Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5.Bölüm

@cigdemgah

Kapının zil sesiydi beni kendime getiren. Etraf loştu. Bir an yanlış duyduğumu varsayarak doğruldum yattığım yerden. Odamda yatağımdaydım. Pencereden dışarıda yarı karanlık bir hava gün doğumundan önceki bir manzarayı sergiliyordu. Ayaklarım itaatkar bir şekilde kapıya yöneldi. Yüzümde peçe yoktu bunu önemsemeden alt kata indiğimde kapıyı açtım ama kimseyi göremedim. Etrafa bakındım. Bir adım daha atıp kapı eşiğini geçtiğim anda gördüm geleni. Babamdı.

"Baba!"

İnanamadım karlımda onu gördüğüme. Bana döndü o hüzünlü bakışarı, gülümsüyordu yine. Hatırladığım gibiydi hala. O asla unutamayacağım tebessümü hala tazeydi usumda. Özlemi bir iki tur attı içimde, burnumda tütüyordu ve tavafı bittiğinde gözlerime yüklendi hasreti kendini dışarı atmak istercesine. Düşünmeden atıldım ona doğru. Lakin an ahirzaman değildi sanki onunla farklı bir zaman dilimindeydik. Adımlarım yavaştan da yavaştı. Koşmaya yeltendim lakin sanki koştukça ona daha çok yaklaşamıyordum. Hızlandıkça geriliyordum. Babam, bu çabama gözümden süzülen yaşa bakıyor, hala gülümsemeye devam ediyordu. Bir kez daha zorladım kendimi. Öyle ki kapının iki basamağını henüz geçmiştim ayağım sendeledi ve yere düşeyazdım. Canım yanmadı. Tekrar ayağa kalktım babamın gülümseyişi hala yüzündeydi, bir sadece öyle donup kaldığını düşündüm ama değildi. Normalde parmağıma iğne batsa kendine dert edinen babamın çehresi tasasız bir ifadeye bürünmüştü. Bu durum bir yanımı üzdü. Ayağa kalkmıştım ki adımın seslenildiğini duydum arkamdan.

"Gazel," Bakışlarım derhal geride bana bakmakta olan Zeyd'e kaydı. O da tıpkı babam gibi bana gülümseyerek bakıyordu. Her zaman ki o en mütebessim ifadesi ile. Zeyd'den bakışlarımı alıp tekrar babama baktım o anda sırtını döndü bana. İçimden bir şeyler koptu.

"Baba, gitme ne olur." diye haykırdım ağlayadururken. Usulca döndü bana, bakışları bin bir hisliydi. Dudakları kımıldandı bir şey söyledi ama sesi birkaç saniye sonra ulaştı kulaklarıma:

" El-hayrû fimâhtera hullahû." (Allah (c.c.) neyi seçti ise, hayırlı olan odur.)

Veda tütüyordu söylediği cümle. Bunun farkına varır varmaz yüreğim sıkıştı haykırdım ama tek bir ses duyulmadı. Yürümeye başladı babam. Bir adım attım ona yetişmek, onu durdurmak için. Kolumdan tutarak durdurdu beni Zeyd. Bırakması için çırpındım ama bırakmadı. Babamın sırtını dönüp gidişine döndü bakışlarım yine ama kimseyi göremedim. Sadece Zeyd kalmıştı yanımda. Ağlayan gözlerim ile ona baktım. Babamın beni ikinci kez bırakışı ilk kadar zor değildi bu defa belki de yanımda duran adamdan kaynaklanıyordu bu. Zeyd diz çöktü önümde nereden geldiğini bilmediğim bir havlu tutuyordu elinde, eğilip elbisemin eteğinin kaldırdı usulca ayaklarıma baktı ve elinde ki beyaz havlu ile silmeye başladı. Çamurluydu ayaklarım. Ben bir yandan babamın arkasından ağlarken ve uzun zaman sonra onun yüzünü görmenin merhemini yaralarıma sürerken, ona sarılamamanın nasipsizliğine üzülürken Zeyd sabırla ayaklarımda ki çamuru temizledi.

Uyku ile uyanıklık arasında ki en iyi köprü her iki alemde de ağlamak olsa gerek. Bilinçsiz bir alemde iken duyduğun o hissin gerçekliğiydi belki de uyandığın halde o duygu ile devam etmek. Ağlıyordum. Etraf zifiri karanlıktı. Uyanmıştım ama gözlerimi açmıyordum. Üzerimde ki yorgana sarılmıştım ve süresiz bir ağlamanın bir başınalığına büründüm. Ne kadar geçti bilmiyorum. İnsanın en sevdiğini kaybetmesi ile düştüğü o karanlıkta iken hiç de yalnız hissetmedim başka zamanın aksine şu an olduğum durum biraz olsun iyi bile hissettirdi.

"Gazel." Adımın tıpkı rüyamda ki gibi seslenilmesi hala rüyada olup olmadığım konusunda beni tereddüte düşürdü. Ta ki kapım tıklatılana kadar: "İyi misin?" Zeyd kapıdaydı. Onu durdurma fırsatım olmadan kapı açıldı. Uzandığım yerden doğrularak kapıya döndüm. Karaltıdan başka bir şey göremedim. Işığı açmadı Zeyd eğer açsaydı şuan yüzümü görebilirdi. O an o nun yüzüme bakması hiç de önemli bir durum gibi görünmedi gözüme. Karaltı emin adımlarla yatağımın başucunda durdu. Tekrar konuştuğunda oldukça yakından geliyordu sesi:

"Neden ağlıyorsun? Kabus mu gördün?" burnumu çekerek elim ile gözlerimde ki yaşı sildim. Yatağın başlığına yaslandım.

"İyiyim." ses tonum söylediğimi inkar ediyordu. Karaltı hareket etti ve pencereye yaklaştı ne yapmaya çalıştığını anlayınca onu durdurdum.

"Perdeleri açma."

İçimde ki ağlama hissi baş gösterdi yeniden, dudaklarımı ısırdım. Karaltı yeniden hareket etti beklemediğim bir şey yaparak yatağa yaklaştı ve usulca oturdu. Yüzü görünmüyordu onun da beni gördüğünden şüpheliydim. Hoş, şuan beni görüp görmemesi de umurumda değildi.

"Anlatmak ister misin?" diye sordu. Sessiz kaldım bir süre devam etti sabırla konuşmasına: "Kötü bir rüyaydı galiba."

"Hayır."

"Neden ağlıyorsun peki?"

"Babam..." dedim sadece hemen bir hıçkırık kaçtı boğazımdan. Zeyd hareketsizdi. Ellerim ile gözümden süzülen yaşı sildim ve gözyaşlarına direnmek için dişlerimi kenetledim. Zeyd'in karşısında ağlamamak için ne kadar çabaladığımı görmediği için içimden Allah'a şükrettim. Birkaç saniye daha beni kendi halime bırakan Zeyd:

"Onu çok özlemiş olmalısın." dedi usulca. Sözcükleri sabırla ulaşıyordu bana. Bir süre cevap veremedim. Konuşmaya çabaladığımda ise sesim çatlıyordu.

"Sanki veda etmeye gelmiş gibiydi."

"Güzelce veda ettin mi ona?" dedi.

Etmedim. İnsan en sevdiğine asla veda edemez, bu yüzden belki de hiç edemeyecektim. Sessiz kaldım yine Zeyd olmasa onun yanında zayıf iradeli biri gibi görünmemek ağlamamak için kendimi kasma çabamın artık önemsiz olduğunu anladığım anda kendimi sıkmaktan vazgeçip serbest bıraktım duygularımı gözyaşlarım ile. Sessiz tutmaya çalıştığım sesim taşıyordu ağladığımı Zeyd'e. Ne düşünüyordu bilmiyorum ama duygularım üst üste yığılmış kalbime yük oluyordu artık. Şuan karanlıkta onun karşısında otururken artık güçlü biri gibi görünmek istemiyordum. Dünden bugüne babamın yanımdayken olmayışına, Zeyd'e olan kötü hislerim ya da iyileşmeye başlayan yanım hepsi bir köşeye yığıldı içimde.

Zeyd orada beklemediğim bir şey yaparak uzanıp bana sarıldı. Karşı koymadım. Biliyordum ki bir sarılışın tesellisine en çok ihtiyacım olduğu andı. Ancak öyle biraz ferahlayabilirdi ruhum. Acısına dayanabilmek için içimden okuduğum dualarımın yanına en çok yakışandı Zeyd'in bana sarılışı. Dünyanın en güzel tesellisi insanın bir kalbe dokunuşuydu bu yüzden göğsüne başımı yasladım.

