Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.Bölüm

@cigdemgah

Beşer de aşk; kör bir kuyunun dibine bakmaktan ibarettir. Bir bakan bir daha gözlerini alamaz, düşen içinden çıkamaz, sonlu olan bir boşluğu sonsuz sanar ama asla visale bahtiyar olamaz. Debelenip durur ama niyeti çıkmak değil daha da gömülmek olur kuyunun dibine çünkü sevda azabıyla lezzet verir. Bakmak ile niyet edilir kuyuya ve bakmak ile kuyunun sonsuz sanılan dibinde ki süveydayı görebildiğinize mimler sizi Rabb. Bu kadar zordur derler bir de.

Zeyd'i ile ilk karşılaştığımız da ben onu göremediğimi düşünüyorum. Zira kalbimin teklemesini kabul etsem de o gün ona bir tas çorba verdiğimde, araya giren zaman bunu gösteriyordu. Ya da zamanımız henüz dolmamıştı o an, zaten zamanı dolmadan kuyu önüne çıkmazdı ki kulun bilirdim. Belki de bana nasip olunamayan o görebilmek Zeyd'in naif kalbine nasipti. Öyle ki sadece gözlerini gördüğü halde hatta göremeden evvelde bana kalbinin ısındığını itiraf etmişti. Sevdiğinin yüzünü görmeden o kuyuyu görebildiğini gösteriyordu Zeyd'in sevgisi. Sina hoca bir keresinde edebiyat dersinde aşk üzerine demişti ki; "İnsanlara beşerde ki gönüldaşları daha Bezm-i Elest de ruhlarına yazılırmış, dünya ya gözümüzü açıp bir vakit yaşamak belasına tutunduğundan ruhlarımızın ezber ettiği o simayı hatırlamaz... Ta ki maşukun yüzü karşımızda belirene kadar. Belirince birden anımsayıverir hafıza. İşte evet o diye çırpınır içiniz. Bu o, ruhdaşın o, diye feryat figan haykırır. Bilirsiniz, hissedersiniz ve emin olun ruhdaşınız bir gün karşınıza çıkacak." Uzun bir zaman sonra bir gün Sina hocayı kütüphane de bulunca bir başına sormuştum hemen; "Hocam ya görmeden sevenler." Gülümsemişti. "Daha iyi ya demek ki ruhi alemden bakabilmişler. Onlar kalbinin sesini duyarlar ve sana bir sır vereyim ruhlarında yazanı hiç unutmazlar. Kaç kişiye nasip olur bu?"

o günden şimdiye dek bildiğim tek bir kişiye... Zeyd Hazar... Benim nazarımda o kalbi cihanda ki en nadide olan insanlardan biriydi. Birkaç zamandır her sabah namazında secdeye değen alnım ile Allah'a Zeyd için şükredişim onun benim saltanatımın, yurdumun, varoluşumun en güzel lütfu olarak görmemdendi. Yine sonsuz hamd ederim.

Şimdi o lütuftan gizlediğim yüzüm aşikar olmuşken elim ayağım donmuş bir şekilde ne yapacağımı bilmeksizin ona bakakalmıştım. O da aynı şekildeydi. Yüzünün tepkisiz ve donuk oluşu biraz tuhaftı ve ışık hızı ile zihnimde geçen ihtimaller onlarca soru sıralamıştı. Ne söyleyeceğinin, ilk hangi kelimeleri seçeceğinin, bana doğru adım atacağının, gülümseyeceğinin, beni beğenip beğenmeyeceğinin, bu halde bir kez daha seveceğinin ihtimallerini bir tarafa topladım. Yahut da sadece bu muydu diyerek geri çekileceğini ise diğer tarafa. Bakışları orada bir saniyeye bilmem kaç küsur eklemişti ki düşünceler biriktikçe zaman yavaşladı benden yana. Onun ne kadar süredir beni izlediğini bilmiyorum lakin bakışına denk gelişim sadece iki saniye sürdü... Bir... iki... Zeyd anında gözlerini kaçırdı. Şaşkınlıkla ona bakakaldım. Olumsuz cümleler tüm olumluları devirdi birden o an tam bir şey söylemek üzereydim ki onun zamanına ayak uyduramadım, benden daha hızlı hareket ediyordu ve bir adım geri çekildi.

"Özür dilerim, Gazel'e bakmıştım. Rahatsız etmek istemedim."

Ne söylediğinin farkına vardığımda kalbimin tam ortasına bir şey düştü. Dağıldı. Önce işitmemi engelledi sonra görmemi, zamandan soyutlandım. Geri döndüğümde kalbim yolunu şaşırdı yine sessizce geçip bir kenara oturdu içimde. Meydan boştu. Beklenilen ihtimallerin hayal kırıklığı yürekgahımda soğuk bir hava oluşturdu.

Zeyd beni tanımamıştı... Kelimeler zihnimden yola çıkıp dilimin ucuna geldi ama yolu tıkandı sanki de devam edemedi. Hiçbir şey diyemedim. Ben Gazel'im diyemedim. Elimi kaldırıp anlamsız bir şekilde bir şey söylemek ister gibi bir hareket yaptım ama yine bir şey diyemedim. Zeyd gitmeye niyetlendi ona doğru bir adım attım onu durdurup konuşmak istedim. Bakışları tekrar bana döndü. Bir saniye... sonra hemen tekrar önüne düştü.

"Ona geldiğimi söyleme lütfen sürpriz yapmak istiyorum. Görüşürüz Zeynep." Zeynep? Beni Zeynep sandı.

Sesi çocukların ki kadar şen, biraz mahcup ama yüzünde ki ifade karşında duranın Zeynep değil de Gazel olduğu zamanlarda ki gibi aydınlık ve güleç.

Kapı ardından kapanırken ben öylece donup kaldım. Zeyd'in beni tanıyamamış olmasının ne hissettirdiğini bilemez bir halde olayın şokunu atlattıktan sonra hissettiğim ilk duygu hayal kırıklığı oldu. Bir şair nasıl en güzel Gazel'ini tanıyamazdı.. onun kelimeleri ben değil miydim? İnsan sevdiğini söylediği kadını nasıl tanımazdı? Karısını... O kadar uzun bir zaman olmasa da beraber yaşadığı karısını nasıl tanımazdı? Düşündüğüm kelimeler gerçek değil miydi? Hisesedirdiği sadece benim hissetmiş olmamdan mıydı?

Yüzümü kapatmak için elim yüzüme gittiği an gözlükleri fark ettim. Tabi ya. Gözümde ki gözlüklerden yüzümü görememişti. Gözlükleri çıkarıp evire çevire baktım. Takıldığında yüzümün yarısını gizlediği doğruydu. Hem de Zeyd'in her gün gördüğü gözlerimi görmesi ise daha doğaldı. Üzerimde Betül'ün elbisesi vardı. Benim her zaman giydiğim bol uzun elbiselerin aksineydi. Bu da neden gösterilebilir miydi? Bir de Zeynep mevzusu vardı. Konuşmadığım için beni büyük ihtimalle o sanmış olmalıydı. Bunun gibi bir çok neden sayabilirdim ama yine de atlattığım hayal kırıklığının ardından gelen üzüntümü bastıramıyordum. Kendimi avutmak için içimde dönüp duruyordum.

Yıllar önce izlediğim bir film vardı. Film de bir Hükümdar yeni evlendiği ve baba evine gönderdiği karısını almak için geri döner. Karısı ile aynı elbiseleri giyinmiş bir düzine kızı yüzleri görülmeyecek derece de kapanmış bir şekilde avlunun ortasında yan yana dizilmiş görür. Hükümdara karısının da yüzleri örtülü kızlardan biri olduğunu ve onu bulmasını istediklerini söylerler. Eğer bulursa karısını alıp istediği an evine dönebilir ama bulamazsa imparatorda olsa o gece kapının önünde yatmak zorunda kalacaktır. Adam şaşırır önce ardından dikkatlice bakar kızlara bir iki tahminden sonra bir kadının önünde durur ve yüzünün örttüğü örtüyü kaldırır. Böylece karısını bulur. Madem ki bizim ki de o hükümdarın karısına beslediği sevgi kadar gerçekti o halde Zeyd'in de beni bulması gerekmez miydi? Yoksa Zeyd... Hayır, hayır elbette. Hissediyordum o halde gerçekti. Ben onun sevgisinden şüphe etmiyordum.

"Gazel," başımı kaldırıp bana seslenen Betül'e baktım. Yüzünü endişeli bir hal aldı: "İyi misin? Yüzünün rengi atmış." elimde ki gözlüğü masanın üzerine bıraktım.

"İyiyim," Betül ikna olmamış gibi baktı bir süre. Ardında eli ile az önce Zeyd2in çıktığı kapıyı gösterdi:

"Zeyd ile mi tartıştınız? Az önce mutlu bir şekilde bana seni sordu bende odasında Zeynep ile antikaları incelediğinizi söyledim. Görseydin, sana doğru uçtu resmen." Zeynep'in içeride olduğunu Betül'den duymuş olmalıydı. Bakışlarım bir süre onda takılı kaldı. Öyle ki az sonra üstünü kontrol etti göz ucuyla. Kaşları çatıldı anlamadan Az sonra söylenmeye başlayacaktı..

"Betül," dedim ağlamaklı bir ses tonuyla.

"Efendim."

"Bir şey soracağım otur lütfen." Hemen ardından kalkıp odanın stor perdelerini kapattım ve kapıda ki rahatsız etmeyin levhasını çevirdim. Betül anlamadan bana ne var diyerek bakarken karşısına oturdum. Önce biraz kıvrandım ama sonunda doğru kelimeleri buldum.

