Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.Bölüm

@cigdemgah

Nasibin insanı şaşırtacak derecede durumlar ortaya koymasına alışkındım ve buna amenna diyebilmeyi de. Zaten nasibin kötüsü asla olmazdı bilirdim çünkü Allah kuluna böyle bir şey yaşatmazdı. Nasibe olan inanç ve ona olan teslimiyet aslında içimizde ki birçok duyguyu da bastırabilmemizi sağlardı. İnsana irade, sabır ve dayanma gücü verir bu inanç... Nasibim buymuş ifadesi insanın içinde ki sarp kayalıklara su serper ve insanı kalbinde ki kıskaçlardan, prangalandığı kötü düşüncelerden kurtarır.

Böyle düşünmemi isterdi babam. Allah'ın benim için seçtiği yolun hayırlı olduğundan emindim elbette ve emin olduğum bir şeyin daha farkına vardım bugün. Bu da nasibim olan Zeyd Hazar'ın naif sevgisiydi bununla birlikte diğer bir nasibim ise onu sevmekti. Her ne kadar kaçsam da kaçınılmadığını, ne kadar uzak dursam da uzak kalınamadığını, ne kadar inkar etsem de bunun içimde büyüdüğünü hissedebiliyordum. Aklımda bir söz yankılanıp duruyor.

"Nasibûke yusibûke velev künte fi tahte'l cebel." (Dağın altında olsan da, senin nasibin sana isabet eder.)

O dağlar içimdeydi benim kaçınacak yerimdi. Lakin yeşeren umudumda aynı konumdaydı işte. Zeyd Hazar içime işlenmiş içimde ki dağı aşmış ve altında ki kalbime isabet etmişti. Ne denilebilirdi ki bundan sonra nasıl kaçınılabilirdi onu sevmek derdinden. Bunu bilmiyordum işte. Bu yüzden tüm kalbimde söyleyebileceğim tek bir söz kalıyor geriye; nasibime amenna.

Bir keresinde adını hatırlayamadığım bir kitaptan sevginin evreleri olduğunu okumuştum. Baştan sona sevgiye yakalanmadan önce maşuk olacak kişide meydana gelmesi muhtemel duygu ve davranışlardan oluşuyor bu evreler. Tıpkı bir oyunda bulunan leveller gibi, basamak basamak... Önce görmek, bakmak, tanımak, içi ısınmak, kalbi çarpmak, kıskanmak, sahiplenmek ve eni sonunda sevmek. Bu döngüye inanırsam eğer halim harap. Harap çünkü karşımda duran adam için hissettiğim bir duygu var ve bu duygu sevdanın evreleri içinde yer alıyor. Eğer Zeyd'i kıskandıysam çoktan ben fark etmeden ona içim ısınmış çoktan onun için kalbim çarpmıştı ve çoktan sevmeme ramak kalmıştı.

Tuhaf bir sessizliğe gömüldük. Kapıda bekleyen kadının Zeyd açısından kim olduğunun merakı içindeydim. Zeyd'in yüz ifadesinden bir şey anlaşıldığı yoktu ama az sonra bakışları bana doğru kaydığında biraz rahatsız olmuş bir ifade ile karşılaştım çehresinde. Benim tepkimi ölçüyor gibi bir hali vardı. Ardından bakışlarım tekrar kapıda ki kadına döndü. Bilge'nin de yüz ifadesinde ki değişmeden sonra orta da rahatsız edici bir durumun olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. İçimde bir yerlerde öfkelenmeme sebep olan bir duygu belirdi. Oradan gitmek Zeyd'den ve karşımda ki kadından uzaklaşmak istedim. Aynı anda başka bir duygu daha belirdi içimde sevgili kocamı yalnız bırakmak istemiyordum. İkimiz yan yanayken ondan uzak durmak istiyordum ama başkalarının yanında -özellikle de bakışları üzerinde olan bu kadının yanında- onu yalnız bırakmak istemiyordum.

"Hoş geldin Deniz. Döneceğini bilmiyordum." dedi Zeyd tez düze bir sesle. Samimi miydi? Yoksa ben oradayım diye miydi takındığı tavır? Kadın afallamış gibi baktı Zeyd'e cevap vermedi ilk olarak. Henüz benim kim olduğumun merakı vardı gözlerinde. Bakışları beni baştan ayağa süzüyor yüzümde ki peçede duruyordu. Endişeli bir hal takınmıştı. Ayrıca bir korkunun hafifçe yanıp söndüğünü de görebiliyordum çehresinde. Deniz'in cevap veremeyeceğini anlayan Bilge araya girdi hemen. Çabucak Deniz'in yanına gidip koluna girdi:

"Yoldan geldin gel biraz dinlen. Patronun yapacak işleri var."

Deniz'i şaşkın bakışlar eşliğinde sürüklenircesine çıkardı odadan. İçimden yükselmeye başlayan seslere kulak tıkamak imkansızdı. Göz bebeklerim titredi. Birkaç tahmin geçti gitti aklımdan bir iki fısıltı çalındı kulağıma. İçimde bir duygu yükselmeye başladı. Göz bebeklerim titredi. Sinirlenmiştim ya da gerçek tabiri ile kıskanmıştım, evet. Bakışlarım Zeyd'e kaydı. Soruyu anlamıştı elbette ama cevap verme zahmetine gireceğe benzemiyordu. Bakışlarımız kesişince gülümsedi sıcacık ama duygu yönünden kabaran yanım bir gülüşe düşemeyecek kadar aklı başındaydı.

"Otursana." dedi.

Tepki veremedim birkaç saniye ardından yavaşça dediğini yapıp oturdum gösterdiği yere. Doğru soruyu sormak için aklımda birkaç pratik yaparken cam kapı tıklanılarak açıldı bu defa. Az önce bekleme odasında bana çay veren çalışandı. Usulca kahveleri yanımıza bıraktı. Odadan çıktığında Zeyd geriye yaslanarak beyaz kahve fincanından bir yudum aldı.

"Dene bakalım beğenecek misin? Oldukça güzel bir karışım." Kahveden mi konuşacaktı?

Bana açıklama yapmak gibi bir derdi yoktu ya da konuyu benim açmamı bekliyordu. İçimden bir istiğfar çektim derin bir nefes aldım yanlış gibi görülen hislerimi bastırmaya çalıştım. Sükunetli davranmak en iyisiydi diye düşünüyordum ama başaramayacak gibiydim. Bende buharı tutan kahveden bir yudum aldım. Farklı ve güzel bir tadı vardı kahvenin. Ağzımca birkaç çikolata parçacığı eridiğinde yavaş yavaş sinirlerimin yatıştığını hissedince istemsiz gülümsedim. Zeyd yüzümü görmediği için bakışlarını gözlerimin içine dikmiş tepkimi anlamaya çalışıyordu. Gülümsediğimi anlayınca konuştu:

"Beğendin değil mi? Kapalı çarşıda küçük bir dükkan sahibi özel olarak yapıyor müşterilere. Bir gün beraber gideriz tabi eğer istersen."

Başımı salladım. Sabırla beklemeye başladım kahve yarılandı biteyazdı ama Zeyd beyden ses yoktu. Onun bana Deniz'i anlatmasını bekliyordu. Kahvesini yudumlarken yavaş yavaş halinden oldukça da memnundu aklımda ki sorulardan haberdar gibiydi ve bunun keyfini sürüyordu. Fincanımda ki son yudumu da aldığımda tamam dedim artık.

"Az önce ki bayan... Deniz'di galiba..."dedim ilgisizmiş gibi görünmeye çalışarak, başını sallayarak onayladı beni.

"Evet Deniz'di. Büroda ki ortaklardan biri."

"Coşkulu bir giriş töreni yaptığına bakılırsa yakınsınız." Zeyd elinde ki fincanı masaya bıraktı ve öne doğru eğildi. Bakışları gözlerimden süzüldü usulca. Galaksisinde ki yıldızlar bir yanıp bir söndü. Hoşuna giden bir konuya parmak basmıştım ve az sonra gelecek cümleyi elbette tahmin edebiliyordum. O bakışlardan sonra soru geldi işte:

"Klasik bir soru sorabilir miyim?"

"Hayır." tabi ki beni dinlemedi.

"Kıskandın mı?" onun yüzünde ki keyifli ifade kızarmama sebep olurken Zeyd arkasına yaslandı kollarını birleştirerek beni süzmeye başladı. Şimdi onun oyunundaydık. Söylememeliydim.

