Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.Bölüm

@cigdemgah

Fiilen sevmek nasıl olur bunu çok düşünürdüm. Edebiyat derslerine giren medresede ki hocalardan Sina hoca; 'kalbin büründüğü bu duyguyu aklımızla belli ederiz' demişti bir keresinde medresenin taş basamaklarında oturup sohbet ederken öğrencilerle. 'Nasıl?' diye sormuştu öğrencilerden biri gülümseyerek cevaplamıştı o da; 'bir gül alır Leyla'ya verirsin.' yine sormuştu öğrenci 'ya gül bulamazsak,' üstelemesi belli ki Sina hocanın hoşuna gitmişti sabırla cevapladı; 'o halde gülümsersin.' Sırada ki soru başka birinden gelmişti; 'Diyelim ki gülümseme yetimiz yok.' Yine gülümsedi Sina hoca; 'bir çift tatlı söz edersin' soru zorlanıyordu: 'Ya lal isek, dudaklarımız mühürlü, o zaman ya?' Sina hocanın bakışları yere inmiş daha içten gülümsemişti bakışlarını kaldırıp sahte bir sitemle konuşmuştu: 'Dile dudağa ne gerek var, iki gözüm. Sevdanın sözcükleri dilden mi dökülür sanırsınız? İnsan çok sevdi mi içinde tutamaz taşar sevgiliye doğru. Diyelim mahrum musun tüm yetilerden o halde Rabbi Teala ister ve Leyla'nın önüne bir elma düşer Leyla seni öyle sever. Yeter ki sen çok sev.'

O günü unutamıyorum. Medrese de konu aşk ise Sina hocadan daha iyi cevaplandıran bulunamazdı sualleri. Naif adamdı. Belli ki ciğeri aşktan yana hala küldü. O yüzden tüten dumanlarını anlatırdı merak edenlere. Ne zaman ki ondan aşk bahsi ile ilgili bir iki cümle duysam kalbim şaha kalkar aşık olası gelirdi. İçine düşemediğimden başkalarından dinledikçe dinler, kitaplardan okudukça okurdum ama tatmin olmak ne mümkün. İnsan içine düşmedikçe, yüreği sevdadan yanmadıkça asla anlayamıyor, anlamlandıramıyordu sevdayı içinde. Bilmeyene süveyda; yavan, abartılan bir duyguydu.

Birinin bana seni seviyorum deme ihtimalini çok düşünmüştüm. Daha doğrusu lise yıllarımda çok düşünmüştüm. Sevgili beyaz atlı prensim rüzgara şiirler söyleterek, gökyüzüne masallar anlatarak, zamanı benden yana dondurarak gönül köşkümün kapılarını çaldığında ne hissedecektim? O gün yürek diyarımın hükümdarı bana sevdasını ilan ederken büyük ihtimal duyguları bende karşılık bulduğu için ayaklarım yerden kesilecek, aklım bir buluta karışacak ve kalbimde bir kuş gibi kanat çırpmaya başlayacak ve bu cihanda ki en şad insan ben olacaktım. İhtimaldi... Sıralandıkça uzun bir liste olacaktı. Tuhaf olan yanı ise; bu listede Zeyd Hazar'ın benim beyaz atlı prensim olma ihtimali yazılmıyordu ve bana seni seviyorum derken o sandıklarda sakladığım duygularımdan da ses seda yoktu. Şaşkındım. Hiç beklemediğim bir anda bana ailesinin gözünün önünde ilk kez seni seviyorum dediğinde başka ne hissedebilirdim ki?

Muaz'ın benim için aldığını sandığım o kirazları benim için Zeyd almıştı. Babam istediği için. Ne düşünebilirdim başka? Babamın bir isteğini yerine getirirken bir avuç kiraz ile nasıl yumuşayabilirdi gönlüm ondan yana? Sevgi eğer fani bir şeye bürünüyorsa bu Zeyd'in kendisi olmalıydı zannımca. Kirazlar değil. Yüreğime dokunmasına nasıl müsaade edebilirdim ve o siyah gözleri karşımda umut ve tedirginlik ile parlarken o galaksi de nasıl kendime bir yıldız asabilecektim? Başka türlü düşünecek olursam madem ki beni seviyordu o yıldızı nasıl göremiyordum fezasında? Yutkundum. "Ya Rabbi Rahim'im, kalbime zelzele getiren bu duygudan sana sığınıyorum."

Zeyd sustu. Onun suskunluğu odaya yayıldı. Diğerleri benim aksime daha az şaşırmıştı bu itirafa. Ne diyeceğimi bilemeden Zeyd'in gece karası, davetkar gözlerine bakarken kalbimin ritminin tek bir salise çarptığını itiraf etmeliyim. Hemen ardından kalbimden yayılan heyecan ve panikten o an okuduğum İnşirah'ın sonunu Duha'ya bağladım ve iki duayı da yanlış okudum. Kendimi toparlamama şükür ki Reyhan hanımın sesi müsaade etti:

"Zeyd, Gazel! Lütfen oturun."

Etrafta ki donuk hava dağıldı. İlk kımıldayan ben oldum ve yavaşça bakışlarımı Zeyd'den çekip yerime oturdum. Zeyd birkaç saniye daha dikildi ayakta ve kendine gelip ifadesiz bir yüzle bakışları yerde bana ayak uydurdu. Yüzünde ki ifadeden bir anlam çıkarmaya çalıştım ama nafileydi. Anladığım tek bir şey varsa o da az önce söylediği şey için pişman olduğuydu. Yalan söylendiği için belki de, ya da ailesinin beni sevdiğine ikna ederek o sözcüğü söylemişti bilmiyorum. Sadece onun gergin haline bir anlam vermem imkansızdı.

"Tamam mevzuyu uzatmanın bir anlamı yok. Pekala Zeyd, sen benim oğlumsun ve karın da benim kızım sayılır bundan sonra. Onunla anlaşacağımıza eminim."

Reyhan hanımın söylediklerine bir cevap vermedi Zeyd sadece donuk bakışlarını annesinin yüzüne dikti. Ve geri kalan bir saatte de öyle olmaya devam etti. Kahvelerimizi içip de misafirlik oyunumuz bittiği zaman kapıdan çıkarken de Zeyd kardeşlerinin vedalaşmalarına soğuk cevaplar verdi ve babasına bakmadan arabaya doğru yol aldı.

Sessiz bir yolculuktan sonra eve geldiğimizde Zeyd'in çatılan kaşları ortadan kalkmıştı ama yüzünde ki ifade daha da koyulaşmıştı b,r yanım bilerek bakışlarını kaçırdığını düşünmeye başlamıştı. Bilinçli olarak büyük bir yavaşlıkla içeri girdim, sonra yanında durdum, karşısına geçtim ve bu düşüncemden emin oldum. Bakışlarını benden kaçırıyordu. Utanıyor muydu? Hayır. O halde kızgın mıydı? Sanmıyorum. Ona anlamsızca bakmayı kesip bu gece bitirmeye karar verdim:

"Hayırlı geceler." diyerek merdivenlere yöneldim. Zeyd ceketini çıkarıp kütüphaneye yürürken neredeyse fısıltı şeklinde karşılık verdi.

"Hayırlı geceler."

. . .

Sabah erken kalkıp aşağıya indim. Zeyd'in odasının kapısı kapalıydı. Durup etrafı dinledim ve hiç ses yoktu. Daha uyanmamış olmalıydı. İlk iş mutfağa gittim dünü saymazsak bugün kahvaltı hazırlama sırası bendeydi. Çay suyu koyarken masada ki boş kahve fincanını gördüm. Dün gece geç uyumuştu anlaşılan. Çaydanlıkta ki su ikinci kez kaynamaya başlamıştı ki dayanamayarak gidip ocağı kapattım. Neredeyse bir saat olmuştu ama Zeyd'den ses seda yoktu. Gidip uyandırmak da istemiyordum, diğer yandan odasına girmek, mahremiyetine dalmak da istemiyordum. Bakışlarım tekrar kahve fincanına gitti sonunda bir ihtimali düşünerek mutfaktan çıktım ve kütüphaneye yöneldim. Kapıyı iki kez tıklatıp yavaşça açtım ve tamda düşündüğüm gibi aradığım kişiyi buldum. Tekli koltuğa oturmuş ayaklarını önünde ki sehpaya uzatmıştı, kollarını kavuşturduğu göğsünde düşe yazan bir kitap vardı. Pencereyi açık bıraktığından sabahın ayazı odayı doldurmuştu. Üşüdüğü belliydi. İlk iş gidip pencereyi kapadım. Ardından yavaşça ona yaklaştım. Zeyd Hazar uyurken de kendi gibiydi sakin ve dingin. Yavaşça elinde ki kitabı almaya çalışırken birden gözlerini açtı. Çoktan kitap elimdeydi. Zeyd uyku mahmurluğu ile bana bakakaldığında bir kaç saniye düşünmesi gerekmiş olmalıydı ki ifadesi donuktu. Bakışlarımı elimde ki kitaba yönelttim. 'Şeyh Galip - Divan'

Zeyd elleri ile gözlerini ovuşturdu. Esneyedururken:

"Günaydın." dedim.

