdanımın tek suçlu bulduğu adam ile evlenirken onu bırakacağımdan emindi. Diğer yanım da eğer Zeyd gerçekten de hayırlı biri ise ona eş olmayı kabul edip etmemeyi onunla vakit geçirerek karar verecekti. Dün gece yüzümü ona göstermeyişimi kabul etmeyeceğinden emindim çünkü hiçbir erkek böyle bir oyunu asla kabul etmezdi ama galiba Zeyd Hazar normal bir erkek değildi. Kalbimin solan yanları bunu düşünüyordu. Babamın dahi bana uygun bir eş olarak gördüğü bu adam nasıl biri olabilirdi? İçimde kuytu köşelerde bir yerde Zeyd'i sevebilme ihtimali yüreğime teğet geçti. Geçtiği yeri yok saydım. Zeyd... sevgili kocamın cemali normalin çok üstündeydi ve her genç kızın nazarlarını üzerine çekiyordu. Bu da beni rahatsız etti. Rahatsız ettiği için ise ben bir kat daha rahatsız oldum. Sadece bir gece, bir gecedir evli olduğum adamın yakışıklı bir yüze sahip olmasının beni rahatsız etmesi... bu onun cidden genç kızların kalp sağlığı için tehlike arz ettiğinin kanıtıydı. Ve de benim sinir katsayımın...

Bilmem kaçıncı adımımdan sonra odada volta atmayı bırakıp kendimi yatağın üstüne gelişigüzel attım. Düşünceden düşünceye geziniyordum ama aşağıda ki adamın varlığı zihnime prangalanmıştı ve hagi yandan tutsam bir sonuç vermiyordu.

Komodinin üstünde ki saate baktım; 11:57. Sabah namazından sonra ne yapsam da uyuyamazdım. Babam erken kalkmanın insana hayırlar getireceğini söylerdi. Öyle öğrenmiştim. Şimdi ise sabah namazından bu yana uyumak için diretiyordum ama nafile. Sırf erkenden kalkıp, Zeyd ile yalnız kalıp, beraber kahvaltı yapmamak için aşağı inmek istemiyordum ve kaç saattir odanın içinde dönüp duruyordum saymamıştım. Yanımda Kur'an yoktu bu yüzden içimden ezberden sureler okuyarak tekrar yapmıştım sonrasında yine içimden bir şarkı mırıldanmış sessiz konserler vermiştim. Ülke sorunlarına kadar düşünmüştüm ve ülke sorunları Zeyd'e bağlandığı anda zihnim allak bullak oluyordu da saat yine de ilerlemiyordu. Odaya eşyalarım daha önceden yerleştirilmişti. Kim yapmıştı merak ettim sanırım Zeyd'den başka bir çalışan daha yaşıyor olmalıydı evde. Çantam yanımda değildi dolayısı ile telefonumda. Ayağa kalkıp geniş pencerenin manzarası olan iki arabanın bulunduğu park yerine baktım yine. Biri siyah bir BMW diğeri beyaz bir Mercedes hala yerlerinde duruyordu. Bu israf sayılabilecek kadar lüks araçlar Zeyd Hazar beyefendinin olsa gerekti ve ikisi de kapıda olduğuna göre Zeyd de hala evde demekti. Belki de değildi erkenden çıkmıştı, iki araba da yerlerinden hiç kımıldamamış ve kımıldamayacakmış gibi duruyorlardı. Saate baktım tekrar öğle vaktine kadar evde oturmak yerine işine gücüne bakacak biriydi Zeyd bu yüzden bir iki dakika daha düşünerek aynanın karşısına geçtim giydiğim pudra geniş elbisenin üstüne başörtümü taktım ve her ihtimale karşı yüzüme peçeyi de yerleştirdikten sonra yavaşça odanın kapısından süzüldüm. Bir iki adım attıktan sonra hemen sağımda merdivenler belirdi. Geniş koridorun sonunda ise kapalı kapıları ile birkaç oda daha vardı. Ev çok büyük değildi ama yine de iki kişi için büyük sayılırdı. Durup aşağıyı dinledim ama hiç ses yoktu. Gerçekten de evde kimse yok muydu? Rahatlayan bir yanım ile merdivenlere yöneldim ve aşağı inmeye başladım. Hah! Beni bir başıma hiç bilmediğim bir evde bırakıp çekip gitmişti demek. Aferin ona.

İlk kata indikten sonra geniş bir salonun önünde buldum kendimi. Salon sade ve düzenliydi. Koyu yeşil bir oturma grubu yerleştirilmişti, ortasında sade bir ahşap masa ve masanın üstünde saksıda bir çiçek vardı. Karşımda krem rengi aşınmış gibi duran duvarda yine ahşap büyük bir tablo konulmuştu ve Allah'ın 99 ismi yazılmıştı üstüne. Demir bir kapakla kapatılmış şöminenin üstünde ise Osman Hamdi Bey'in meşhur tablosu Kaplumbağa Terbiyecisi asılıydı. Sade şık bir salondu sırf yeşil renk diye daha çok seviştim. Etrafın sessizliğinden kimsenin olmadığından emin bir şekilde bir iki adım atarak ilerledim. Kapalı iki kapı vardı ikisinden biri Zeyd'in odası olabilir ihtimali ile aklıma o kapılardan uzak durmamı söyleyen notlar astım ve bir sonra ki kapıya yöneldim. Mutfaktı. Küf yeşili duvarlar krem dolaplar, çiçekli perdelerden süzülen güneş, büyük cam pencerenin yanında ki saksılardaki çiçekler, bitkiler beni gülümsettirdi. İşte buraya kesinlikle bir kadın eli değmişti bu hareketlilik ve güzellik bir erkeğe ait olamazdı. Kim olabilir diye düşünürken bir ıslık sesi duydum. Bakışlarım ocakta ki çaydanlığa gitti hemen. Su kaynamaya başlamıştı. Refleks olarak hemen gidip kırmızı çaydanlığın çığlıklarına son vererek ocağı kapattım. Hemen pencerenin önünde hazırlanmış ahşap masayı gördüğüm an acıktığımı hissettim. Kaç saattir tek bir lokma bir şey yemediğim düşüncesi aklıma geldiğinde başka bir şey daha cereyan etti beraberinde. Ocağı açık bırakan ve masayı hazırlayan kimdi? Telaş ederek arkamı döndüğüm an Zeyd'i gördüm ve sıçrayarak geri çekildim. Beni korkutmuştu:

"Ödümü kopardın." dedim hızlanan kalp atışlarım sakinleşsin diyerek elimi kalbimin üstüne koyarken. Zeyd halime gülümserken omzunu yasladığı duvardan doğruldu.

"Özür dilerim, korkutmak istememiştim." elinde ki kalın kitabı kapının yanında çekmecenin üzerine bırakıp bana doğru gelmeye başladı.

Üzerinde beyaz tişört ve kot pantolon vardı. Siyah saçları kendini saldığı için hafif uzayan yanları alnına düşüyordu. Rahatsız olmuş gibi eli ile saçlarını geriye attı ve zamanın ritmi yavaşladı. Kaç saat geçti o bana yaklaşırken anlamadım. Gözlerimi kırpıştırıp onun bana sabah sabah fazla gelen halinden kaçırdım bakışlarım. İçimden bu hareketi umarım dışarıda başka kızların yanında yapmıyordur diye geçirdim çünkü milletin kızlarını günaha meyletmesini istemezdim.

"Aşağı inmeseydin ben yukarı çıkacaktım neredeyse." dedi yanımdan geçerek dolapların birini açtı ve bir çay bardağı çıkardı.

"Yorgundum uyanamadım." diyerek yalan söyledim.

Zeyd bir yandan çayları doldururken güldü aynı anda art arda duran o iki gamzesi bir selam bahşetti. Niçin güldüğünü anlamamıştım bu yüzden ona anlamsız bakışlar atıyordum, bana dönüp elinde ki doldurduğu çay bardağını bana uzattı. Yavaşça elinden aldım hala gülüyordu masaya doğru gidip oturdu. Hala yüzünde aynı tebessüm vardı. Soru soran bakışlarım ile ona bakmaya devam ettim. Eli ile karşısına oturmam için ısrar etti, yavaş adımlar ile ona uyarak usulca oturdum. Çay bardağını masaya bıraktığımda Zeyd eline bir ekmek alıp tabağıma koydu. Dayanamayarak sordum:

"Seni keyiflendiren ne?"soru sormamı bekleyen bir hal ile Zeyd gözlerinin içi parlayarak bana baktı:

"Evin zemini ahşap." dedi. Bu muydu onu keyiflendiren? Aklında bir sorun olamazdı değil mi? Tek kaşım havada soru sorar gibi ona baktım: "Yani sessizce durup dinlersen evde kim olursa olsun attığı adımları duyabilirsin."