Zeyd'in bana ilk kez sarılışıydı. Benim ise bir erkeğe ilk kez kendimi koy verişimdi. Bir duygunun insanın yüreğine ılıklık verdiğine şahit oldum. Sevginin var olduğuna inanmak için en güzel an o andı işte. Bana bile bir duygunun bu kadar güzel hissettirmesi şaşırtmalıydı beni. Bunu daha sonra düşünecektim.

Zeyd'in eli başıma ilk kez değdiğinde sanki saçlarıma dokunmayı beklemiyormuş gibi bir an donup kaldı. Ardından kendine geldi ve bana sıkıca sarıldı. Ağlamam durup da sessiz birkaç hıçkırık daha geçince derin bir nefes aldım. Uyumak ile uyamamak arasında gidip geliyordum ve yaslandığım adamdan daha huzur verici bir yurt bilmemiştim şimdiye dek. Ayrılmaya niyetim yoktu, halimden memnundum.

"Uyudun mu?" diye fısıldadı. Tamamen kısılan sesimle cevap verdim.

"Hayır." Zeyd saçlarımı okşamaya başladı yavaşça. O zaman, içinde bulduğum o an onun yüzüne bakamayacağım kadar utanç verdi. Kızardım bunun Zeyd'in göremeyişi beni memnun etti. Yüzümü gizlemeye çalıştığımı anladı. Gülümsediğini hissettim. Kımıldamadan sordum yavaşça:

"Ne oldu?"

"Garip. Karıma ilk kez sarılışım, saçlarına ilk kez dokunuşum, zor bir anında yanında ilk kez oluşum." Sessiz kaldım. Saçlarımı okşamaya devam etti: "Biliyor musun? Seninle evlendikten sonra emin olduğum bir şey var. İnsanın birini sevmesi için gözlerine ihtiyacı yok." Derin bir iç çektim. Durulmuş gibiydim. Zeyd cevap vermemi beklemiyor gibi devam etti konuşmaya: "Yanımdasın, kollarımdasın ama seni görmüyorum ve sanki buna ihtiyacım yokmuş gibi." daha önce ona söylediğim cümleler zihnimde dolaştı, gülümsedim.

"Şuan sana sarılıyorum ama sana güvenmediğimi söylemiştim."

"Bana güveniyorsun sadece farkında değilsin." dedi usulca sesi duyulmamak için çırpınıyordu sanki. Çenesini başımın hemen üstüne yerleştirdi. Yüzünde ki tebessümü görebiliyordum. Şuan hala kollarında ona sarılmış bir vaziyette burnumu çekerken kendimi hala geri çekmediğimi de göz önünde bulundurursam. Haklı olabilirdi. Hatta haklıydı. Ona inatla söylemiyordum ama ona güveniyordum. Birkaç düzine daha zaman geçti. Zeyd'in kalp atışlarını dinlemeye devam ettim. Ve aklımda ki düşünceler utanmama sebebiyet verdiğinde yavaşça geri çekildim yaslandığım göğsünden. Kımıldamadan sessizce karşımda durmaya devam etti Zeyd. Sessizlik ve karanlık mükemmel bir muhabbet oluşturuyordu aramızda.

"Neden sustun?" diye sordum.

"Çok karanlık yüzünü göremiyorum." dediğinde gülümsedim, elbette bunu üşünüyordu:

"Odaya girdiğinde ışığı açmalıydın."

"Açamazdım. –yüzünü göstermek istememeni düşündüğümden değil, seni ağlarken duyduğumda zaten bunu düşünemezdim- yazık ki elektrikler kesik." Güldüm şaka yaptığını düşündüm.

"Gerçekten mi?"

"Çalışma odasındaydım birkaç dosyayı halletmem gerekti. Elektrikler kesilince uyumak için odama çıkıyordum ağladığını duydum." Gülümsediğini görebiliyordum. Uzun bir sessizlik oldu ardından, Zeyd'in karaltısı karşımdaydı. Sabit bir şekilde yüzüme baktığını ama karanlıktan başka bir şey görmediğini biliyordum.

"Sana sarılmak istiyorum." dedi birden. Ardından hemen ekledi: "Sanırım artık gitsem ikimiz içinde iyi olacak. Allah rahatlık versin." hızla çıkıp gittiğini karanlık ile birleşmiş varlığından anlamıştım.

Ardından elektriklerin gelip gelmediğini dahi düşünemeyecek bir halde tekrar uzandım yatağıma. İçimi bir ferahlık kapladı. Derin bir nefes alıp Allah'a şükürler ettim. "Allah neyi seçtiyse hayırlı olan odur." Böyle demişti babam. Öyle diyordu, o halde benim için hayırlı olanın bu olduğuna emin olacaktım. Orada Zeyd'e olan aklımda ki duvarlarımın birkaç basamağını indirdim ve gönül rahatlığıyla gözlerimi yumdum.

. . .

Mutfağa girdiğimde kahvaltı sofrası çoktan hazırdı. Geçtiğimiz birkaç gün içinde bana önceki hallerinden daha yakın davranan Zeyd hazırlamış olmalıydı. Haklıydım çünkü masanın bir kenarında namazdan sonra sürekli okuduğu Kur'an Kerim'i gördüm ama kendisi ortalıkta görünmüyordu.

"Zeyd."

Kimse cevap vermedi. İlk olarak gidip masada duran Kur'an-ı elime alıp çalışma odasına baktım ama orada da yoktu. Kur'an-ı masanın üzerine bıraktım. Odadan çıkmak üzere iken masanın köşesin de duran kahverengi deri kaplı defter gözüme takıldı yine. Onu en son Zeyd'in odasında görmüştüm. Arkamı dönüp çıkmak üzereydim ama istemsizce durdu ayaklarım gerisin geri döndüm. Bakışlarım masada defter ve kapı arasında gidip geldi bir iki kez. Etraf cidden sessizdi bu da Zeyd'in evde olmadığını gösteriyordu. Kendime birkaç kez yaptığım şeyin yanlış olduğunu hatırlattım ama o benim kocamdı ve bu özel hayatına saygısızlık sayılmazdı. Masanın başına geçtim ve defterin kapağını kaldırıp rastgele bir sayfayı çevirdim. Zeyd'in inci gibi el yazısıyla yazdığı satırları okumaya başladım:

"Nefes alışlarım bir kum tanesinin usulca düşüşü gibi sona doğru yaklaşıyor... Zaman geçiyor ve biliyorum beni geride bırakıyor. Gözlerim o hiç var olmayan duyguların hala yaşanılabilir umudunu önüme serişini bekliyor... Ey benim yolumu çizen Allah'ım... Hayr eyle beni. Hayr eyle geleceğimi."

Gülümsedim. Zeyd'in bir yanının şair olduğunu ilk kez görüyordum. Kütüphane de ki şiir kitapları gözümün önüne geldi. Bunu düşününce hiç de şaşırmadım. Naif bir adamı ancak yazmak iyileştirirdi biliyordum. Zeyd de o naif adamlardandı. Başka bir sayfayı açtım.

"Şeriat insanın içinde yaşar

Kısasa kısas

Nefrete nefret

Kine kin

Merhamete merhamet.

Sevgiye sevgi."

Dörtlük burada bitiyor ardından farklı bir kalemle daha sonradan eklenmiş bir cümle var;

"Not: Onu çok seversem beni Allah için çok sevmek zorunda."

Bir sayfayı daha açtım.

"Bugün bir yıldız gördüm gökyüzümde. Bu lütfun sebebi nedir bilmiyorum ama Ey Allah'ım o yıldız için artık Sana her secde ettiğimde binlerce şükür sıralıyorum ve yıldızımı cihanda ki güneşim sayacağıma söz veriyorum."

Kelimeler kalbime dokundu. Sanki bir bezle üstünde ki tozu alıp sildi, eskimişliğini götürdü. Bir yanım bu kelimelere hayran olurken diğer yanım sessizdi. Kalbimin atışı yol şaşırdığın da bir sayfayı daha açtım.

"Ben Zeyd, Faninin en meczubu. Rüzgarın elbise bulamayan çocukların tenlerine değişine gözyaşı dökerim. İçtiğim bir yudum su bazen içecek bir damla suyu olmayanları hatırlattığında boğazımda kalır. Şimdiye dek tüm odaları bunlarla dünya derdiyle dolu olan hayatımın bugün başka bir kapısı açıldı. Allah'a şükürler olsun.

Ey benim şadım! Bugünden sonra sen benim peygamber çiçeğimsin.