"Muaz seni tanımasa ne hissederdin?" Betül anlamadı:

"Nasıl tanımasa, anlamadım."

"Yani yüzünü görmeden de Muaz seni tanır mı? her hangi bir yerde." Betül güldü.

"Tanır elbette, bir keresinde ona haber vermeden bir mevlit için Eski Hana gitmiştik. Meğer o da hafızlar arasındaymış. Ben onu görünce gizledim kendimi tabi eve gidince sakin kafa ile açıklama yaparım diye ama meğer o cami avlusunda yüz tane kadının arasında görmüş beni."

"Nasıl tanıdı ki?" gülümsedi.

"Kadının biri ayağıma basınca az biraz yüksek sesle ahlamıştım -Allah affetsin- Bir de o zaman bana hediye olarak getirdiği yemen işi hırkayı giymiştim o da etkili tabi." Bakışlarım önüme düştü. Zeyd beni nasıl tanıyamazdı? Birkaç saniye daha hala bana bakmakta olan Betül mevzuyu anlamış olacak ki hemen tepki verdi: "Ya Rabbim, Zeyd seni tanımadı mı? Unutmuş mu hemen bir hafta da yüzünü?"

Neredeyse bağırmıştı bu yüzden uzanarak elimle ağzını kapadım ve sessiz olmasını istedim. Betül benden daha çok şaşırmışa benziyordu. Açıklamaya çalıştım.

"Bilmiyorum. Gözümde gözlük vardı odaya girdiğinde. Gazel'e bakmıştım dedi. Özür diledi. Zeynep sandı beni."

"Tövbeler olsun." diyerek güldü Betül ona kesici bakışlar attım, surat ifademi görüp gülmesini bıraktı. Ardından az olsa ciddileşmeyi başarabildi: "Olabilir asma suratını hemen. Adam zaten yüzünü bilmiyor ki. Ezberden noksan." eli ile masada ki gözlüğü gösterdi: "Bu çirkin şeylerde gözündeymiş hem." ardından üzerime takıldı bakışları: "Üstünde ki benim elbisem değil mi?"

"Evet, sabah benimkine..."

"E tamam işte yine nasipsizmiş bizim damat. Tevafuka baksana. Eğer gerçekten yüzünü görmesi gerekli olsaydı bu kadar değişikliğe lüzum olur muydu?" samimiydi ama yine de bu benim için bir teselli sayılmazdı.

"Ama yine de insan sevdiğini tanır."

"Burada hata sende başlıyor. Gerçekten Zeyd'in senin yüzünü gördükten sonra tanımayacağını mı sanıyorsun."

"Bilmiyorum." Sandalyesini düzeltip bana doğru eğildi yüzünde ki ifade nihayet beni ciddiye aldığını gösteriyordu:

"Bak Gazel, Allah biliyor ya. Senin kardeşim gibi severim. Ne yapmış olursa ol hep arkanda durdum şimdiye dek. Bir abla olarak sana şunu söylemeliyim. Bu oyuna bir son ver artık. Neredeyse bir ay olacak evleneli. Zeyd'in nasıl bir insana olduğunu sende biliyorsun artık hatta kalbin çoktan ısınmış ona. Neden hala duvarlarını indirmiyorsun. Bak Allah sana şuan bir seçme şansı veriyor bunu değerlendir çünkü eğer bırakırsan kötü sonuçlar da doğurabilir. O senin mahremin sende onun. Bu nasıl sert bir üsluptur ki naif bir adamın kalbinden yüzünü esirgiyorsun, yapma. O adam bir damladan deniz oluşturur sen istersen. Bir kere olsun kendi zincirlerini kır ve Zeyd'e dön." Betül'ün aynı cümleleri bana daha önce kullandığını anımsadım ve ona sert bir şekilde çıkışıp söylediklerinin kulaklarımın almadığını. Şimdi ise ona satır aralarına kadar hak veriyordum elimle yüzümü kapattım ve derin bir nefes aldım.

"Ne yapacağımı bilmiyorum."

"Bugün ile başla işte. Kalk eve git, güzel bir sofra hazırla. Güzelce süslen, peçeni çıkar, en güzel halinle karşıla Zeyd'i eve geldiğinde ve ona gülümseyerek hoş geldin de." birkaç dakika onun söylediklerini düşündüm. Ardından ayağa kalktı Betül ve elimden tutarak beni kapıya doğru çekiştirdi: "Bu kadar düşünme. Hadi eve."

Kapıdan çıkarken çantamı da elime tutuşturmuştu. Koridora geçtik etrafa tedirgin bakışlar atıyordum şimdi bir köşeden Zeyd çıkarsa yüzümü Betül'e gömebilirdim. Küçük avluya adım atmadan önce yine bakındım Zeyd hala buralarda olabilirdi. Ama şükür ki değildi. Orta avluya geçtiğimde Muaz'ın da medreseden çıktığını gördüm. Dersi bitmiş, vakfa geçiyordu.

"Zeyd az önce medresedeydi. Seni ofiste bulamayınca bana geldi." dedi beni süzerek.

"Ya.. Denk gelemdik bir türlü. Şimdi nerede?"

"Talha arayınca çıktı hemen."

"Peki." gitmek için vedasını bekledim.

"Gazel?"

"Hım."

"İyi misin kardeşim?"

"İyiyim. Eve gitmem gerek. Allah'a emanet ol."

"Eyvallah, Sende."

Zeyd, Talha'nın yanına gittiğine göre işi büyük bir ihtimalle uzun sürecekti. Tahminimce döner dönmez ilk olarak beni görmeye gelmişti. Bu düşünce gülümsememe neden oldu. Az önce Betül'ün söylediklerini ihtimal olarak düşünürken bunu yapmayı kafaya koyarak adımlarımı hızlandırdım.

Eve geldiğimde ikindi vaktiydi neredeyse. Bir haftadır evde olmamıza rağmen etraf tertemizdi. Biri daha önceden tüm evi temizlemişti ve büyük ihtimalle Emel ablaydı. İlk iş mutfağa gittim ve masada hazır olarak paketlenmiş yemekleri gördüm. Cam tabak hala ılıktı demek ki Emel abla yeni çıkmıştı. Şükür ki yemek işi hazırdı böylece bir yanım rahatladı. Hemen ısıtılacak yemekleri ayırdım. Ardından daha önce arka bahçede olan beyaz küçük masa ve sandalyenin mutfağa taşındığını gördüm yine Emel ablanın işi olmalıydı. Eski şatafatlı yemek masasının ardından bu iki demir sandalye ve küçük cam tabanlı masa mutfağıma çok yakıştı. Güzel bir örtü çıkardım, tabakları yerleştirdim, aparatları masaya koydum. Ardından çekmeceden basık kalın bir mumu çıkardım. Zeyd ile mum ışığında ilk yemeğimiz olmayacaktı ama ilk kasıtlı yemeğimizdi bu.

Mutfakta işim bittikten sonra kendi odama çıktım. Duş alıp üzerimi değiştirecektim ama odaya girdiğim anda karşılaştığım boşluk şok geçirmeme neden oldu. Yatak ve mobilyalar yoktu. Birkaç saniye ne oldu diyerek boş odanın ortasında gezindim ardından hırsız girmiş olabilme ihtimaline kadar düşündüm ama nihayetinde bu işi Zeyd'in yaptığını anladım. Hemen onun odasına gittim kapalı kapıyı açtığım anda aynı şekilde onun odasının da boşaldığını gördüm. Tek fark onun dolabı yerinde duruyordu. Ve benim kıyafetlerim de buraya taşınmıştı. Zeyd'in neden böyle bir şey yaptığını düşünmek yerine ona sormaya karar verdim. Telefonumu elime alıp mesaj butonuna tıkladım Zeyd'in numarasını avukat olarak kaydetmiştim ve adının yanında kırmızı kalp emojisini gördüğümde iki kez baktım. Ah Betül! Değiştirmeden mesaj butonuna bastım:

-Evdeyim.

Gönder sekmesine henüz basmıştım ki aynı anda karşıdan cevap geldi.

-Eve gelir misin?

Tevafuk... İki insanın aynı anda aynı duygular ile birbirini düşünmesini size sevginin hangi hali ile anlatabilirim bilmiyorum. Sadece bu küçücük hareketle bile heyecanım katlandı ve sabırsızlanmaya başladım.

İlk olarak duş aldım üzerimi değiştirdim. Betül'ün bahsettiği gibi süslenmek kelimesi ne anlamda doğru bilmiyorum ama dolabımda ki en iyi olan uzun saten zümrüt yeşili elbisemi giyindim. Zaten dalga dalga olan siyah saçlarım belime kadar iniyordu. Bir şekle koyamayınca öylece salmaya karar vererek toplamadım. Aldığım günden bu yana sadece bir ki kez kullandığım taş sürmeyi beceriksizce gözlerime sürerken bunu her gün yapan kızlara içimden üzüldüm. Kirpiklerim zaten gür ve uzundu yine de biraz rimel dokundurmadan edemedim. Son olarak da hafif bir dudak nemlendiricisi de kullandıktan sonra ile aynada ki yansımama baktım. Normal benden çok da uzak değildim hem fena sayılmazdı ama bu yeni halim kendimden biraz utanmama da sebep oldu ve inşallah Zeyd'in nazarında bu güzel kelimesine tekabül ediyordu.