"Kıskanmadım." Yalan... Zeyd'in bu oyuna devam ederek beni sinirlendireceğini düşünmüştüm ama öyle olmadı.

"İçin rahat olsun. Deniz ile aramızda asla senin düşündüğün gibi yakın bir münasebet geçmedi. Geçemez de. Hem bilmiyor musun?"

"Neyi?"

"Benim gözlerim senden başkasına kör."

Bunu söylerken sesinde ki samimiyetten şüphem yoktu. Doğru söylediğini anlayabilmiştim. İlk kez kalbimin onun bir cümlesinden sonra çarptı. O insanın içini ısıtan gülümsemesi için değil, gözlerimi dolduracak kadar güzel baktığı içinde değildi... Sadece bir cümleydi. İşte bundan sonra yazık sana Gazel... Kalbimin bir yanı Zeyd'e koşulsuz güvendi orada. Tuhaf geldi bu hal. Şaşırmam gerekirken bu durum daha da rahatlamama sebep oldu. Rahatlayan yanımın dışında kalan yanımda yine de bir kıymık duruyordu. Zeyd'in romantik sözcükleri de içine girilse kaybolunacak gözleri de dokunmaya kıyılmayacak gibi duran o gülümseyişi de bu kıymığı geçirecek gibi değildi. Zeyd bu durgunluğumu fark etti hemen:

"Ne oldu?"

"Deniz den rahatsız oldum." diyerek itiraf ettim. Zeyd ciddileşti kollarını çözerek tekrar öne doğru eğildi.

"İnan bana Deniz ile ben-"

"Sana inanıyorum." dedim açıklamasının önünü keserek. Zeyd sorunun ne olduğunu sorar gibi baktı devam etti: "Hani bir insanı gördüğünde onun senin için iyi mi kötü mü olduğunu hissedersin ya. Onun gibi."

"Senin rahatsız eden neydi?" bilmiyordum. Kıskandığımı söylemeli miydim? Ama onunla alakalı bir şey değildi ki. Nasıl anlatacağımı düşündüm.

"Sana karşı oldukça serbest görünüyor. Sebebini bilmiyor olamazsın değil mi?" Zeyd anladı hemen.

"Bana karşı olan heveslerini sende duygu yerine koyuyorsun ama yanılıyorsun."

"Bir kadının hissettikleri asla heves değildir Zeyd. Sen bu duyguları kabul etmediğin için öyle görüyorsun. Ya da-"

"Seni avutmak için söylediğimi düşünmüyorsun değil mi?"

"Düşünüyorum. Beni rahatlatmak için-"

"Gazel... Canımın içi..." canımın içi? Subhanallah! Daha önce kimsenin canının içi değildim ben. Kimsenin de olmak istemezdim. Demek bunu duyunca mı onun canının içi olacaktım o da benim canımın içi miydi? Şşş tamam kalbim sakin!

Güven verircesine gülümsedi ve devam etti:

"Seni rahatlatmak için şuan bir sürü şey söyleyebilirim ama söyleyemeyeceğim. Bana inandığını söylemene güveneceğim çünkü. Deniz benim sadece ortağım ve hep de öyleydi."

"Onun için öyle olmadığı çok açık." sesi ciddileşti:

"Ne fark eder?"

"Az önce o kadın rahat bir şekilde kapını bile çalmadan musmutlu bir halde odana dalması fark eder. Belli ki dönüşünün seni mutlu edeceğini düşünmüş. Mutlu oldun mu onu gördüğüne?" olmadım de.

"Zaten her gün gördüğüm biri neden beni senin düşündüğün kadar mutlu etsin."

"Senin için nasıl güldüğünü görmedin mi gerçekten?"

"Sadece bana karşı değil herkese karşı... ııı... sevecen bir kişiliği var." Durumu toparlamaya mı çalışıyordu?

"Sevecen mi?" sinirlerimin çoktan gün yüzüne çıktığını fark ettim. Ayağa kalktım. Benim asla kolay kolay parlayan bir öfkem olmazdı. Damarıma basılmadığı sürece sakin bir insandım. İlk defa sakince söylenen bir kelime beni çileden çıkardı. Parmağımı tehditkar bir şekilde ona doğru kaldırdığımda sonradan bu durum için gerçekten pişman olacaktım ama o an bu benim için önemli değildi: "Sana hatırlatırım ki sen evli bir adamsın. Ve namahrem bir kadının sana karşı haddinden fazla rahat davranışlarını anlatırken karına bunu sevecenlik olarak tabir etmen için canına susamış olman gerek. Sana ahlak kurallarını anlatmayacağım ki onca zamandır medresede babamdan bir şeyler öğrenmişsindir. Seni uyarıyorum Zeyd Hazar. O kadın ile arana mesafe koy... -acaksın... -malısın." Ey gözükaralık sevda böyle bir kıskançlıkta neler söylettiriyorsun. Ah Gazel sonra çok pişman olacaksın!

Cesaretim burada kırıldı işte. Bu kadar sert çıkmamalıydım belki de. Ya da yumuşak bir üslupla sinirlenmeden onunla konuşmalıydım. Bu derece sinirlenmemin sebebini Zeyd'in anlayacağından emindim ama ona doğru elimi havada tehdit eder gibi sallamamı nasıl yorabilirdi onu kestiremedim. Utancımdan bakışlarımı Zeyd'in bana olan şaşkınlıkla donmuş bakışlarından çektim bakacak yerim kalmamış gibi yere eğdim. Kızardığımdan yüzümü basan sıcaklık ile peçe dayanılmaz bir hal almıştı. Aklıma gelen tek şey oradan gitmek olduğundan çantama uzandım ve hemen kapıya yöneldim. Oradan çıktığımda utancımdan çevreme dahi göz atmadan ofisi hızla yürüdüm. Tekrar kendime gelip nefes almaya başladığımda arabamın hemen yanındaydım. Yüzümün kızarması gidince utancımın yerini tekrar eski duygusuna bıraktı. Arabaya binerken yola çıkarken ve caddede ilerken aklımda ofis dolanıp duruyor zihnimde resimler çizilip duruyordu. Deniz'i sevmemiştim. Zeyd'e karşı bir sevgi beslediğine emindim. Buna hiç de şaşırmıştım. Bu karede sadece Deniz olması iyiydi... Şaşırdığım nokta Zeyd bunu biliyordu ve bildiği halde buna izin veriyor bunu anlıyordu. Nasıl anlardı? Onun karısı bendim. Benim sevgili kocam onu seven bir kadınla aynı ofisi paylaşıyor, neredeyse her gün birbirlerini görüyorlar, yan yana duruyorlar, konuşuyorlar, gülüyorlar ve eğleniyorlardı. Hem de bu kadın güzel bir kadındı. Gittikçe katlanan sinir katsayımı durduran ileri de trafik polisinin çevirmesiydi. Şaşkınlıkla ne olduğunu anlamadan arabayı yavaşlattım. Polis memuru yaklaştı:

"İyi günler, hız sınırını aştınız hanımefendi." dedi yüzümde ki peçeden gözlerini alıp onu anlayıp anlamadığımı düşünerek eli ile anlatmaya da çalışarak devam etti: "Ehliyetinizi görebilir miyim?" birkaç saniye memura ile bakıştım. Gerçekten şehir merkezinde hız yapmış olmazdım, şimdiye kadar araba kullandığım onca zaman boyunca normal bir insan yürüyüşü kadar ancak hızlanırdım. Şimdi ise bunun çok ama çok üstüne çıktığımı söylüyordu karşımda ki memur. Bunun farkında olmayışım ise beni bir kez daha şaşırttı. Utana sıkıla ehliyetimi memura uzattım. Memur yazılan cezadan sonra bana birkaç uyarıda bulundu ve uzaklaştı. Birkaç dakika direksiyon başında çalışan motorun sesi ile kendime gelmek için sakinleşmeye çalıştım. Elimde ki duran ceza makbuzunu akşam Zeyd'e açıklamalıydım. Bunun için de bir kez daha ona karşı utanacaktım. Ehliyetimi çantama koymak için uzandığımda gözüme birkaç zarf takıldı. Sabah gelen postalardan bana ait olanları alıp çantama atmıştım. Bankadan gelen zarf dikkatimi çektiğinde alıp baktım. Bir banka kartı gönderilmişti. Şaşırarak zarfı açtım. Kart sahibinin adını okudum:

"Gazel Şems Hazar"

Zeyd benim için yeni bir kart çıkarmış olmalıydı. Kartı aldığım gibi yerine bıraktım. Arabayı tekrar çalıştırıp vakfa doğru ilerlemeye başladım ki o anda aklıma gelen şeyle bakışlarım tekrar karta takıldı. Zeyd'e sürpriz yapmak niyetini orada ettim işte.