"Günaydın."

"Burada uyuyakalmışsın. Geç olunca uyandırmak istedim." Zeyd anladım der gibi başını salladı birkaç saniye sonra aklına bir şey gelmiş gibi başını birden kaldırıp:

"Saat kaç?" diye sordu.

"08:42" telaşla ayağa kalktı:

"Geç kaldım."

Odadan çıkması ile evden ayrılması bir oldu üzerini bile değiştirmeden sadece elinde bir evrak çantası ile.. O gidince ev derin bir sessizliğe büründü. Olduğum yerde birkaç saniye kapalı kapıya baktım ki kapı zili çaldı. Kesinlikle bir şey unuttuğundan emin olarak kapıyı açtım. Zeyd acele ettiği için hızla nefes alıp veriyordu.

"Adliyeye gidiyorum. Bugün işim biraz uzun sürebilir. Geç kalırsam haber veririm önceden." bunu mu söylemek için dönmüştü? Arayamaz mıydı?

"Peki." Zeyd bir şey diyecekti ama vazgeçti ardından arkasını döndü. Henüz bir adım atmıştı ki istemeden her gün babamı ya da Muaz'ı işe gönderirken söylediğim şeyi söyledim: "Allah işini rast getirsin."

Zeyd duraksar gibi oldu. Başı hafif sağa döndü doğru duyup duymadığını anlamak adına. Ardından yüzünde bir tebessüm görür gibi oldum ama emin olamadan hemen önüne döndü ve hızla arabasına yürüdü. Bir dakika içinde avludan çıktı. Bende kapıyı kapattım ve ilk kez evimle baş başa kaldım.

Kahvaltı yapmak yerine kendime açık bir çay doldurup mutfağın büyük cam penceresinden düzensiz bahçeyi izlemeye koyuldum. Bahçenin ölüm gibi duran hali insanın içini eziyordu. Zeyd'in neden daha önce bahçeyle ilgilenmediğini böyle bu şekilde bıraktığını düşünmeden edemedim. Bunu daha sonra ona sormayı da aklımın bir köşesine yazdım. Çayımda ki son yudumu da içtikten sonra evin sessizliğine kulak kabarttım ve ilk kez bu kadar sessiz bir yerde bulunma hali bana ürkünç geldi. İçimden Allah'ı tespihe başladım. Bakışlarım tekrar bahçeye takıldı. Issızlık gözümde büyüdü. İçimden halime güldüm. Dün ev gibi duran bu duvarlar şuan bir yokluk seriyordu önüme. Zeyd giderken bahçede ki ıssızlıktan birkaç parça da içime serpmiş olmalıydı. Tespihimin sonuna geldiğimde dudaklarımdan usulca babamın her zaman söylediği o cümle süzüldü faniye.

"ilahî ente maksudî ve rizake matlubî" (Allah'ım maksudum sensin, rızanı diliyorum.)

- Babam benden Zeyd'e söz ederken hiç mi düşünmemişti; isimler zihinlerden kalplere süzülebilirdi. Hayır, bunu bildiğinden emindim. O halde bilerek mi beni anmıştı Zeyd'in yanında. Ne kadar anlatmıştı beni ona? Zeyd'in aklında devinen 'seviyorum' sözünü söyletecek kadar ne söylemiş olabilirdi? Eğer bana anlatmış olsaydı bende sevebilir miydim Zeyd'i görmeden? Sırf biri onu güzel anlattı diye insan birini sevebiliyorsa bu sevdanın ehemmiyeti ne kadar olabilirdi ki? Bilmiyordum. Zeyd'in methini o kadar duymama karşın ona karşı kalbimde bir şeyler yeşermemişti benim. Onu ilk kez gördüğüm o güne değin... Ki babamın ölüm haberini aldığım o geceye kadar... Hayır, itimat edemezdim. Edemiyordum. -

Bakışlarım mutfakta gezindi. Bir iki adım atıp gezindim etrafı. Küçük sayılmazdı ama büyük de değildi. Bir iki dolap açıp kapattım ne nerede duruyor bakmak için. Buz dolabının önüne geldiğimde magnet ile tutturulmuş kağıtları elime aldım. İlkinde haftalık bir menü vardı. Haftalık yapılacak yemek listesi karalanmıştı ve kesinlikle yazan Zeyd değildi. Bunu anlamak için birine sormaya gerek yoktu çünkü elimde ki kağıt pembe ve üzerinde kalpler çiçekler olan bir kağıttı. Bir kıza ait olmalıydı. Kime? Bir sonra ki kağıdı aldım aynı kağıdın sarı rengindeydi.

-Perşembe günü ofise öğle yemeği götürülecek. Kadın kaç yaşındaydı?

-Filtre kahve (iki yıldız konulmuş) saat 6:30 da hazır olacak.

Bakışlarım kahve makinasına gitti. Zeyd filtre kahve seviyor olmalıydı. Dün de bana çay doldururken kahve içtiğini anımsadım. Son kağıda baktım.

-22 Eylül 1990

Kaşlarımı çatarak baktım tarihe. Neyin tarihiydi bu? Birinin ölüm tarihi mi yahut doğum tarihi mi? Zeyd'in doğum tarihi olabilirdi ama evin yardımcısı neden Zeyd'in doğum gününü bir kağıda not alsın ki? Niye? Kağıtları yerine İstanbul magnetinin altına sıkıştırdım tekrar. Ardından çıktım mutfaktan bu notları kimin yazdığı merakı içimde dönüp dururken.

Salon çok şıktı haddinden de fazla bir şıklık ki insanın içine bir kasvetli bir his yayıyordu. Her şeyin bu kadar simetrik olması hoşuma gitmemişti. Yine de renklerin uyumu bu kadar net ve mükemmel oluşunu biraz yumuşatıyor gibiydi. Kütüphaneye yöneldim daha fazla duramadan orada. Odaya adımımı atar atmaz bir kez daha aşık oldum. Duygularımı bir kenara koyacak olursam Zeyd'in zevkinin cidden harika olduğunu söyleyebilirim. Birkaç kitaba baktım raflardan çıkarıp. Özellikle de aşağı katta ki rafları es geçerek ahşap merdivene yöneldim. Merdivenin işlemelerine dokunurken hayran olmamak imkansızdı. Bir tebessümle ikinci kata çıktım ve neredeyse bir saat kitapların arasında dolandım durdum. Dokunmadığım rafından çıkarmadığım çok az kitap kaldı. İkinci katın kapısının hemen yanında bulunan rafta duran kırmızı kitaplara baktım en sonunda. Risale-i Nur Külliyatı dizilmişti. İki rafta iki ayrı külliyat vardı. Birinin kırmızı rengi diğerine göre daha açıktı. Üst katta ki aşınmış kitaplardan Sözler'i çekip aldım. Yıpranmış eskimişti. Çok eski bir basım olduğu belliydi. Kitabın farklı yerlerinde bulunan ayraçlara baktım öyle çok fazla yer not edilmişti ki ayraçlardan kitabın kalınlığı artmıştı. Yüzümde bir tebessüm oluştu kendi kitaplarım aklıma gelmişti. Zeyd ile bir ortak yan dahaydı... Kitabı yerine koyarak kütüphaneden çıktım. Koridorda ilerlerken Zeyd ve benim odama çıkan koridorun sonunda durdum. Kendi odamın kapısına döndüm ama bakışlarım Zeyd'in odasının kapısındaydı. Dudağımı ısırdım. Onun bundan rahatsız olup olamayacağını düşündüm. Ardından da onun dün benim odama girdiğini anımsadım ve düşünmeden odasının kapısının işlemeli kulpunu indirdim. Yavaşça odaya girdim.