Sonunda aşağı indiğimde beklemeye başladım. Zeyd hala gelmemişti. Heyecandan yerimde duramıyordum. İkide bir aynada yüzüme bakıyor her baktığımda yüzümde kileri silme isteğine karşı geliyordum. Ayrıca ellerim de terlemeye başlamıştı ve kirpiklerime sürdüğüm rimel gözkapağımı ağırlaştırıyordu eğer Zeyd az daha gelmezse gidip yüzümü yıkayacaktım. Birkaç geçemeyen dakika daha geçti holü bir kez daha yürüdüm. Bahçe kapısından gelen motor sesini bekliyordum kulağım kapıdaydı. Az sonra mutfakta duran telefonumun zil sesi duyuldu ve gülümseyerek telefona koştum. Neden geç kaldığını söylemek için arıyordu büyük ihtimalle. Ama Zeyd'in yerine kayıtlı olamayan numarayı ekranda gördüğümde tereddütle açtım ve konuşmadan önce karşı tarafı dinledim.

"Gazel," ahizenin diğer ucunda ki tanıdık ses içimde bir ürpertiye sebep oldu. İlk olarak yanlış duyduğumu varsaydım. Sessizliğim belki de bu varsayımın doğru çıkmasını ummamdandı. Yutkundum. Karşı tarafta ki ses de benim sessizliğime eşlik etti bir süre. Sonrasında tereddütlü sesi yeniden duyuldu. Bu defa daha sertti sesi: "Sen evlendin mi gerçekten?" o kadar zaman sonra beni arama sebebi gerçekten çok ironikti.

"Ne yüzle ararsın beni." diyerek parladım. Bu defa sinirle konuştu:

"Sana bir soru sordum." inatçıydı ve bildiği sorunun cevabını duyana kadar sormaya devam edecekti.

"Evet, evlendim."

"Hem de o ş... avukatla öyle mi? Babanın katillerinden biri olan o adamla. Hiçbir halta yaramayıp tutukluluk süresini uzattığını bile bile o adamla evlendin mi?"

"Evet." dedim ama bu evet bir kıymık gibi battı dilime. Bu acının üzerine bir kıymıkta o saplar gibi:

"Şimdi sende o adamın karısı olarak babamın-" kestim burada sözünü.

"Sakın Yuşa. Destur, birincisi hakkında atıp tuttuğun adam benim kocam. İkincisi Zeyd bu suçlamaları hak edecek biri değil."

"Değil mi? Hah! İşte korktuğum başıma geldi. Nasıl kandırdı o it seni-"

"SÖZLERİNE DİKKAT ET!"ilk bağırdım abime. Babama hakaret evden ayrıldığında bile sesimi yükseltmemiştim. Yuşa da bunu fark etti. Benden korkacak biri değildi. Bu bu ani çıkışım uzun bir sessizliğe neden oldu ahizenin diğer ucunda. Yuşa Zeyd'i korumamamı beklemiyordu, şaşırmıştı. Ben ondan daha çok şaşırmıştım söylediklerime. Elbette ki Yuşa Zeyd'e hakaret edecek olsa on sustururdum ama abime asla bağırarak değil. Şimdi böyle olmasının sebebi. Babamın cenazesinde bile aramamış olmasına rağmen şimdi arayarak söylediği ilk sözün evlendiğim olmasındandı. Bu benim kalbimi kırmıştı. Anın da tövbe ettim onun kalbini kırdığım için.

"Kiraz ağacın çiçek mi açmış?" dedi.. sesi zar zor duyuldu... yutkundum... birkaç dakika sesiz kaldım zihnim de beliren anıyı düşünürken.

Babam zamanında Kur'an dersi alacağı Bestami hocanın büyük kiraz ağaçları ile süslü konağına gittiğinde yaralanmış bir yavru kedinin ayağını sargıya alırken görmüş annemi. Annem kara kuru bir genç kızmış o zamanlar babam ise yakışıklı bir delikanlıymış. Annem küçük yavru kedinin ayağını sararken kedi kıvranıyormuş acı ile annem de onun canının yandığını varsayıp ağlıyormuş kedi ile birlikte bir yandan da söyleniyormuş. Babam tam da o anda henüz annem onu daha görmeden evvel ben bu kızla evleneceğim demiş. Gel zaman git zaman ders, soru, kitap bahanesi ile annemin oturduğu eve gidip gelmesi çoğalmış. Tabi Bestami hoca durumu fark etmiş hemen babama küçük bir bahane ile bir daha eve gelmemesini tembihlemiş. Babam dayanamamış. Eve gelmiyormuş ama kendi evinden kilometrelerce uzakta ki Bestami hocanın konağının sokağından her gün geçiyormuş annemi görebilmek için. Bir iki kez denk gelmişler annemle. Babam cesaret almış. Daha çok uzun kalmaya başlamış sokakta. Bir gün yine annemi beklemeye başlamış bir duvar dibinde. Mevsim güzmüş. Tüm ağaçlar yaprak döküyormuş. Babam sıkılmış beklemekten hem de kaç zamandır sadece anneme bakıp durmaktan. Farkında olmadan evin bahçesinde ki ağaçlardan birinin resmini çiziktirmeye başlamış yavaştan elinde ki boş kağıda. Sonrasında elinin de yatkınlığından olsa gerek çok güzel bir resim çizmiş ki kendisi dahi hayran kalmış. Annem tam da o anda görünmüş sokağın başında babam heyecandan kalkarken önce elinde ki kitapları devirmiş, ardından kelem kutusunu saçmış. Toplayayım derken resim kağıdını eğilip alacağı sırada bakışları anneme takılmış ve almadan doğrulmuş. Bırakmış güz resmini. Eğer annemin de gönlü onda varsa kaldırırmış resmi oradan. Babam ardına bile bakmadan çekmiş gitmiş. Kağıdı bırakmış ama bir daha almaya da gelmemiş. Korkmuş o resmi orada buruşmuş görmekten. Zaman geçmiş güz mevsimi bitmiş bahar gelmiş Bestami hocanın konağının bahçesinde ki kiraz ağaçları çiçek açmış. Babam çok uzun bir zaman sonra Bestami hocanın daveti ile yine o eve gitmiş. Ama bu defa o eve ilk geldiği toy delikanlı hali ile değil. Cesareti kırılmış, başını bile yerden kaldırmadan, mahcup, vakur ve niyeti pürü pakmış. Değil anneme bakınmak Bestami hocanın yüzüne bile bakamıyormuş. Dersi bittikten sonra babam kalkmaya niyetlenmiş. Toplamış kitaplarını çıkmış evden. Ama ancak çıkınca nefes aldım diye anlatırdı hep. Eve geldiğinde kitaplarından birinin arasında sarı bir kağıt bulmuş. Babamın aylar önce çizdiği o güz resmiymiş bulduğu lakin bu defa kuru dallara çiçekler çizilmiş, dökülen yaprak yeniden açmış, bahar gelmiş resme. Annem devamını getirmiş resmin. Öyle anlamış babam annemin de onu sevdiğini. Kiraz ağacım çiçek açmıştı derdi babam.

Şimdi ise Yuşa bana kiraz ağacımın çiçek açıp açmadığını sorarken Zeydi sevip sevmediğimi soruyordu. Bu sıradan bir soru değildi. Ona bu ancak böyle bir soruya vereceğim cevaptan sonra inanırdı bana biliyordum. Gözümden bir damla yaş süzülürken cevap verdim.

"Evet."

"Peki." dedi Yuşa. Biraz daha sakindi sesi konuştuğunda: "Duyguların hakkında tek bir yorum bile yapamam. Ama şunu söylüyorum ki ben bu evliliği onaylamıyorum. Seni aldatıyor o adam, iki yüzlü. Yemin ediyorum sana bunu ispatlayacağım. O güne kadar bekle beni. Zeyd Hazar'ın da babamın ölümünde parmağı var."

"Sen-"

"Biliyorum Gazel, canımın diğer yarı. Söylediklerinin hepsini kabul ediyorum ama sadece son bir kez olsun güven bana. Sana söz veriyorum her şeyi açıklayacağım. Neden şimdi sana ulaştığımı şimdiye kadar ne yaptığımı nerede olduğumu hepsini ama ilk olarak sana Kocanın gerçek yüzünü göstereceğim."

"Yuşa... Peki sen... senin gerçek yüzünü kim gösterecek bana. Diyelim ki söylediklerin doğru. Zeyd bir yabancıydı şimdiye kadar ne diyeceksin bu kötülüğü bana yaptıysa ama sen Yuşa... sen o zaman da ailemdin. Abimdin. Hanif Şems'in oğluydun. Zeyd onun oğlu değilken bile buradaydı hep kaçmadı ki. Sen suçsuz olduğunu söylerken kaçıyordun. Zeyd kocam olarak yanımda şuan, yaralarımı sarmaya hazırdı hep ama senin yaptıklarını nasıl unutacağım ben. Nasıl aklayacaksın kendini. Sen de onun kadar katilsin."

"Canım,"

"Madem ki Zeyd yaralarımın üzerine biraz merhem oldu şimdiye dek. Madem ki benim kurumuş ağacıma çiçekler açtırdı. Öyleyse onu affedebilirmişim ben. Ama onu affedemezsem seni de affedemem. Dilediğini yap. Eğer ki kanıtlarsan, söylediğin gibiyse, sana inanacağım ama değilse..."

"Değilse..."

"Seni polise kendim vereceğim."