Sana söz tüm gazellerimin konusu sensin bu vakitten sonra. Avuçlarımı açtığımda Yaradan'dan ilk isteğimsin artık.

Sana söz artık okuduğum her mısrayı gözlerinden okuyacağım... ve her duyduğumda sesinin elzemim olduğunu hatırlayacağım...

Allah şahidimdir sen benim en güzel gazelim olacaksın."

İçimden feryad eden duygu bu satırları sahiplenmek için çırpınmaya başladı. Sessiz kalan yanım orada adımı görmeyene kadar bekleyecekti. Tam başka bir sayfayı açadurmuştum ki kulağıma çalınan sesle irkildim ve Zeyd'in defterini izinsiz okurken yakalanma utancı ile hemen defteri kapatıp odadan çıktım. Kapıda burun buruna geldik Zeyd ile üzerinde ceketi vardı ve elleri doluydu. Alışveriş için çıkmış olmalıydı. İçimden ona yakalanmadığım için şükrettim. Zeyd ne olduğunu anlamayarak bana baktı:

"Neyin var?"

"Hiç. Sana bakınıyordum." Tek kaşı havalandı şüpheyle ama üzerinde durmadı daha fazla gülümseyerek elinde ki bir demet papatyayı uzattı bana. Karşımda çiçek görmenin heyecanı ile birden sevinç seline bürünerek aldım buketi ve gülümsedim.

"Kimin için bunlar, nasıl da güzeller Subhanallah. Nereden buldun?" Zeyd güldü:

"E bugün Cuma. Sevgili karım onun için her Cuma çiçek almamı şart koymuştu." Bir yandan papatyaları koklarken gülümseyerek konuştum:

"Ciddiye alacağını düşünmemiştim."

"Seni mutlu edeceğimi söylediğim o anda her konuda ciddiydim. Sende öyle olmalısın." Gülümseyişi içimi ısıttı. Az önce ki kelimelerini anımsadım. Kalbinin hangi köşesinden çıkmıştı sahi. Daha nasıl çiçeklenebilirdi bir insan kendi içinde?

"Teşekkür ederim."

Bir şey demeden gülümsedi ve mutfağa yöneldi. Benden arkasından seyirdim. İlk olarak büyük bir vazoya su koyup çiçek demetini yerleştirdim ardından Zeyd'in poşetteki malzemeleri yerleştirmesine yardım ettim. Kahvaltı sofrasına oturduğumuzda ben gülümseyerek yanı başımızda bulunan papatyaları izliyordum. Zeyd kahvesinden bir yudum aldı.

"Yarından itibaren sabah namazından sonra benimle yürüyüşe gelmeni istiyorum." dedi.

"Bu yürüyüş de nereden çıktı."

"Sabah sporu. Allah'ın sana emanet verdiği vücuda iyi bakman gerek. Sonra hesabını sorarlar." şüpheli gözlerle baktım gülümseyen ifadesine.

"Spor yaptığını bilmiyordum."

"Yapıyorum. Ama seninle yürümeyi spor salonlarına tercih ederim." Güldüm bir şey demeden kahvaltıma devam ettim. Zeyd kahvesinden bir yudum daha aldı beni izlerken devam etti: "Hem kızlar spor yapan erkekleri daha havalı buluyor öyle değil mi?" bakışlarım anında onun bana bakan kara gözlerine döndü. Muzip bir bakış vardı yüzünde aynı şekilde cevap verdim:

"Bunun farkında olarak spor yapan o erkekler cool yerine daha çok geri zekalı gibi görünüyorlar." Zeyd güldü.

"Bir Müslüman cool olmaz kul olur." dediğinde gerçekten bunu dedi mi diye ona baktım ama onunla dalga geçme niyetinde iken onun gülüşünün etkisinde sustum.

Gözlerinin kısışına ve kısılan o gözlerinde ki parlayan o asumanı andıran bakışları... Kaç şiir yazılırdı bunlardan. Sahi zaten şiirin kendisi değil miydi Zeyd? Mısralar dizilip dökülmüyordu muydu kağıda onun gözlerinden. Yüreği ne kadar geniş bu adamın? Ben onu yanlış tanımıştım galiba. Şiir defteri yazan bir adam kötü olamazdı. Sahi kime yazıyordu o satırları. Öncesinde kimeydi? Sonrasında kime? Bunu merakı içimde bir sızı oldu. Onu bu kadar merak ettiğimi o bana bakıp gülümserken fark ettim. Daha onunla evleneli henüz bir hafta olmuşken bende diğer herkes gibi Zeyd Hazar'ın o efsunkar ahvalinin etkisi altına girmiştim. Babama neden yardım etmediğini bilmiyordum bunu öğrenecektim bizzat lakin şuan onunla ilgili emin olduğum tek bir şey var. O da Zeyd Hazar gerçekten iyi bir insandı.

"Ne var aklında?" daldığım yerden Zeyd'in sesi ile çıktım. Beraber bulaşıkları makinaya dizmiş muslukta ellerimi yıkıyordum. Suya değen ellerime takılı kalan bakışlarımı o an fark ettim.

"Hiç."

"Kahvaltıdan bu yana bir şeyler düşünüp duruyor gibisin."

"Sadece..." ellerimi kurulamak için havluya uzandım, ona nasıl bir bahane sunacağımı düşünüyordum: "Yarın Vakfa gitmem gerek artık onu düşünüyordum. İyice boşladım. Geçici olarak Zeynep benim yerime işler ile ilgileniyordu ama dün o da sonunda pes etti."

"Zeynep?"

"Evren hocanın kızı. Tanıyor musun?" birkaç saniye düşündükten sonra hatırladı kim olduğunu.

"Kısmen. Evren hoca yemeğe çağırmıştı bir keresinde orada görmüştüm lisede falandı galiba. Hatırladığım kadarı ile konuşma engeli vardı."

"Evet. Şuan üniversiteden yeni mezun oldu ve bir kreşte öğretmenlik yapıyor."

"Maşallah. Eminim Evren hoca gibi harika bir insandır o da."

"Öyle gerçekten. Tanıştığım en iyi insanlardan biri."

"Allah hepimizi iyi insanlar ile karşılaştırsın."

"Amin." birkaç saniye düşünden sonra aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi:

"Gel benimle sana bir şey göstereceğim."

Mutfaktan çıktığında ardı sıra çıktım bende. Zeyd çalışma odasına gitti. Ben ikili deri koltuğa otururken o çalışma masasının arkasında ki şifreli dolapları araştırmaya koyuldu. Aradığını nihayet bulduğunda çocuk gibi sevinerek döndü bana. Elinde siyah ciltli kalın bir defter tutuyordu. Yanıma gelip oturduğunda bir yandan da tozunu siliyordu. Kapağı kaldırdığı an defterin aslında bir fotoğraf albümü olduğunu anladım.

"Koleksiyonluk bir albümdür. İlk kez bakanlardan birisin." Siyah albüm kapağını kaldırdım. İlk sayfada bir yırtılmış bir kağıt parçası vardı. Zeyd sayfayı çevirmeye çalıştı ama onu durdurdum ve Zeyd'in yazısı olduğunu bildiğim kağıtta ki cümleyi okudum.

"Madem dünya fanidir değmiyor alaka-i kalbe."

Risale-i Nur vecizelerinden bir tanesiydi. Said Nursi'nin sözünün neden buruşturulmuş bir kağıda yazıldığını anlamadan bakışlarım Zeyd'e kaydı. Soruyu anladığından cevap verdi:

"Ölüm dersi içindi."

"Babam mı istemişti?"

"Evet. İnsanın mezar taşına yazılacak bir şeye karar vermesi çok zor. Yine de bir isimden daha önemli şeyler olduğunu fark ediyor insan. İsimin bir mezar taşında yaşamasının bir anlamı yok."

"çok güzel." dediğimde Zeyd gülümsedi.

"Peki sen? Düşündün mü hiç." Başımla onayladım.

"Yek katre-i hûnest, sâd hezârân endişe." Zeyd bir an şaşırdı sonra gözleri parladı yine kalbe bir cansuyu olacak bir tebessüm oluştu yüzünde.

"Şey Galip sever misin?" diye sordu.

"Severim."

"Bende.. çok severim."

"Öyleyse söyle bakalım güzel bir mısra," bakışlarım ondaydı bakışlarını yere eğdi ilk olarak düşündü, ardından aradığı bir cümleyi bulduğunda bana döndü bakışları ve gülümsedi:

"Pervaneye sorma hâhişinden
Sevdasını anla süzişinden"

(Pervaneye isteğini sorma; sevdasını yanışından anla.)