Oda benim odamdan küçük bir çalışma masası sığacak kadar daha büyüktü. Duvarlar çelik mavisiydi. Ahşap bir yatak vardı odanın ortasında, üzerinde ki kahverengi nevresim takımı hiç bozulmamıştı. Yatağın üstünde kufi yazıya benzettiğim bir tablo vardı ne yazdığını anlamak için birkaç dakika düşündüm ama başaramadım. Yerde ki beyaz halının üstünden geçip odanın ortasında durdum. Odayı olabildiğine aydınlatan pencere cam bir çatı şeklindeydi ve yatak gökyüzü görülebilecek şeklide konulmuştu. Açık gri perdelerin gerisinde ki manzarayı izledim bir süre. Benim odam evin ön cephesine bakarken Zeyd'in odası evin arkasında bulunan orman manzarası ile şereflendirilmişti ve manzara harikuladeydi. İlerledim. Küçük bir ahşap masanın üstünde düzenli konulmuş kitaplara baktım. Masanın üstünde elimi gezdirdim. Açık duran küçük not defterine takıldı bakışlarım. Telefon rehberi gibi duruyordu. Elime alıp baktım biraz. Bir sürü numara yazılmıştı ve sayamayacağım kadar isim vardı. Defterin ilk sayfasını açtım Zeyd bilgilerini yazmıştı. "22 Eylül 1990" Doğum günüydü. Eve yardımcı aldığı kadın her kimse Zeyd'in doğum gününü not alacak kadar onu önemsiyor olmalıydı. Defteri aldığım şekli ile tekrar masaya bıraktım. Başka bir kahverengi deri kaplı defter dikkatimi çekti ama elbette ki dokunmayacaktım. Odanın hemen karşısında duran kapalı kapı banyo olmalıydı. Diğeri ise çok küçük bir giyinme odasıydı. İstemsiz ayaklarım oraya yöneldi. Dolu raflara baktım. Belli ki giyinişine dikkat eden biriydi. Çok değildi kıyafetler ama gerektiği kadar ve çeşitteydi. Yerde ki birkaç koli gözüme takıldı hemen. Bir iki tanesi açılmıştı ve içleri boştu ama diğerleri açılmamıştı. Eğilerek üzerinde yazanlara baktım. Evin adresi yazıyordu. Açılmamış kolilerde de evin adresi vardı lakin üzerine bir X işareti atılmış ve vakfın adresi yazılmıştı. Aklıma yardıma muhtaç olan insanlar için gönderilen giyecek kolileri geldi bazı belirsiz adreslerden gelirler ya da gönderenler isimlerini vermezlerdi. Zeyd de belirsiz gönderenlerden biri biri olmalıydı. Birkaç saniye koli ile bakıştım. Sonrasında ise odadan çıktım. Çalışma masasının önünden geçerken yine bakışlarım o kahverengi deftere takıldı ve nereden dürtüldüysem bilmiyorum kapağını hafifçe kaldırdım ve birkaç sayfayı çevirdim... bir dörtlüğe takılıp kaldım. Ezbere bildiğim dörtlüğün ilk cümlesini okudum. En sevdiği dörtlük olmalıydı Zeyd'in, altını kalemle çizmişti. O ilk cümleyi okur okumaz yüreğime bir sızı oturdu. Hiç geçmeyecekmiş gibi buhranlı bir sızıydı.

"Âh mine'l ışk-ı ve hâlâtihî

Ahraka kalbî bi-harârâtihî

Ma-nazara aynî ilâ gayrikum,

Uskimu billahi ve ayatihi"

(Ah! Aşktan ve hallerinden

Ateşi ile kalbimi yaktı yandırdı.

Allah'a ve O'nun ayetlerine yemin ederim ki,

Gözüm senden başkasına bakmadı.)

Dörtlüğün sonuna baktım. Sonradan eklenmiş olduğu belli olan yazıya takıldı bakışlarım. Farklı bir renkteydi el yazı; "Gazelin en güzel ikinci beyiti."

Gazel olan gazeldi. Ben değildim. Kendime söylediğim ilk cümle bu oldu odadan hızla çıktım ardıma bile bakmadan. Kendi odama girip kapıyı ardımdan kapattım sanki birinden kaçmak istiyormuş gibi. Halbuki belliydi kaçmak istediğim ardımda değil göğüs kafesimin içindeydi. Kalp ritmim hızlanmaya başladığında neden olduğunu anlamadığım bu bozukluğa kulak verdim birkaç saniye. Neler oluyordu? Etkilenmiş olamazdım, kabul etmiyorum. Peki o halde içimin bir yanının mutlu olmasına ne demeliydim ya da aklımda feryad eden o soruyu duymazdan gelebilir miydim; "İlki neydi?"

. . .

İkindi namazını henüz kılmıştım ki telefonumun mesaj sesi duyuldu. Ekranda Zeyd adını görünce numarasını ne zaman kaydettiğinin merakını geride bıraktım:

Zeyd: Bu gece eve geç geleceğim. Savcı ile akşam yemeği yemem gerek sonrasında bir arkadaşımı görmeliyim. Evde tek kalma diye Can'ı gönderiyorum seni Muazlara götürsün. Uygun mu?

Planı yapıp benim için uygun olduğunu sorması dışında takılmadım bir yere. Cevapladım hemen.

Ben: Can'ı göndermene gerek yok araba ile kendim gidebilirim. Beni merak etme.

Zeyd: Tek gitmeni istemiyorum. Lütfen itiraz etme.

Cevap vermedim. İtiraz etmek anlamsız olacaktı belliydi. Bu yüzden çantamı alıp yüzümde ki peçeyi takarak aşağı indim ve Can'ın gelmesini bekledim. Can beyin gelmesi gerektiğinden de uzun sürdü.

Beni kapıda hazır bir şekilde gördüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı:

"Günaydın, şoförünüz emrinize amadedir." gülümsedim bende ama o görmedi tabi.

"Seni yormak istemezdim ama Zeyd ısrar etti."

"Merak etme zaten benim işim getir-götür."

Arabaya bindiğimde Can kısık bir müzik açtı ve trafiğe yakalanıncaya kadar da sessizdi.

"Yüzünü gizlemenin asıl nedeni ne?" diye sordu birden. Bir an ne diyeceğimi bilemesem de birkaç saniye düşündükten sonra birkaç yorumumu konuşturmaya karar verdim.

"Müslüman olarak kadın-"

"Tesettür ile ilgili ayetler okuyacaksan... Ondan bahsetmiyorum. Zeyd'den neden gizliyorsun." Doğru ya. Zeyd onların durumdan haberdar olduğunu söylemişti. Bakışlarımı yola çevirdim. Birkaç saniye daha sessiz kaldım ve Can'ın dürüst olduğuna olan inancımdan ona karşı dürürst olmaya karar verdim.

"Abine koşulsuz güvenmek istiyorum." anlamadığı açıktı:

"Nasıl? Güvenmek ile yüzünü kapatmanın ne alakası var ki?"

"Dün gece babanın söylediklerini hatırlıyor musun?" onaylayarak başını salladı: "Sence doğru mu? Sırf babam istediği için, vicdanı sızladığı için mi evlendi benimle? Seviyormuş gibi mi yapıyor?"

"Bunun cevabını ben bilemem."dedi omuz silkerek. Açıkçası ondan Zeyd'i savunmasını bekledim ama öyle olmadı. Uzatmadan ona anlatmaya çalışmalıydım ne düşündüğümü.

"Peki babam hapisteyken Zeyd'in Muaz'a gelip babamın suçlu olduğuna dair kanıtlar sunduğunu biliyor musun?"

"Evet. Delilleri ona teslim eden bendim." Hıh!

"Sende mi babanın suçlu olduğuna inanmıştın?"

"İnanıp inanmamam benim için o an önemli değildi. Deliller babanı suçlu gösteriyordu ve bende bunu avukatına getirdim."

"Babamı en iyi tanıyanlardan biriydi Zeyd ve onun suçlu olduğuna inandı. Yapabileceğim hiçbir şey yok diyerek geri adım attı. Şimdi de ben bu adamın karısıyım ve ona güvenmeli miyim? Nasıl? Babam gibi birine inanmayan bir adam beni sevdiğini söylerse ona nasıl güvenebilirim?"