Telefonu kapattım. Abimin sesini duymayalı uzun, çok uzun zaman olmuştu. Telefonu kapattıktan sonra aslında onunla konuşmanın beni ne kadar etkilediği gerçeğini fark ettim. Epey bir zaman sessizce odanın bir köşesinde oturdum. Heyecanım hevesim bir an da yok olup gitti. Zaman an bulunduğum yer hiçbir anlam ifade etmedi. Yuşa'nın Zeyd'i kesin bir şekilde suçlaması beni şaşırtmadı. Şaşırdığım şey benim buna olan kayıtsızlığımdı. Ne oluyordu sahi. Gerçek miydi o açtırdığı çiçekler. Yuşa'ya kendimden emin evet derken kalbimden mi çıkmıştı o cevap. Ne zamandan beri emindim ben bundan? Öyleyse bu hüzün nedendi? Korkum kulaç atıyordu yüreğimin etrafında ben abimin Zeyd'in suçlu olduğunu ispatlamasından korkuyordum. İçimin duaya durdu orada. İçimde Yaradan'a feryat figan dua eden ruhum Zeyd'in sevgisini istiyor, onun iyi bir insan olduğuna inanıyor, ona güveniyor ve böyle kalmasını istiyordu. Ah Zeyd Hazar, işte dediğin gibi oldu. Sana güvenmiyorum derken güvendirirler cevabına işte şimdi sığınıyor inanıyorum. Ağlamamak için zor tuttum kendimi. Şimdi daha çok korkuyordum. Yuşa'nın söylediklerinden ya da Zeyd'in gerçekten suçlu olabileceğinden değildi bu defa. Bu kez Zeyd suçlu olsa bile bunu göz ardı edecek, mutlak iyi görecek, affedecek kadar ona karşı bir sevgi besliyor oluşumdandı.

Otomatik bahçe kapısının sesini duyduğumda gelenin kim olduğunu elbette biliyordum. Başımı kaldırıp aynada ki yansımama baktım. Ardından asılı duran şalıma kaydı bakışlarım. Bir şeyden kesinlikle emindi yüreğim Zeyd iyi bir insandı ama o şüphelere inanmayan aklım yüreğimin önüne geçti. Bu kadar şeyin içinde ne yaptığımı biliyor muydum? Bunu bilmiyordum.

Kapıyı açtığımda yüzünde ki kocaman gülümseme karşıladı beni ilk olarak. Zeyd o gecenin feza bellediği o örtülü simsiyah gözleri ile bana bakıp gülümsedi ya işte silindi tüm belleğim benim de. İşte korktuğum buydu. Duran ırmağım akmaya başladı, gökyüzümde ki bulutlar dağıldı birkaç kuş kanat çırptı gökyüzümde. Sevmek yâri gördüğünde böyle ilkbahar doğması gibi bir şey miydi gerçekten? Zeyd benim baharımdı ardık. Gülümsedim ona kocaman. Sabah ki siyah kıyafetleri hala üstündeydi. Yalnız tek fark traş olmuştu şimdi eve gelmeden. Hala çehresinden yudumlarken hemen ardından bir buket gül tutan elleri belirdi önümde. Halbuki Cuma bile değildi. Gözlerimde ki mutluluğum onun karanlık bir kuyuyu andıran gözlerine aksın diye gözlerinin içine baktım gülümsenin de ötesinde bir duygu tuttum bakışlarımda. Ellerim hemen bukete uzandı. Kapalı olan çehreme odakladı bakışlarını.

"Teşekkür-"

Kendine çekip sımsıkı sarılınca eksik kaldı cümlem. Buketi aramızdan çektim. Ezilmesin diye... Ona daha yakın olabilmek için... Boşta kalan diğer elim belli belirsiz hareket etti sarılışına karşılık vermek için. Ona sarılmak istedim ama sanki yolunu bulamıyor gibi havada asılı kaldı elim. Zeyd nereden anladı bilmiyorum. Uzanıp havada kalan elimi yerleştirdi olması gereken yere ve bir kez daha sıkıca sarıldı bana.

"Korkmadan nasıl sevilir ben öğretirim sana."

Kelimelerin meğer battaniye olma özelliği varmış, beni sarıp sarmalayıp sımsıcak tutunca anladım. Korkumu ve aklımda kileri bir kenara attım ve buketi tutan elimi beceriksizce Zeyd'in beline sardım. Zeyd'in mutluluğu bana akmaya başladı. Başını şalımın kapattığı boynuma koyarak derin bir nefes çekti içine ardından fısıldadı.

"Bir de böyle derin bir soluk alıyorsun özleyince." bana doğru eğilmişti başımı biraz sağa döndürdüğümde boynuna denk geldim. Derin bir soluk aldım. Meğer misk insanı bu şekilde sarhoş ediyormuş. Zeyd parfüm kokmuyordu ama içime dolan kokusuna cihanda ki hiçbir parfüm denk olamazdı: "Elhamdülillah." dedi: "İşte bana dünya bu kadar."

Geri çekildi gülümseyerek. Yüzüme baktı birkaç saniye, bakışları mahcup olmama sebep oldu bakışlarımı elimde tutan bukete çevirdim.

"Neden öyle bakıyorsun?" dedim merakla ne düşündüğünü öğrenmeye çalışarak. Elinin tersi ile yüzümü kapatan peçeye dokundu belli belirsiz.

"Böyle yüzünü görmüyorum ya bütün görüntüler yarım yamalak, flu." gözlerimi dolmasını görmemesi için başımı eğdim bir kez daha. Meğer bir iki kelime beni ağlatmaya da yetermiş. Ne diyeceğimi bilemedim.

"Söylememiş miydim, ne zaman ki bana sonsuzluğu gösterirsen ancak o zaman yüzümü görebilirsin." Güldü, kesin bir ifadeye büründü yüzü.

"O halde çoktan bana yüzünü göstermiş olman gerekmez mi? Günde beş vakit secdeye gitmiyor musun?" yine aşık oldum... Benden bu kadardı.

"Doğru. Peki yüzümü görmek istiyor musun?" diye sordum. Şaşırdı.

"Şimdi mi?"

"Evet."

"İstiyorum." onca düşüncem Zeyd istediği için boşa gitti aklım diğer tüm ihtimalleri ve düşünceleri sildi. Kainat iki kişiden ibaretti ve diğer kişi şuan karşımda duruyordu. Elim peçeme uzandı düşünmeden iğneye dokundum tam açmak üzereydim ki Zeyd elimi tutarak beni durdurdu:

"Bekle... Yüzünü bana açtığın an bu bir çeşit Zeyd ben sana güveniyorum, sana inanıyorum... seni seviyorum demek. Bu şekilde basit olmasın. Madem bana bıraktın lütfen birkaç gün izin ver. Doğru zamanı söyleyeceğim." dedi.

. . .

. . .

Zeyd’in sarılışından kurtulmanın bir mümkünatı yok. Yok diyorum çünkü bunu kendi iradem ile yapamayacağımı kokusunun içimin derinliklerine oksijen olduğunu fark ettiğim an anladım. Ellerim ondan geri çekilmek derdinde değildi. İsteseydi onunla bütün gün böyle bu şekilde kalabilirdim ama neyse ki Zeyd’in aklı başındaydı ve usulca geri çekildi. Yüzünde ki gülümsemeye takıldı bakışlarım. Ben Gazel Şems Hazar… Zeyd’i daha önce tanıdığım iddiasıyla yargılarken şimdi onun yüzünde ki bir gülümseme saniyesini yurdumda saatlere deviriyor içime bahar işliyordu. Ben işte bundan böyle yanmıştım.

“Bak bu bakış var ya, işte bana hep böyle bakmalısın.” dedi sağ eli ile hafifçe yanağıma dokunurken. Dokunuşunu görmesem bu cümleyi de yazamadım ya o kadar hafif ve naifti hareketleri.

“Nasıl bakıyorum ki?”

“Hasretle. Özlemişsin gibi.” özledim çünkü. Onun bunu anlamasına şaşırmadım. Zeyd insanı kalbi hissedebilecek bir adamdı. Konuya teğet geçtim.

“Aç mısın?” diye sordum içeri geçmesi için bir adım geri çekilirken.

“Hem de nasıl,”

Zeyd mutfakta ki masayı görünce özenle hazırlandığını tahmin ederek keyifle gülümsedi. O gülümseyiş hiç kaybolmadı ardından yüzünde yer etti daima oradaymış gibi. Karşısında otururken bakışları üstümdeydi ve her hareketimi ezber etmek ister gibi inceliyordu. Heyecanla atan kalbime bir İnşirah okudum ve bir sakarlıktan kaçınarak yavaşça yemeği servis ettim. Sessizce bir besmele çekerek başladı yemeğe. Görünürde sessizdi ama çorbadan aldığı bir kaşıkta bana değen gözleri konuşuyordu. Bir yudum su içtiğinde bana bakıp kısılan gözleri anlatıyordu. Gülümsediğimi görmüyordu ama onun gülümseyişinin yayılması ile önceki yemek yiyişlerimizde peçeme gösterdiğim özeni göstermediğimi fark ettiğini anlamıştım. Yemek boyunca sadece beni izledi ve sessizce yemeğini yedi. Bir yanım onun konuşmasını bekliyordu ama diğer yanım onun sükutunun dilini öğrenmiş bakışlarına karşılık vererek anlatıyordu ahvalimi.

Yemek bitti. Zeyd sofrayı toplamamda bana yardım etti. Kirini aldığım bulaşıkları makinaya dizdi. Çayını ikram ederken daha önce boş salona koyduğum büyük minderlerden birinde oturuyordu. Hemen karşısına oturup çayımı yudumladım. Derin bir nefes aldı.