Vakıfta etraf sakindi. Yeni gönderilecek yardım paketlerinin kontrolü için herkes aynı anda gitmişti çünkü arada çocuklar için gönderilen oyuncakları paketlemek herkesi keyiflendiriyordu. İlk iş Özlem'i buldum. Ondan birkaç mobilya dekorasyon adresi aldıktan sonra Muaz'ı aradım. Muaz medresenin kapısından iç avluya geçtiğinde başında namaz takkesi, kucağında İsar, elinde biberon şişesi vardı. Onu bu cüsse ile çocuk bakıcılığı yaparken görünce gülmeden edemedim.

"Ne bu hal." diyerek uzanıp İsar'ı aldım kucağından uyukluyordu çocuk. Muaz yorgunlukla rahat bir nefes aldı.

"Betül kültürel sempozyum için Vakfa vekaleten çıktı Elif ile. Annem de rahatsızdı biraz İsar'ı bırakamadım. Mecbur çocuklara götürdüm. Onlarda bir yere kadar bakabiliyorlar saolsunlar."

"Maşallah. Ara ara böyle yapıp Betül'ün neler çektiğini anlamalısın."

"Allah yardımcısı olsun. Çok zor gerçekten. Az önce uyutabilmek için perdeden beşik yaptı çocuklar yine gık demedi haylaz. Ahmet ve Faruk'u uyuttu kendi uyumadı."

Güldüm. Kapıyı annem açınca usulca aldı İsar'ı elimden ve yatağına götürdü uyuması için. Muaz kendini koltuğa bıraktı. Karşısına geçtim. Muaz bir gözü kapalı diğeri açık bana baktı:

"Ne konuşacaktın benimle?"

"Hani geçenlerde bir öğrenciden bahsetmiştin ailesinin durumu hakkında birkaç şey söylemiştin. Yatılı olan bir öğrenci hani." Muaz doğrulup oturdu ve ciddileşti.

"Abdurrahman'nı mı söylüyorsun?" tanıdığım bir tek Abdurrahman vardı:

"Müezzin yardımcısı olan Abdurrahman?"

"Hayır, yeni kayıt oldu. Sarışın, çilleri olan zehir gibi bir çocuk." Çocuğu anımsadım.

"Serçeydi değil mi?" Muaz güldü.

"Evet. Sen nereden biliyorsun bu adı?" tabi ki sabahın köründe avluyu geçtiğimi söylemedi çünkü atacağı nutukları çok dinlemiştim.

"Tanışmış bulunduk. Ailesinin ev adresini biliyor musun?"

"Evet. Daha önce bir iki kez erzak göndermiştik."

"Adresi verir misin?"

"Hayrola inşallah?"

"Hayır hayır. Bir de Mehmet abi taşıma kamyonunu alıp bizim eve gelebilir mi?"

"Yine ne karıştırıyorsun Gazel?"

"Merak etme bir şey olduğu yok."

Muaz'ı bırakıp tekrar vakfa döndüm. Özlem'i de alıp ilk olarak marketin yolunu tuttuk ve ev için gerekli erzaklar aldık ardından beraber evime gittiğimizde Özlem gözlerinden kalp fışkırarak eve baktı. İlk kez geliyordu. Bu arada Zeyd iki kez aramıştı ama açamamıştım. İlkinde görmemiştim ikincisinde ise markette olduğumdan cevap verememiştim. Mehmet abi çoktan iki kişi ile gelmiş kapıda bizi bekliyordu.

"Ne taşıyacağız Gazel hanım,"

"Gelin abi içeri de ki mobilyaları taşıyacaksınız." Hep beraber son derece lüks salona girdiğimizde onlara taşınacak mobilyaları gösterdim. Özlem gelip de salon takımını gördüğünde şaşırdı:

"Bu takım daha yeni değil mi geçen ay katalogda görmüştüm neden değiştiriyorsunuz?"

"Değiştirmiyorum. Bizden daha çok ihtiyacı olan bir aileye gidecek. Bu takım bize fazla." Özlem bana ilk defa aklımda bir sorun varmış gibi baktığında ona güldüm. Ardından ona vermemi isteyipte bunu dile getiremezmiş gibi baktı ama tabi ki ona aldırmadım. Salon takımını hallettikten sonra sıra mutfakta ki bir türlü ısınamadığım yemek masasına geldi. Normal bir yemek masası değil de bir kraliyet ailesine aitmiş gibiydi. Özlem hiç değilse bunu bırak der gibi baktı ardından ama imkansızdı. Ev mobilyalardan tamamen arındığında ki halı, perdeler televizyon ünitesi büfe vs. herşey. bende rahat bir nefes aldım. Şimdi güzeldi işte. Bomboştu tıpkı benim gibi. Ardından Mehmet abi ile birlikte Muaz'ın verdiği adrese gittik.

Kapıyı bize ufak tefek bir kadın açtı. Bizi görünce önce bir şaşırdı özellikle de beni:

"Selamün aleyküm. Abdurrahman'ın annesisiniz değil mi? Medreseden geliyoruz biz."diyerek açıklamada bulundum ama kadının bakışları anında tedirgin bir hal aldı:

"Oğluma bir şey mi oldu yoksa?"

"Hayır hayır, korkmayın lütfen. Oğlunuz gayet iyi hatta şuan derstedir büyük bir ihtimalle."

Kadının rahat bir nefes aldı ve bizi içeri davet etti. İki oda bir salon evde eşya neredeyse hiç yoktu. Yerde eskimiş bir halı ve bir duvar dibinde bulunan yastıktan ibaretti eşyalar. Diğer odada ise bir iki yer yatağı duvar dibinde üst üste konulmuştu. Bunları görünce evdeki yataklardan birini hiç değilse getirmediğim için pişman oldum ve bunu aklımın bir köşesine yazdım. Küçük bir çocuk yerde uzanmış resim yapıyordu. Kadın isminin Berfin olduğunu söyledi. Henüz otuzlarında genç ve güzel bir kadındı. Üç çocuğu vardı. Abdurrahman, Ayşe ve Selim. En küçükleri Selim henüz 3 yaşlarında falandı. Ayşe artık Selim'e bakacak yaşa geldiği için Berfin hanımda bir terzide karın tokluğuna çalışmaya başlamıştı. Abdurrahman da hafta sonları ek bir işte çalışıyor annesine yardımcı oluyordu. Evin geçimi ikisinin üstündeydi. 17 yaşında bir çocuk ve yarım gün çalışan bir anne.

"Çok şükür boğazımızdan geçen bir iki lokma var, gerekirse bir iş daha bulurum. Çocuklarım sersefil olmasın okusun yeter." dedi Berfin. Halinden bir şikayeti yoktu.

"Eşiniz peki."

"2 yıl önce vefat etti. İstanbul'a çalışmak için gelmişti. Baktı biz orada o burada olmuyor bizde tası tarağı topladık geldik. Bir inşaatta çalışıyordu. Dediklerine göre iskeleden düşmüş."

"Peki şirket size bir ödeme yapmadı mı?"

"Yapmadı. Aksine suçu Osman da buldular. Bizimde halimiz ortada ne yapabilirdik ki." Kadının elini tuttum:

"Gönlünü ferah tut. Benim eşim avukat. Eminim size yardım etmek için elinden geleni yapar. Ben ilgileneceğim."

"Bu saatten sonra Osman geri gelmez bilirim ama haksızlığa uğramak şu çoluk çocuğumun rızkından olması insanın çok ağrına gidiyor Gazel hanım. Eğer gerçekten ilgilenirseniz duacınız olurum. Allah sizden razı olsun."

Yine o duyguya düştüm. Her defasında adaletin insandan yana olmadığına. Ama adaletin de sahibi Allah'tı ve Rabb hak dağıtıcıydı. Bana düşen Berfin hanım gibi nice insanlar için iyi bir insanla karşılaşma umudu olmaktı. O iyi insan olmak için vardım ben. Gitme vaktimiz geldiğinde kadın bizi uğurlamak için kapıya kadar geldi ve yeni aklına gelmiş gibi sordu: "Siz ne için gelmiştiniz?" gülümsedim ve kamyonu gösterdim.

"Size bir hediyemiz var." dedim. Mehmet abi ve diğerleri mobilyaları indirirken ben ve Özlem de erzakları mutfağa taşıyorduk.