"Hanif baba iyi bir adamdı bunu elbette kabul ediyorum. İyi adamların suçlu olduğuna hiçbirimiz inanmak istemeyiz lakin deliller babanı vicdanı önemsemeyen bir adaletin karşısında suçlu gösterirken baban elbette ki ceza alacaktı. Zeyd'in bunu Muaz'a söylemesi abimi suçlu mu yaptı gözünde."

"Evet."dedim dürüstçe Can sakin bir şekilde devam etti:

"Birincisi onu yargılamadan önce bir dinlemelisin. Hiçbir hüküm taraflar dinlenilmeden verilmemeli. İkincisi abim babanı senin sandığından bile daha çok severdi. Babası yerine koyduğu bir adamı dört duvarın ardında isteyerek bıraktığına inanana şaşırdım."

"Zeyd ülkenin en iyi avukatlarından biri değil mi?"

"Şüphesiz."

"O halde neden bu hünerini babamda göstermedi."

"İki neden var ama bunları sana ben söylememeliyim. Bu soruya cevap vermesi gereken abim. Sana sadece şu kadarını söyleyebilirim. Zeyd Berat Hazar senin yaşamın boyunca arayıp da asla bulamayacağın türden bir adam. Sense ondan yüzünü gizliyorsun. Çok ironik." güldü. Ben ise farklı bir noktaya takılmıştım:

"Berat mı?" kaşlarını çatarak bana döndü:

"Ne o ikinci ismini bilmeden mi evlendin abim ile?"

"Bilmiyordum."

"Berat ismini babam koydu ona. Evlatlık alındığında-" sustu birden sözünü tamamlamadan. Söylediği şeyi daha düşünürken dahi pişman olmuş bir yüz ifadesi ile döndü önüne. Bir daha da ağzını bıçak açmadı bende daha önceden bildiğim bir şey hakkında daha fazla soru sormadım. Belli ki Zeyd değil ama Can bu konuda söz etmekten hoşlanmıyordu.

Sadece iki gündür uzak kalmama rağmen özlediğim taş bahçe ve eve adım attığımda duygulandım. Her zaman gidiyordum bu evden lakin evlenip de gitmiş olmak fikri insana daha ağır bir his yüklüyordu. Bundan dolayı birkaç saniye durup eve baktım özlemle. Dudağımda hafif bir tebessüm oluştu ardından aklıma dolan anılardan en belirgin ve en güzel olanı gözlerimin önüne geldiğinde tebessümümün köşesinden küçük bir burukluk tuttu.

Arkadan birinin sahte bir öksürme sesini duyduğumda geriye döndüm. Can arabanın önünde durmuş eve girmemi bekliyordu ve kapıda oyalandığım için acele etmemi istiyordu. Başımla selam verip içeri girdim. Kapıyı Betül açtı ve davetsiz misafiri için küçük bir çığlık atıp boynuma sarıldığında ne olduğuna bakmak için hemen ardından Muaz endişe ile kapıya geldi beni gördüğünde sabır diler gibi başını çevirdi Betül'e:

"Bu nasıl bir karşılamadır Betül. Çığlık atınca bir şey oldu sandım."

"Aa! Oldu tabi. Gazelim gelmiş daha ne olmalı. Anneeee! Çabuk gel."

İçeri girip ayakkabılarımı çıkarırken Muaz Betül'e olan ters bakışlarını çekip bana gülümsedi.

"Hoş geldin. Yalnız mısın? Zeyd yok mu?" Betül ışıl ışıl gözlerle bana bakarken gülmeden edemedim. Paltomu çıkarıp eline verirken Muaz'ı cevapladım:

"Yok. Bugün adliye de işleri vardı. Akşamda işi uzayacağı için geldim."

"İyi ki geldin."

Anneme sarılıp öptükten sonra Betül'ün iki günlük evliliğim hakkında ki sorularını karşılayarak şükürler olsun bir saati geçirebildim. Zeyd ile o evde yalnız kalmaktansa ailemle yediğim bir yemek çok iyi hissettirdi ve aklımda ki tüm bulutları dağıttı. Betül yaptığı cevizli kekten servis yapmak için mutfağa gittiğinde İsar ile oyalanıyordum ki Muaz fırsattan istifade konuştu:

"Eee?"anlamadan ona baktım. Bakışlarımdan ne demek istediğine varamadığımı anladığında devam etti: "Zeyd nasıl? Kötü biri mi dediğin gibi? Ne zaman indireceksin şu yüzünde ki peçeyi?"

"Buna iki günde karar veremem. Belki ki de köprüyü geçene kadar iyiyi oynuyor." Muaz tebessüm etti.

"Hisseder insan.. Onunla vakit geçirdiğinde hissetmiyor musun kötü bir insan olduğunu? Kalbinde ki o kukuyu almıyorsun. İs mi kokuyor yoksa misk mi? İyi insanların güzel kalpleri misk kokar."

Söyleyecek bir şey bulamadım çünkü iç sesimin cevabı beni şaşırttı. Hissetmiyordum!ve is kokusu almıyordum. Bunu Muaz'a söylemedim. Ondan saklamak için değil sadece emin olmadığım için. Elimden kurtulmak isteyen İsar'ı yerde ki battaniyenin üstüne oturttum ve cevaplamayacağım bir soruyu pas geçtim.

"Dün gece ailesi ile tanıştım." Muaz memnun oldu bu durumdan:

"Maşallah. Nasıl insanlar?"

"Tuhaf ve galiba ilk tanışmamız pek iç açıcı değildi."

"Seni sevmemeleri imkansız."

"Ondan değil." dedim ve elimle peçeyi anlatmak ister gibi yüzümü gösterdim. Başını sallayarak anladığını belirtti:

"Beklenilebilecek bir durum. İsar da karşıma yüzünü görmediğim birini çıkarsaydı gelinim olarak bende bir durun derdim. Hem de onların yaşayış tarzı bizimkinden o derece farklı iken. Bunu anlayışla karşılamalısın Gazel. Anlayış da karşılıklıdır onlar da seni ancak öyle anlayacaktır."

"Anlıyorum elbette."

"Tuhaf dedin. Nasıl tuhaf."

"Yani aslında hepsi de iyi insanlar. Ama nasıl desem... bizler yuvarlak bir masa isek onlar dikdörtgen masa." Muaz kaşlarını çattı.

"Dikdörtgen mi?"

"Yani dolaylı değiller. Her şeyi açıkça konuşan çekinmeden sakınmadan cevapları net olarak veren insanlar."

"Bu bir yana iyi bir şey."Zeyd'in dün gece annesine söylediği cümle aklıma geldi o an. O da annesine bunun iyi bir şey olduğunu söylemişti. Ardından Zeyd'in söylediği o son cümle aklıma geldi: "Ne oldu?" diye sordu Muaz dalgınlığımı fark ederek:

"Bir şey yok."

"Kızardın." elimle yüzüme dokundum. Sıcaklamıştım. O anı anımsadığım için miydi? Ah Gazel!

Neyse ki Betül içeri girdi ve sohbetimiz burada kesildi. Hemen arkasında ise annem vardı. Kalkıp Betül'ün ardından çayları koyup odaya döndüm tekrar.

Saat epey ilerlediğinde annemin ve Betül'ün kaçamak bakışlarını gördüysem de bir anlam veremedim. Muaz bana yazın gireceğim dersliklerin sayısını düşüreceğimizi anlatıyordu. O da Betül'ün bakışlarını gördüğünde ona döndü:

"Ne oluyor size? Ne bu bakış? Ne söylemek istiyorsanız söyleyin?" annem başını çevirdi. Ama Betül kıvrandı:

"Saat geç oldu."

"Uykun mu var?" Betül kaş göz yaptı ama Muaz yine anlamadı. Soyduğum meyveyi ağzıma attım. Muaz da Betül'e kaş göz yaptı anlamadığını belirtircesine. Sonunda pes etti:

"Ay Muaz. Soramıyorum Gazel'e burada mı kalacak? neden almaya gelmedi Zeyd?"

Muaz da bende birbirimize baktık. Dahası bakışlar bana döndü. Bilmiyordum. Daha doğrusu aklımdan Zeyd de başka bir evin evim olduğu da çıkmıştı. Saatin geç olduğunu Betül söyleyince fark etmiştim. Elimde ki meyve tabağını bir kenara bırakıp ayağa kalktım:

"Ben bir Zeyd'i arayayım." diyerek odadan çıktım. Vestiyerden asılı olan çantamdan telefonumu çıkardım. Ne bir arama vardı ne de mesaj. Zeyd de unutmuş muydu yoksa? İnsan nasıl olurda evli olduğunu bir karısını olduğunu unutabilirdi?