“Bugün bir farklılık var.” sesinin yumuşak tonu usulca süzüldü kalbime.

“Nasıl bir farklılık?”

“Uzun bir zaman çok değer verdiğim birinden ayrılmanın içimde oluşturduğu o eksik duyu tamamlandı.” özlemek kelimesi Zeyd’in lügatında buydu demek. Gülümsedim ve bakışlarım onda devam etmesini bekledim: “Sonra tamamlanan o yanımın da yokluğumun onda eksiklik bıraktığını gördüm. Ki bu şükredilesi bir durumdur. Dahası beni tamamlayan o yanım yolumu gözlemiş, hazırlık yapmış. Bu yaşıma kadar huzurun mutluluğun ve şükrün bir arada olduğu bu kadar yoğun bir his yaşamamıştım. Sadece mutluyum ya da şükürler olsun gibi kelimeler seninle rızanı almış bir şekilde karşılıklı oturarak çay yudumladığım bu anı anlamaz. Yine de müthiş bir mutluluk var içimde ama ben bu kadar mutluluktan korkarım.”kelimeler sanki bir şiire can verir gibi tane tane dökülüyordu ağzından Zeyd’in. Söylediklerini sanki bir şiirden ezber okuyordu şair yüreklim… Mutlu olmaktan kimler korkardı bilirdim,

“Neden.” diye sordum usulca.

“İmtihanı zor olur çünkü. Allah beni bu mutluluğum ile sınamasın.” amin.

“İlerisini düşünerek heba ediyorsun belki. Şuan sana düşen rahmet yağmurlarına şükretmendir.”

“Muhakkak.” dedi gülümserken. Bkaışları hala gözleirmde iken sessiz bir şükür nidası parladı kara gözlerinde. Çayından bir yudum aldıktan sonra devam etti: “Söyle bakalım rahmet yağmuruma sebep olan, neler yaptın ben yokken.” İçimde birkaç kelebek kanat çırptı. Yüzümü basan sıcaklık ve yerini bulan gülümseyişimi başımı öne eğdirdi. Onun rahmet yağmurlarına sebep olan bendim…

“Vakıfta işler yoğundu biraz. Birkaç insan sevindirdik. Önümüzdeki günlerde Allah izin verirse bir müzayede düzenleyeceğiz.”

“Müzayede mi?” nasıl anlatacağımı bilemedim bu yüzden en baştan başlamak daha doğru olacaktı. Melike’yi, annesini ve Can’ı anlattığımda Zeyd’in yüzünde ki o ifade soldu. Boşalan bardağını yanına indirirken ciddi yüz ifadesiyle bana döndü.

“Bana haber vermeliydin.”

“Biliyorum, istedim ama Can kabul etmedi. Ona kızacağını düşünüyor.”

“Elbette kızacağım. Çiğnediği uzaklaştırma emri tutuklanmasına sebep olabilirdi.”

“Evet, ama Can pek bu olayı ciddiye alıyor gibi değil.”

“Artık almalı ama. Bunun bir daha tekrarlanmaması için onunla konuşmalııyım.”

“Konuş ama Can’ı dinlemelisin çünkü anlaşılmaya ihtiyacı var.” Zeyd tek kaşını havalandırdı.

“Sen onu anlayanlardan olmuşsun belli ki.”

“Anlattı biraz.”

“Kolay kolay kimseye derdini açmaz halbuki.” haklıydı belki de Can’ın Zeyd’e benzediğimi söylemesi aklıma gelince gülümsedim. Belki de ondandı bana da anlatışı: “Onunla ne yapacağımı bilmiyorum. Melike’den uzak durması gerek.”

“Kendini onun yerine koy. Sen olsan-“

“Durmazdım.” Dedi cümlemi bile bitirmede. Elbette durmazdı.

“İşte Can’ın abisi. İşin garip bir yanı var. Melike de Can’ı seviyor.” Zeyd gülümsedi. Şaşırarak ona baktım: “Biliyor muydun?”

“Evet. Geçen defa paçayı nasıl sıyırdı sanıyorsun. Melike şikayetini geri aldı. Hemde ailesini canı ile tehdit ederek.” şaşırdım.

“Can’ın bundan haberi yok sanırım. Çünkü hislerinin karşılıksız olduğunu düşünüyor.”

“Biliyorum ama Allah böyle buyuruyorsa yapacak bir şeyimiz yok.”

“Ona söylemek isterdim.”

“Kendisinin görmesi gerek. Ayrıca karşılıklı oluşturdukları kalplerinde ki o güvensizlikten de arınmalılar. Ki ancak öyle zayi olmazlar.“

Çayını tekrar tazeleyerek yanına geldiğimde bu defa ben sordum.

“Sen neler yaptın peki? Şu iki günlük seyahatin nasıl oldu da bir haftayı geçti.”

“Berzah’ın bir davasında gerekli delillerden birini arıyordum. Ama daha önceden anlaştığımız adam ortadan bir şekilde yok oldu. Bizde alternatif yollara başvurduk.”

“Nasıl yok oldu?” Zeyd bakışlarını benden kaçırdı: “Öldü mü?”

“Bilmiyorum.” Bakışlarımı yüzüne dikip anlamaya çalıştım. Bilmediğini söylerken haklıydı ama ölmedi diyecek kadar emin değildi yani bunun şüphesi de vardı.

“Zeyd bu-“ uzanıp elimi tuttu, eli sıcacıktı… konuşurken kelimeleri ihtiyatla seçiyordu beni teskin etmekti amacı:

“Canım, korkma. Endişelerin hepsi yersiz, kulak asma. Ben bir avukatım ve müvekkilimin dava dosyasına delil bulmak da işimin bir parçası.”

“Tehlikeli işler olsa dahi mi?”

“En azından büyütülecek bir tehlike değil inan bana. Sıradan-”

“Talha da sıradan biri mi? Babasının bir mafya lideri olması mesela. Ya da onunla ilgili baktığın dosyalarda karanlık insanların peşinde delil toplaman da dahil mi bu sıradanlığa?” Zeyd’in donuk bakışları yüzümdeydi. Tuttuğu elime indi o bakışlar. Değildi cevabım anlamıştı. Orada içime bir şey sapladı inceden. Rahatsızlık veren kötü ama canımı acıtmayacak kadar, yani şimdilik.

“Değil. Yazık ki onun bulunduğu ortam buna müsaade edecek bir yer değil.”

“Peki sende o ortamda mısın?”

“Sadece seyirciyim diyelim.”

“Seyirci olmanda orada olduğunu göstermez mi?”

“Gösterir. Sana karşı dürüst olacağım. Talha ya da Berzah. Benim içimn kardeşten ötedirler. Onlar benim için arkadaşlıklarına sahip olduğum için şükredilmesi gereken kişilerdir. Ve kendimi bildim bileli ailem onların avukatlığını yapıyor. Talha’nın babası karanlık bir düzenin lideriyken de bu böyleydi Talha o düzenin lideri olduğunda da öyle olacak.”

“Yani sen Talha birini öldürdüğünde onun savunacaksın öyle mi?”

“Talha öyle biri değil. Babasının günahlarını nasıl onda da arayabiliriz.”

“Diyelim ki dediğin gibi peki ya Talha2nın etrafında ki diğer insanlar. Gerçek kötüler.” Zeyd sustu ve sessizce gözlerimin içine baktı. Bunun için beni teselli edecek bir cümlesi yoktu. Bu ise belli belirsiz bir ağrıya sebep oldu içimde: “Ya sen onları aklamaya çalıştığın insanlardan bir sana zarar verirse.”

“Bu o kadar kolay değil Gazel. Ben Ilgazların oğluyum. Bu beni koruyan insanlar var demek.”

“Nasıl koruyan.”

“Yani Talha sadece basit bir işadamı değil. Onun şimdiye kadar kendini koruma yöntemlerinin aynısı benim için de geçerli.”

“Yani sen onların davasına bakıyorsun ve o da seni etrafından koruyor.”

“Ailem için doğru bak anladın.”

“Ailem için mi? Ya sen.”

“Bana bir şey olmaz. Senin endişe duyduğun bu karanlık insanların yarısından çoğu benden nefret etse dahi onların avukatlığını yapmam için neler yapıyor haberin var mı? Hepsine hayır desem de sadece belki bir gün bir işlerini halletme ihtimali için bile bana zarar vermekten kaçınırlar.”

“Bir avukatın bu kadar değerli olduğunu bilmiyordum.”

“Bu kadar zeki olman beni hem mutlu ediyor hem endişelendiriyor.”

“Çok başarılı olduğum için deme sakın bana.” başını iki yana salladı.

“Suat Ilgaz, Talha’nın babasının avukatıydı bende Talha’nın. Babamın yerini dolduruyorum. Bu senden çok yabancı olan ortamda da bir düzen var. Bir mafya filminde ki raconlar gibi düşün. Bana düşman olan ittifakı olduğum gruba da düşman olur. Bu da iyiliğine olmaz.”

“Ve sen Talha’nın avukatı olarak onunlasın.. Ya da Berzah’la..”

“Evet.”

“Bu doğru değil Talha. İttifak falan yani… Benim için bunlar senin anlattıkların sadece kelimelerden ibaret. Önemli olan senin yanlış bir şey yapmaman kardeşten öte bile olsa Talha için haksız olanı savunup savunmayacak olman mesela.” Elimi iki elinin arasına aldı. Gözlerime baktı.