"Subhanallah."diyebildim sadece.

Zeyd'in bana olan derin bakışından daha çok etkilenmiştim ben. Birkaç asırlık bir saniye geçti öyle uzun bir müddet onun gözlerinde ki fezada kulaç attım. Zaman yavaşladı. Dünyam Zeyd'in dünyası oldu. Gökyüzüm onunla kaplandı ve cihanda ki tek ses onun için çarpan kalbimdi. Bir ürperti geçti bedenimden hemen önüme döndü bakışlarım. Şükürler olsun ki yüzümü görmüyordu. Ve elimde ki albüme döndüm. Sayfayı çevirdim.

Siyah beyaz bir kadın fotoğrafı çıktı karşıma. Başında ki örtü sıkıca bağlanmıştı. Başörtüsü çenesini dahi göstermeyecek bir şekildeydi. Eski Anadolu kadınlarının taktığı başörtüsü şekliydi bu biliyordum. Güzel bir kadındı. Zarif ve masum bir ifadesi vardı. Kirpiklerinin gürlüğü fotoğraf eski bile olsa kendini belli ediyordu, kalemle çizilmiş gibi duran gözleri insanı kendisine birkaç saniye baktırıyordu. Bana birini hatırlattığı anda Zeyd'e döndüm ve fotoğrafta ki kadının bakışlarının aynısı ile karşılaştım.

"Annem." dedi Zeyd. Sesi duruydu ama ona bin bir duygu yükleyebilirdim. Tebessümünde bir hüzün katresi gördüm: "İsmi Fatıma. Babamla evlendiğinde daha 18 yaşındaymış. Bu fotoğrafta o zamanlardan."

"Çok güzel bir kadınmış."

"Öyle. Veremden ölmüş. Ben iki yaşında falanmışım."

"Allah rahmet eylesin."

"Böyle bakınca fotoğrafına ne hissedeceğimi bilmiyorum. Güzel ve genç olduğu dışında bir şey diyemiyorum bazen. Annem gibi değil gibi. Bazen de bu fotoğrafına uzun uzun bakıp onun gözlerinden merhametli oluşunu, kaşından şefkatli oluşunu ve şu belirsiz gülüşünden beni çok sevdiğini çıkarıyorum." dedi hala bakışları fotoğrafta. Aradığı anne şefkatinin varlığından da böyle haberdar oldum.

"Eminim ki seni çok seviyordu. Hem... Seni kim sevmez ki..."

Sonunu kısık sesle söylediğim cümleye Zeyd donup kaldı. Bakışlarında ki anlamsızlıktan söylediğim şeyi doğru duyup duymadığını çıkarmaya çalıştığını fark etmiştim. Ona cevap vermek yerine önüme dönüp diğer sayfayı çevirdim. Sırada ki resim genç bir adama aitti. Yirmili yaşlarında falan olmalıydı. Üzerinde asker üniforması vardı, asker tıraşı saçları ve sert ifadesi ile eski dönem bir adama göre yakışıklı bir yüzü vardı. Anında anladım kim olduğunu Zeyd'in gülüşünü kimden aldığı belliydi elbette.

"Baban mı?" başıyla onayladı.

"İsmi Musa. Bu fotoğrafta henüz 24 yaşında. Askermiş. Görev yaptığı sırada annemle tanışmış. Evlenmişler. Ben doğmuşum ardından. Annem hastalanınca İstanbul'a taşınmışlar. Hastalığı ağırmış. Kucağında iki yaşında bir çocuk hastanelerde sabahlayıp durmuş. Kimsesi yokmuş. Yetimhane de büyümüş babam. Annem öldüğünde benim de kendisi gibi yetimhane de büyümemi istememiş. Askerliği bırakmış. 5 yaşıma kadar bakmış bana sonra bir gün bir kavga da bıçaklanarak ölmüş."

Zeyd'in acısından böyle bahsetmesi biraz tuhaf hissettirdi. Hatırladığı bir kaç anı olmalıydı ki daldı bakışları. Ne düşündüğünü gözlerinin önünde ne belirdiğini merak ettim bir an. Bende onu izlemeye koyuldum. Dışarıdan bakıldığında zengin ve yakışıklı bir avukattan daha fazlası olduğunu görmek bir yanımı merhamete ve şefkate boğdu. Diğer yanımı ise mutlu etti. Bunca imtihandan sonra Zeyd bir şeylerin kıymetini bilen, aklı da kalbi de öylesine dolmayacak derecede olan bir adam olmalıydı. Allah sevdiği kullarının yanından sevdiklerini alırmış. Zeyd' de o nasipli kullarından biri olmalıydı. Allah ailesini yanından alıp onu yalnız bıraktıysa bunun mükafatını elbette veriyordu. Zeyd de üzerine düşeni yapıyor gibiydi.

"Sonra?" diye sordum devam etmesini isteyerek.

"Bende bir başıma kalınca birkaç ay Emin amca bakmış bana -o zamanlar oturduğumuz evin arka tarafında oturan bir adamdı- Sonra o da ölünce yetimhaneye gönderilmişim... Orada tanıştım Mirza ile. Benim için kardeşten ötedir. Suat babam ve Reyhan annemin çocukları yoktu o zaman sürekli yetimhaneyi ziyaret ederlerdi. Sonra bizi evlatlık aldılar. O zamandan beri onlarlayım. Benim ailem oldular. Elhamdülillah."

"Seni çok seviyorlar belli ki. Şimdiye dek yanında oldukları, seni büyüttükleri için Allah onlardan razı olsun."

"Amin."

Bir sonra ki sayfayı çevirdim. Aile fotoğrafında Suat bey, Reyhan hanım, Mirza ve Can vardı. Zeyd'in mezuniyet fotoğrafıydı ve hepsinin yüzünden mutluluk akıyor Suat beyin ve Reyhan hanımın ise yüzünde gurur var. Gülümsedim. Zeyd ise hiç değişmemiş hala aynı gülüş aynı mükemmel yüz ve aynı şekilde yakışıklı. Uzun süre baktığımı fark edince utanarak hemen sayfayı çevirdim ve babamın fotoğrafı ile karşılaştım. Babam kolay kolay fotoğraf çektirecek bir adam değildi. Sevmezdi. Çok lazım olduğu için vesikalık fotoğraf çektirirdi o da adet ile. Sadece iki fotoğrafının kaldığı o resimden biriydi karşımda gördüğüm. Biri bendeyken diğer resmin ne olduğunu hep merak ederdim. Şimdi o diğer resmi Zeyd'in albümünde görmek beni şaşırttı.

Elim istemsizce resmin üzerinde gezindi. Rüyam tekrardan gözümün önünde canlandı. Babam beni hayırlı olan ile bırakıp veda etmişti bana. Hüzün kalbimin orta yerinde dağıldı katre katre bulaştı diğer duygularımın üzerine. Gülüşüme değdi. Birkaç saniye daha resme bakmaya devam ederken Zeyd'e sordum:

"Peki babamla nasıl tanıştın?" Zeyd konuştuğunda sesi çok uzaklardan geliyor gibiydi.