Düşünceme önce kızdım ardından kendime güldüm. Telefon elimde mutfağa gittim. Kilit ekranını açtım ve birkaç dakika rehber de Zeyd'in adı ile bakıştım. Arasam mı mesaj mı atsam? Tereddüt ile geçen bir iki dakikanın ardından kendime yine kızdım. İnsan kocasını ararken tereddüt mü ederdi? Sonun da aramaya karar verdim ve tam elim arama sekmesine basacakken mesaj geldi.

Zeyd: Kapıdayım. Burada kalmaya niyetli değilsen evimize gidelim.

Önce Zeyd'in tevafukluğuna şaşırdım ardından evimiz kelimesine takıldım bir iki dakika. Sonra ise o evimize gitmek isteyip istemediğimi düşündüm. Zeyd seçenek sunuyordu ve istersem bu gece burada kalabilirdim. Ama bir bahçede birkaç ev birden yaşıyorsak bazen başkalarının ne düşüneceğini dile vurmasalar bile dikkat etmek gerekiyordu. Daha yeni evlenmiş bir kızın ikinci gün baba evine gelip uyuması yakışı kalmazdı. Bu yüzden isteğimi bir kenara bıraktım.

Ben: Çıkıyorum şimdi.

Salona dönüp en çok merakla bakan Betül'e Zeyd'in kapıya geldiğini söyleidğimde hepsi de ne çabuk diyerek şaşırdılar. Muaz Zeyd'i eve davet etmek istese de geç olduğunu gerek olmadığını söyledim. Ve peçemi takarak evden çıktım.

Zeyd hazar siyah arabasının içinde beni bekliyordu. Yolcu koltuğuna oturup kemerimi takarken Zeyd eğilerek uzaktan bize bakan Muaz'a başı ile uzaktan bir selam verdi ve beklemeden gaza bastı. Henüz çok ilerlememiştik ki:

"Geç kaldım, özür dilerim." dedi yumuşak bir sesle aynı şekilde cevapladım onu.

"Önemli değil."

Tüm yol boyunca sessizdi. Arabadan inerken de, eve girerken de. Tuhaf bir haldeydi. Güzel sözler yok, alaycı bir üslup yok, gülümseme yok. Ne düşündüğünü elbette bilmezdim, tahminde yürütemiyordum. Bu yüzden bende ona ayak uydurmaya karar verdim ve sükutuna bulandım. Odamın kapısına geldiğimde içeri girmek üzere iken arkamdan belli belirsiz bir "iyi uykular" sözü duydum. Sonrasında ise odasına girdi ve kapı kapandı. Bende birkaç saniye daha dikildim öylece ardından odama girdim.

. . .

Sabah namazından sonra Kur'an okumaya niyetlendim ama bir ayeti beşince defa yanlış okuyup başa sarmaya başlayınca gayret ederek sayfayı tamamlayıp sonunda salavat getirip kalktım başından. Aklım yerinde değildi. Zeyd'in dünkü davranışlarının sebebini düşünüyordum. Ne olmuştu da böyle durgun davranıyordu bana?

Kapıyı açıp eşikte bekledim ve sessizce etrafı dinlemeye başladım. Ses yoktu. Sabah namazına kalktığını biliyordum çünkü namaza durduğumda kapı açma kapama sesi gelmişti. Şimdi ise etraf sessizdi. Uyumuş olmalıydı. Parmak uçlarıma basarak merdivenlerden aşağı indim.

Mutfak yeni aydınlanmaya başlayan havanın etkisi ile biraz loştu. Işıkları açtım. Sabah sabah erken kalkmışsan güzel bir kahvaltının hakkını vermeliydin. Bu yüzden dolapta bulduğum hazır milföyleri çıkardım. Çay suyu koyarak ocağın altını yaktım.

Yaklaşık bir saat sonra hazırladığım kahvaltıya gülümseyerek baktım. Çay suyu yine ikinci kez kaynamaya başlamıştı ve Zeyd hazretleri hala uyanmamıştı. Saate baktım ve dün ki geç kalma olayından ötürü dayanamayarak onu uyandırmak için mutfaktan çıktım. Odasının önünde geçen birkaç sessiz dakikanın ardında tam kapısını çalmak üzereydim ki kapı ben çalmadan açıldı ve Zeyd çıktı. Bugün kahverengi ince bir kazak giymişti saçları özenilmemiş bir şekilde yana yatırılmıştı. Hava da ki elime ve bana baktıktan sonra gülümsedi.

"Seni uyandırmaya gelmiştim." dedim elimi hemen indirerek. Bakışlarını benden çekip önüne düşürdü.

"Günaydın." dedi.

"Günaydın. Kahvaltı hazır."

Beklemeden onu arkamda bırakıp tekrar merdivenlerden aşağı indim. Mutfağa vardığımda Zeyd hemen ardımdaydı. Sofrayı görünce hoşnut bir şekilde gülümsedi ve beklemeden keyifle sandalyeye oturdu.

"Ellerine sağlık."

"Afiyet olsun."

Kendime bir çay koyarken onun önceden hazırladığım filtre kahvesini de yanına bıraktım. Fincanda ki kahveyi görünce önce hafif bir şaşırdı ardından ise güzelce gülümsedi. Bana saliselik bir bakış attıktan sonra sessizce kahvaltısını yapmaya başladı. Arada bakışlarının bana döndüğünü görebiliyordum ama ona bakmamaya gayret ediyordum. İkimizde de anlaşmalı bir sükut oynuyorduk. Onu bekliyordum ilk konuşa olması için ama konuşmuyordu. Kahvaltının sonlarına doğru sonunda dayanamayarak:

"Dünden beri bir tuhafsın." dedim olaya ilgisizmiş gibi görünmeye çalışarak. Zeyd gülümsemeye çalıştı ama sessiz anlaşmamıza devam etti, cevap vermeyeceğini anlayınca devam ettim: "Nedeni ne?"

"Önemli bir şey değil." bakışlarını kaçırdı, pes etmedim:

"Eğer bana söylemezsen merak edip duracağım ve aklımda çizip sileceğim. İyisi mi sen kolay yoldan söyle." Zeyd kollarını masaya dayayarak öne doğru eğildi biraz:

"Önemli bir şey olmadığını söyledim."

"Önemli olup olmadığına ben karar vermeliyim." eğlenen bir ses tonuyla sordu:

"Neden ısrarcısın?" hmm! Merakımdan diyemezdim elbette. Sesimi neşeli tutmaya çalışarak cevap verdim bende.

"Çünkü daha iki gündür evli olduğum bir adamı tanımaya çalışıyorum."

"Senin yaptığın bir hatadan olmadığını bilmen yeterli olur mu?"

"Benim yaptığım bir hata değilse ne?"

"Benim yaptığım bir hata?"

"Ne yaptın?" bir an nasıl bir hata yaptığının listesini zihnimde sıraladım. Birkaç kötü olan şeyleri listenin üstüne koydum ve merakla konuşmasını bekledim.

"Dün gece sana..." duraksadı, sesi kısıldı ve başını eğdi. Cesaretlendirmek için üsteledim.

"Bana ne?"

"seni seviyorum dedim bizimkilerin yanında." Ne? Bu muydu yani yaptığı hata? Ona diktiğim bakışlarımı görmüyordu. Devam etti kendine konuşur gibi: "Yani sen bana fırsat tanıyacağını söyledin ve bende buna uyacağımı söyledim. Onların önünde seni müşkül duruma sokmuşum gibi hissettim. Mahcup hissettim sana karşı."

Ne hissedeceğimi ya da ne düşüneceğimi bilemedim. Az önce aklımda kurduğum listeyi anında sildim ve bundan utandım ilk olarak. Bakışlarım Zeyd'in eğik olan başındaydı. Ona haksızlık yaptığım kanısını ilk kez orada hissettim ve bu durum daha da kötü hissetmem neden oldu. Ne diyeceğimi bilemeyen ses tonumla konuştum:

"Neden mahcup hissettin?"