“Suçsuzluğuna inanmadığın hiçbir müvekkilimin davasını almam. Ve adalet için her şeyi yaparım.”

“Canını tehlikeye atacak olsan bile mi?” sadece gülümsedi. Cevap evetti.

“Bu arada Talha’nın nikah töreni var.”

“Ne zaman?”

“Sanrım sizin müzayededen bir iki gün önce. Gelebilecek misin?”

“İşlerimi halletmeye çalışırım. Gelemesem bana kızar mısın?”

“Hayır hayır. Sorun yok.”onun neden mutlu olduğunu anlamadan kaşlarımı çattım.

“Neden gelmeyeceğim için sevindin.”

“Senin o ortamda bulunmanı istemiyorum.”

“Talha’nın çevresini görmemi istemiyorsun değil mi?”

“Evet. O insanları tanımanı istemiyorum.”

“Ama Hare tanıyor değil mi? Talha’nın nişanlısı da.”

“Aslına bakarsan ikisi de istemezdi bu durumun olmasını. Yani Hare’nin babası zaten ortaklardan biri Berzah’ın onu dışarıda tutması oldukça zordu. Başaramadı da ama şükür ki Hare güçlü bir kız ve ne kadar içinde bulunsa da bir şekilde zarar göremeden çıkabildi.”

“O yüzden mi Berzah’ın davası senin için önemli. İkisi için yeni bir sayfa olmasını istediğin için mi?”

“Evet. Çünkü Berzah bunu hak ediyor. Ben üstüme düşenin en iyisini yapmalıyım.”

“Peki Talha?”

“Talha o konuda daha başarılı. Yani Feza’yı karanlık camiasından uzak tutma konusunda. Ne yapar eder Feza’yı kendi işlerinden uzak tutmayı başarır.”

“Berzah’a göre daha korumacı yani.”

“Durumlar farklı diyelim. Yani Berzah’ın gözünü intikam hırsı bürümüştü aklında ondan başka tüm hisler arka plandaydı Hare’ye olan sevgisi ardından çıktı gün yüzüne bundan zor oldu. Talha ise başından beri öyleydi kardeşini koruma içgüdüsü zaten vardı ve Feza’yı da öyle aldı hayatına. Yani bir varis olsa da Feza’yı asla tehlikeye atmaz.”

“Sen peki?”

“Ben… sanırım ikisinden daha şanslıyım. Çünkü sen Hanif Şems’in kızısın. Bu yüzden sana ilişmeleri biraz sıkıntı olur. Çünkü en acımasızı bile dergaha yaklaşmayı göze almaz çünkü kaideler ruhani bir boyut kazandığında daha da değerli oluyor. Beni ise bir masanın etrafında ki hayalet üye gibi düşün. Varım ama bana bir tehdit oluşturamazsın, bana sahip olamazsın ve beni kızdırmak da istemezsin.”

“Yani…”

“Seni işimden uzak tutmak istiyorum. Birkaç tehlikeli iş yaptığımı kabul ediyorum ama tüm onlar sen hayatıma girmeden önceydi. Benim canımın bir kıymeti yoktu ama şimdi senin için olmalı.”

“Evet. olmalı…”

“Son iki dava var elimde onları da atlatırsam geriye kalan ömrüm sakin ve huzurlu geçecek. Sadece öncesinde biraz dikkatli olmalıyım.”

. . .

Zeyd’in yüzünde ki yorgunluk yavaşça bir perde gibi süzülüyordu. Uyuması, dinlenmesi gerekti. O anda aklıma yatak odası gelince ona döndüm:

“Yataklar yok.” Zeyd yerde ki nakışlarını kaldırıp yüzüme dikti ardından gülümsedi:

“Bende onları attım.” birkaç saniye sonra bakışlarında ki imayı anlayarak gülümsedim.

“Nasıl öğrendin?”

“Serçe bana teşekkür etmek için aradığında. Açıkçası beni şaşırttın. Böyle güzel bir şekilde mobilyalardan kurtulman beni memnun etti.”

“Kalanları da sen halletmişsin. Ama… bu gece nasıl uyayacağız.”

“Merak etme hallettim.”

“Bu arada Serçenin annesine eşinin ölümü ile ödenmesi gereken bir miktar para varmış ve şirket usulsüzlük yapıyor. Yardım edebileceğini söyledim.”

“Öyle mi? Abdurrahman bahsetmemişti hiç. Merak etme ilk işim onu halledeceğim.”

Ayaklandı Zeyd. Onunla beraber bende kalktım. İlk olarak elimde ki boş bardakları mutfağa bıraktım. Zeyd ardımsıra seğirtti. Yan gözlerle ona baktım. Yorgun bakışları beni izliyordu. Ardından bir şey söylemeden merdivenlere yöneldim hemen yanı başımdaydı yine. Odamın kapısının önüne geldiğimde döndüm birden. Göğsüne çarptım. Zeyd günldü. Utanarak bir adım geri çekildi.

“Bu gece yer yatağında uyuyacağız.” Biz? Beraber? Zeyd geniş gülümsemesine kaşlarını çatarak eşlik etti: “Nasıl bir bakış o? Ne geçiyor aklından?”

“Hiç.”

“Yanımda uyabilirsin. Yani bunu isterim ama seni ürkütmekte istemem. O yüzden…” beni bırakıp odasının kapısını açtı ve az sonra elinde taşıdığı yorgan yastık gibi bir yükle geri döndü odama bıraktı: “Yer yatağı ile idare et bu gece. Yarın inşallah bir hal çaresine bakarız.Karşımda dururken gözlerinde ki yorgunluk düz siyah bir perdeye büründü. Gülümsemesi düşeyzıyordu. Bakışları derinleşti. Uzanıp eli ile yüzümdeki peçeye dokundu. Dokunuşu tüy kadar hafifti. Gülümsedi. Uzanıp alnımdan öptü ardından. Birkaç saniye ama kaç yıla denk gelirdi bilemedim. Geri çekildi.

“Allah rahatlık versin. İnşallah bu ayrı geçireceğimiz son gecelerden biri olsun.”

O çıktığı anda geri verdim nefesimi. Olduğum yerde birkaç saniye kaldım Zeyd ben durum dalmışken üç-dört kez daha öpptü alnımdan o an. Hayal gücüm beni dahi güldürdü. Belki de keyfimin sebebi o değildi. Elim peçeme giderken kalbim duasına cevap verdi usulca. Amin.

. . .

Seccademi katlarken kapım usulca tıklatıldı. Açmak için ayaklanmıştım ama Zeyd’in sesi duyudldu kapının ardından:

“Aşağıda bekliyorum, beraber yürüyüş yapalım.”

“Birazdan geliyorum.”

Dün gece üzerinde uyuduğum yer yatağını hemen kaldırıp odanın bir köşesine koydum. Şu yatak işine bir çözüm bulmak gerekiyordu ama nasıl ki benim evde ki mobilyaların yokluğuna bir ses çıkarmadığım gibi Zeyd de bu duruma sessizce kalacak gibiydi. Merdivenlerden indiğimde Zeyd ayakta telefonla konuşuyordu ve beni gördüğünde telefonu kapatıp gülümsedi. Kapıyı açtı.

Dışarıda hafif ayaz vardı mevsim değişikliği öncesi iki mevsimin birleştiği nadir günlerdendi. Zeyd ile bir süre sessizce yürüdük. Ara ara bakışları bana kayıyor ve onu bir tebssüm ile karşılıyordum. İçimde ki duyu binbir peyda olup dağıldı usulca tıpkı eski günlerde ki tefekkür saatleri gibi. Bir huzurun avuçlarındaydım. Kalbim ılıktı en çok da yanımda ki adamın varlığından. Neler olduğunu düşünmeye başladım. Kalbimde ki bu devrin alameti hayr mı şer mi bilemiyordum sadece bu denli bir değişimin beni milim milim ele geçirmesne müsaade ediyordum. Kendimi yavaş yavaş Zeyd’in merhametine, vicdanına ve sevgisine bırakıyordum. Ben ki yurdumu sarıp sarmalayan gardlarım ile bilirdim ama heyhat! Gözleri fezanın karanlığını barındıran bir adama pervane olmak üzereydim. Aşk insanı mantığından eder, kalbi çırpındırır durur. Benim de öyleydi. Lakin bu çırpınış dingin bir çırpınıştı. Zeyd’in karanlık yüzüne inanıp onu görmeye çalıştıkça aslında benim gözlerimde ki perde kalkıyordu yavaş yavaş. Her şeyin fazlası zıddına dönüşür. Zeyd’e beslediğim fazla nefret şimdi tersine dönmüştü.

Bir su birikintisinin önüne geldiğimde elbisemin etekleri ıslanmaması için ucundan tuttum. Zeyd elini uzattı. Gözleri karşısında ki dağların puslu zirvesindeyken. Usulca tutup üzerinden atladım. Gözleri yürüdüğüm yollardaydı.

“Çok değerli birinden bir zaman bir söz duymuştum,” dedi yumuşak bir sesle bakışları elimi tutan eline değdi ardından usulca yanına çekti: “Eğer karşına bir dağ çıktıysa Dağları Yaradan ile konuş.”

Bakışlarım ona kaydı. Yüzünde bir tebessüm vardı. Nereden aklına geldiğini anlayamadım ama önünde ki engellerin zihninde dolandığını tahmin etmiştim.

“Dua ve inanç dağları yerinden oynatır. Yeter ki Sahibi razı olsun.”