"Can doğduktan sonrasında anne ve babamın artık bize ihtiyacı kalmadığını düşünmeye başladım. Liseye kadar huysuz, havai, asi bir çocuktum. Dik başlı, inatçıydım. Annemi babamı üzerdim. Hep diken üstündeydim bir gün annemin ve babamın bana ihtiyacı olmadığından terk edeceğini düşünürdüm. Beni ve Mirza'yı evlatları gibi büyütmüşlerdi hatta bazen Can'ın önüne dahi koydukları oluyordu ama insanın evlatlık olduğu gerçeği değişmiyor ve insana batmaya devam ediyordu. Sonunda dayanamadım. Asıl ailemi bulmaya karar verdim. Anne ve babam ikisinin de öldüğünü söylüyorlardı ama inanmıyordum. Gerçek ailemi bulup onlara taşınacaktım. Babamın kara kutu bir sekteri vardı onu kandırdım ve eski evimizi bulmama yardımcı oldu. Emin amcayı hatırladım ama çoktan ölmüştü. Eskiden oturduğu evde o zaman kiracı vardı ve asıl ev sahibinin Hal Dergahında oturduğunu söylediler. O günü unutamıyorum. Üzerimde okul üniforması vardı. Geldim Dergahın kapısına. Şimdi ki medresenin basık kapısı.. Paldır küldür açıp girdim kapıyı. Baban orta avluda ki havuzun başında oturuyordu etrafında da birkaç öğrenci Kur'an okuyorlardı. Karşısında öyle birden ortaya düşmüş hırçın bir genç görünce Kur'an okuyan öğrenci de dahil birden durup bana baktılar, baban öğrenciye işaret verip sureye devam etmesini istedi. Ben orada hiç yokmuşum gibi davrandılar. Ne yapacağımı bilemez bir halde kapının hemen önünde yarım saat güneşin altında bekledim zannımca.. Kur'an okuyan öğrenci bitirip o ses kesilince bende hipnozdan çıkmış gibi kendime geldim. Güneşin altında öylece kapının önünde durduğumu fark ettim. Sanki gidemiyor da gibiydim. Tam gitmeye niyetlenmiştim ki babanın sesi duyuldu. "Destur yiğidim," dedi. "Önce bir selam sonra iki kelam etmen icap eder." Utandım tabi başım önüme düştü. Normalde herkese bir cevap verirdim ama karşımda ki adam beni utandırdı. Sonra baban anladı galiba utandığımı gönlümü almak için "Gel sana bir şerbet ikram edelim," dedi benden bağımsız ayaklarım babana itaat etti. Yanına kadar gittim. Etrafında ki öğrencilerden biri soğuk bir gül şerbeti ikram etti. İçtim. Baban tekrar sordu "De bakalım kimi arıyorsun?" içimden bir ürperti geçti. Baban bunu gülümseyerek söylemişti, sanki oraya gitme sebebimi biliyordu. "Babamı arıyorum" dedim sinmiş bir şekilde. Neden öyle dediğimi bilmiyorum. Sonra Hanif baba bana bakıp tekrar gülümsedi. "Burada gördüğün herkesin babası benim. Öyleyse sende beni arıyorsun." Öyle başladı işte... babanı kendi babam saydım. Beni yanına aldı sahip çıktı, beni yetiştirdi gerçek bir baba oğlunda ne kadar emek harcarsa baban da benim için onu yaptı. Her şeyi ondan öğrendim. O yüzden Hanif baba benim için bir babadan daha değerli."

Zeyd sustu. Söylediklerinin hepsinde samimi olduğunu anlayabiliyordum . Doğru söylüyordu. Buna bütün kalbimle inanıyordum. Kalbimin bu inanç ile ona ısındığını da orada fark ettim. Bir şey diyemedim karşısında. İyi bir söz edemezdim kötü bir söz etmeye de dilim varmıyordu. Kısa bir nefes alıp babamın resmine bir kez daha baktım ve sayfayı çevirdim. Karşımda Zeyd'in ve iki arkadaşının bir resmi belirdi.

"Bunlar benim en yakın arkadaşlarım sağda ki Berzah, ortada ki de Talha. Bundan sonra ki tüm albüm onlarla dolu. Üniversite yıllarımızda beraber Türkiye turu yaptık. Ve bu resimler sadece bende var Talha ya da Berzah da yok." güldü.

Fotoğrafları incelemeye başladım. Ayasofya'da, Sümela Manastırı'nda, Nemrut Dağı'nda, Alaçatı'da, Diyarbakır Surları'nda, Erzurum'da, Ankara'da vs. Türkiye de neredeyse tüm illeri gezmiş üçü birlikte ve oldukça memnun görünüyorlar hallerinden.

"Mutlu görünüyorsunuz." dedim.

"Mutluyduk. Hala da mutluyuz elhamdülillah. Tabi biraz sıkıntı çektikleri doğru ama her şey bir imtihan. Üstlerinden gelebilirler."

"Hala görüşüyorsunuz değil mi?"

Zeyd cevap vereceği sırada telefonumun melodisi duyuldu. Albümü Zeyd'in yanına bırakıp odadan çıktım. Telefonum salonda ki orta sehpanın üstündeydi. Ekranda ki yabancı numaraya baktım ardından açtım:

"Alo,"

"Gazelciğim,"tanıdık ses ahizeden kendini işret ederken hemen devam etti: "Reyhan ben, Zeyd'in annesi."

"Aa Reyhan hanım, selamünaleyküm,"

"Aleykümselam. Rahatsız ediyorum kusura bakma."

"Estağfurullah."

"Geçen günkü ziyaretinizde pek hoş bir tanışma olmadı. Bunu telafi etmek istiyorum. Bugün müsaitsen gün içinde seni bekliyorum." Duraksadım ama yapmam gereken şeyi yaptım.

"Tabi ki inşallah orada olacağım."

"Peki. Görüşürüz."

"Hayırlı günler."

Telefonu kapattığımda birkaç saniye sessizce düşündüm. Arama nedeni gerçekten beyaz bayrak çekmek için miydi yoksa bana gözdağı mı verecekti yahut da yine Zeyd ile aramızda ki evlilik miydi mesele. Düşüncelerimi silkeledim ve peşin hüküm vermektense bunu Reyhan hanımla konuştuktan sonra netleştirmeye karar verdim. Arkamı döndüğümde Zeyd kapıdaydı. Omzunu kapıya yaslamıştı.

"Annem miydi?"

"Evet. Mahcup galiba, geçen günü telafi etmek istiyor." Zeyd gülümsedi.

"İyi niyetinden asla şüphe etme. Ben buna kefilim."

"İnşallah. Beni sen bırakır mısın?" Zeyd saatine baktı.

"Aslında şimdi çıkmam lazım. Bir saat sonra ofiste bir toplantım var. Yetişebileceğimi sanmıyorum."

"Peki."

"Arabanın anahtarı çekmecede sürebilirsin değil mi?"

"Evet, merak etme."

Masadan telefonunu ve evrak çantasını alıp gitmek için kapıya yöneldi. Ardı sıra gidip kapıyı açtım bende. Çıkacağı sırada dönüp bana baktı bir şey demek istiyor da diyemiyor gibi bir hali vardı. Gülümsedim bundan güç aldı galiba uzanıp alnımdan öptü.

"Allah'a emanet ol." arkasını döndü:

"Sende... Allah'a emanet ol." dedim. Bu defa bana dönüp şükür edilecek bir şekilde gülümsedi ve arabasına yöneldi.

. . .

Büyük villanın kapısından içeri girerken geçen sefer yine bize kapıyı açan o kadın hemen yanı başımdaydı. Zeyd'in, Emel abla dediği kadındı ve birkaç gün içinde evime gelecekti. Büyük holden geçerken aynada ki yansımama baktım. Üzerimde zümrüt yeşili elbisem vardı. En azında Reyhan hanımın hatırına şık olmalıyım diye düşünmüştüm ve salonda beni zarif takım elbisesi içinde bekleyen Reyhan hanımı gördükten sonra bu düşüncemin de yerinde olduğunu anladım.

"Hoş geldin," dedi bana doğru gelirken samimi bir tebessüm ile. Hafif bir şekilde öptü yanaklarımdan. Aynı samimiyetle karşılık verdim.

"Hoş gördüm."

Salonda karşılıklı oturduğumuzda Reyhan hanımın beni yine süzdüğünü fark ettim. Bakışları elbette ki peçemde durdu. Bir şey demek istedi ama vazgeçti.

"Emel sana soğuk bir şeyler getirsin."

"Hayır, iyiyim teşekkür ederim." iki yabancı insanın ilk konuşmalarının durağanlığını yaşadık. Sonra ilk konuşan Reyhan hanım oldu:

"Zeyd gelmedi galiba."

"Hayır, bugün önemli bir işi vardı."

"Bir gidip ofisini de görmelisin. Arkadaşları ile tanış."söyleyiş tarzını sanki ona sahip çıkmalısın der gibiydi. Buna şaşırdım. Arkadaş dediğinde sabah ki fotoğraflar aklıma geldi:

"Berzah ve Talha mı?"

"Hayır, iş ortaklarından bahsediyorum. Bilge, Deniz ve Mehmet." Ortakları mı? Kızlar da mı vardı? Zeyd bahsetmemişti. Bilmediğimi hissettirmek istemedim.

"İnşallah ziyaret ederim bir gün." Emel abla az sonra iki fincan bitki çayı ile geldi. Teşekkür ettim. Reyhan hanım fincandan bir yudum aldı ardından bana döndü, bakışlarında yine rahatsız olmuş ifade vardı.

"Söyleyebilirsiniz çekinmeyin." Dediğimde bunu beklemiyor gibiydi ki önce şaşırdı ardından bakışları yumuşadı. Fincanı önünde ki sehpaya bıraktı.

"Yanlış anlamanı istemiyorum. Sadece... Yani yüzünü göstermemeni anlayamıyorum."