Ah. Dakika bir gol bir. Sabahtan bu yana uyanık olduğumu biliyordu. Gülüşü yüzüme soğuk bir bardak su fırlatılmış etkisi yaptı ve şükür ki o yüzümü görmüyordu. Bakışlarımı çekip önüme döndüm. İyi ki yüzümde peçe vardı aksi halde yüzümün kızardığını görmek onu daha da keyiflendirebilirdi. İçimden bir besmele çektim ve kafamı kaldırdım. En iyisi hiç bozuntuya vermemekti. Çatalımı elime aldım.

"Aslında-"

"Heyecanlı olduğun için aşağı inmekte tereddüt ettiğini düşünüyorum." dedi gülmemek için kendini zor tutarken: "Yoksa benimle karşılaşmamak için uyanmamış gibi yapmazsın sen."

Cidden utandım. Benimle dalga geçiyor oluşu ona ayrı bir zevk veriyordu onu keyiflendirmek ise beni ayrı sinirlendiriyordu. Bu yüzden ancak ciddi olmamın onu susturacağını biliyordum.

"Komik değil. Ayrıca ikinci seçenek doğru. Seni görmek istemediğim için aşağıya inmek istemediğimi söyleseydim daha mı keyiflenecektin." Zeyd'in yüzünde ki gülümseme samimiyetini kaybetti ve zoraki bir tebessüme dönüştü. Kahvaltısına devam ederken sesi benim ki kadar ciddiydi:

"Hayır, bu kalbimi kırardı."

Kahvaltısını yapmaya devam ederken bakışlarım sessizce ona takılı kalmıştı. Ses tonu beni rahatsız etmiş, bir yanımı sıkmıştı. Kalbi şimdi kırılmış ise bu beni üzerdi ve kendisi bunu reddetse de onun ciddi hali beni rahatsız etmişti. Sert bir başlangıç olmuştu ama onun benimle dalga geçmesine müsaade mi edemezdim. Lakin fırsat tanımaya karar vermemiş miydim ben. O halde onu dinleyip anlamaya çalışmalıydım değil mi?

"Öyle rahatça yiyebilecek misin?" diye sordu bakışlarımı hemen ondan kaçırdım. Çatal elimde öylece beklediğimi fark ettim. Güzelce bir nefes alıp sesimde ki sert tonları bir güzel silkeledim ve muzip bir şekilde konuştum:

"Dilersen rahatça kahvaltı yapabilmem için evden çıkabilirsin." Zeyd ciddiyetsizliğimi fark ettiğinde gülümsedi ve aynı şekilde karşılık verdi:

"Dilersen işleri bizim için zorlaştırma ve peçeyi çıkar, cemalinle aydınlanalım."

"Buna zahmetsiz erişemezsin." diye anında bir cevap verdiğimde Zeyd'in yüzü aydınlandı ve beklemediğim bir şey söyledi:

"Arızun yadıyla nemnak olsa müjganım n'ola

Zayi' olmaz gül temennasiyle vermek hare su."

(Ey Sevgili! Senin yanağını özleyerek kirpiklerim ıslansa ne var! Çünkü gül isteyen dikenleri sular.)

"Su kasidesi" 7.beyit. Zeyd'e baktım. Bambaşka bir bakışla gözlerini üzerime dikmişti söylediği beyitin tüm heceleri gözlerinden okunuyordu. Bir an ayağım sendeledi içimde. Kalp atışlarım birkaç saniye sonra ritmini şaşırmaya başladı. İlk defa... Zeyd'in o tabloluk yüzünü dahi ilk kez gördüğümde içimde oluşan o heyecandan kat be kat fazla bir şekilde etkilendim. Bu etkileniş içimde farklı bir perdeyi kaldırdı. Neydi bu adamın yüreğinde yatan? Cevap olarak su kasidesinden bir beyit okuyan kişi kötü biri olmazdı ki? Özellikle ile de Peygamber Efendimiz için yazılmış olan bir kasideden bana beyit okuyarak cevap veren bir insan nasıl kötü olabilirdi? Yahut da ben bir beyite kanacak kadar aptal da olabilirdim. Yutkundum ve Zeyd'in uçsuz bucaksız kara gözlerinden bakışlarımı kaçırdım:

"Kaç kıza okudun bu beyitlerden."

Yavaşça peçemi kaldırıp kahvaltımı yapmaya başladım ondan etkilenememeyi seçerek ve söylediklerine tamamıyla yalan bir vurdumduymaz bir tavır takınarak. Zeyd beni izliyordu bu yüzden yavaş yavaş dikkat ederek yemeye çalışıyordum. Az sonra sessiz bir şekilde cevap verdi:

"Hiçbir kıza. Sen gelene kadar hepsine kör gibiydim." Allah'ım lütfen!

"Bana okudun sadece, öyle mi?" alaycı sesime oranla Zeyd ciddi ve samimiydi.

"Evet, çünkü sen benim karımsın."

"Ne bu sahiplenici erkek duruşu mu?"

"Her şeyin sahibi Allah'tır. Lakin illa beşer bir sahiplenici duruş duymak istersen eğer... Seninim, tüm kalbimle..." Güldüm cidden insanın kalbine nasıl dokunacağını iyi biliyordu. Zeyd bu gülüşümü görmedi ama.

"Beni etkilemeye çalışıyorsun?" dedim samimi bir şekilde, o da güldü keyifle, arkasına yaslanırken kahvesinden bir yudum aldı:

"Başarıyor olma hissi... bayağı keyif verici şükürler olsun."

Keyfi yerinde tebessüm ile yaptı kahvaltısını. Beni ara ara izliyordu zorlandığımın da farkındaydı. Bundan dolayıydı belki de gözlerinde ki parıltılı tebessüm vardı. Ciddi anlamda durumumun hoşuna gittiğine inanamıyordum. Bana benzemediğini fark ettim. Benim aksime her şeye sabır gösteriyordu yahut da bana çok güzel rol yapıyordu. Benimle evlenmeyi kabul etmişti babamdan dolayı olmadığını her ne kadar söylese de öyle olduğuna emindim. Şaşırdığım husus şuydu; bana çok yumuşak davranıyordu, sabırla konuşuyor, öfkelenmiyor, ters bir cümle kurmuyordu. Amacı cidden kalbimi kazanmaktı. Ne olacaktı peki ondan sonra? Kalbimi kazanıp onun kalbine hükmedemeyeceksem benimle neden bu kadar ilgileniyordu. Aklımdan geçen cümlelere şaşırarak kaldım. Ciddi anlamda istiyor muydum bunu? Dürüst ol Gazel dedim içimden sessizce o halde dürüsttüm; eğer ki benim kalbimi kazanacaksa bende onun kalbini kazanmak istiyordum. Kalbimde hüküm sürmek ise niyeti bu adil bir şekilde olmalıydı. Lakin şöyleydi ki ben buna inanmıyordum. Zeyd Hazar'ın kalbimi kazanabileceğine olan inancım yoktu. O seviyorum dediği insanları buna inandırıp en küçük bir sarsıntıda bu sevgisini geri de bırakan, onları yalnız koyan bir insandı gözümde. Ne kadar iyi olursa olsun bunu aklımdan asla çıkaramayacak gibiydim.

Kahvaltımı bitirdiğimde Zeyd çoktan bitirmiş beni izliyordu.

"İki kişi için çok şey hazırlamışsın." dedim kahvaltı masasında ki çok fazla olan yiyeceklere bakarken.

"Ne sevdiğini bilemediğim içindi. Benim sevmediğim bir şey yok. Yarında sen hazırlarsın ve ne sevdiğini öğrenirim böylece."