“Elhamdülillah.”

Evden epey uzaklaşmıştık. Gökyüzünü kara bulutlar kaplamaya başlamıştı yağdı yağacak gibiydi. Ama Zeyd’in yanında o karar buluttlar nezdimde açık bir göyüzüne eşdeğer oldu. Zeyd’in elini tutan elim hala yerinde mi diye kontrol etmek için parmaklarımı oynattım, oradaydı. Gülümsedim.

“Nedir o dağ?” diye sordum, bakışları birden bana döndü birkaç saniye ardından kaçırdı, derin bir nefes aldı.

“Ne olduğundan ziyade ne kadar büyük.” istemsiz durup ona baktığımda Zeyd de dönüp neden durduğumu anlamayarak bana baktı:

“Allah en büyüktür.” tebessüm etti. Yüzünde ben ile saklambaç oynayan o korkuyu yine de gördüm ama. O açık bulutlar kayboldu: “Korktuğun bir şey var. Yoksa bir dağın heybetinden endişe etmen neden?”

“Sadece ben olsaydım fani bir şeyin varlığı hiçbir şekilde beni rahatsız etmezdi. Ama şimdi sende varsın olursa ki benden yana-“

“Zeyd… sen beni sokakta karşılaştığın o dünya derdi olmuş insanlardan biri olarak mı görüyorsun?”

“Öyle olmadığını biliyorum ama hayat bu. Hep aynı mevsimde kalınmıyor… “durdu birkaç saniye gözlerimin içine baktı tebessümü gitti o benden saklanan korkuyu ebeledim. Zeyd yüzünde ki sıkıntıyı bir kenara çekti bana yaklaştı: “ya kar yağarsa da sen üşürsen…”

“Üşümem. Üşürsem de birlikte ısınırız.” yüzü aydınlandı:

“Seni bana nasip eden Allah’a hamd olsun.”

“Hamd olsun.”

İlk kez sabah yürüyüşünün bu kadar uzadığını itiraf ederken eve dönüş yolundaydık. Zeyd kapıya vardığında sormadan edemedim.

“Kötü bir şey mi var?”

“Şimdilik yok ama olursa söyleyeceğim.”

Doğru söylüyordu bunu yüzünden anlayabilmiştim ama yüzünde ki o gölgenin adı endişeydi. Bunu göz ardı edemiyordum yine de onun söylediğine itimat etmeye karar verdim ve söyleyeceği güne kadar bunu bir kenara attım.

Kahvaltıdan sonra Zeyd beni vakfa bıraktıktan sonra acele ile Berzah’ı görmeye gitmişti. Yeni yapılacak etkinlik için büyük bir organizasyon hazırlığı içinde ki herkesin yüzünde güller açıyordu. Ben ve Zeynep müzayede hazırlığını bitirdiğimizde Betül iki organizasyonun çatışmaması için müzayedeyi öne alma kararı verdik bu da vakfa ait bir sergi salonunda yapma kararı aldık. Öğleden sonra ki toplantı için hazırlık yaparken ikinci davetli listesini Betül’den almak için eve gittim. Orta avluda yüzünde maske başında kapüşon olan genci gördüğümde güldüm:

“Sarp!” bana döndü her zamanki o bezgin ifadesi ile.

“Gazel abla, selam.” Sesinin iyi olmasından ve tuhaf bir heyecan ile bana doğru gelmesine şaşırdım. Sarp’ı çok göremezdim en azından lösemi teşhisi konulduktan sonra neredeyse hiç görmezdim. Gördüğüm birkaç an da ise tamamıyla kendini kapalı moda almış karamsar ve ölümü kabullenmiş bir halde hayata küsmüş olurdu. İyi bir çocuktu, Betül’ün yeğeni olmasından çok kendi kardeşimmiş gibi severdim onu zaten anne ve babası çalıştığı için çocukluğunun çoğunu bizim evde geçirmişti çünkü annem ona dadılık yapardı. Şimdi ise büyüyüp genç bir delikanlı olma yolunda iken lösemi teşhisi konulmuştu. Kız kardeşi ise ona dönor olmak için vardı ve hayatta kalmasının küçük kız kardeşinin ellerinde olması fikrinden nefret ediyordu. Daha doğrusu kardeşinin sırf bu yüzden dünyaya getirdikleri için ebeveynlerine kızgındı.

“Seni hangi rüzgar attı buraya.”

“Halamı bekliyorum. Bir şey soracağım.”

“Tabi sor.”

“Az önce içeride bir davetli listesi gördüm. Aralarında Talha Bahremoğlu da vardı.”şaşırarak ona baktım.

“Evet var.”

“Tanıyor musun onu?”

“Sayılır. Neden?”

“Hiç. Bir arkadaşımın abisi. Sadece merak ettim. Nerede oturduğunu biliyor musun?“ şaşırarak ona baktım.

“Biliyorsam ne olmuş?”

“Bana söyleyebilir misin?”

“Elbette ki söylemem. Peşine düşeyim deme sakın. Senin bundan daha önemli sorunların var.”

“Ölmek gibi mi?”

“Yaşamak gibi. Ayrıca Talha normal biri değil.”

“Beni çok mu normal görüyorsun.”

“Kızdan hoşlandın mı?”

“Ne? Kendini herkese sevdirme çabasına girmiş bir süs yumağından başka bir şey değil. Ayrıca kendini insanlara acındırma çabası ise oldukça gülünç. Hepimiz hastayız ama kimsenin bir bebek bakıcısına ihtiyacı yok. Ama Leyla hanım kendi işini görmesi için abisine yalvararak bir bakıcı istemiş.”

“Kız güzel mi?”

“Değil.”

“Güzel mi?”

“Güzel.”

“Sana bir abla tavsiyesi, Talha’nın kız kardeşinden uzak dur. Eğer aksi bir şey olursa sonuç senin için kötü olabilir ve bunu asla istemem.”

“Adresi vermiyor musun?”

“Sarp.”bana hala vazgeçmeyecekmiş gibi bakmaya devam edince anladığı gibi konuşmaya karar verdim: “Peki ben bizzat Talha’yı arayıp kız kardeşini merak ettiğini ve onu görmek için evine gitmek istediğini söyleyeceğim.”

“Yapmazsın.” dedi sinirle gülerken ama yüzündeki ifade az sonra takındığı tavrı değiştirdi: “Peki tamam. Yaparsın. Karışmıyorum.”

Sinirle kapüşonunu daha fazla kafasına çekip ayrıldı yanımdan. Arkasından baktım eğer onun sarp olduğunu bilmeseydim oldukça sağlıklı bir çocuk diyebilirdim. Uzun zaman sonra ilk kez boyunun uzadığını ve bir delikanlı olduğunun farkına vardım. Nerede tanışmıştı Leyla ile bilmiyordum ama Sarp’ın inatçı ve asla vazgeçmeyen karakterinden emin olduğum için bu konuda Betül ile ya da annesi ile konuşmalıydım.

Akşamüzeri işim erken bittiğinde eve gitmek için hazırlanırken Can vakfa geldi. Biraz şaşırsam da onu karşıladım. Masanın önünde ki mor koltuğa kendini bırakırken gözleri hemen kapandı:

“Seni almaya geldim. Hazırlanmak için hiç acele etme bende bu arada biraz dinleyeyim.”

“Beni almaya mı geldin? Neden?”

“Zeyd beyin emri. Size bir sürprizi var.”

“Ne sürprizi?”

“Bilmiyorum.” dedi elinin yorgunluk ile sallarken ardından sustu. Onun biraz daha dinlenmesi için bende son evrak işlerini bilgisayara aktarmaya başladım. Özlem getirip kahvesini önüne koyarken Can gözlerini araladı ve yüzü sevinçle parladı. Kahveden bir yudum alırken gülümsedi. Bilgisayarı kapatıp çantamı hazırladım aynı zamanda Zeynep’ten aldığım davetiyelerden birini masanın üzer,nden ona uzattım:

“Bu ne?” dedi elimde ki gümüş zarfa uzanırken açıp okuduğunda yüzünde ki minnet ifades ile baktı bana:

“Davetlimizsin. Umarım bizi onurlandırarak cömert bir bağışta bulunursun.”

“Hiç şüphen olmasın, ama… Ya Serap hanım geldiğimi öğrenirse.”

“Ne olmuş. Kendisi bizimle ilişiğini kesmişse davetlilerimize nasıl karışabilir ayrıca müzayede de ki tüm eserler Melike adına yasal olarak bizim. Yani hiçbir sorun yok.”

“Şuan var ya tüm yorgunluğum gitti.” dedi gülerken. Elinde ki davetiyeyi ceketinin cebine koydu ve kahvesine geri döndü.

“Bu kadar yorgun olacak kadar ne iş yaptırıyor Zeyd sana?”

“Aslında getir götür dışında bir iş yapmıyorum ama bu aralar biraz yoğun. Hem transfer işlemleri hem de yeni mekan işleri falan bayağı yoruldum.”

“Ne transferi?”

“Bugün bizim büroda ki avukatları şirkete devretti Zeyd.”

“Neden büroyu mu kapatacak?”

“Hayır, küçülmeye gidiyor diyelim.”

“Neden?”

“Bilmiyorum. E haliyle daha küçük bir mekan bakıyoruz. Ama Zeyd mekan konusunda oldukça aksi davranıyor ve istediği gibi bir mekan bulmak oldukça zor. Şehrin yarısını neredeyse dolaştım ama hepsine hayır dedi. Berzah’ın mekanını bile istemedi yani çok lüks diyerek.”