Sonunda söylediği için yüzünde ki rahatlamış ifadeyi görebilmiştim. Bunu hoş karşılayabilirdim. Haklıydı. Haklı olmasından ziyade beni bugün evine davet ederken oğlunun karısını tanımak için içten bir samimiyetle karşıladığına emin olmuştum benim için önemli olan bu niyetiydi. Bu yüzden düşünmeden şifon şalıma tutturduğum iğneyi çıkardım. Siyah peçeyi çıkarıp yanıma bıraktım ve Reyhan hanıma baktım. İlk olarak şaşıran bakışları yüzümü inceledi ardından yavaş yavaş yumuşadı ve memnun bir ifadeye büründü, tebessümü derinleşti.

"Maşallah. Beklediğimden daha güzelmişsin."dedi mahcup bir şekilde başımı eğip gülümsedim o da güldü: "Gülünce daha bir güzel oluyorsun. Oh! Şükürler olsun. İçim rahatladı. Yanlış anlama ama bir an üçüncü bir gözün var falan diye düşünmeye başlamıştım. Bu kadar güzel bir yüzü saklama gayen ne?"

Sorusuna cevap vermek için bir süre düşündüm. Ne kadar doğruyu söylemek istediysem de bunun Zeyd'in yararına olmayacağını biliyordum. Ayrıca onun beni korumak için ailesine söylediği yanlışı devam ettirmeliydim.

"Zeyd.."diye gevelediğimde Reyhan hanım tereddütümü fark etmiş olacak ki benden önce davrandı:

"Onunda yüzünü görmemeye nasıl dayandığını anlayabilmiş değilim." Annesi biliyordu. Anladım ki Zeyd bu görüşmeyi daha önceden biliyordu annesi ile konuşmuştu ve gerçeği anlatmıştı. Bunun için ona kızmadım. Yalan söylemekten ise annesine her şeyi anlatmış olması ve birbirimizi tanımamız için bizi bir araya getirmek istemesi ince bir davranış bile sayılabilirdi. Samimi bir şekilde cevap verdim bende.

"Bende anlamıyorum. Aslına bakarsanız Zeyd'e bunu söylediğim ilk anda bunu kabul etmeyeceğine emindim. Ama..."

"Ama Zeyd normal erkekler gibi değil. Öyle değil mi?"

"Evet," Reyhan hanım derin bir iç geçirip gülümseyerek sehpada ki fincanını tekrar eline aldı:

"Çay çok güzel değil mi?"lafı değiştrmesine gülümseyerek başımla onu onayladım: "Mirza ve Zeyd'in arsa davası yüzünden yirmi yıldır sefalet içinde olan bir çiftçiye yardım etmelerinden sonra adam minnettarlığını göstermek için memleketinden evimize gönderir her yıl bu çaydan, daha başka şeyler de var. Zeyd de Mirza da harika insanlardır. Altın gibi kalpleri var. Merhametten derya deniz. Özellikle de Zeyd. Mirza daha çok akılcıdır." az sonra bakışları salonun diğer ucunda ki fotoğrafların asılı durduğu duvara kaydı. Usulca fincanını bırakıp duvara yöneldi. Az sonra geri geldiğinde elinde ki fotoğrafın olduğu çerçeveyi getirip bana uzattı. Elinden aldım. İki çocuğun yeşil bir bahçede yan yana durduğu eski bir fotoğraftı. Uzun sıska olan çocuk kesinlikle Zeyd'di, tanımıştım. Yanında ki gülümseyen önde ki iki dişi olmayan çocukta Mirza olmalıydı.

Ben fotoğrafı incelerken Reyhan hanım yanıma oturdu. Yakından bakınca Reyhan hanımın yüzünde ki çizgileri daha net görebiliyordum. Yüzü makyajsızdı. Güzel bir misak kokusu yayıyordu etrafına. Saçlarında beyazlar vardı. Normalde onun gibi kadınların yaptığını yapmak yerine o düşen aklarını saklamıyordu. Kaç yaşında olduğunu merak ettim bir an. Emindim ki yaşına oranla daha genç gösteriyordu. İnsanın gıpta edeceği cinsten kadınlardandı. Güzel b,r sesle deva etti:

"Burada Zeyd 8, Mirza 6 yaşında. Suat ile evliliğimizin dokuzuncu yılıydı. Çocuğumuz olmuyordu. Sorunun ikimizde olduğunu söylediler. Gezmedik doktor bırakmadık ama sonuç hep aynıydı. Sonun da ikimizde pes ettik. Allah'a dua etmekten başka bir şey de yapmadık. Suat benim için bir gün yetimhaneye gitmek istedi. Hiç değilse çocuk özlememizi giderebilirdik. Evlatlık almak gibi bir niyetimiz yoktu en başta. İlk gittiğimiz gün Mirza'yı gördüm. Nasıl hiperaktif sevecen bir çocuktu görsen. Pek bir yaramazdı. Kanım kaynadı. Aynı gün de Suat Zeyd ile tanışmıştı. Oda pek bir sevmişti onu ama Zeyd, Mirza'nın aksine suskun bir çocuktu. Kimse ile konuşmazdı sadece bir köşede sessizce oynardı. Bir gün bu gelgitler arasında karar verdim Mirza'yı evlatlık almaya bu konuyu Suat ile konuştum ilk. O da böyle bir düşüncesi olduğunu söyledi ama o Zeyd diye düşünmüştü. İkimizde bir düşündük. Ben Zeyd'i istedim sonra Suat ise Mirza'yı. Çok düşündük bir ara vazgeçtik ama yine de. Sonunda ikisinin de nasibi diyerek ikisini de evlatlık aldık. Allah şahittir Zeyd'i de Mirza'yı da çok severim. Hatta bazen Can'ın da onlara çekmesi için dua eder dururum ama yazık ki öyle olmadı."

"Can doğduktan sonra hiç onları geri göndermeyi düşünmediniz mi?" düşünmeden cevap verdi:

"Asla. Can'a hamile olduğumu öğrenmeden önce bir gün arkadaşlarım ile otururlarken içlerinden birisi lafı ileriye götürerek iki evlatlık çocuğa bakmaktansa insanın doğurduğu üç çocuğu büyütmesi daha iyi gibi bir söz söylemişti. Zeyd de bunu duymuştu. O gece yatağında sessizce ağladığını gördüm. Yanına gidip sarıldım nedenini sordum. Anlattı çocuk. O gece Zeyd ona ve Mirza'ya bakmak zorunda olduğum için özür diledi benden. Onun o saf kalbi için Allah'a şükrettim. Ona elimden geldiğince ikisinin de benim çocuklarım olduğunu anlatmaya çalıştım. Uyukladı kucağımda. Allah'a sana bir çocuk göndermesi için dua edeceğim dedi. İki gün sonra hamile olduğumu öğrendim. Tevafuk diyip duruyor Zeyd. Canım oğlum... ah... göresim geldi." özlemle anmasına gülümsedim:

"Onu gerçekten de çok seviyorsunuz."

"Evet. Çünkü Zeyd bu hayatta sevilmeyi en çok hak edenlerden biri. Hayatımda onun gibi naif bir adam görmedim. Hatta Suat bile su dökemez oğlumun eline." bıraksan sadece Zeyd'i överdi Reyhan hanım akşama kadar hem de hiç gocunmadan.

"Peki Mirza o nasıl biri?"

"O da tıpkı Zeyd gibi. Aralarında ki fark Mirza'nın daha mantığa dayalı bir felsefesi olması. Düşünmeden hareket etmez. Aldığı her şeyin karşılığını bir şekilde geri verir. Buna duygular da dahil. Onu bir kere seversen sana gülücükler vadeder. Canım oğluşum. Aralarında ki en akıllısı da o. Bu yüzden Suat'a şirkette tek yardım eden o."

"Nasıl? Can peki o yardımcı olmuyor mu?" Reyhan hanım sinirlenerek söylendi.

"Nerde... Ne diller döktük yeteri kadar çalışsın o da ailede ki herkes gibi avukat olsun şirketin başına geçsin diye. Ama edebiyat okumayı tercih etti gerçi onu da yarım bıraktı. Şirketi de elinin tersi ile itti. Başına buyruk, dediğim dedik, inatçı. Bende Suat da baş edemiyoruz. Bir tek Zeyd'in sözünü dinliyor o da bazen. Onun için çok endişeleniyorum."

"Kabına sığmak istemeyen bir ruhu var gibi. Dilerseniz sizde serbest bırakın elbette dönüp dolaştıktan sonra o ruh kendine bir yurt edinmek isteyecektir emin olun."