Bu kadar ince düşünceli olması gözlerimi ona dikip bakmamı gerektirdi. Kahverengi miydi gözleri? Neden bu kadar koyuydu siyaha çalıyordu neredeyse. Ama siyah bir gözün olmadığını da biliyordum. Gözleri kısıldı yine gülümserken ona dikkatli bir şekilde bakmam hoşuna gitmişti sanki. Boğazımı temizleyerek bakışlarımı çektim ve sessizce masadan tabağımı ve bardağımı alıp tezgaha bıraktım Zeyd anında ayaklanarak bana yardım etmeye başladı. Birlikte masayı topladık. Kahvaltılıkları kapağını kapattığımda buzdolabını açtı ve yerleştirmeme yardım etti. Ardından bir iki tabağı suya tutup kirini alırken Zeyd bulaşık makinesinin kapağını açtı ve yerleştirmeye başladı. Sessizdi. Düşünceli davranışından dolayı ona teşekkür etmeli miyim diye düşünürken Zeyd benden önce davrandı:

"Hep böyle sessiz misin?" dedi ben ellerimi yıkarken:

"Hayır."

"O halde sıkılıp yanından gitmem için susuyorsun."

"Evet." dürüst olmam onu yine gülümsetti.

"Ama... maalesef ki seni yalnız bırakmaya niyetim yok."

"En başta hep böyle söylerler değil mi?"

"Kimler?"

"İlk bırakıp gidenler, insanı hayal kırıklığına uğratanlar, başka bir yüzü olan insanlar..." sustu bir süre. Ardından oldukça yakınıma gelerek ve hiç çekinmeyerek ellerini yıkamaya başladı. Kokusu yine burnuma çalındı. Doğruldu elimde tuttuğum havlu ile ellerini kurularken gözlerimin içine baktı:

"Ben o saydıklarından değilim. Çoktan hakkımda hüküm verip cezalandırmışsın beni ama ben sana yanıldığını göstereceğim. Seni çok severek, incindiğin yerlere derman olarak... Seni en sevdiğim yapacağım ve en sevdiğin olacağım."

Gülümseyerek birden arkasını döndü ve mutfaktan çıktı. Derin bir nefes aldım ve hızlanan kalp atışlarımın yatışmasını bekledim. Zeyd Hazar bana bu kadar yaklaşmaması gerekecek kadar tehlikeli biriydi buna kesin olarak emin olmuştum. İnsanın onun suretinden etkilenmemesi imkansızdı özellikle de yumuşak bir üslupla güzel şeyler söylerken. Eğer gerçekten onu tanımadan yüzüne kapılmak istemiyorsam bundan sonra daha dikkatli olmalıydım. Birkaç dakika sonra bende mutfaktan çıktım. Zeyd salondaydı ve elinde ki telefona odaklanmıştı yavaşça bir iki adım atıp ne yapacağımı bilemeyerek tavanı ve ahşap zemini inceledim ve ahşaba kötü kötü baktım. Hain! Sahibine nasılda itaat ediyor.

"Ev küçük. Burası salon, mutfağı gördün. Benim odam senin odanın hemen karşısında ki oda. Üst katta ki diğer oda da misafir odası ve malzeme odası." dedi Zeyd. Ardından kapalı olan kapılardan birini açtı ve girmem için kapıda durdu. Yavaşça kapıdan içeri girdim ve hem şaşkınlık hem de büyük bir hayranlıkla etrafı inceledim. Küçük bir odaydı lakin iki katı birleştirmiş ve yüksek tavanlı bir kütüphane yapmışlardı. Odanın duvarlarının hepsi boydan boya raflarla ve kitaplarla doluydu. Hayranlıkla kitapları inceledim. Zeyd kapının önünde ellerini göğsünde kavuşturmuş tepkimi izliyordu. Başımı kaldırıp ona baktım.

"Çok güzel."

"Beğenmene sevindim. Üst kat boş bir odaydı bende tavanı yıktırdım ve böyle bir kütüphane oluşturdum."

Kapının hemen üstünde ki kapıya baktım üst katta ki koridorun kapalı kapılarından bir tanesi demek buraya açılıyordu. Sarılarak aşağıya inen tahta bir merdivenden ikinci kattan da kütüphaneye girilebiliyordu ya da buradan ikinci kata çıkılabiliyordu. İki katın tavanının yerinde yukarıda ki kitaplara ulaşmak için bir iki adımlık tahta bir balkon yapılmıştı etrafı ise ferforje ile kaplanmıştı. Tavandan sarkan avize odaya başka bir ahenk katıyordu. Odanın büyük penceresinin önünde karşılıklı iki koltuk konulmuştu. Odanın ortasında ise üzeri oldukça özenli büyük bir çalışma masası vardı. Zeyd burada çalışıyor olmalıydı. Yaklaşıp raflarda ki kitapların üstünde gezdirdim ellerimi. Hukuk ile ilgili kitap isimleri okurken Zeyd açıklama yaptı:

"Bu raflarda genellikle hukuk kitapları, ansiklopediler, eski dergiler falan var. Edebiyat kitapları üst raflarda, istediğin çoğu kitabı bulabilirsin."

"Tüm bunları okudun mu?"

"Hemen hemen. Çoğu eski kitaplar zaten. Yeni olanlar çok az. Birinci kattakiler babamın kütüphanesinden çoğunu okuldayken kullanır ya da okurdum, ders kitapları falan var arada. İkinci katta kiler de yanan bir sahaftan kurtarılanlar. Kitap biriktirmeyi, onlarla yaşamayı seviyorum." Aklıma gelen şey ile gözlerim parıldadı:

"Bunlara ihtiyacı olan bir sürü çocuk var." dedim Zeyd kaşlarını çattı:

"Eee?"

"Vakıf Doğuda ki okullardan birinde bu kitaplar ile bir kütüphane açabilir. Hem ihtiyacı olan bir sürü insan da faydalanabilir."

"Bağışlamamı mı istiyorsun?"

"Evet. Düşünsene bir sürü çocuk bu kitapları senin sayende okuyabilecek. Harika bir his." Zeyd yüzünde düşünceli bir ifade oluştu. Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından sırıttı:

"Yüzünde ki peçeyi şimdi indir, ve bu odada ki tüm kitapları anında bağışlayayım." Gözlerimi kısıp ona kötü kötü baktım.

"Hile yapıyorsun."

"Hayır, adil oynuyorum."

Onu ardımda bırakıp. Hızla çıktım odadan. Zeyd yüzünde memnun olmuş bir ifade ile hemen aekamdan kapıyı kapattı. Ardından masa da ki telefonunu alıp cebine koydu. Bir şey söylemeden yukarı çıktı merdivenlerden. Sessizce beklerken dediği gibi ahşap tabandan gelen ayak seslerini dinledim. Zeyd'in odaya giriş sesi, bir dolap kapağı açma sesi ardından tekrar bir kapı açma sesi yine bir dolap kapağı sesi ve merdiven basamağının sesleri. Zeyd merdivenlerden inerken elinde tuttuğu benim olan krem trencimi bana uzattı. Kendisi de siyah kot ceketini giyerken ona bakıyordum. Yukarı çıkıp odama girmiş dolabımı açmış ceketimi çıkarıp getirmişti. Bakışlarıma döndüğünde ceketinin yakasını düzeltiyordu:

"Ne oldu?" dedi anlamayarak:

"Az önce odama izinsiz girdin... dolabımı açtın." Zeyd kısa bir nefes aldı:

"Kocan olarak senin mülkiyetine girebilirim değil mi? Ayrıca odada sen yoktun, anlaşmamız senin içinde olduğun durumlarda geçerli. Ben yoksam diye bir madde ekleseydin inan bana yapmazdım." Ceketimi giyerken ona inanamayarak baktım bir avukatın böyle şeyleri tespit etmesi ne kadar da can sıkıcıydı.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum kapının önünde.

"Yürüyelim biraz."

"Namaz vakti." dedim itiraz etmeye çalışarak. Zeyd beni dinlemeyerek kapıya yöneldi.

"Merak etme yolun sonunda bir cami var orada kılabiliriz."