Kadın bize olan mahcup bakışları karşısında ağlamaya başladığında gidip ona sarıldım. İyi dilek ve duaları karşısında utandım. Zaten hep böyle olurdum hep başkalarının bana minnettar oluşu beni utandırırdı. yine başımı sessizce eğdim tek söz etmeden başımı salladım ve oradan ayrıldım.

Yorgun argın eve geldiğimde çoktan karanlık basmıştı. İlk olarak mutfağa gittim uzun yemekler yapmak yerine sadece sıcak bir çorba yaptım. Bu gece bu ev Zeyd Hazar'ın evi gibi değildi. Benim evim gibi olsundu. Kulağım kapıdaydı Zeyd'in gelmesini bekliyordum. Odama gidip üzerimi değiştirdim. Tekrar aşağı indiğim sırada kapı çaldı geşen Zeyd'di. Beklemeden açtım.

"Hoş geldin." dedim gülümseyerek oda aynı şekilde karşılık verdi.

"Hoş buldum."

İçeri girmesi için kenara çekildim. Zeyd'in yorgun olduğu belliydi. İçeri girdi ayakkabılarını çıkardı. Önüne terlik koydum. Sessizce bir teşekkür ettikten sonra içeri doğru yürüdü.

"Nasıl geçti günün?"diye sordu konuşmak gibi bahane ararcasına:

"İyi, vakıfta oyalandım biraz, Muaz'ın selamı vardı."

"Aleykümselam. Acayip acıktım ayrıca bugün çok yoruldum-" boş salona bir göz atıp merdivenlere yöneldi ama farklılığı anlar anlamaz gerisin geri döndü. Boş salona baktı. Ardından çatılmış kaşlarla bana döndü.

"Gazel."

"Hım," eli ile boş salonu gösterdi.

"Hım?"

"Evde değişiklik yapmak istedim. Attım hepsini."

"Attın mı?"

"Evet. Zaten pek sevememiştim. Eskimiş gibiydiler."

Zeyd önce anlamazcasına birkaç saniye bana bakmaya devam etti. Aklımdan neler geçtiğinin merakındaydı ama anlaması imkansızdı. Sinirlendiği belliydi kızmasını bekledim ama birkaç saniye sadece gözlerimin içine baktı. Gerçekten bakışlarında ki o anlamdan çekindim ve ürktüm. Geri adım atmadıysam yüzümde ki korkuyu onun görmeyişindendi. Zeyd gözlerini kapattı başını geriye doğru yatırdı sessizce bir istiğfar getirdi ve sabır diledi. Adem elması hareketlendi yutkunurken. Bana tekrar döndüğünde gözlerinde ki o öfke kaybolmuştu. Eski haline geri döndü ama yine de zorla gülümsüyordu.

"Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum, sofrayı hazırlamana yardım edeyim."

Merdivenlerden çıkarken yorgun adımlar atıyordu. Bakışlarım üzerindeydi gerçekten de bir an üzüldüm onun için, babamın eve böyle geldiği zamanları anımsadım ya da Muaz'ın. Ne Betül ne de annem eşlerini benim Zeyd'i karşıladığım gibi karşılamıyorlardı. Bir an rahatsız oldum yaptığımdan ona doğru bir adım atmıştım ki Zeyd'in hemen yanımda ki çekmecenin üzerine bıraktığı telefonu çalmaya başladı. İstemsiz bakışlarım oraya kaydı. Ekranda Deniz Özer yazısını gördüm. Orada içimde Zeyd'e karşı az önce gelen tüm merhamet gerisin geri içimde döndü. Zeyd merdiveni henüz yarılamıştı:

"Kim arıyor?" diye sordu. Arkamı dönüp mutfağa giderken cevapladım.

"Deniz."

İçimde ki söylencelere kulak asmamak için bir an önce işe koyuldum. Yemek sofrasını hazırlamaya başladım. Bir kulağımda hala çalan telefondaydı. Zeyd telefonu cevapladı aynı anda da mutfağa gelip yanımda durdu:

"Efendim Deniz... İyiyim sen?" bir de halini hatrını soruyor? "Bensiz eğlenin. Gelmeyeceğim teşekkür ederim." Nereye çağırıyor ki bu saatte Zeyd'i? Arkadaş partisi gibi bir şey mi acaba? Gitsin. Giderse de bir daha eve gelmesin. Zeyd tam telefonu kapatacaktı ki tekrar kulağına götürdü ahizeyi: "Bu arada Deniz. Bir daha mesai saatleri dışında beni aramazsan sevinirim. Ayrıca eşimin de rahatsız olmasını istemiyorum."

Telefonu kapatıp bana döndüğünde elimde kaselerle Zeyd'i dinlediğimi fark ettim. Utanarak önüme döndüm. Zeyd hala durup bana bakıyordu. Boğazımı temizleyerek ona takıldım:

"Eğer istiyorsan arkadaşların ile çıkabilirsin beni düşünmene gerek yok."

"Bensiz yalnız yemek yemen yakışık kalır mı hiç? Üzülürsün... Dayanabileceğim bir şey değil bu."

Benden bir cevap beklemeden su bardaklarını çıkardı ben ona bakakalmışken. Gülümseyerek olmayan yemek masasına yürüdü ve anında kaybolan gülümsemesi ile bana döndü:

"Masayı da mı attın?" başımla onayladım şirin tutmaya çalıştığım bakışlarım ile, bir şey diyecekti ama vazgeçti. Bir sabır daha diledi. Gülümsemeye çalıştı: "Peki nerede yemek yiyeceğiz?" diye sordu.

"Yerde. Hem yer sofrasında yemek yemek Peygamber sünnetidir." Zeyd hiçbir şey demeden bakmakla yetindi sadece.

Yarım saat sonra Zeyd Hazar yer sofrasında bağdaş kurmuş oturuyordu. Bakışları önünde ki bir tas çorbadaydı. Yüzünde sakin düşünceli bir ifade vardı. Sessizce tepkisini izlerken diğer yandan bir bardak su doldurup dilimlenmiş ekmeğin hemen yanına bıraktım. Yüzümde ki peçeyi zar zor kaldırıp sıcak çorbadan bir kaşık alıp içtiğimde Zeyd'in bakışları yavaşça bana kaydı. Onu görmezden gelerek önüme döndüm. Birkaç saniye sonra açlıktan aklında kurduğu yemek sofrasını bir kenara atmış olmalı ki sessizce bir Besmele çekti ve yanında ki kaşığı eline aldı çorbadan tam bir yudum aldı. Memnun bir ifade belirdi yüzünde. Gözlerinde ki ılık ifade insanın içini ısıtıyordu. Ona gülümserken ve Zeyd bunu görmezken birden etraf karanlığa gömüldü. Zifiri karanlıkta Zeyd'i bile göremedim. Panikle elimi ona uzattım. Dirseğine değen elim gömleğini kavradı. Zeyd hemen elime dokundu:

"Korkma. Elektrikler kesildi şimdi bakarım ben." Gözlerim karanlığa alışırken Zeyd cep telefonunu çıkardı ve flaş ışığı mutfağı aydınlattı. Ayağa kalkıp gitmeye niyetlendi:

"Dur. Beni burada bırakma."

"Korkma. Hemen döneceğim, sigorta atmıştır bir bakayım."

Cevap vermemi beklemeden hemen çıktı odadan. Karanlıkta telefonun el fenerinin ışığı oturduğum yerden bile görünüyordu. Zeyd kapıya kadar gitti bir süre oyalandı orada ardından salonda ki çekmeceleri karıştırdı ve az sonra yanıma döndü. Elinde bir mum vardı. Buzdolabının yanında ki çekmeceden çakmağı bulup mumu yaktığında mum alevi çehresi birlikte mutfağı da aydınlattı. Telefondan yayılan ışığı kapatıp tekrar yanıma geldi ve bağdaş kurarak oturdu yanıma. İkili şamdanın bir ucuna yerleştirdiği mumum titrek alevi etrafımızı aydınlatıyordu.

"Sigortada sorun yok. Umarım tekrar gelir en kısa sürede."

"İnşallah."

Zeyd tekrar yemek kaşığını eline aldı, Besmelesini çekti ve çorbasını kaşıkladı. O an Zeyd ile yer sofrasında ve mum ışığında yemek yerken zaman içimde çok çok eski dönemlerden birine attı beni. An insanın içinde asrı aştı ve kalbimde ki zamanı bana yabancılaştırdı. İçimi kaplayan, aydınlatan duygu mum ışığından yayılmıyorsa eğer Zeyd'in aydınlanan ve gülümseyen o yarım çehresinden içime doluyordu. Sanki toprağın altından başını yeryüzüne çıkarmış bir fidan gibiydi bu his. Yüzünü güneşe döndü ve gülümseyerek fısıldadı; Subhanallah.