Söylediğim şey hoşuna gitmiş gibi Reyhan hanım bana manalı bir şekilde baktıktan sonra elini dizime koydu.

"Açıkçası Gazel seninle ilk karşılaştığımızda korkmuştum. Senin yüzünü gizleyen o herkesin aklında ki aldatmaca dindarlar gibi olduğunu düşünmüştüm. Şimdi bu düşüncemden utanıyorum. Zeyd bana insanların ruhlarının eşlerine denk olduğunu söylediğinde iyi ki onu dinlemişim." Zeyd'in söylediği cümleyi sahiplendim.

"Teşekkür ederim." dedim Reyhan hanıma. Ardından Emel abla bize atıştırmalık bir şeyler getirip servis yaparken yüzümü gördüğünde şaşırarak bana bakakaldı birkaç saniye. Ardından o da tıpkı Reyhan hanım gibi bana daha sıcak ve samimi davranmaya başladı. Reyhan hanım:

"Şimdi sen anlat bakalım. Önce ailenden söz et lütfen." dedi.

Geriye kalan iki saat boyunca ben anlattım Reyhan hanım dinledi. Orada kaldığım yaklaşık üç saat boyunca Reyhan hanımın harika bir anne olduğunu fark ettim. Onu ilk gördüğüm günde ki yargılarımı ise hemen attım kafamdan. Yanında ayrıldığımda bir gün gelip Medreseyi ve Vakfı ziyaret edeceğini söyledi ardından ise ona resmi bir şekilde hitap etmememi içimden nasıl geliyorsa öyle seslenmemi istedi. Reyhan teyze? Ya da Reyhan anne? Bilmiyordum. Kapıdan çıkmadan önce ise yüzüme peçemi yerleştirirken hiç rahatsız olmadı.

Yolda iken Reyhan hanım ile bugün ki sohbetimizi düşündüm ve bu günden büyük keyif aldığımı fark ettim. Ardından aklıma gelen düşünce ile durdum arabayı kenara çekip durudurdum. Reyhan hanım Zeyd'in ortaklarından bahsederken üç kişiyi saymıştı Mehmet, Bilge -ki bilge kesinlikle kızdı- ve Deniz. Deniz'in kız olup olmama ihtimalinden dolayı aklıma üşüşen düşünceler içinde karar vererek navigasyonda ki daha önce kaydedilmiş RED hukuk bürosuna gitmek için gaza bastım.

Trafiğin yoğunluğundan dolayı gerektiğinden de uzun bir zaman diliminde adrese vardığımda akşam ezanı okunmak üzereydi. Arabayı park edip lüks plazanın önünde bir süre durdum. Mekanına bakınca Zeyd Hazar'ın basit bir avukat kadar kazanmadığını anlamıştım. İçimden huzursuzca söylenmeler başladı. İnşallah içerisi de dışı gibi değildi...

Kapıyı geçip içeri girdiğim anda büronun 10.katta olduğunu gördüm. Asansörlere yöneldim. Daha varmamıştım ki biri önüme geçip beni durdurdu. Güvenlik görevlisiydi.

"Yardımcı olmamı ister misiniz hanımefendi?" şaşırarak adama baktım.

"Hayır, teşekkür ederim." Yoluma devam etmek için ilerlemek istedim ama adam tekrar bir hamle yaparak beni durdu.

"Ne aradığınızı söylerseniz ben size kolay yoldan yardım edebilirim." bana küçümseyerek bakan adamın derdini anlamam uzun sürmedi ve sabrım sona geldi.

"Ben kendim halledebilirim lütfen çekilir misiniz önümden?"

"Üzgünüm ama bu şekilde girmenize izin veremem." alaycı bir şekilde konuştum:

"Bu şekilde mi? Size batan hangisi? Başımda ki örtüyü mü kastediyorsunuz yoksa yüzümde ki peçeyi mi?"

"Lütfen çıkın." Kolumdan tutmak için hamle yaptığı an geri çekildim. Bize dönüp bakan onaylayan ya da onaylamayan birkaç çehre gördüm. Ama bunlara takılacak durumda değildim.

"Sakın bana dokunmaya kalkmayın. Yoksa sebeplerine katlanırsınız."

"Ne oluyor burada?" çok güzel... şimdi olay büyüyebilirdi işte... Gelen kişi kısa siyah saçları olan bir kadındı. Sırtı bana dönük olduğu için yüzünü göremedim. Benden daha çok güvenlik görevlisi ile ilgileniyor gibiydi. Adam lafı dolandırmaya çalıştı:

"Bir sorun yok efendim, sadece hanımefendiye dışarı çıkması gerektiğini söylüyordum."

"Neden? Kurallara aykırı bir şey mi yaptı?" kadının sert üslubu geniş mekanda yankılanınca odaklar bize döndü.

"Hayır, sadece kıyafetinden dolayı..." kadın hah der gibi adama küçümseyen bir şekilde bakıp sert bir üslupla konuşmaya başladı.

"Bunu söylerken utanmıyor musun? Bu kadın sana hakaret etti mi? İnsanları rahatsız edecek bir davranışta bulundu mu? Hayır mı? Hayır ve sen şimdi bu kadını kıyafetinden dolayı dışarı mı atmak istiyorsun. Eğer mini etek ve askılı bluz giyseydi de atacak mıydın?" Bakışlarım kadının dizlerinde olan dar eteğine takıldı. O ise bakışlarımın farkında bile olmadan devam etti: "O halde beni de dışarı atın. Hatta şu karşıdan geçen bayanları da. Köşede sigara içen adamı ya da girilmeyecek yazan alanda sevgilisini köşeye çeken şu adamı görmezden geliyorsun bunları suç olarak saymıyorsun ama şu kadını kıyafetinden dolayı suçluyor musun? Utanmalısın. Utanmalısın ki bu ülke de yaşıyorsun senin gibi insanlar bu ülkeye layık değil. Sürmek gerek sizi. Sizin zihniyetleriniz yüzünden bu hale geldik biz. Yazıklar olsun sizin gibi düşünenlere. Gidip derhal istifanı ver yoksa ben atılmanı sağlayacağım. Şu karşıda ki adalet yazısının karşısında sergilediğin davranıştan dolayı utanmalısın. Derhal bayandan özür dile."adam hiç de söylenenlerden etkilenmişe benzemiyordu. Sahi kelimeler artık bu ülkede bir işe yaramıyordu. Yine de kadının üzerinde ki gücünden olsa gerek adam bana dönüp yarım ağız özür diledi ve arkasını dönüp gitti. Kadın hala çatık olan kaşları ile bana döndü.

"Onun adına ben sizden özür dilerim. Lütfen devam edin, nereye gitmek istiyorsanız gidebilirsiniz." Kadının sert yüz ifadesini hafifçe dokundurulmuş makyajı dahi yumuşatamıyordu. Ya da az önce ki durum benden daha çok onu öfkelendirmişti.

"Teşekkür ederim." dedikten sonra ayrıldım yanından. Hala böyle insanların var oluşuna sevindim ve kadına sempati duydum.

Dünya böyle insanların hatırına dönüyor olmalıydı. Asansörden yukarı çıkarken bir an oraya geldiğim için pişman oldum. Bunun için Zeyd'i bekleyebilirdim. Ama hemen ardından korkaklık yaptığım için kızdım kendime. Medeniyeti sadece sözde savunan bir zihniyetin asla adam olamayacağı gibi çağdaşlığın kıyafette değil beyinlerde olduğunu öğrenmelilerdi. Omuzlarımı dikleştirip asansörün 10.kat düğmesine bastım.

Nihayet kapılar açıldı ve ilk olarak kırmızı bir duvar ile karşılaştım. RED Hukuk bürosu yazan tabelanın hemen üzerinde klasik adalet mülkün temelidir yazısı baş gösteriyordu. İlerledim geniş koridor az sonra daha ferah bir alana çıktı. Masa başında ki on kişi kadar insan hepsi kendi halinde meşgul görünüyor ciddi surat ifadeleri ile önlerinde ki ekrana bakıyorlardı. Daha da etrafa bakındım ama Zeyd'e dair bir şey göremedim.

"Yardımcı olabilir miyim?" diyen sese döndüğümde kalın çerçeveli gözlük takmış bir kızla göz göze geldim.

"Ben Zeyd'e bakmıştım." Aşağıda ki o adamın aksine şimdi karşımda duran kız yüzümde ki peçeyi hiç de yadırgamadan gülen bir yüzle cevap verdi.

"Zeyd bey şuan Mehmet bey ile önemli bir toplantıda. Şurada bekleyebilirsiniz."