Kapıdan çıktığımızda hava koyu bulutlar ile kaplıydı bahar ayındaydık ama etrafta yağmur hala eksik olmuyordu. Yanımıza şemsiye almayışımız kötü olmuştu ama Zeyd ne soğuğu hissediyor ne de yağmuru dert ediyor gibiydi gözleri ile gökyüzüne bakarken memnun bir ifade ile bende bahçeye göz gezdirdim. Kurumuş bitkiler, uzamış otlar bahçeyi bakımsız gösteriyordu ve bu ölü hali beni kötü hissettirdi. Bahçenin ortasında büyük demir bir kamelya vardı etrafını kurumuş sarmaşıklar kaplamıştı. Hemen köşede ki büyük köpek kulübesini gördüm.

"Köpeğin mi vardı?"

"Evet."

"Nerede?"

"Talha'ya bıraktım. Sen köpeklerden korkuyorsun." bakışlarım onda dondu. İlkokuldayken bir köpek kovalama vakasından sonra tüm köpeklerden korkar olmuştum. Hatta oldukları yere bile yaklaşamazdım. Zeyd bakışlarımdan gelecek soruyu anlamış olacak ki başını önüne eğip devam etti: "Bir keresinde baban söylemişti."

Bunun üzerine babamın Zeyd'e kendi ailesinden sohbet edecek kadar güvendiğini anladım orada. Benim küçük bir korkumun olduğunu laf arasında olsa dahi kimseye anlatmazdı o ama Zeyd biliyordu. Daha da önemli olan ise Zeyd benim hakkımda bir şeyler biliyordu tanıyacak kadar değil belki ama biliyordu. Bir şey demeden sessizce büyük siyah bahçe kapısından çıktık. Zeyd ile anayolda ilerlerken etrafın ıssızlığına baktım. Yaklaşık bir kilometre sonra başlıyordu civarda ki evler. Onlarda yüksek duvarlı kendi halinde olan kimseyi kendi yaşamına davet etmeyen sessiz evlerdendi.

"Neden evin diğerlerinden bu kadar uzakta?" diye sordum ona en yakınımızda duran dubleks evlerden birine bakarken. Zeyd omuz silkti kısa bir sessizlikten sonra cevapladı:

"İnsanlarla mesafeli olmak iyidir, gereksiz pişmanlıklar yaşamazsın."

Bakışlarım ona kaydı. İnsanlardan uzak kalmaya çalışması garipti ve bir yanım onun sebepten dolayı böyle hissettiğini söylüyordu. Bunun merakını içimde gerilere ittim. Sessizce yürümeye devam ettik. Düz ve iki tarafı ağaçlı yolda ilerlerken bize doğru gelen bir elektrikli beyaz motosiklet tam önümüzde durdu. Yirmi yaşlarında bir genç kaskın altından beni süzdükten sonra Zeyd'e gülümsedi:

"Merhaba abi."

"Geç kaldın bugün." dedi Zeyd çocuğun kaskına vururken.

"Sabah sınavım vardı abi o yüzden."

"Nasıl gidiyor çalışmalar?"

"Bu aralar biraz kötü ama daha iyisini yapacağım." Zeyd inşallah dedikten sonra aklına ben gelmişim gibi beni gösterdi eli ile.

"Tanıştırayım. Karım Gazel, Gazel bu da Tarık. Eve siparişleri genelde Tarık getirir." Tarık şaşırmayarak Zeyd'e gülümsedi ardından bana döndü:

"Memnun oldum abla. Yolun sonunda ki marketin çırağıyım. Bir ihtiyacın olursa hemen ara getiririm ben."

"Memnun oldum Tarık." dedim gülümseyerek.

Zeyd Tarık'a siparişleri kapıya bırakmasını söyledikten sonra Tarık tekrar yoluna devam etti. Dönüşte yanımızdan geçerken kornaya basmayı da ihmal etmedi. Uzaklaşırken Zeyd kendi kendine konuşuyormuş gibi konuştu:

"Marketin sahibinin oğlu. Acayip çalışkan bir çocuk. Tarık da hukuk okumak istiyor." Zeyd sustu bir süre aklına bir şey gelmiş gibiydi, ardından muzip bir şekilde bana dönüp gülümsedi tekrar: "Onu işe alacağımı sanıyor." güldüm:

"Alacak mısın?"

"Evet. Onun da herkes gibi bir şansa ihtiyacı var."

Sessizce gökyüzünü izlemeye başladı. Ona yetişmek için iki adım atmam gerekiyordu bu yüzden bakışlarım sürekli ayaklarındaydı. Bir anda durdu ayakları bende onunla birlikte durdum. Bakışlarım yüzüne kaydı ama o hala gökyüzüne bakıyordu. Tekrar yürümeye başladığında ona ayak uydurmak için büyük bir adım atmıştım ama önüne geçtiğimi fark ettim. Zeyd küçük adımlarla yürümeye başladı ona yetişmem için, yavaş yavaş yürürken arkasından baktım birkaç saniye... Geride kaldığımı fark ettiğinde durup ardına, bana baktı yüzünde bir gülümseme oluştu öyle ki o gülümseyiş ile birlikte ardında ki gökte bir şimşek çaktı ardından sesin hızına yetişemeyip ardından seğiren göz gürültüsü kalp atışımla birleşti. O gün söylediği o sözü anımsadım ne demişti bana o ilk konuşmamızda; "ben sana ayak uyduracağım..." ilk kez sözünü tuttuğuna şahit oldum.

Eve dönüş yolunda Zeyd sessizdi. Yolun sonunda ki camide namaz kılmak için ayrıldığımızda söylediği birkaç kelime dışında hiç konuşmamıştı. Onun bu sükutuna binaen bu defa bende ona ayak uydurmaya karar vererek sessizce yanında yürümeye devam ettim. Hava zaten bulutlu olduğu için akşam mı yahut sabah mı pek de ayırt edilmiyordu. Ha yağdı ha yağacak diyerek gözyüzünde olan endişeli bakışlarımla eve vardık. Neyse ki kapıdan içeri girdiğimiz an yağmur yağmaya başlamıştı ve ıslanmaktan kıl payı kurtulmuştuk. Kapının önünde ki Tarık'ın bıraktığı poşetlerdeki malzemelerin hepsini beraber yine sessizce mutfağa yerleştirdik. Mutfaktan çıkmak üzere iken Zeyd bana döndü:

"Annem akşam yemeği için davet etti." Bunu düşünüyordu bir saattir? "İstersen gidebiliriz hem ailemle de tanışırsın." ailesi? Sahi hiç sormamıştım. Ona sormaktansa bir akşam yemeğinde bu halletmek fikri bir an rahatsız hissettirse de bununla erkenden yüzleşmek en iyisiydi.

"Olur, gidelim." Zeyd beklemediğinden olsa gerek bir an şaşırdı ardından memnun olmuş gibi gülümsedi.

"Peki, bir saate çıkarız o halde."

. . .

Yorgun bir şekilde odama çıktığımda ayda kendime baktım. Üzerimi değiştirip değiştirmemek konusunda tereddüt etsem de sonunda üzerimde ki elbisenin çok sade kalacağını düşünerek daha şık bir şeyler giymeye karar verdim. Dolabımda ki tüm kıyafetlerim aynıydı sadece renkleri farklıydı. Sonunda tek farklı olan Betül'ün benim için aldığı kahverengi elbiseyi giymeye karar verdim. Aynada her zamanki halimden daha çok resmi ve daha şık görünen halime baktım. Elbisenin gösterişli balon kolları beni rahatsız etse de birkaç saat için dayanabilirdim sanırım. Krem şalımı takarken ailesinin yüzümde ki peçeyi gördüklerinde ne tepki vereceklerini düşünüyordum, bunun beni keyiflendirmesine şaşırdım kim bilir belki Zeyd'in dahi hoşuna gitmeyecekti. Nikahta annesi ve babası yoktu sadece iki kişi vardı dün gece, onlarda arkadaşları olmalıydı ya da kardeşleri. Muaz Zeyd'in ailesi ile ilgili birkaç şey anlatırken onu dinlememiştim.

Yüzüme peçemi de yerleştirdikten sonra birkaç santim yükseklikte ki tek topuklu ayakkabılarımı da giyindim. Paltomu ve çantamı da aldıktan sonra aynada son kez kendime bakıp hazır olduğumu gördükten sonra kapıyı açıp odadan çıktım. Aynı anda karşı odanın da kapısı açıldığında Zeyd çıktı odadan.