"Çok güzel değil mi?" diyen ses içimden yayılıyor sandım ta ki Zeyd'in bakışları onda sabitlenmiş gözlerim ile buluşana dek. Yutkundum ve Allah'tan beni bu fani duyguya kaptırmamam için dilekte bulundum. Birkaç tuhaf geçen sessiz saniyeden sonra önüme döndüm:

"Çorba mı?"

"Hayır, yani evet oda çok güzel ama demek istediğim seninle yer sofrasında mum ışığında sadece bir tas çorbanın bulunduğu bir akşam yemeği yemek... Allah bana daha fazla nasıl bir güzellik bahşedebilir bilmiyorum." Şaşırttı beni yine Zeyd. Hep böyle mi olacaktı bilmiyorum ama kalbimin bir iki tek daha çarptığını hissettim ardından bir ılıklık yayıldı vücuduma. Gülümsedim. Zeyd beni gülümsetti.

"Elhamdülillah ki, her haline şükretmeyi bilenlerdensin." dedim.

"Elbette. Neyim eksik. Var her şeyim."

"Her şeye sahip misin?"

"Bir şey dışında."

"Nedir?"

"Bir gönle sahip olan kainata sahip olur derler. Senin gönlüne sahip olmak benim niyetim. Allah niyetimi kabul etsin." sessiz kaldım aslında şuan Hayır, gönlüme sahip değilsin demek geçti içimden ama sadece geçti ve hemen yok oldu. Sessizliğim üzerine Zeyd daha da yumuşak ve vuslat dolu bir sesle devam etti: "Şükürler olsun ki gönlünün kapısındayım ve beni içeri alıyorsun."

"Alıyor muyum?"

"Evet."

"Nasıl biliyorsun bunu? Bir insanın seni sevdiğinden nasıl emin olabilirsin." Zeyd bana döndü:

"Söyle bana beşerde ahiretlik baki bir sevdaya inanıyor musun?" bana ait olmayan bir ses yankılandı içimde; kalbim çarpıyor sen böyle bana bakarken daha nasıl inanıyor olabilirim...

"İnanıyorum."

"Gördüren Allah, o kişi karşına çıktığında sana gösterir, duyurur, hissettirir." elini kalbimin üzerine hafifçe dokundurdu dokunuşunu görmesem hissedemezdim. Usulca döküldü kelimeler dudaklarından: "Mesele burada. Çarpıyor mu kalbin bana baktığında." çarpıyor... sesi nasıl bastırabilirdim? elinin işaret ve orta parmağını birleştirerek şakağıma dokundu bu defa: "ve burada beni düşünüyor, düşlüyor mu?" düşünüyor... işaret parmağını ardından gözlerime doğrulttu ve kirpiklerime dokundu, gözlerimi dahi kırpmadan ona bakıyordum: "Göz kapağının altında ki resim kim?" gözlerimi kapattım hala Zeyd'in yarı aydınlık yüzü karşımdaydı... Yutkundum... Kalbimde ki o süveyda da ki noktaya dokundu.

"Allah'ım... Sen neyi yaşattıysan hayırlı olan odur. Ve kalbime kimi layık gördüysen tüm sevgim Sen'den sonra onadır. Amenna." gözlerimi açtım. Buğuluydu. Zeyd gözlerime öyle bir bakışla bakıyordu ki. İçimde ki ona sarılma hissini fark ettiğim an elektrik çarpmış gibi kendimi geri çektim.

"Üzerine çok düşünmüş gibisin." dedim şapşal bir şekilde ne diyeceğimi bilemeden, bakışlarımı ondan çekip önüme odakladım. Gülümseyerek cevap verdi Zeyd asla geri adım atmıyordu:

"İnsanın senin gibi güzel bir karısı oluncaa bunları çoktan düşünmüş oluyorsun."

"Yine beni inceden etkilemeye çalışıyorsun. Yüzümü görmeden güzel olduğumu nasıl bilebilirsin?"

"Seni seviyorum. İnsanın sevdiği her şey ona en güzeldir. Sende benim en güzelimsin."

"Ama sen benim için en güzel de-" sustum. İçimde ki sesti beni susturan. yalan söyleme... Zeyd tek kaşını kaldırdı ve güldü:

"Yani sana göre yakışıklı değil miyim?" diye sordu. Gözlerimi kısarak ona baktım:

"Sana herkes yakışıklı olduğunu mu söylüyor?"

"Yani... ben pek öyle düşünmüyorum ama söyleyen çok insana rastladım. Arkadaşlarımın çoğu öyle söyler." Arkadaş? Deniz mi yoksa? Ah!

"Deniz de mi?"

"Kıskanıyorsun. Çünkü insan sevdiği insanı kıskanır." Elimde ki kaşığı yere bıraktım. Haklıydı... Kıskanmadığımı inkar etmedim, edemezdim. Ama bu keyiflenilecek bir duygu muydu? Bunu anlayabileceğini düşünüyordum o halde onun anlayacağı dilden konuşmak gerekti.

"Lokman'ı tanıyor musun?" Zeyd birkaç saniye ne alaka diye bakarak düşündü. Ardından cevap verdi:

"Medrese de göreve başlayan Lokman mı?"

"Evet. Nasıl biri?" gülümsedi.

"Çok iyi biridir, Allah razı olsun."

"Öyle değil görünüşünden bahsediyorum."

"Yakışıklı bir kardeşimdir."

"Medreseyi bilen kızların yüzde ellisinin ona talip olduğunu biliyor musun?" güldü Zeyd:

"Şaşırmadım."

"Bayağı yakışıklı, hoş, –Allah sahibine bağışlasın- çalışkan dürüst sözünde, işinde gücünde, imanında ahlakında..." Zeyd'in kaşları çatıldı.

"Hayırdır?" Tamamdır.

"Kıskandın mı?" yüzünde ciddi bir ifade belirdi. Kıskanmıştı ama söze vurmadı.

"Nereye varacaksın?"

"Şuraya. Lokman Muaz'a evlenmek maksadında helal süt emmiş bir kız aradığını söylemiş, Muaz da ilk olarak beni düşünmüştü. Ama araya zaman girdi olmadı nasip değilmiş. Şimdi Lokman vakfa her geldiğinde selamünaleyküm dediğinde bende ona gülümseyerek aleykümselam demeli miyim?"

"Deme." dedi anında sert bir ses ile. Ardından aşırı tepkisini geri geri çekti: "Yani tabi ki selamını alacaksın ama sakın gülümseme."

"Neden?"

"Namahrem."

"Başka neden?" dürüstçe cevap verdi:

"Çünkü sen benim can eşimsin en güzel sadece bana gülümse."

"Gördün mü Zeyd? Çünkü sende benim kocamsın. Böyle davranmam gayet normal."

Beni anladığını düşünmüştüm. Artık kıskanıyorsun diyerek keyiflenmesine gerek yoktu. Ayağa kalktım önümde ki soğumuş çorba tasını da kaldırdım. Zeyd de aynı anda ayağa kalktı bana doğru yaklaştı.

"Ne zaman oldu bu Lokman mevzusu?" kaşları öfke ile çatıktı ama sesini sakin tutmayı başarıyordu. Gözlerimi devirdim.

"Ne önemi var. Onun haberi bile yoktur benden."

"Yine de bilmek istiyorum. Muaz a da aşk olsun. Sevdiğimiz kadını başka birine düşünmüş demek."

"Sevdiğim kadın mı? O zaman eminim ki aklının ucundan dahi geçmiyorumdur. Ayrıca öncesinde olan olaylar için şimdi mi tartışacağız. Ana temayı aklından çıkarma yeterli bu. Kıskanmı-" susmamın nedeni Zeyd'in birden üzerime doğru eğilmesiydi. İki kolunun arasına beni aldığında duvara sindikçe sindim. Gözlerimin içine baktı. Korktum. Aslında kalbimin çarpıntısının adını ilk korku sanmıştım ardından Zeyd bana yaklaştığında bunun heyecan olduğunu anladım. Kaç saat geçti o an bilmiyorum kalbimin her çarpışı bir saate bedeldi. İlk defa ona bu kadar yakın olmanın verdiği hissi bir iki kez çırpındı içimde yüzümün kızarması daha sıcak hissettirdi. Gözlerinden başka hiçbir şey göremeyişim içimde ki diğer tüm görüntüleri sildi. Zeyd'in gözleri içimde ki semanın yeni haliydi, onun gözleri bana yeni bir galaksinin kapılarını açan ilk yerdi. Orda onun gözlerinde başka bir dünya olduğunu da o süveyda yıldızını da o an gördüm. Parladıkça parlayan büyüyen bir şeydi süveyda yıldızı Zeyd'in gözlerinde ve ben o yıldıza o an talip oldum.