Kıza teşekkür ederek gösterdiği bekleme odasını andıran cam odaya giderek koltuklardan birine oturdum. Az sonra başka bir çalışan gelip bir şey içip içmediğimi sordu. Bir şey istemediğimi söyleyip teşekkür ettim. Ama adam beni dinlemeden bir bardak çay getirip önüme bıraktı.

"Zeyd beyi bekleyeceksiniz daha çok oturursunuz. O yüzden rahatınıza bakın." dedi.

Adama gülümsedim. Gerçekten de haklıydı. Çayımı içip bir yarım saat daha bekledikten sonra bile Zeyd hala çıkmadı odasından. Sonunda oflayıp puflayarak cam bekleme salonundan çıktım ve etrafa bir göz attım. Bir kadının ortalıkta dolanıp herkese emir yağdırdığını gördüm. Kadın ciddi bir ifade ile işine dönüp odasına kapandı. Ofiste ki herkesin aynı ciddi ifade ile çalıştığını fark ettim. Hepsinin de yüzünde günün yorgunluğu vardı. Biraz daha ilerlerken kimsenin beni fark etmediğini görünce gülümsemeden edemedim. Birkaç masayı geçtikten sonra Zeyd'i gördüm. Cam bir kapının ardındaydı. Odası bura olmalıydı ki kapının üzerinde adı yazılıyordu; Zeyd Berat Hazar . Onun da diğerleri gibi ciddi bir ifade takındığını gördüm. Karşısında sırtı dönük olan -ki Mehmet bey olmalıydı- adama elinde ki kağıtları göstererek bir şey anlatıyordu. Sabah gördüğüm gibiydi aynı üzerinde koyu renk kot bir gömlek vardı. Takındığı sert, ciddi yüz ifadesi ile Zeyd tanıdığım adamdan çok daha uzak gösteriyordu. Benim Zeyd'im den uzaktaydı.

Bakışları anında bana döndü. Sanki içimden istemsizce çıkan Zeyd'im hitabını duymuş gibiydi. Bir an bakakalsa da elinde ki kağıtları arkadaşının önüne bıraktı hemen. Kapıyı açıp da bana doğru gelirken az önce ki maskesini çıkarıp bir kenara atmıştı. Gamzeleri yüzüne oturmuş onu doyulmayacak bir manzaraya çeviriyordu. Mutlulukla gülümseyerek gelip bana sarıldığında donakaldım. Beni gördüğü için bu kadar mı sevinmişti? Kalbimin bir noktasına dokundu sevinci. Sarılışına karşılık veremeden geri çekildi.

"Hoş geldin." dedi: "Seni gördüğüme çok sevindim."

"Şaşırmış olmalıydın." diyerek gözlerimi kıstım:

"Şaşırdım. Ama daha çok sevindim." gülümsedim. Zeyd'de aynı şekilde karşılık verdi ardından elimden tutarak beni nihayet bizi fark eden bir kaçı da çoktan bize bakan diğer çalışanlara döndü: "Hanımlar Beyler, tanıştırayım Eşim Gazel Hazar." Gazel Hazar... ilk kez ismimi farklı bir soyadı ile hitap edilmesinin tuhaflığının yanında bu hoşuma gitti:

Bazıları şaşırarak bazıları onaylamayarak bazıları da sevinerek hep bir ağızdan Zeyd'i tebrik ettiler. Zeyd tebrikleri kabul ettikten sonra elimden tutarak odasına götürdü beni. Az önce sırtı bana dönük olan adam şimdi bana bakıyordu. Zeyd gülümseyerek tanıştırdı bizi.

"Seni Mehmet ile tanıştırayım. Ortaklarımdan biridir." Mehmet hiç de şaşırmayan bir ifade ile bana bakıp gülümsedi.

"Memnun oldum Gazel. Nihayet seninle tanışma şerefine nail olduk."

"Bende memnun oldum."Zeyd Mehmet'in omuzuna hafifçe dokunarak onu kapıya yönlendirdi:

"Toplantı biter maalesef, karım geldi." Mehmet şaşırmış gibi yaptı:

"Seni hiç hanımcı bilmezdim."

"Hem de alasıyım." diyerek güldü Zeyd: "Cengizhan'ın dediği gibi ben sizin Han'ınızım o da benim Han'ım."

Mehmet gülerek çıktı odadan. Zeyd bana dönüp gülümsedi gerçekten de beni gördüğüne oldukça memnun olmuş gibi görünüyordu. Oturmam için masasının önünde bulunan siyah koltuğu işaret etti: "Otursana. Seni birden görünce aklım gitti, heyecanlandım. Ne içersin? Kahvemiz bayağı iyidir."

"Olur içerim."

Zeyd masa da ki telefonu aldı eline karşıda ki kişiye iki sade kahve getirmesini söyledi. Karşımda oturup gülümserken gözlerinin içine çekiyordu beni adeta bu çocuksu mutluluğu bulaşıcıymış gibi benim de gülümseyişim tuttu. İlk kez Zeyd'den utandım. Başımı önüme eğdim.

"Ee anneme ziyaretin nasıldı?"

"İyi geldi. Açıkçası biraz korkmuştum ama korktuğum gibi olmadı. Aksine sevdim Reyhan teyzeyi." Teyze deyişime Zeyd bir an şaşırsa da ardından rahatlamış derin bir oh çekti, gülümsedi. Ne çok gülümsüyordu... Öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine dayadı. Kapı açıldı aynı anda. Gelen kişi ile şaşkınlığımı gizleyemedim. Kadın da beni gördüğüne şaşırmıştı.

"Aa, siz?"

"Siz tanışıyor musunuz?" diye soran Zeyd'di. Aşağıda ki olayı Zeyd'in bilmesini istemediğimden Bana hala bakan kadının cevap vermesine fırsat vermeden cevapladım:

"Aşağı da karşılaştık. Ofisi bulamayınca hanımefendi yardımcı oldu." kadın şaşırdı olayı anlatmamama. Zeyd şüpheli bir şekilde kadına baktı. Ama kadın bir şey demeden omuzlarını silkti ardından yanıma doğru gelerek elini uzattı.

"Merhaba ben Bilge. Sende..."karşılık verdim.

"Gazel. Beyefendinin eşiyim." dedim Zeyd'i gösterirken. Zeyd de gözlerini kapatıp sırıtarak başıyla onayladı. Bilge'nin tek kaşı havalandı ardından gülümsedi.

"Sonunda hayallerinde ki gibi birini bulabilmişsin." Zeyd utanmış gibi başını eğdi.

"Nasılmış Zeyd'in hayalinde ki biri." diye sorduğumda Bilge bir sır veriyormuş gibi cevapladı:

"Gizemli bir savaşçı istiyordu."

"O halde benimle hayal kırıklığına uğradı galiba." dediğimde Bilge başını salladı:

"Hiç de bile. İnan bana sen daha fazlasısın." Zeyd yanıma gelip elini omuzuma koyarak hafifçe sarıldığında şaşırdım.

"Kesinlikle daha fazlası." Bilge kaşları havada Zeyd'e imalı bir şekilde baktı. Ardından bana döndü yine:

"Bir gün beraber bir şeyler yapalım. Sevdim seni."

"Tabi ki. Bize de beklerim." Aynı anda dışarıdan bir kadının kahkahası duyuldu. Yüksek sesli bir bağırışma ve bir alkış deryası izledi bunu.

"Ben geldim millet." diye haykırdı gelen Zeyd'in odasına dalarak. Zeyd ve Bilge kaşlarını çatarak kapıya döndü. İçeri giren kadının üzerinde mavi kısa sayılabilecek bir elbise vardı. Ayağında şık topuklu ayakkabılar, uzun sarı saçları, oldukça bakımlı makyajdan mı yahut da doğal mı anlaşılmayan güzel bir yüzü vardı şen şakrak bir kahkaha ile ortaya konuştu: "Çok özledimmmm."

Kadının özledim diyerek içeri girişinin bilmem kaçıncı ihtimali saliseler içinde aklımda sıralandı. Benim ona bakakaldığım gibi o da beni görünce yüzünde ki ifade dondu ve havaya kaldırdığı elleri ve sağ elinde tuttuğu şapkası ile kalakaldı. Bakışlarım Zeyd'e döndü. Onun yüz ifadesinden gelen kadının özlemine bir karşılık olup olmadığına baktım. Bir şey anlaşılmıyordu. Tekrar gelene baktım. Gelen kişinin ortalıkta olmayan ortak Deniz olduğuna emindim.

. . .

Loading...
0%