Üzerini değiştirmişti, spor kıyafetlerinin yerinde şuan şık bir pantolon ceket duruyordu. Saçlarını da düzeltmişti. Onu süzmeyi yüzüne diktiğim bakışlarım ile bitirdiğimde onunda beni süzdüğünü gördüm. Bakışlarımız kesiştiğinde hoşnut bir şekilde gülümsüyordu. Bir adım yaklaştı ve gülümseyişi daha da yayıldı. Yine art arda birer gamzesini bağışladı yanağı yüreğimin soluk yanında bir ürperme oldu. Bakışlarım yüzünde gezindi. Köşeli çenesine, toplam dört gamzesine, uzun siyah kirpiklerinin çevrelediği gözlerine, geniş alnına, siyah saçlarına bir saniyesi bir saat değecek bir zaman ile baktım... Az aydınlanan koridorda gözleri siyahlıkta kulaç atıyordu. Ya onun gözlerini ilk kez görüyordum yahut da ilk kez bakıyordum. Kalbimin ortasında bir yere değindi. O değindiği yerde zaman durdu kalbim onun değindiği yerde gözlerinin rengine büründü. Bakındım hallice. Sonsuz bir galaksi gibiydi. Daha da bakındım bir şey arıyormuş gibisine, en derinine... Ve aşk Zeyd'in gözlerinde yoktu. Kalbimin o değindiği yerden gördüğüm simsiyah bir galakside milyarlarca yıldızın asılı olduğu gözlerinde vefa, fedakarlık, merhamet adında bir sürü yıldız gördüm ama o aşk adında ki süveyda yıldızına rastlamadım, o yıldız parlamıyordu, yoktu. Ya tüm evrenini ilahi olan aşk ile kaplamıştı ya da bunca karanlıkta henüz beşer bir sevda görmemişti yahut da bir kez sevdalanmış ardından hüsrana uğramış ve o yıldızın ışığı tamamıyla yok olmuştu. Son ihtimal doğruysa bunca yıldır bekleyişim fevkalede bir hayal kırıklığı ile son bulmuş olacaktı. Allah'a keşke diye duaya başladım bu defa... Sahi ne çok dua ediyordum Zeyd hayatıma girdiği günden bu yana...

"Çok güzel görünüyorsun." dedi Zeyd daldığım yerden kolumdan tutup çıkarırken. Cevap vermek yerine bakışlarımı eğdim. Önden yürümem için eli ile yolu gösterdiğinde beklemeden merdivenlere yöneldim. Bahçenin solunda bulunun küçük garaja doğru yürürken park edilmiş iki lüks aracın önünde durduk. Zeyd'e baktım.

"Neden iki araban var?" diye sordum az sonra israf ile ilgili nutuk atmaya başlayacaktım ama Zeyd buna fırsat vermedi.

"Beyaz olan senin, düğün hediyesi."

Benim için araba almıştı, neden? Sabahta beni yürüyüş için çevreyi gezdirmesini düşününce onun ne yapmaya çalıştığını düşündüm. Ne demek istiyordu bu şimdi. "etrafı tek başına gezme ve arabasız dışarı çıkma" bu muydu demek istediği. Önüme geçip siyah BMW'nin kapısını açtı ve binmem için geri çekildi. Ön koltuğa oturdum, emniyet kemerimi takarken onun IQ sunun kaç olduğunun merakı içindeydim.

Arabada çalan Evgeny Grinko'nun Valse'si dışında ikimizde de sessizdik. Ailesinin evinin çok uzak bir yerde olmasının da umarım bir nedeni yoktur diye düşünürken nihayet bir villanın siyah kapıları önümüzde açıldı ve araba yavaşça bahçeye süzüldü. Zeyd'in evinin büyük ve lüks olduğu konusunda ki düşüncelerim ailesinin evini görmemle değişti. O ev buraya göre çok mütevazi ve küçüktü. Zeyd bakışlarımı görünce gülmeye başladı.

"Ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum."

"Umarım ailende bu ev gibi değildir." dedim endişemi bastırmaya çalışarak. Arabayı durduğunda emniyet kemerini çözdüm. Zeyd'in inmediğini görünce ona döndü bakışlarım. Nasıl söyleyeceğini bilemiyormuş gibi baktı önce ardından direk söylemeyi seçti.

"Can babamın öz oğlu. Ben ve Mirza evlatlık alındık." Bunu hiç de bir önemi yokmuş gibi basit bir şekilde söylemiş olması beni şok etti. Zeyd tepkimi görünce yine güldü: "Başka bilmen gereken şey... babam ile bürolarımız ayrı. Ne kadar istese de onunla çalışmıyorum. Oldukça başarılı bir avukatım sadece belirli kişilerin davalarına bakarım. En yakın arkadaşlarım Talha ve Berzah. En çok yeşil rengi severim. Beşiktaşlıyım, futbol oynamayı, spor yapmayı, erken kalkmayı, kitap okumayı, yürüyüş yapmayı severim. Müzikleri sadece instrumental dinlerim. Filmlerde aksiyon ve bilimkurgu; kitaplarda polisiye ve gerilim severim... Son olarak da kekiğe alerjim var. Onlara birbirimizi sevdiğimiz için evlendiğimizi söyledim. Can ve mirza gerçeği biliyor onlardan sakınmana gerek yok."

Zeyd onca kelimeyi art arda sıraladıktan sonra sustu. Hala söyledikleri zihnimde kendini tekrarlıyordu. Söylediklerinden anlayacağım şuydu ki sanırım içeride bir sınava tabi tutulacaktım. Zeyd ise bana ailesinin sınavında kopya veriyordu. O an endişelenmeye ve ailesinin nasıl insanlar olduğunu merak etmeye başladım. Zeyd bunu fark ettiğinde bana olan bakışları yumuşadı.

"Merak etme, üzerine gelirlerse ben hallederim." Kapıyı açıp inecekti ki kolundan tuttum ani tepkime şaşırdı:

"En yakın arkadaşım Betül. En sevdiğim renk mavi. Takım tutmuyorum. Hobilerim seninle aynı. Sadece ezgi dinlerim. Film olarak romantik komedi ya da bilimkurgu. Kitaplarda da en çok tarihi roman severim. Bildiğim kadarıyla bir şeye alerjim yok." diyerek birden saydım.

Zeyd şaşırsa da az sonra gülmeye başladığında heveslenmiş gibi göründüğüm için utandım. Sadece o bana yardım ettiğinden onun da birkaç şey bilmesinin bir yararı olur diye düşünmüştüm. Zeyd den bakışlarımı çekerek arabadan indiğimde beklemeden yanıma geldi. Büyük evin taşlı basamaklarında yürürken sebebini anlayamadığım bir şekilde heyecanlanmaya başlamıştım. İçimden birkaç dua mırıldanmaya başladım. Zeyd kapıyı çaldı. Birkaç dakika bekledikten sonra büyük kapıyı orta yaşlı bir kadın gülümseyerek açtı.

"Hoş geldin Zeyd oğlum." dedi gülümseyişi bakışları bana takıldığında dondu. Birkaç dakika anlamadan bana ve Zeyd'e baktı ardından şaşkınlığını kaldırıp yine gülümseyerek konuştu: "Siz de hoş geldiniz." dedi ve geri çekilip içeri girmemiz için bize yol gösterdi.

Kapıda kadın yine gülümseyerek aldı elimden kabanımı, oldukça samimi ve güleç yüzlü bir kadındı. Sanki peçenin altını görmek istiyormuş gibi dikkatlice yüzüme bakmaya devam etti neyse ki peçenin altından güldüğümü görmüyordu.

"Bizimkiler salonda mı?" diye sordu Zeyd kadına. Kadın başını sallamakla yetindi.