"Gazel," kadife gibi bir sesle: "Ben sana bir vücuda sahip olarak karım demiyorum. Allah'ın bana olan emanetine sahip çıkarmış gibi sahipleniyorum. Benden başka hiçbir göz seni görmesin. Seni en çok kıskanan benim. Sende ki güzelliği görmeyen her göz kördür, bir ben değilim. Seni seviyorum çünkü bu kalbim sadece sen yanımdayken çarpıyor. Aklım sadece senin içinde olduğun şeyleri çekip alıyor ve ben ne zaman gözlerimi kapatsam göz kapağımın hemen altında sen beliriyorsun. Seni ben en evvelden sevdim. Allah, Hanif baba ile karşılaşmamı seninle visalim için istedi ben bunu şimdi senin karşındayken anlıyorum. Sen benim bu hayatta ki sahip olduğum en güzel lütufsun. Beni seviyorsun. Çünkü ruhum vücuduma konulmadan önce yanı başımdaydın sen. Ben seni daha orada sevdim. Sen de beni..."

"Zeyd ben-"

"Şşş. bir şey söyleme. İnkarın kalbimi yaralar. Ben söylediklerimden eminim. Bu kadar."

Usulca uzanıp alnımdan öptü. Birkaç saniye durdu ve çekilmedi. Kokusu ciğerlerime doldu. Gözlerime yüklendi. Hüzünden de evvel sevginin bir kalbe yakışan en güzel şey olduğunu Zeyd'den öğrendim. Zeyd kendini bana sevgisi ile sevdirmişti. İlk kez bu sevginin ve bu heyecanın beni mutlu ettiğini de hissettim. Geri çekildi ve bir iki adım attı. Gözümden düşen bir damla yaşı görmedi yüzüme de bakmadı. Naif bir kalbin karşısında nasıl durabilirdim ki ben. Bunu Zeyd'e anlatamıyordum. O da bu gece beni dinleyemeyecekti. Sessizce yerde duran sofrayı toplamaya başladı.

. . .

Tek mumun aydınlattığı mutfakta sessizce bulaşıkları yıkamama yardım etti. Yüzünde huzur dolu bir ifade vardı. Göz ucuyla bakıp arada onu kontrol ediyordum onunda arada bana dönen kaçamak bakışlarını yakılıyordum. Yorgun görünüyordu gerçekten de.

"Yorgun görünüyorsun." dedim havlu ile ellerini kuralarken. Az önce ki yakınlaşmadan sıyrılamamıştım henüz.

"Yorgunum."

"Bir duş alıp dinlen odanda." başını sallayarak onayladı beni. Kapıya yöneldiği sırada tekrar bana döndü:

"Şamdanı sen al."

"Sen peki?"

"Telefonun el feneri ile hallederim." ardından çıktı odadan.

Bakışlarım mumun titrek alevinde Zeyd'in merdivenlerden çıkışını dinledim. Odasına girip kapıyı kapattı. Ardından bir kapı açılıp kapanma sesi duyuldu. Banyoya girmişti. Daha fazla durmayıp şamdanı elime aldım ve merdivenlere yöneldim odamın kapısına geldiğimde Zeyd'in odasının kapısını açık gördüm. Oda karanlıktı.

"Zeyd!" diyerek seslendim ama ses veren olmadı. Banyoda olmalıydı hala. Uzanıp kapıyı çekeceğim sırada banyonun kapısı açıldı ve Zeyd belinden havlu ile çıktı. Bir elimde şamdan diğer elim kapının kulpunda kalakaldım. Zeyd beni gördüğüne bir an şaşırdı ardından bakışlarımı takip ederek vücuduna baktı. Neye baktığımı orada farkına varıp bakışlarımı eğdim hemen:

"Özür dilerim ben seslendim ama... duymadın... Şamdanı bırakayım dedim... yani istersen."

"Hayır, sende kalabilir."

"Peki." utançtan kıpkırmızı kesilerek odama dönmüştüm ki tekrar seslendi Zeyd kapının önünden:

"Bir şey var." dediğinde ona baktım, bakışlarım tekrar vücudunda gezindi ve hemen arkamı döndüm. Hafif bir gülme sesi duydum Zeyd'den devam etti: "Birkaç günlüğüne şehir dışına çıkmam gerek. Önemli bir işim var."

"Ne işi?"

"Berzah'ın bir davası için konuşmam gereken bir adam var."

"Bunu da avukatı olarak sen mi yapıyorsun?"

"Hayır bunu bir dostu olarak yapıyorum." dedi gülümseyerek.

"Kaç gün kalacaksın peki?"

"Üç ya da dört gün. Emel abla bu hafta dönecekti ama annemin tansiyonu çıktığı için birkaç gün daha orada kalacak. İstersen sende orada kalabilirsin."

"Sen dönene kadar ailemin yanında kalabilir miyim?"

"Elbette."

"Peki o zaman. Allah rahatlık versin." Kapıyı kapattığım sırada Zeyd kapı eşiğindeydi:

"Eğer kokarsan karanlıktan, kapım her zaman açık." sırıtışı ile daha da kızararak cevap vermeden kapattım kapıyı.

. . .

Sabah erkenden kalktım. Henüz gün doğmamıştı. Gece söndürmeden uyuduğum mum tamamen bitmiş ve sönüktü. Sabah namazından sonra kahvaltı hazırlamak için mutfağa indiğimde Zeyd hala odasından çıkmamıştı. Uyanık olduğunu biliyordum bugün yürüyüşe dahai çıkmadığına göre kahvaltı yapmadan çıkacaktı demek. Her ihtimale karşı çay suyu koyup Zeyd'in inmesini beklemeye başladım. O sırada kapı zili çaldı. Sabahın bu erken saatinde kim olabileceğinin endişesi içime düşerken kapıya gidip ekrandan gelene baktım. Uzun boylu siyah takım elbiseli şık bir adam vardı kapıda sert yüz ifadesi ve sabırsız hali ile bir kez daha zile bastı. Hemen tanıdım onu; Talha Bahremoğlu idi. Açsam sorun olur mu bilemedim ama Zeyd'in aşağıya ineceğini bildiğim için kapıyı açtım.

Talha'nın sert bakışları yüzüme döndüğünde dondu kaldı birkaç saniye. Yalnız olmadığını da orada gördüm. Ondan daha çok şaşırmış biri daha vardı arkasında. Gözlerinin rengi için secdeden başını kaldırmaması gereken biriydi o da, resmin üç silahşörlerinden diğeriydi; Berzah Akad. Oda lacivert bir takım elbise giymişti ama Talha'ya göre daha az korkutucuydu. Talha kendine geldiğinde gözlerini kısarak soru sorar gibi bana baktığında bu bakışların sen kimsin demek olduğunu fark etmiştim bu yüzden beklemeden cevapladım onlar hala yüzümde ki peçeye takılmışken.

"Hoş geldiniz. Gazel ben. Zeyd'in eşiyim." Berzah'ın kaşları havalandı. Asil bir gülümseme belirdi yüzünde. Eşi Hare'ydi. Onun nasıl biri olduğunu merak ettim orada. Konuştuğunda sesi hiç değilse yüzü kadar soğuk değildi.

"Kusura bakma biz seni... daha farklı bekliyorduk." nasıl farklı bir beklenti oluşturduğumu anlamadım. Bakışlarından üzerinde durmamam gerektiğini de anladım. Talha'nın çatılmış kaşları huzursuz bakışları üzerimdeydi. Rahatsız olduğumu fark etmiş gibi bakışlarını çekti, içeri girmeye niyetlenerek içeri doğru bir adım attığı an Berzah onu omzundan tutarak durdurdu Talha geriye çevirdiği bakışları ile Berzah'a anlamadan sert bir bakış attı. Berzah bakışları ile beni gösterdi ilk olarak, ardından bana döndü ve sordu:

"Zeyd uyandı mı?"

"Evet."

"İçeri girebilir miyiz?" geriye çekildim.