"Çünkü kalabalık bir ortamdayken sana duygularımı söylemem senin de o duyguları başkalarının önünde kabul ederek onaylamanı gerektirirdi. Bunu düşünmeliydim. Böyle olmamalıydı. Bunu ikimizin arasında konuşmalıydık. Ailem ile ilk tanışmanda konuşulanlar doğru değildi. Bunun için de kötü hissettim. Seni anlayamadılar ve beni yargılamaya başladılar." Emin olduğum tek bir şey vardı; dürüsttü.

"Bundan dolayı da bana karşı mahcup hissettin öyle mi?"

"Evet."

"Sen cidden gerçek misin?" diye zihnimde geçirdiğim soru dilime düştüğünde ben anında pişman olurken Zeyd gözlerini kısarak bana baktı:

"Ne?"

"Yani hangi erkek bu kadar naif düşünür?" diyerek toparlamaya çalıştım ama Zeyd ne demek istediğimi hemen anladığında gülümsedi. Keyifli bir gülüştü sunduğu manzara, dudağında asılı duran gamzelerin eteklerinden tutmuş kendine çekiyordu ki bakışlarım orada takılı kaldı birkaç saniye. Zeyd tek kaşını kaldırarak başını eğdi ve muzip bir sesle karşılık verdi:

"Kaç erkek tanıdığına bağlı." işte normal Zeyd Hazar! Ona ayak uydurdum çayımı yudumlarken:

"Çok da tanımadığımı düşünürsek senden de kolay kolay etkilenmemeliyim öyle değil mi?" gülüşü yayıldı eh! diyerek başını sağa sola yatırdı. Ardından yüzü yumuşadı ve:

"Kızmamış mıydın?" diye sordu tıpkı onun gibi dürüst oldum.

"Hayır. Hiç de düşündüğün gibi hissetmedim."

"Bunu bilmek iyi hissettirdi." Geriye yaslandı ve kahvesinden bir yudum aldı. Birkaç saniye gerçekten de şapşal bir şekilde gülümsemeye devam etti. Gülümsemesinin bulaşıcı olduğunu fark ettiğimde bakışlarımı çektim devam etti: "O halde bugün güzel bir şeyler yapalım. Sinema? Yürüyüş? Kitap okuma? Ne yapmak istersin?" biraz düşündüm söylediği aktiviteler dışarıyı gerektiriyordu ve benimde pek dışarı ile alakalı biri değildim.

"Bilmiyorum. Sadece evde de kalabiliriz."

"Bir şeyler yapalım. Aksi halde nasıl anı biriktireceğiz?"

"Tüm bu anıları evde de biriktirebiliriz."

"Neden ev diye tutturuyorsun?"

"Yanında peçe takmış bir kadınla bu şehirde özgürce dolaşman başkalarının nazarlarını üzerine çekmeni sağlar."

"Başkalarının ne düşündüğünü sürekli düşünürsek nasıl kendimiz olarak yaşayabiliriz. Hem başkaları peçe takmıyor diye sende onlar gibi olamazsın." Gülümseyerek ardıma yasladım. Attığım her pası karşılıyordu.

"Kaç kız kocasından yüzünü esirgiyordur sence." dediğimde kendi kaleme gol atmıştım.

"Doğru." dedi sahte bir kararlıkla ile: "Madem ki bunun bilincindesin o halde peçeni indirmeye davet ediyorum seni."

"Benimle sırf sinemaya götüreceksin diye sana hemen yüzümü göstereceğim mi sanıyorsun?"

"Kulağa mantıklı geliyor." dedi gözlerini kısarak. inat ederek onu taklit ettim:

"Hiç de değil."

Güldü, bende güldüm. Onunla keyifle güldüğümüz ilk anımızdı, bundan belki de tebessümü bir süre onun da benim de yüzümden silinmedi. Zeyd kahvesinden bir yudum daha aldı ve fincanı gösterdi.

"Kahve tam kıvamında. Sevdiğimi nereden bildin?"

"Dolabın üstünde ki notlardan kopya çektim." Zeyd anladığını belirtircesine başını salladı. Sustu ardından beklediğim gibi bir açıklama yapmamıştı bu yüzden kayıtsız bir şekilde sordum bu defa: "Kim yazdı o notları? Muhtemelen bir kadın. Evin yardımcısı mı?"

"Evet." sessizlik. Merakımı gidermem için neden bir şey söylemiyor?

"Evde bir yardımcı olduğundan bahsetmemiştin."

"Bilmem, sırası gelmedi."

"Burada mı kalıyordu?" bakışları gözlerimde sustu, birkaç saniye geçti:

"Kıskandın mı?" diye sorduğunda şaşkındı sesi ve beklenti doluydu. Alaylı bir şekilde cevap verdim.

"Muhtemelen kırklı yaşlarında oldukça tatlı, anlayışlı, becerikli ve işini iyi yapan bir teyzeden seni kıskanmam." çayımın son yudumunu içiyordum, Zeyd'in yüzü ifadesizleşti:

"24 yaşında bir Alman." dediğinde içtiğim çay boğazımda kaldı ve öksürmeye başladım. Zeyd gülerek bana masada ki peçeteyi uzattı. Ağzımı silerken ona baktım. Tamam, bunu beklemiyordum. Tam olarak Zeyd evde genç bir kızla beraber kalıyor olamazdı, hayır. Ona olan sert bakışlarımı fark etti.

"Sadece şaka yaptım." dedi.

Birkaç dakika bakışlarım onun keyifli yüzünde gezindi. Ardından bir şey demeden ayağa kalktım ve masayı toplamaya başladım. Zeyd sessizce bana ayak uydurmaya çalışıyordu. Onun yüzünde ki o harika gülüş ile mutfakta ki işimizi bitirdikten sonra hemen çıktım. Peşimden geldiğini gördüm. Merdivenlere yöneldim ve yukarı çıkmaya başladım. Bakışlarım ile olabildiğince onun mutfaktan çıkıp çıkmadığını görmeye çalıştım ama göremedim. Odamın kapısının önüne geldiğimde nerede olduğuna bakmak için birden arkamı döndüm ve Zeyd'e çarptım. Geri çekilip ona çakmak çakmak bakarken sessizce arkamdan gelişinin nedenini merak etmiştim. Gülüyordu hala!

"Kızdın mı bana?"

"Neden sessizce arkamdan geliyorsun?"

"Sessiz değildim sen dalgındın."

Bir şey demeden dik durdum ve kaşlarımı çatarak odama girdim kapıyı da kapattım. Az sonra kapım tıklatıldı ardından da Zeyd'in sesi duyuldu:

"Sen emin kouşunca şaka yapmak istemiştim. Emel abla evin yardımcısı. Beni büyüttü sayılır. Dün bizi kapıda karşılamıştı hani, hatırlarsın belki. Bir haftalığına izin aldı. O yüzden daha sonra işine dönecek. Tamam mı?" sessizce bekledi cevap vermemi ama konuşmadım: "Gazel hadi ama. Zaman geçiyor ve bir kapının ardında seni bekleyerek tüketmek istemiyorum bugünümü." Söylediği cümleler istemsiz yüzümde bir tebessüm oluşturdu. Sessizliğim üzerine Zeyd devam etti: "Üçe kadar sayıyorum çıkmazsan odaya gireceğim. Bir... iki..." kapıyı açtım:

"Film." dedim, kararlı bir şekilde seçeneği ona bırakmayarak, gülümsedi.

"Hazırlan o halde."

"Evde izlemeyecek miyiz?"

"Hayır, seninle sinemaya gitmek gibi bir hayalim var." arkasını dönüp odasına yürüdü.

. . .

Arabadan indiğimiz andan sinema salonunun kapısına varana kadar tüm bakışların üzerimizde olduğunun farkındaydım. Benim taktığım peçeden daha çok insanlar Zeyd'i inceliyordu. İçimden güldüm. Evdeyken dışarıda yanında peçe takan bir kadın olacağı için rahatsızlık duymasını düşünürken asıl yanımda Zeyd'i gezdirdiğim için rahatsız bakışların hedefi olan ben olmuştum. Birkaç kız Zeyd'i memnun bir eda ile süzdükten sonra onun bana baktığını görüp 'inanmıyorum', 'yanlış görüyorum değil mi?' ya da 'ne alaka yaaaa' gibi sessiz yorumlarda bulunduğunu duydum. Peçeme yakışmayan Zeyd değildi, Zeyd'e yakışmayan bendim onların gözünde. İnsanların hakkımda yaptığı sığ yorumları göz ardı etmeyi iyi bilirim ben, lakin bu defa yorumların kalbime değmesine şaşırırken diğer yandan tahammül edemeyecek bir hale gelmiştim. Zeyd gişeden bilet alırken onu bekliyordum aramızda iki kişi duracak kadar bir mesafe vardı ve az sonra bilet almak için sıraya giren bir bayan ben ve Zeyd'in ortasında durdu. Birkaç dakika geçti ki kadının başının neden sabit bir şekilde durduğuna göz attım ve utanmadan kocamı alıcı gözüyle süzen kadına dik dik baktım. Zeyd farkında değildi ya da takmıyor gibiydi. Dudaklarımı dişlemeye başlayacak kadar sinirlerime dokunmaya başlamıştı bu durum. Böyle hissetmek istemeyişimi kendime hatırlattıkça böyle hissetmeye devam ediyordum ve böyle hissettikçe de kendimi daha çok sinirli hissetmeye başlıyordum.