Büyük hol şık ve gold renklerle bezenmişti. Modern mimariden nasiplenmişti ve soğuk samimiyetsiz hali gözlerimi yoruyordu. Zeyd bana yolu göstererek salon olarak tahmin ettiğim yere doğru yürümeye başladı. İçerisi de tıpkı beklediğim gibiydi ama acayip derecede ferahtı. Mavi ve gold renkli lüks koltuklar ile dev tabloluk perdeler ile oturmalık değil de daha çok süs olarak kullanımlık görevi görüyordu. Büyük kristal avizenin ışıltısı gözlerimi doldurdu. Bu kadar şatafat ne içindi diye merak etmeden edemedim. Bakışlarımı kaldırıp önümde ki insanlara baktım. Kırklı yaşların sonunda bir kadın ve adam yüzlerinde donmuş bir ifade ile bana bakıyorlardı. Adam tamamıyla şok olmuştu öyle ağzı dahi açık kalmıştı. Ne olduğunu düşünürken yüzümde ki peçeyi anımsadım tepkileri de tıpkı beklediğim gibiydi. Yaşına rağmen dinç görüntüsü ve ilk kez baktığımızda insana soğuk gelen ifadesi ile normal babalar gibiydi adam. Kadın ise siyah saçlarını arkasından toplamıştı. Beyaz tenli orta boyluydu. Üzerinde bol bir pantolon ve krem bir gömlek vardı. Boynunda sarkan boncuk ipli gözlük ile iki elini açmış sevecen bir halde "hoş geldiniz" diyecekken beni gördükten sonra sözcüğü tamamlayamamış havda asılı kalmıştı neşesi.

Hemen yanında Zeyd ile yaşıt duran nikahta gördüğüm o adam vardı bakışları anne ve babasındaydı tepkilerinden endişe ediyor gibiydi ve bir şey olursa hemen müdahale edecek gibi duruyordu. Küçük olan ise yüzünde kocaman bir gülümseme ile bir film izliyormuş gibi bizi izliyordu keyiflendiği açıktı.

"Anne, baba.. Sizi Gazel ile tanıştırayım." diyen Zeyd'in sesi ile karı koca kendilerine geldiler. İlk kendini toparlayan ve konuşan kadın oldu.

"Ah. Kusura bakmayın. Biz... şey..." adam sözünü tamamladı:

"Şaşırdık, evet." Zeyd eli ile kadını gösterdi:

"Annem, Reyhan." kadın şaşkınlığını bir kenara atarak bana yaklaştı tereddüt ederek kollarını iki yana açtı ve usulca sarıldı:

"Hoş geldin Gazel."

"Hoş buldum efendim." hemen ardından Zeyd'in babası bize doğru geldi ve elini uzattı tokalaşmak için:

"Hoş geldin Gazel, Suat ben." dedi. Bakışlarım Zeyd'e kaydı sen bilirsin gibi olan bakışlarına peçenin altından gülümsedim ve sevgili kayınpederim Suat Ilgaz'ın uzattığı elini tutarak öpüp alnıma koydum. Doğrulduğumda adam mahcup olmuş gibi kıpkırmızı kesildi. Zeyd gülmemek için kendisini zor tutuyordu aynı şekilde arkada bekleyen sevgili kayınbiraderlerim de. Genç olan saklamadan güldü ve gelip Suat beyin yanında durdu:

"Can bende yengecim. Tanıştığımıza memnun oldum." dedi hafifçe eğilerek. Aynı şekilde karşılık verdim. Ardından geride bekleyen Mirza'ydı, yanımıza geldi. Oda elini uzatmadan Can'ın ki kadar abartılmasa da yavaşça başını eğerek selam verdi.

"Bende Mirza. Hoş geldin."

"Hoş buldum." Ayaküstü durup tuhaf tuhaf birbirimize bakarken birkaç saniyelik sessizliği Can bozdu:

"Yüzünü görmeyecek miyiz?" sorusu çok münasebetsiz kaçmıştı ama dürüst oluşu beni memnun etti.

"Can!" Zeyd'din sert olmayan sesi Can susturdu ama Suat bey ve Reyhan hanım hoşnutsuz bir şekilde Zeyd'e bakıyorlardı: "Bunu ondan ben istedim. İsterse daha sonra kendini rahat hissettiğinde peçesini indirebilir."

Bakışlarım Zeyd'e kaydı ailesine yalan söylüyordu. Benim yerime tepkilerini üzerine çekmek, ailesinin bana olan önyargılarını kırmak içindi belki de. Yahut da beni etkilemek için... Ona dönen bakışlar sadece bana ait değildi. Suat beyinde anlamayarak ona baktığını gördüm.

"Zeyd bir dakika konuşabilir miyiz?" diye sorduğunda Zeyd ona keskin bakışlarla cevap verdi.

"Karımdan gizleyeceğim bir şey yok baba. Burada da konuşabiliriz." Suat bey sinirle güldü. Reyhan hanım ikisi arasında ki gerginliği hissettiğinden Zeyd'in koluna dokundu.

"Oğlum, benimle mutfağa kadar gelir misin?" annesinin yumuşacık üslubuna Zeyd bir şey demeden uydu ve kapıdan çıktı hemen arkasından da Reyhan hanım ve Suat beyde çıktılar. Onlar çıktıktan sonra koca salonda ayakta bekleyedurdum. Mirza:

"Ayakta kaldın otur lütfen." nezaketle onaylayıp koltuklardan birine doğru yürümeye başladığımda Can benden önce davranıp kedini tekli koltuğa attı.

"Adam evlendi barklandı hala bizimkilerden fırça yiyor." diye Can ağzında gevelediğinde Mirza sırıttı. Ardından ona olan bakışlarımı gördü ve utanarak ciddiyete büründü. Can'ın yanında ki koltuğa oturdu üslupluca.

"Can'a aldırma. Sadece babam Zeyd için endişeli-"

"Seninle evlenmesini istemiyorlardı." diye Mirza'nın sözünü kesen Can'dı. Sanırım ailenin patavatsızlık ile dobralık arası gelgit çocuğuydu. Zeyd Can'ın ailenin öz çocuğu olduğunu söylemişti ondan böyle olmuş olmalıydı belki de. Mirza ve Zeyd'den farklıydı. Sarı saçları uzun sayılırdı ve saçlarını küçük siyah bir saç lastiği ile toplamıştı. Zeyd beyaz tenli iken Mirza esmerdi, Can ise sarışındı ve mavi gözleri vardı. Üçü de birbirinden oldukça farklıydı.

"Can!"

"Onu uyarmana gerek yok." diyerek Mirza'nın Can'ı uyarmasını istemedim. Mirza kibar bir şekilde tebessüm etti. Ardından durumu açıklamaya çalışır gibi:

"Aslında annem harika bir insandır." dediğinde Can yine onun sözünü kesti.

"Sadece çok çalışkan ve çok başarılı olduğunda." Mirza ona kötü kötü baktı. Öz oğlu Reyhan hanıma atıfta bulunurken evlatlık olan oğlu onu savunacak gibiydi.

"Senin iyiliğini istiyor sadece." dediğinde Can kollarını açarak:

"Ama ben iyiyim." dedi.

"Aylak aylak dolaşmak iyilik mi?"

"Bir odaya hapsedilip bir masaya çivilenmek ve akşama kadar kağıt okumak iyi yapmaz beni."

"Düzenli ve rayında bir yaşam, geleceğe dair hedefler, aile, iyi bir iş... bunlar bir insan için doğal ve olası durumlar."

"Anayasanın kaçıncı maddesinde yazıyor bu Avukat Mirza Arslan." Arslan mı? Mirza da Zeyd gibi kendi soyadını mı kullanıyordu? İkisi şuan tartışıyor gibiydi ama bu hararetli bir tartışma değildi. Daha çok nasılsın iyi misin havasında normal bir tartışmaydı bu ise beni biraz şaşırtmıştı. Mirza öne doğru eğilip sakin bir şekilde cevap verdi Can'a:

"Etik kurallarda söylenir bu. Havai, günübirlik, özgürlük dediğin bu hayat seni sadece bu yaşlarında oyalayacak bir mutluluk verir ama otuz yaşında geriye dönüp baktığında görebileceğin sadece birkaç fani kahkaha. Bunun vereceği bir pişmanlık için sana bir düzen kurmanı istemek seni esirimiz yapacağımız anlamına gelmiyor Can Ilgaz."

"Hayatta ki düzen bir dikdörtgene sıkışıp kalmak değildir Mirza bey."

"Peki hayatta ki düzen nedir Can bey?" Can doğruldu ve elini kalbine üstüne koyup derin bir nefes aldı.

"Burada yaşayabilecek bir şeyler bulabilmektir. Annemin ve babamın önerdiği o dikdörtgen hayatın keskin kenarları kalbime batıyor, ruhumu acıtıyor."

"Senin için köşelerini yontabilirim."

"İçimde yer kaplıyor."

"Masayı küçültürüz."

"Beni sıkıştırıyor."