Berzah'ın da sert bir üslubu vardı ama Talha'ya göre daha anlayışlı ve düşünceli biri gibi görünüyordu. Hızla salona girdiklerini görünce hallerinden bir aceleleri olduğunu anlamıştım. Kapıyı kapatıp salona geçtiğimde Talha yine sert yüz ifadesi ile boş salonu incelediğini gördüm aynı anda Zeyd hızlı adımlarla merdivenlerden indi. Siyah takım elbise giymiş ince kravatı boynunda sarkıyordu. Elinde de bir iki dosya ve bilgisayar çantası vardı:

"Eve hırsız mı girdi?" diye soran Talha'ya Zeyd güldü:

"Hayır, mobilyaları değiştirmeye karar verdik ondan. Neyse bırak şimdi onları adresi buldun mu?"

"Buldum." Berzah araya girdi:

"Ama ben hala yalnız gitmemeni öneriyorum."

"Merak etme bir şey olmayacak Talha her şeyi ayarladı." Talha çalan telefonunu kapatırken diğer yandan konuştu:

"Ben gelmeliydim seninle."

"Olmaz işlerin başında durmalısın. Hem ters giden bir şey olursa hemen müdahale edeceksin nasılsa. Gözün üzerimde."

Konuşmalarından hiçbir şey anlamadım ama tehlikeli bir şeylerin döndüğünü hissetmem hiç de zor olmadı. İçimde ki bir korkunun baş göstermesi ile telaşlanmaya başladım. Sessizce yanlarında durup onları dinlerken benim orada olduğumu unutmuş gibiydiler. Simsiyah takım elbisesi içinde Talha'nın ya da ondan daha az karanlık göstermeyen Berzah'ın halleri içimde soğuk rüzgarlar estirmeye başladı. Zeyd'in her zaman beni ısıtan çehresinde o aradığım ışığı bulamayışım daha da korkmama sebep oldu. Ona olan bakışlarımı ilk fark eden Zeyd oldu:

"Tanıştınız mı? Eşim Gazel." Diğer ikisi de bana döndüğünde Berzah yüzünde ki sert maskeyi indirmişti:

"Evet. İlk defa bir konuda yanıldığımız için mutlu oldum." dedi elini yumruk yapıp Zeyd'e uzatırken hala hakkımda ne düşündüklerini düşünürken, daha sonra Zeyd'e bunu soracaktım. Zeyd gülerek bana döndü:

"Gazel, bu gördüğün yakışıklı adam Berzah, şu suratsız olanda Talha. Kendileri benim için Can ve Mirza gibi değerlidirler."

"Memnun oldum." dedim. Ardından dayanamayarak sordum: "Siz mafya mısınız? Yanlış anlamayın dış görünüşünüzden ve tehlike kokan cümlelerinizden dolayı sordum." Zeyd ilk defa çok keyiflenerek güldü. Berzah ise gülümsedi. İkisi bakışırken Talha ellerini cebine koyarak çatık kaşları ile sordu:

"Neden her tesettürlü kızdan mafya mısınız sorusunu duyuyoruz?" yalnız olmamam biraz olsun haklılık payı veriyordu yine de Talha'nın sitem dolu hali beni gülümsetti:

"Başkaları da mı var?"

"Müstakbel karısı da onu mafya sanıyor." diyerek gülen Berzah'tı. Talha hemen karşıladı onu:

"Eminim Hare seni ilk gördüğünde beyaz atlı prens sanmıştı."

"Her halde oğlum. Bir mafyaya benzemek için fazla yakışıklıyım." Talha ona aklında bir sorun olduğunu düşünen bakışlar atarken Zeyd araya girdi:

"Tamam beyler. Yeter işimiz gücümüz var." Zeyd gülerek onları kapıya döndürdü. Talha da Berzah da kapıdan çıktıklarında Zeyd ayakkabılarını giyerken yanında bekledim. Doğrulup siyah ceketini de giydi. Hava da kara bulutlar dolaşıyordu. Gözlerim gökyüzünden sonra Zeyd'in bana bakan gözlerine döndü:

"Nedense birkaç yıl görüşemeyecekmiş gibi ayrılıyor gibi hissediyorum." dedim.

"Neden?"

"Arkadaşların endişelenmemi gerektirecek şekilde konuştular." diyerek dürüst oldum daha doğrusu onun bir iki sözcükte olsa beni rahatlatmasını istedim.

"Bakma sen onlara, en az senin kadar evhamlılar."

"Tehlikeli bir şey yapmıyorsun değil mi Zeyd?"

"Eğer tehlikeli ise ne olacak?"

"Üzülürüm."

Zeyd bunu beklemiyor olacaktı ki birkaç saniye dondu bakışları ardından yüzümü avuçladı ve uzanıp alnımdan öptü. Beklemediğim bu buseden dolayı kalakaldım aklım boşaldı kelimeler tükendi etraf flulaştı. Kokusu içimde yayıldı dolaştı ve köşesine kuruldu. Öylece kaldık birkaç saniye. Geri çekilmedi. Bana sarılmak istediğini kararsızca havaya kalkan elinden anlamıştım ama vazgeçti, biraz geri çekilip yüzüme baktı:

"Üzülme sakın. Merak edecek hiçbir şey yok. İşlerimi acele ile bitirip hemen döneceğim dizinin dibine. Allah'a emanet ol." bunu bir veda gibi hissetmek fazlası ile ağrıma gittiğinden içimde bir şeyler kırıldı, daha çok rahatsız hissettim. Zeyd:

"Neden endişelisin?" diye sordu:

"Bu gidişin iyi hissettirmiyor."

"O kötü hislerden Allah'a sığın. Hep öyle yapmıyor muyuz?" geri çekildiğinde elimi hafifçe kalbinin üzerine bastırdım. Şaşırdı ilk olarak sonrasında gülümsedi. Ne yaptığımı anlamıştı. Dergahta biri ayrılırken onun kalbinin üstüne elini koyar ondan önce kalbini Allah'a emanet ederlerdi. Bende içimde ki huzursuzluğu bir kenara attım:

"Allah'a emanetsin."

. . .

(1 Hafta sonra)

. . .

Zeyd söylediği gibi 3 gün sonra dönmedi. Gittiği günden sonra her gün beni aradı Hatay, Ankara ve Bursa olmak üzerine birkaç farklı şehirden... İlk zamanlar günde 3 kez aramaları iki güne düştü ve bu aramalarında ise uzun konuşmuyor sadece sesimi duymak istediğini, beni birilerinin arayıp aramadığını, kimsenin gelip gitmediğini falan soruyordu. Bir şeyden korktuğu belliydi. Özellikle de benimle ilgili bir şeyler olmasından. Onu rahatlatmak için her şeyi olabildiğince açıklamaya çalışıyordum. Ama onun uzayan az kaldı işim bitince döneceğim gibi cümlelerinden sonra bende artık endişelendiğimi açıkça ifade ediyordum. Huzursuzdum. Zeyd iyiydi döneceğim diyordu ama gelmiyordu ve onu görene değin ben sürekli içimde bir burukluk hissedecektim. Bunu da ilk kez fark ettim; Zeyd'in hayatımda tamamıyla bir yer edindiğini ve onu kaybetmek korkumun olduğunu. Bunu itiraf etmek benim için hiç de kolay olmadı. O gittiği günden bu yana düşünüp duruyorum. Tartıp biçiyorum. Onu sevmek fiiline mahzar oldum mu bilemem ama ona kalbimin en derinine kadar ısındığını söyleyebiliyorum artık. Bunun da farkına Zeyd'in beni aradığı o son gün vardım. Vakıfta eksik bırakılmış dosyaları tekrardan düzenliyordum. Havanın güneşli ve güzel olduğu nadir günlerden biriydi. Sabah evden çıkarken Muaz öğrencilerin bugün ki hatim dersini bahçede yapacağını söyledi. Bu yüzden ben masanın başındayken çocuklar bahçede Kur'an okuyordu. Sesini duymak için yüksek avlu duvarının ardında ki pencerelerin hepsini açtım. Ses belli belirsizdi ama yine de anlaşılıyordu. Okuyan her kimse tilaveti insanın ruhunu okşuyor derman tesellisi veriyordu. Yeni bir sureye geçti Taha suresiydi. Okuduğu her ayet insanın etrafında dönüyor birkaç tur atıyor kalbine değiyor ve yavaşça içeri süzülüyordu. 39.ayeti okuduğunda elimde ki kalemi bırakıp Hz. Musa ile ilgili olan ayeti dinledim. İçimi sabahtandır saran bulutlar kalktı. Tıpkı dışarı da ki hava gibi içimde bahar havası büründü. Gülümsedim ve Allah'a şükrettim. O sırada telefonum çaldı ve ekranda Zeyd'in adı belirdi hemen cevapladım.