Kadının onda ne gördüğüne bir de ben baktım. Evden çıkarken üstünü değiştirmişti. Üzerinde beyaz tişört, siyah jean vardı. Hava beklediğinden soğuk olunca arabadan inerken deri montunu giymişti. Bakışlarım saçlarına gitti. Evdeyken böyle olmadığına emindim. Araba da nasıl olurda fark etmemiştim. Dışarı çıkarken saçlarına özenecek neden neydi bunu ona sormayı aklımın bir köşesine yazdım. Ardından dayanamayarak benimle Zeyd'in arasında duran kadını dürttüm nazikçe, kadın bana baktı ve bakışları anında yüzüme döndü. Haddinden fazla bir sevecenlikle konuştum:

"Geçmeme izin verir misiniz?" işaret parmağımla Zeyd'i gösterdim: "Eşim bilet alıyor da yanlış filme almaması için kontrol etmeliyim?" kadın kaşlarını çatarak soluna baktı. Zeyd'den başka kimseyi göremedi ama onun benim eşim olma ihtimalini hiç düşünmemiş olacak ki kimse yok orada bakışı atınca devam ettim: "hemen yanınızda ki beyefendi eşim. Çok unutkandır. Evde de hep böyle. İzninizle."

Kadının inanmayan bakışları altında Zeyd'in yanına gittim ve görevlinin uzattığı kartını alırken Zeyd'in dirseğine dokundum. Ah! Cidden kendime inanamıyorum! Zeyd ona dokunmama donup kalacak kadar şaşırdı kaldı ve bir şey anlamayarak elime baktı.

"Biletleri aldım." dedi hala elime bakarken:

"İyi."

"Patlamış mısır?"

"Lütfen..." bakışlarım hala bize bakan kadındaydı. Zeyd patlamış mısır almak için bir-iki adım ileride ki büfeye yaklaşacaktı ki onu durdurdum: "Zeyd arka taraftan alır mısın? Oradan istiyorum." anlamsız bakışlar atsa da kabul edip köşeyi döndü ve gözden kaybolunca bende rahatladım. Evet. Bunu itiraf etmek neye yarayacak bilmiyorum ama tıpkı medreseye gelen genç kızların hayran hayran Zeyd'i izlemesinin sinirlerimi bozması gibi etrafımda ki kadınlarında tesettürsüz gözlerinin onun izlemesini istemiyordum. Evet. Bundandı.

Onun bana geri dönmesine fırsat vermeden hemen ardı sıra yanına vardım ve çok beklemeden filmin gösterileceği salona girdik. Film seçimini ona bırakmıştım çünkü eğer vaktimiz boşa giderse ona kızabilme seçeneğim olacaktı. İlk kez duyduğum fantastik bir filmdi. Filmin başları pek masalsı gelse de ilerisi bayağı iyiydi ve ilerledikçe sarmaya başladığında bende Zeyd gibi kendimi iyice dev ekrana kaptırdım. Kendini kaptıranın sadece ben olduğumu filmin ortalarına doğru Zeyd'in bana dönüp sessizce fısıldamasıyla anladım.

"Elini tutmak istiyorum." bana uzattığı elini görmesem kesinlikle yanlış duyduğumu düşünecektim ama değildi.

"Neden?" diye sordum yediğim mısır boğazımda kalırken. Gülümsedi ve uğruna destan yazılacak bir yan bakış attı. Sesi bakışlarından daha masumdu:

"Çiftler sinemaya bunun için gelmez mi?"

"Sen beni sinemaya elimi tutmak için mi getirdin?"

"Biraz evet, biraz hayır." utanmadan bir de dürüst!

Onu duymazlıktan gelerek ekrana döndüm. Söylediği şeyi şaka olarak kabul ettim. Birkaç saniye geçti, Zeyd'in bakışları hala bendeydi ve eli hala havada kalmış benden bir cevap bekliyordu.

"Filmi izler misin?" dedim kaşlarımı çatarak ondan yana rahatsız olmuş bir tavır takınarak, gülümseyerek fısıldadı yine.

"Elimi ilk kez tutmak için bundan daha iyi bir an bulamazsın ama."

"O isteğin içimde olduğunu da nereden çıkardın?"

"İçinde olmalı çünkü benim içimde bu istek mevcut."

İtiraz etmek için ağzımı açmıştım ki arakada oturan bir adam sessiz olmamız için uyarıda bulundu uzatmadan önüme döndüm. Zeyd hala bana bakıyordu ve o karanlıkla bütünlemiş gözlerinde ki derin istek ile başını sağa yatırmış gülümsüyordu. O sağda boynu bükük duran gamzesine değdi bakışlarım. Kaç kelime ile anlatılabilir bir gülüş. Eşsiz bir resim gibi duran gamzelerinin asılı olduğu köşeli çenesi bir tuvaldi ve karanlıkta yanakları belli belirsiz içe göçük duruyordu. Bakışlarına döndüm yine. Galaksisinde birkaç yıldız yanıp sönüyordu. Biraz daha bakılsa o kuyunun içine düşülür ve bir daha çıkılmazdı yanıp sönen o yıldızın daha çok parlamasıyla anladım ve yavaşça önüme döndüm. Onun hatırına mıydı bilmiyorum ama tutmam için açtığı elinin ayasına işaret parmağım ile dokundum. Cesaret? İstek? Bu iki kelime anlamsızdı lügatımda o an. Zeyd bana bir bakışı ile yaptırmıştı belli ki istediğini. Nasıl tehlikeli bir yetenekti bu? Garip halime güldü. Eli hala açıktı ve işaret parmağım avucundaydı. Koltuğunda geriye yaslandı ve başını arkaya yaslayarak gülmemek için kendini zorladı. Yüzümü basan sıcaklıktan koltuğuma gömüldüm bende Zeyd'e bakamıyordum utancım gözlerimden okuyabilirdi diye. Ekrandan bakışlarımı ayırmıyordum, ne olup bittiğini kaçırdığım film devam ediyordu ben akışına yetişemiyordum. Az sonra solumda bir hareketlilik gördüğümde ona döndüm yine. Zeyd'i cep telefonu ile elimizi çekerken gördüm. Sonra telefonunu cebine koydu ve tekrar fısıldadı.

"En özel an." dedi sessiz soruma cevap olarak. Bakışlarım yumuşadı, bunun hatırasını tutacak kadar önemli miydi sinema da elimi tutması. Hayır, ilk kez elimi tutması... Sonrasında beklemediğim bir şey yaparak kapalı duran avucumu açtı, onun ellerinde emanet gibi duran elimi kendine çekti ve parmaklarımızı kenetledi. Elimi çekmek ve yine itiraz etmek için bir şey söyleyecektim ki mısır kutusunu önüme koydu: "Ye ve filmini izle."

Tabi ki yiyemedim, filme de odaklanamadım ve son yarım saat yarım asır gibi geçti.

Filmden çıkarken önden yürüyordum gereğinden de hızlıydı adımlarım. Yüzümde ki peçeye yine innet ettim çünkü kızaran yanaklarım uzun bir süre geçmeyecek gibi duruyordu. Zeyd bunun farkındaymış gibi gayet memnun bir ifade ile geriden yürüyordu yavaşça. Otoparka inip de arabaya varana kadar ikimizde sessizdik. Aklımda dönüp duran o tuhaf anın ve tuhaf hissin çetelesini tutuyordum yüreğimin kuytu köşelerinde ki Zeyd konuştu arabanın kapısında.

"Aç mısın?"