"Esnetiriz." Mirza'nın her soruya karşılık vermesi üzerine sonunda pes eden Can oldu ve geriye yaslanırken derin bir nefes alıp gülümsedi:

"İstemiyorum." ikisine olan şaşkın bakışlarımı gördüğünde nihayet orada yalnız olmadıklarını anladığında ise açıklama yapar gibi ellerini Mirza'ya uzattı: "Sakın bir avukatla tartışmaya girme. Her şeye verecek bir cevabı var." Mirza gözlerini devirdi:

"Bazen bazı şeyleri anlatamamak beni çıldırtıyor." Can sırıttı:

"Aslında hayır ve istemiyorum cevabını anlamıyor."

"Zeyd de öyle." dediğimde Can bir iki dakika yorumumu düşündü.

"Haklısın, ama abim yine de bu kadar üsteleyici değildir." dedi onu paklar gibi. Omuzlarımı silkerek cevap verdim:

"Galiba ama yine de istediğini kolayca yaptırtabiliyor." Can işaret parmağını bana doğru salladı.

"Haklısın. Yaptırtıyor." Mirza araya girdi.

"Zeyd sadece karşı konulamaz cazibesini kullanabilen biri. Aslında sadece size yap diyor ve siz aslında yapmak istediğinizi fark ediyor ve yapıyorsunuz. Cazibesine kapılıyorsunuz."

Can sahte bir tebessüm ile Mirza'yı göstererek bana doğru fısıldadı:

"Bir avukatın da avukatı olduğunu sadece bu ailede görebilirsin."

Mirza yine bir şey diyeceği sırada bakışları kapıya kaydı ve önde çatık kaşları ve hoşnut olmadığı bir ifade ile Suat bey arkasında tedirgin halde Reyhan hanım içeri girdi. Bakışlarım hemen arkalarında ki boşluktaydı ki nihayet Zeyd'i kapıdan görünce rahatladım.

"Kusura bakma Gazel seni de yalnız bıraktık." dedi Reyhan hanım zoraki bir gülümseme ile az önceki şaşkınlığını geri de bırakmış gibiydi.

"Önemli değil," Zeyd gelip başucumda durdu Can'a bakarak güldü.

"Umarım yengenizin yanında da tartışmamışsınızdır." Yenge kelimesine içimde bir yer bulduramazken Can ellerini havaya kaldırarak masum bir şekilde baktı Zeyd'e.

"Gazel, yemeğe geçelim mi?" diye soran Reyhan hanıma:

"Siz nasıl uygun görürseniz," dediğimde Reyhan hanım tek kaşını havaya kaldırdı ve ardından gülümseyerek eli ile daha önceden hazırlanmış yemek masasını gösterdi. Kararların kendine bırakılmasından hoşnut oluyordu demek.

Yemek masasında Zeyd'in solunda otururken hemen çaprazımda Reyhan hanım ve onun karşısında Suat bey bakışları ile sessizce yemeğe başlamam için beni süzüyorlardı. Karşımızda oturan sessizce yemeğe başlayan Mirza ve Can ise oralı değildi. Zeyd bana bakıp her şey yolunda der gibi tebessüm etti.

Yemeğe başladığımda peçemi kaldırarak dikkatli bir şekilde yemeğe başladım. Şükür ki hiç zorlanmıyordum. Üstüme yüklenen bakışların ağırlığını düşünmemeye çalışarak sadece yemeğe odaklandım. Ki Zeyd:

"Gazel'i süzmeyi bırakın." dediğinde bakışlarımı yemek tabağından ayırıp masadakilere baktığımda Suat beyin ve Reyhan hanımın hala yemeklerine başlamadıklarını gördüm. Zeyd suyundan bir yudum aldı. Sevgili anne ve babası bu uyarıyı bekliyormuş gibi bakışlarını üzerimden çektiklerinde az da olsa minnettar oldum. Çorbasına tuz ilave ederken Can kendine söylendi:

"Bu evde avukat değilsen uzaylı muamelesi görüyorsun." Can'ın soğuk esprisi etrafa dondururken oralı olmadan bana bakarak devam etti: "Rahatsız hissediyorsan mutfakta rahatça yiyebilirsin." dedi. Zeyd'in de bakışları bana döndü. Evet dersem beni mutfağa götürecek gibiydi ama bu anne ve babasına saygısızlık olurdu ki onun yerine burada sadece yiyebiliyormuş gibi yapmak daha iyi bir fikirdi.

"Teşekkür ederim Can, ama burada sizinle yemek istiyorum." Can sen bilirsin der gibi omuz silkti. Zeyd de minnettarlık dolu bir bakışla önüne döndü.

Hayatımda yediğim en uzun yemekti ama herkes sadece çorbasını içmişti. Nihayet yemek faslı bitince iki hizmetli gelip masayı toparlamaya başladığında kendi tabağımı elime alıp ayaklandım. Reyhan hanım salona geçerken benim elimde tabak ile kapıya yöneldiğimi gördüğünde:

"Sen bırak Gazel o kızların işi." dediğinde mahcup bir ifade ile cevap verdim:

"Öyle de olsa bana hizmet edilmesinden hoşlanmıyorum." Reyhan hanımın yüzünde yine aynı ifade oluştu. Can başını sağa sola sallayarak yine kendi kendine konuştu:

"Kendi işini kendi yapıyor. Hiç de ailemize göre bir gelin değil." Reyhan hanım onun ardından sert adımlarla giderken kapıdan çıkmak üzereydim. Zeyd tam önümde durdu.

"Öylede olsa..."dedi elimde ki tabağı alarak yüzünde bir gülümseme belirdi: "sen misafirsin, burada sana hizmet etmek bana düşer."

Elimde kileri alarak salondan çıkıp gözden kayboldu. Sanırım ailesinin yanında oturmam içindi bu hareket. Evet öyle olmalıydı yoksa Zeyd'in o gülüşü başımı bir iki tur döndürebilirdi ama şükürler olsun ki bu gece iradem oldukça sağlamdı ve hemen arkamda onun ailesi vardı. Yavaş adımlarla yanlarına doğru yürürken Reyhan hanımın bakışları başörtümden ayak bileğime kadar indi. İkili koltuklardan birine oturdum ve bakışlarımı yere sabitledim. Odada rahatsız edici bir sessizlik oluştuğunda yine Zeyd'i aradı bakışlarım ama ondan önce Suat beyin sesi ile karşılaştım:

"Eee Gazel kendinden biraz bahsetmek ister misin bize?"

"Ne... söylememi istersiniz?" Suat bey fark etmez der gibi bir hareket yaptı eli ile:

"Mesela... Üniversiteyi nerede okudun?" cevap vereceğim sırada Can sahte bir şaşırma ile cevap verdi benim yerime:

"Adli sicil kaydına bakarken üniversitenin adı yazmıyor muydu?" şaşırdım ama daha çok bunu düşünmemiş olmamdandı bu şaşkınlık.

"Can!" bu defa sert bir şekilde ikazı yapan Reyhan hanımdı. Can önüne dönerek telefonunu eline aldı. Her şeyi biliyor olmalıydılar ben ya da Zeyd söylemeden ama yine de cevaplamalıydım:

"Ankara üniversitesi."

"Şuan çalışıyor musun?"

"Hal Vakfında çalışıyorum."

"Vakıf başkanı." dedi Zeyd tam arkamdan. Bakışlarım ondayken gelip yanıma oturdu: "Sorguya başlandı demek. Bilmediğin soruları boş bırak." dedi göz kırparak. Zoraki bir şekilde gülümsedim.

"Ayrıca hattatım ve medrese de yaz grubu öğrencilerine hat dersi veriyorum."

"Yaz ve kış sezonu mu var?" diye soran Can'dı.

"Evet. Genel de yaz öğrencileri üniversite yahut mezunlardan oluşuyor daha az sayıda ve kız erkek grupları şeklinde. Kış grubunda ise yatılı kalan erkek öğrenciler var. Veya düzenli gelen bir kaç kız öğrenci, bunlarda genelde açık öğretim fakültesi öğrencileri oluyor."

"Hangi dersler veriliyor?"

"Kur'an-ı Kerim, ilmihal, fıkıh, kelam, meal, hat, ney vs."

"Sen hangilerinde iyisin?" diye soran Reyhan hanımdı. Geldiğimden bu yana ilk kez sesi ilgiliydi.