“Tuhaf bana bundan bahsetmedi.”

“Bugün Berzah geldikten sonra karar verdi.”

Can’ın arabası ev yoluna değil de havalimanı güzergahına vardığı an ondan ama o sadece sürpriz deyip gülümsediği için bir şey söyleyemedim. Araba durduğunda içeri girdim ama Zeyd ortalıkta yoktu Can bir on beş dakika yanımda bekledikten sonra Zeyd de nihayet geldi. Üzerinde beyaz bir gmlek ve siyah pantolon vardı. Ve ardı sıra bir valizi de taşıyordu. Soru sorar gibi ona baktım. Yanıma gelip alnımdan öptü.

“Visal.” dedi usulca ardından gülümsedi. Elinde tuttuğu pasaporta baktım:

“Yurtdışına mı çıkıyoruz.”

“Evet ama sadece birkaç saatliğine. Hemen dönmemiz gerekecek sonrasında.”

“Nasıl olacak bu?” elimden tutup beni ardı sıra sürükledi. Bir hostes bize eşlik ederken hiçbir şey anlamadan Zeyd’in ardı sıra yürümeye başladım. Eli ile uçağı gösterdi normal bir yolcu uçağı değildi. Zeyd’in bugün büroyu kapatma işleri küçültme işlerinden sonra özel bir uçağa sahip olmasını düşünmek ise saçmaydı.

“Özel uçağın mı var?” diye sordum yine de Zeyd güldü:

“Benim değil. Bir müvekkilime ait. Bir kereye mahsus kullanabilmek için küçük bir ricasını hallettim.”

“Bu kadar mı gerekliydi bu sürpriz?”

“Göreceksin buna değecek.” sadece çabasına bakarak dahi buna cevap verebilirdim.

“Eminim değer.”

“Uçak seyahatimiz sandığımdan da uzun sürdü. Bir ara uyuyakaldım uyandığımda ise güneş çoktan batmış gece çökmüştü. Zeyd’in de uyukladığını gördüm. Uzanıp daha önce üzerime örttüğü battaniyeyi onun üzerine örttüm. Zeyd huzursuzca kıpırdandı ve uykusuna kaldığı yerden devam etti. Önünde duran defter dikkatimi çeki birçok karalama birkaç sayı bir iki isim ve telefon numaraları yazıyordu. Sürprizin içinde olduğu belliydi uzanıp defteri kapattım. Madem bana bir hediye vermek istiyordu istediği gibi olsundu. Nihayet hostes yanımıza gelip vardığımızı söylediğinde Zeyd çoktan uyanmıştı. Saatini kontrol etti ve ilk olarak uzanıp daha önceden getirdiği şalı omuzlarıma attı.

“Hava biraz soğuk.” diyerek beni iyice sardı. Ardından kendisi de ceketini giydi ve çantasından beyaz bir bandana çıkardı: “Gözlerini kapatmam gerek.”

“Şart mı?”

“Şart. Son dakikaya kadar görmeni istemiyorum.”

Dediğini yaptım. Zeyd gözlerimi kapattı. Yüzümde ki siyah peçe başımda ki kiremit şal ile gözüme de bandana takınca hiçbir yerim görünmez oldu böylece. Zeyd giydiğim elbisemin de ucundan tutmak zorunda kaldı çünkü düşebilirdim. Uçağın kapısından çıktığımızı etrafımızı saran keskin bir soğukla anladım ve hemen Zeyd’e yanaştım. Zeyd elini omuzuma atarak merdivenlerden inmem için yavaşça beni yönlendirdi. Ardından tekrar bir rabaya bindik. Büyükçe bir araç olmalıydı çünkü iki basamak çıkmıştım. Aracın içindeyken epey yol aldık ardından araç iyice sallanmaya başladı. Merakım gittikçe arttı. Zeyd bu arada ince bir battaniyeye sardı beni bu defa. Daha da soğuk olamazdı diye düşünmüştüm ama araba durupta şiddetli bir rüzgara çıktığımda battaniyeye iyice sarındım.

“Zemin çok yumuşak yürürken dikkat et ve bana tutun.” dedi Zeyd ne demek istediğini önce anladım. Taki ayağım yumuşak kuma gömülüne dek. Kum beni biraz afallattı. Ne kadar soru sorsam da Zey hiçbir şey söylemedi. Ayağımın altında dağıla ve yürümekte epey zorlandığım kum bir sahil miydi? İhtimaller geçti aklımdan. Şiddetli rüzgarın sesi de nerede olduğumuz hakkında daha da meraklanmama neden oldu. Soluk soluğa kalana ve sanki bir tümseği tırmanana kadar epey yürüdük. Sonunda durdu Zeyd. Önümde durdu.

“Hazır mısın?” diye sordu.

“Hazırım.”

“Önce sessizce dinle.” etrafta uğuldayan rüzgarın sesi bir senfoniydi. Başımda ki şalı tutup koparmak ister gibiydi ama gözümde ki bandanadan dolayı alamıyordu sanki. Gülümsetti beni bu hal. Zeyd battaniyemi alıp indirdi. Daha rahat etmem için. Soğuk daha da hissettirdi kendini. İçim ürperdi. Zeyd uzandı bandanaya çıkarmak için ve:

“Bismillah.” dedi.

İlk gördüğüm zifiri karanlıktı. Kapalı olmaya alışan gözlerime bir karanlık eşlik etti önce ardından göz kapaklarıma değen rüzgar şalımın kenarını gözlerime siper etti elimle düzelttim. Ardından da Zeyd’in ay gibi parlak ve güzel olan çehresi göründü gözüme karanlıktı ama görebiliyordum. Gözleri iki siyah kuyu gibi yan yanaydı ve gülümseyen o yüzü tam önümdeydi. Bana kalsa etrafıma değil sadece Zeyd’in yüzüne bakmak dahi en güzel hediyeydi ama tenimi okşayan rüzgar kendime getirdi beni ve etrafıma baktım. Bir çölün ortasında bir tepenin üstünde bir gökyüzünün altındaydım. Bakışlarım gözyüzüne değdi ve değdiği an kalakaldı. Birkaç değil milyarlarca yıldızın altındaydım. Yıldızda değil bir galaksi vardı gözlerimin önünde. Bakışlarım renklerin düzenine biribirine geçmiş ama birbirinden ayrı milyarlarca yıldıza takıldı. Hepsine tek tek bakmak istedim hepsine tek tek dokunmak istedim. Altımda ki zemin yok oldu Zeyd de onun beraber… sadece gökyüzü vardı ve ben sanki sonu belirsiz bir ummanın içine dalmıştım. Evrene bir kez de böyle bakmak içimi ve gözlerimi hayrete düşürdü. Kulağımda uğuldayan ve tenimi okşayan rüzgar, ayaklarımın altında duran çöl ve gözlerimin değdiği gözyüzü… Bin şükür. Onca şehir nasıl da nasipsizmiş bu mükemmellikten. Yıldızlara bakarken tüm ışıklardan nefret ettim ve sanki ben sadece ama sadece buraya ait olabilirmişim gibi hissettim.

“Demiştin ki; yüzümü sadece bana sonsuzluğu gösterebilirsen görebilirsin.” dedi beni gerçekliğe çeken Zeyd’in o naif sesi: “Bir tek Allah sonsuzdur. Geri kalan her şey fani her şey gelip geçici. Ben sana bu şartını, cihanda beşerden yana ancak bu şekilde yerine getirebilirim. Bu da benim için yüzünün diyeti.”

Bakışlarım önce gökyüzüne takıldı yine ardından Zeyd’in gözlerine. Hep ne var derdim onun gözlerinde gerçekten de karşımda ki arş Zeyd’in gözlerindeydi. Artık onun gözleri başımın üzerinde ki yıldızları içine almış ondan daha güzel geldi. Onun gözlerinde gökyüzünde ki evreni bulabildim ben tüm yıldızları tek tek gördüm ve onun yüzüne dokunurken onlara tek tek dokundum.

Zeyd gülümsedi ve bir ‘bismillah’ daha çekti. Usulca peçemi indirdi. Öylece kaldı. Birkaç saniye ben bilmiyordum onun ne hissetiğini gözleri benim için ark ettiğim tek şeydi. Zeyd gülümseyene ve bana yaklaşıp gülümseyene dek… Alnımdan öptü. Alnını alnıma yaslarken fısıldadı:

“Allah’a şükürler olsun.”

Bende gülümsedim. Karanlıkta yüzümü ne kadar görmüştü bilmiyorum ama görememenin yanında karanlıkta olsa görebilmek Zeyd için yetmişte artmış gibi duruyordu. Ona baktım. Gülümsedi. Yüzümü avuçladı.

“Eğer beni seversen Allah’ın huzurunda yemin ederim senden başkasına aşk ile bakmayacak gözüm. Yüreğim sadece senin evin olacak. Eğer beni gönül evine kabul edersen Allah’a yemin ederim sen bu dünya da yazdığım en güzel gazelim olacaksın.”gözümden bir damla yaş sonunda düştü. Gülümsedim. Bu bir damla yaş ile Zeyd anlardı onu sevdiğimi…

“İmtihan mı kahır mı derdim sana hep. Meğer ikisi de değil lütufmuşsun. Seni bana getiren Allah!a hamd olsun Zeyd.”

“Kabul ettin mi beni.”

“Sen benim hep kabulümmüşsün. Ruhum vücud bulmadan evvelde.”

. . .

Loading...
0%