"Evet." düşünmeden cevap vermiştim. Aslında bir an önce eve gitmeyi teklif etme düşüncesi daha cazip gelmişti o an ama birden verdiğim cevaptan da geri dönemedim.

"Bildiğim güzel bir yer var. Gidelim, ister misin?"

"Fark etmez."

Zeyd sorduğunda değildim ama uzun bir yolun sonunda botanik tarz ile döşenilmiş bir kafenin kapısından girdiğimiz anda acıkmaya başlamıştım. Merakla etrafımı süzdüm. İlk kez böyle bir yere geliyordum ve hayranlık ile etrafımı süzdüm. Aslen bir seraydı sanki ve kafeye dönüştürülmüştü. Her tarafta ağaçlar, çeşit çeşit bitkiler, saksılarda rengarenk çiçekler vardı. Mekanın sevdasına tutulmuş bir halde etrafıma bakındım. Zeyd açıklama yaptı:

"Sahibini tanıyorum. Uzun zaman önce avukatlığını yapmıştım. Arada uğrarım buraya." orta yaşlı bir adam ağır ağır gelerek Zeyd'e elini uzattı ve gülümsedi:

"Hoş geldiniz Zeyd bey, nicedir görünmüyorsunuz?"diye sitem ettiğinde Zeyd gülümseyerek adamın elini sıktı:

"İşlerle uğraşıyorum Nazım abi, sandığından da meşgul bir avukatım ben." adam tabi tabi der gibi başını salladı. Zeyd güldü ve beni gösterdi: "Tanıştırayım, eşim Gazel."

Adam şaşırdı bir an ama yüzümde ki peçeden değil Zeyd'in evliliğinden olsa gerek: "Ne ara evlendin ya hu? Toplasan iki ay olmadı görüşmeyeli. Tebrik ederim." dedi ardından bana baktı ve saygı ile başını eğerek selamladı: "Sizde hoş geldiniz, şeref verdiniz. Evliliğinizi kutlarım. İşsiz güçsüz gibi görünse de iyi bir avukattır Zeyd. Allah pişmanlık yaşatmasın inşallah." göz kırptı ardından Gülümsedim. Nazım bey gerçekten de çok iyi bir ev sahibesi ve sevecen biriydi.

"Amin. Teşekkür ederim. Burası çok güzel çok şanslısınız."

"Ah, teşekkür ederim, beğenmene sevindim." ardından Zeyd'e döndü: "Terasa geçin daha rahat edersiniz."

Zeyd teşekkür ettikten sonra üst kata çıkan merdivenlere yöneldik ve terasa, açık bir botanik müzesine, çıktık. Üst kat alt kattan daha güzel ve daha hayranlık uyandırıcıydı. Kıvırcık saçlı bir kız bizi gülümseyerek karşıladı, daha doğrusu Zeyd'i... ardından yanında beni görünce yüzü düştü ve hayal kırıklığına uğramış bir halde beni süzdü. Zeyd oralı değildi. Köşede duran masalardan birine yaklaştı ve oturmam için sandalyeyi hafifçe çekti. Neşeyle geçip karşıma oturdu. Bir şeyler söyledi ama duymadım ortalıktan kaybolan kıza bakınıyordum. Zeyd buraya sık geliyor gibiydi ve az önce ki kızın da yanında beni görmesi ile Zeyd'in istemeden kalbini kırdıklarından biriydi.

"Ne oldu? Beğenmedin mi?" düşüncelerimden çıkıp ona baktım. Beğenmem için çırpınıyor gibi bakıyordu bakışları.

"Hayır, beğendim." dedim.

"Nazım abi eşi ile birlikte işletiyor burayı. Kendisi aşçı. Eşi Cavidan hanım da peyzaj işleri ile uğraşıyor. İnsan ikisinin böyle harika bir yer açtıklarına bakınca uyumlarına gıpta ediyor. Allah insanı eşine denk eylerken ikisinin nasıl birlerini tamamlayacaklarını bilerek kaderlerini birleştiriyor. Subhanallah! En güzel örneklerinden biri işte..."

"Haklısın." demekle yetindim. Aynı anda başka erkek bir garson geldi ve Zeyd günün special menüsünden istedi ikimiz için. Garson gittikten sonra Zeyd aramızda ki sessizliğe dayanamayarak ilk konuşan kişi oldu yine:

"Film nasıldı?" hakkını yiyemezdim:

"Şaşırtıcı derecede iyi bir seçimdi."

"Beğenmene sevindim."

"Çok film izlemiş olmalısın."

"Evet. Lise ve üniversitede bayağı izlerdim."

"En sevdiğin film hangisi?"

"İyi, kötü ve çirkin."

"Kovboy filmi mi?" dedim gülerek oda aynı şekilde karşılık verdi.

"Evet."

"Şaşırdım. Daha gerçekçi bir şey beklerdim. Neden peki 'iyi, kötü ve çirkin'?" Zeyd'in gülümsemesi buruklaştı.

"Babama dair hatırladığım tek anımda izlediğimiz bir filmdi." dedi.

"Umarım sonrasında kovboyculuk falan oynamamışsındır." dedim konuyu değiştirmek isterken. Zeyd hemen gülerek karşılık verdi:

"Yok. Arkadaşlarla Battal Gazi'cilik oynamışlığım var ama."

"Neden şaşırmadım acaba?"

"Senin en sevdiğin film ne?" cevap vermeme fırsat vermeden kendi sorusunu yanıtladı: "Dur tahmin edeyim. 'Selvi boylum Al yazmalım'" gözlerimi devirdim. Onu şaşırtmayı ne çok isterdim ama maalesef:

"Evet." o sırada garson siparişleri getirdi. Zeyd bardağıma su doldururken garson da masamızdan ayrılmıştı. Bakışları bardaktayken sordu:

"O halde sevgi emektir öyle mi?"

"Elbette. Emek, sadakat ve güven insanın kalbine sevgi eker. İnsan fıtratı gereği zaten sevmeye meyillidir. Çünkü bu iyi duygular insanı insan eder. Bu duygunun yönelebilmesi için çaba gerek. İnsan kalbini kazanabilmek gerekir." Zeyd birkaç saniye sessiz kaldı.

"Doğru. Kur'an-ı Azimüşşan da 'kalpleri birbirine ısındıran Allah'tır' yazar. Değil mi?" bu ses tonu bir yorum yapmak için değildi. Zeyd'in bana ne sormak istediğini anlamak için onun sadece üç gün geçirmek benim için yeterliydi. Samimi bir şekilde yanıtladım.

"Benim kalbim hala ısınmadı."

"Şimdilik."

"Zeyd ben-"

"Çabaladığımı görüyorsun değil mi?" diye sordu: "Çok keskin önyargıların var."

"Sebepsiz değil hiçbiri."

"Belki de ama fırsat tanıyorsun. Bu da bana ısındığının kanıtı sayılmaz mı?"

"Kendine pay çıkarıyorsun."Zeyd birkaç saniye sadece gözlerimin içine baktı. Yine o tuhaf anlardan biriydi. Konuştuğunda sebebini anlamıştım.

"Birinci en güzel gazel hangisi bilmek ister misin?"

Birkaç saniye anlamadan ona baktım. Ardından aklımda o defterde ki not şimşek hızı ile cereyan etti 'ikinci en güzel gazel' Nasıl anladı? Kamera mı vardı yoksa evde? Yutkundum ve dürüst olmanın en iyi yol olduğuna kanaat getirdim.

"Evini geziyordum-" sözümü kesti net bir şekilde.

"Orası senin de evin Gazel." şu üç günlük anı gözümde göstermeyen o yargılarımın hepsi tekrar doluştu önüme. İstemsiz olarak sinirlenmiştim yine. Zeyd karşımda şuan gözümde ukala bir şekilde konuşan ve benimle dalga geçen biri olarak resimlenmişti. Her ne kadar öyle olmadığına bir yanım inandıysa da.

"Henüz değil." dedim net bir sesle.

"Ama olacak. Bunu biliyorum ve o günü bekliyorum." yine o gülümseyiş!

"Sana güvenmiyorum." dedim. Zeyd'in tebessümü genişledi.

"Güvendirirler." nasıl emindi?

"Sevginin sadakatine inanmıyorum."

"İnandırırlar." bakışları bunun inancındaydı!

"Seni sevmiyorum Zeyd Hazar."

"Sevdirirler."

"Hah. Kim yapacakmış?"

"Allah. Allah azze ve celle."

Ah!

Loading...
0%