"Kur'an ve Hat."

"Peki İslami şeyler dışında başka hobileriniz de oluyor mu?" Reyhan hanımın sorduğu soru benden daha çok Can'a yöneltilmiş gibi ilk tepki veren o oldu:

"Gazel de tıpkı bizler gibi bir insan anne." dedi neden tepki verdiğini anlamamıştım: "Neden onu başka bir kategoriye koyuyorsun? Başında ki örtü ya da peçe yüzünden mi?" Reyhan hanımın beni ötekileştirme gibi bir düşünce ile –iz ekine ayırmak istediğini düşünmemiştim ama Can öyle olduğunu düşünmüştü. Bu beni şaşırttı. Ona cevap veren Mirza oldu:

"Sakin ol kardeşim, annem tabi ki öyle demek istemedi. Sadece şaşırdığı için öyle söyledi. Onu anlamalısın."

"Öyle mi anne?" Zeyd'in soğuk bir şekilde annesine bunu sorması Reyhan hanımı sinirlendirdi. Can'ın ani çıkışından daha çok Zeyd'in söylediği şey onu incitmiş gibi Zeyd'e döndü sert bakışları:

"Ne o Zeyd bey? Beni insanları, örtülü örtüsüz, dindar kafir, Müslüman yahut Hristiyan gibi ikilikler ile gruplara ayıran biri olarak mı görüyorsun?" Zeyd gülümsedi ve yumuşak bir sesle cevap verdi annesine:

"Elbette ki öyle olmadığınızı biliyorum Reyhan hanım,"

"Sadece Gazel de öyle olmadığını bilsin istiyor." dedi Can. Zeyd'in yaptığı şeyi açıklamaya çalışarak. Zeyd de Mirza da gülümsedi. Reyhan hanım biraz alınmış gibi önüne döndü. Ardından konuşan Suat bey oldu:

"Biz insanı insan olarak görürüz, tamam. Ama Gazelcim açıkçası, yüzünü görememek benim için sorun. Oğlumun evlenmesini elbette ki bende istedim. Ama doğru bir şekilde."

"Baba!" dedi Zeyd sakin bir şekilde ama onu durdurdum:

"Lütfen Zeyd babanın sözünü bitirmesini istiyorum." Suat bey memnun olmuş gibi devam etti sözlerine:

"Evlilik kutsal bir olaydır. İki insanın son nefeslerine kadar beraber yaşayacakları bir birlikteliktir ve bu birliktelikler eğer iki insan birbirleri için uygunsa ve iki kişi arasında sevgi bağı gibi güçlü bir bağ varsa olmalıdır. Ama Zeyd'in hiç planında bile olmadan bir gün pat diye gelip ben bir hafta sonra evleniyorum dedi bize. Tanımadığımız biri ile. Zeyd'i kararından döndürmek imkansızdı çünkü bu evliliği baban için yaptığından endişelendik."

"Baba, lütfen bu konuyu kapatalım." Zeyd zorla gülümsemeye çalışarak tekrar uyardı babasını konuşmanın sonucunu biliyordu ama Suat bey yine de devam etti. Salonda ki herkes onu dinliyordu bu konuşmadan rahatsız olan Zeyd ve Can'dı sadece:

"Zeyd sevdiği insanlara aile olmayı onları koruyup kollamayı ve güven, sadakat gibi duyguları tamamıyla yaşayarak onların yanında olmayı arzulayan biri oldu hep. Babana karşı da böyleydi. Babanın davasını kaybettikten sonra ağır bir depresyon geçiriyor diye düşündük."

"Gazel'i böyle konular ile sıkmayalım." Zeyd'in sesi havada asılı kaldı. Suat beyyin bakışları ona döndü Zeyd bakışları hiç de sakin değildi yine araya girerek:

"Hayır. Devam edin lütfen." dedim:

"Çok kötü zamanlar geçiriyordu. Sonrasında ise baban vefat ettiğinde, tamamıyla onu kaybettiğimizi düşündüm. Ama şükürler olsun ki öyle olmadı. Öyle olmamasının sebebini ise babanın hatırasına sahip çıkması olduğunu düşünüyorum."

"Lütfen baba,"

"Babanın yokluğunu seninle doldurmaya çalışıyor,"

"Yeter bu kadar." dedi Zeyd ve sinirle ayağa kalktı sabrı bu kadardı: "Size saygısızlık yapmak istemiyorum ama Gazel benim karım. Onunla bir ömür geçireceğim düşüncesi ile onu sevdiğim için evlenmek istedim. Size ise bu kararıma saygı duymak düşer. Eğer karşıysanız beni de hayatınızdan çıkarabilirsiniz bunun için size asla kızmayacağım. Ama Gazel ile onun bana olan inancını, güvenini sarsıcı bir şekilde böyle konuşmanıza izin veremem." Reyhan hanımın yüzü endişeli bir hal alırken yumuşak bir şekilde:

"Zeyd, kimsenin bunu yapmaya çalıştığı yok. Lütfen oturur musun? Biz her zaman bu şekilde açık konuşuyoruz." dedi Zeyd'i ikna etmeye çalışarak. Zeyd'in öfkesi hala duruyordu yanında ama yine de annesi ile konuştuğunda sesi sakindi:

"Biz bu şekilde büyüdük anne. Her şeyi açık ve net bir şekilde kesin bir şekilde konuşarak. Bunun her zaman bir aile için iyi en iyi şey olduğunu düşünmüştüm ama Gazel'in karşısında böyle olmanıza izin veremem. İnce bir ruhu var sizin kelimeleriniz onun için çok sert, onu incitmenizi istemiyorum."

Şuan ailesinin karşısında benim için mi duruyordu? Tek başına ama neden? Sorsam ne derdi? 'Çünkü sen benim karımsın' Ayağa kalktım bende ve Zeyd ile tıpkı tuhaf olan ailesi gibi davranarak konuştum:

"İnciniyorum evet Zeyd ama onlar senin anne ve baban. Endişelerini anlıyorum ve onların haklı olduğunu düşünüyorum." Zeyd sinirle güldü:

"Burada ki herkes birer avukat Gazel ve yaptıkları en iyi şey insanları ikna etmek ve seni benim duygularımın belirsizliği konusunda ikna etmelerini istemiyorum." Zeyd bunu söylerken az önce olan konuşmalarından ve Mirza'nın Can'a laf cambazlığı yapmasından sonra doğru söylediğine emin oldum. Gerçekten de öyleydiler. Yine ipi en güzel yanından tutmuştum sakin tutmaya çalıştığım bir sesle onu duymazlıktan gelip devam ettim:

"Bir şeylerin daha sonra farkında olup pişmanlık duymaktansa şimdi bizden daha tecrübeli ve yetkin insanların düşüncelerini düşünüp kalbimizi bir kenara bırakarak aklımız ile karar vermeliyiz."

"Ne kararından bahsediyorsun?"

"benimle evlenme nedeninin düştüğün depresyon durumundan olması... Haklılar Zeyd. Ben babam değilim. Senin hayatında babamın yerini tutamam. Vicdan azabı hissettiğin için böyle hissettin belli ki. Ben-"

"Gerçekten mi Gazel? İnandın mı buna?" ses tonu daha çok benden buna inanmamı beklemediği için hayal kırıklığına uğramış gibi çıkıyordu. Bakışlarımı omuzlarına indirdim çünkü siyah gözlerinde i insanın içine işleyen o bakışları sesimi titrettiriyordu:

"Baban haklı... sen benimle evlenmek istedin... çünkü babam-"

"Çünkü seni seviyorum. Baban bana senden ilk kez bahsettiğinde de sevdim. Onu son kez gördüğümde sana kiraz almamı söylediğinde de..."

Zeyd sustu. Kulaklarımdan daha çok kalbimin duyması için bağırıyordu bana ve sustuğunda dünya da onunla birlikte sustu. Etrafımda ki sükut beni o andan koparıp aldı. O geceye gittim. Babam ölmeden birkaç gün önce vakıftan eve dönerken... kapının hemen önünde duran her zaman oturduğum bankın üstüne konulmuş kış günü bulunması neredeyse imkansız olan bir avuç kiraz bulduğum o geceye...

. . .

Bölüm : 26.07.2024 16:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...