"Bugün de aramasaydın polise gidip kayıp ihbarı verecektim." güldü Zeyd yorgun bir sesle cevapladı beni:

"Aleykümselam."

"Selamün aleyküm. Neredesin Zeyd?"

"Hiçbir yerde."

"Latifenin sırası değil, gerçekten neredesin?"

"Gaziantep."

"Hala dönmüyor musun?"

"Son bir işim kaldı. Birini bekliyorum. Döneceğim."

"Bu cümleyi daha önce de duymuştum."

"Bu defa ciddiyim." dedi ardından aramızda bir sessizlik oluştu. Uyumak üzere gibiydi: "Sesin iyi geldi." dedi ardından.

"Senin sesin ise kötü geliyor. Hasta mısın yoksa? Yemek yedin mi? Namaz kıldın mı?"

"Yemeğimi yedim, namazımı kıldım, az sonra uyuyacağım. Demin Kur'an okuyordum. Sen düştün aklıma. Aramasam olmazdı." az önce ki halimi anımsayarak takıldım ona:

"Taha suresi mi yoksa." Zeyd gülümsedi.

"Nasıl bildin?"

"Ciddi misin?"

"39.ayete ancak gelebildim... Senin benim ruhdaşım olduğunu hep söylemiyor muydum? İşte kanıtı.... Kalbim senindir..." sesi kısıldıkça kısıldı ve ahizenin diğer ucunda uyuyakaldı. Bense birkaç dakika telefonu kapatmadan öylece bekledim. Tevafukluk için Allah'a şükrettim. Haklıydı Zeyd, o benim ruhdaşımdı.

. . .

Sonra ki gün vakfın bayanlar için olan teşekkür yemeğinde yaklaşık on küsur birbirinden önemli ve değerli hanımlar ile birlikte yemek yedik. Birkaç teşekkür konuşması yapıldı, sohbetler edildi yeni imkanlar için öneriler verildi, yeni fikirler beyan edildi. Sonlara doğru önemli bir tekstil markasının sahibi olan Bahtiyar beyin eşi Serap hanımla sohbet etmeye başladık. 50 yaşın üstünde tombul güleç yüzlü sohbeti canan bir kadındı. Beni de Betül'ü de pek severdi. Normalde toplantılara nadiren katıldığım için daha önce uzun bir şekilde konuşma fırsatımız olmadığından Serap hanımın sohbetine yeni nail olmuştum ve güzel sözleri yerinde latifeleri ile ona hayran kalmıştım. Telefon numaramı verip de beni evine davet ettiği sırada telefonu çaldı. Aramayı bekliyormuş gibi acele ile cevapladı. Karşıda ki kişi her ne dediyse Serap hanımın rengi attı eli ayağı titremeye başladı. Sessizce telefonu kapattı. Ardından gözleri yardım umar gibi bana çevrildi. Serap hanım nüfuslu biriydi ve şu anda her ne haber aldıysa bu çok kötü bile olsa böyle herkesin bulunduğu bir ortamda renk vermemeliydi. Vermeyeceğini de biliyordum ama haber ne kadar kötüydü bilmiyorum Serap hanımın dizlerinde ki derman kesildi Tansiyonu çıktı. Gözleri karardı. Kimseye belli etmeden kolundan tutarak onu kaldırdım ve kendi odama götürüp koltuğa oturttum.

"İyi misiniz Serap hanım? Doktor çağırmamı ister misiniz?" kadının gözleri doldu.

"Değilim Gazel. Allah'ım sen koru kızımı." Serap hanımın 20 li yaşlarda üniversite öğrencisi bir kızı vardı adı Melike'ydi. Telaşla sordum:

"Kızınıza bir şey mi oldu?"

"İnşallah olmamıştır." Telefonu eline alıp tekrar birilerini aramaya başladı ama açan olmadı. Bana döndü, gözleri dolmuştu kadının: "Gazel rica etsem beni bırakması için bir taksi çağırır mısın?"

"Ne taksisi Serap hanım lütfen, ben bırakırım sizi. Nereye gideceksiniz?"

"Emniyete."

Dediğini yapıp Serap hanımı kimseye belli etmeden emniyet müdürlüğüne götürdüm. Kadının korkudan dizlerinde derman kesilmişti ve yol boyunca endişeden kıvranıp durmuştu. Bu yüzden koluna girerek yürümesine yardımcı oldum. Gerekli kişiler ile görüştükten sonra nihayet Melike'yi sağ salim görünce kadın biraz olsun kendine geldi. Bende kızı iyi olduğu için bir parça onun adına sevindim. Görünen o ki Melike'nin bir şeyi yoktu. Aksine abarttığı için annesine kızıyordu. İşlemleri halledip şikayetçi olduklarını söyledikten sonra nihayet işleri bitti. Onları tekrar evlerine bırakmak için ısrar ettim. Yol üstü Serap hanımın biraz olsun kendine gelmesi, dinlenmesi için bir kafede durdum. O bir şeyler içerken diğer yandan benimle konuşuyordu:

"Allah razı olsun Gazel, bugün bana yardımcı olduğun için teşekkür ederim. Bahtiyar telefonunu açmayınca deliye döndüm. Ah. Sen olmasan vakıftakilere de rezil rüsva olurduk."

"Estağfurullah kim olsa size yardım ederdi. Hem rezil olunacak bir durum yok. Öyle düşünmeyin."

"Var Gazel," dedi Melike karşımda otururken. Şaşırarak ona baktım. Başını önüne eğip sustu: "Çünkü peşinde saplantılı tehlikeli korkunç bir sapık olan bir kızları var onların. Öyle değil mi anne?" Serap hanım sinirlendi:

"Sakın yine başlama Melike. Ya o serseri sana yine bir şey yapsaydı."

"Anne-"tartışmaya başladıklarını anladığım için araya girmek istedim:

"Sinirlenmeyin Serap hanım tansiyonunuz yine çıkabilir."

"Çıkmasında ne yapsın Gazel. Yıllardır bir kurtulamadık şu adamdan. Tutuklansın yakamızı bıraksın diye denemediğimiz yol kalmadı ama hala kızın peşinde. Ödüm kopuyor Melike'ye bir şey yapacak diye."

"Ne diyeceğimi bilemiyorum. Şikayetçi oldunuz. Polisler gereken neyse onu yapacaklardır eminim. Uzaklaştırma emrini çiğnemesi hem de defalarca bunu yapması yanına kalmayacaktır. Şükürler olsun ki kızınıza bir şey olmamış. İyi yönünden düşünün."

"Sürekli diken üstündeyiz. Başvurmadığımız çare kalmadı."

"Dilerseniz eşime danışabilirsiniz o da avukat. Seve seve yardımcı olacağına eminim."

"Eşin avukat mıydı senin?"

"Evet. Hem de alanının en iyisidir."

"Gerçekten yardımcı olur mu?"

"Elbette sizin gibi değerli bir insanı asla kırmaz."

"İnşallah. Hemen dava açsak en iyisi olur. Henüz olay tazeyken. O Can Ilgaz denen serseri bir daha çıkamasın o nezarethaneden. Şimdi kime güvenecek bakalım."

Donup kaldım. Yanlış duymuş olmalıydım.

"Kim dediniz? Can mı?"

"Evet Can, Can Ilgaz. O da avukat bir ailenin oğlu. Onlara güveniyor tabi."

Hemen kalktım yerimden. Serap hanım ve Melike ne olduğunu bile anlamadan ardımdan bakarken hızla arabaya gittim. Ve gerisin geri karakola döndüm. Polis memuru bir sürü soru sordu birkaç evrak kontrol etti ve sonunda nezarethaneye girebildim. Kalın parmaklıkların arkasında onu gördüğümde donup kaldım. Gerçekten de oydu. Aklıma ilk gelen şey Zeyd'in bundan haberi olup olmadığıydı.

Can kollarını göğsünde kavuşturmuş başını arkaya atmış gözlerini kapatmıştı. Oldukça kayıtsız görünüyordu ve rahat bir şekilde yayılmıştı.

"Can!"

Gözlerini açıp bana baktı. Yüzümde peçe yoktu bu yüzden tanımayacağını biliyordum. Ona olan endişeli bakışlarımın altından bana kim olduğumu anlamadan bakarken sonunda resmi oturtmuş olacak ki kollarını çözüp ayağa kalktı.

"Gazel!"

. . .


Loading...
0%