@cigliginyazari
|
🎭 Sessizlik, Albayın odasına sinmişti; İzel'in gözleri, eskiden sıca bir gülümsemeyle doldurduğu bu odada dolaşıyordu. Aylar önce buradan ayrılan sevgilisinin hatıraları, odanın her köşesinde hala canlıydı. Stresle salladığı bacağı önünde oturduğu masayı titretirken masadaki herkesin gözü üstündeydi. Herkes Üsteğmen'in vereceği kararı bekliyordu. Oysa ki İzel'in sessizliği korkutucuydu. Ondan istenilen şey onun yarasıydı, kalbine saplanan bıçağı çeviren kişiydi. Henüz yeni toparlanmışken bir bıçak daha saplamaları nedendi? "Orayı buldunuz demek ha?" diye sorduğunda dudaklarında istemsizce acı bir tebessüm oluştu. Bu gülümsemesini solduran şey ise Albayın sert sesiydi. "Türker!" diye bağıran Albayına döndü bakışları İzel'in. "Kendine gel. Şahsi meselelerini görevine dahil etmeyeceksin. Diğer görevlerinde nasıl davrandıysan bu sefer de öyle davranacaksın. Kim olduklarını, sana ne yaptıklarını unutacaksın ve o herifi buraya getireceksin. Canlı olarak!" Son cümlesinde net bir vurgu vardı. O şerefsizlerin başını öldürmeyecekti. "Şimdi timini al ve hazırlıklarını yap. Derhal." dediğinde İzel ayağa kalkarak selam verdi. "Emredersiniz komutanım!" Bu bir vatan sözüydü ve İzel sözünün arkasında dururdu... Albayın verdiği izinle odadan çıkarken timi bir emir beklemedi. Herkes hazırlıkları için odasına giderken o da odasına ilerledi. Askeriyenin koridorlarında sert, kendinden emin adımlarla yürürken vücudunda en ufak bir eğrilik yoktu. Gözlerindeki sertlik, çehresindeki ifadesizlik herkesi ürpertirdi. Odasının önüne geldiğinde bakışları her zamanki gibi yanındaki odanın kapısına döndü. Birkaç saniye öylece izledi o kapıyı. Bu kapı açılsa da içeriden çıksa, diye düşündü kendi kendine. Ama o kapı her zamanki gibi açılmadı o kapı. "Vatan sağ olsun..." diye mırıldandı kendi kendine. Ardından odasının kapısını açtı ve içeri girerek kendini soğuk suyun altına attı. 🎭 Elindeki silahın dürbününden on metrelerce ötedeki depoyu izleyen Üsteğmen gözünü yavaşça ayırdı dürbünden. "Anka 4?" diye kulaklığına konuştuğunda cevap gecikmedi. "Herkes depoda Komutanım. Dışarıda nöbetçiler hariç kimse yok." dedi Astsubay Başçavuş Selim. "Anka 5?" "Giriş temiz Komutanım. Nöbetçi koyulmamış." dedi Uzman Çavuş Demir. "Anka 2?" "Arka çıkışta iki asker nöbet tutuyor ancak iki saatte bir, bir dakika içerisinde değişiyor Komutanım. Nöbet değişimi yapanlar diğerlerinden ayrı bir odada uyuyor. Yani içeriye girdiğimizde onlar bizi fark etmeyecek." dedi Teğmen Ertuğrul. "Anka 3?" "İçeride on beş kişiler Komutanım. Sekiz erkek, yedi kadın. Esirler burada değil." dedi Teğmen Kenan. "Anka 5?" "Cephaneleri giriş katta sağ tarafta Komutanım. On beş el bombası, on sekiz silah, altı çakı. Gerçi kullanmalarına zaman olmayacak ama." dedi Astsubay Kıdemli Üstçavuş Gökhan. "Arkadakilerin nöbet değişimi ne zaman?" "Beş dakika sonra Komutanım." dedi Teğmen Tugay. "Onlar oradan ayrıldığı an Gökhan ve Ertuğrul oraya gidiyor. Yeni nöbetçiler geldiğinde sessizce alın, getirin. Sessizce içeri gireceğiz, şu an uyuyorlar. Halil şerefsizi hariç hepsini indirin. Onu da bana bırakın. Girerken Demir burada kalıyor, bir sorun anında askeriyeye haber veriyor, diğerleri benimle. En ufak bir hata istemiyorum. Aylardır bugünü bekliyoruz, boşa gitmeyecek. Anlaşıldı mı?" diye soran komutanlarına Tim "Anlaşıldı Komutanım!" diyerek cevap verdi. "Göreyim sizi." diye mırıldanan Üsteğmen kulaklığını kapatarak bakışlarını kolundaki saate çevirdi. Son dört dakika... Ondan ayrı geçirdiği ayların, haftaların, günlerin, saatlerin intikamı için son dört dakika. Elindeki silahın dürbününden depoyu izlemeye devam etti. Bir mucize olsun, diye geçirdi içinden. Yaşıyor olsun, dedi bir umut. Gözleri kolundaki saat ile depo arasında gidip geliyordu. Son üç dakika... Sağ eli sol elindeki yüzük parmağına gitti. Parmağında takılı olan yüzüğü okşarken depoyu izlemeye devam etti. Bu yüzüğü tekrar taksın parmağıma, dedi bu kez. Son iki dakika... Onun Komutanım, diyen sesi çınladı kulağında. Gelsin, yine desin, diye geçirdi içinden. Son bir dakika... Hafifçe doğruldu ve silahını gözünden çekti. Kulaklığını tekrar açarken kamuflaj bandanasını yukarı çekti ve yalnızca gözlerinin görünmesini sağladı. Son otuz saniye... "Gökhan, Ertuğrul, yavaşça gidin." diye fısıldadı kulaklığa. Herkes en ciddi haline bürünürken Gökhan ve Ertuğrul kendilerine verilen görevi yapmak için ilerledi. Arka girişe yakın bir yerde durdular fakat kendilerini gizlemeye devam ettiler. Son on saniye... Üsteğmen'in yumruk yaptığı eli yavaşça havaya kalktı. Tüm Tim nefeslerini tutmuş komutu beklerken süre dolmuş olacak ki nöbetçiler içeri doğru adımladı. Üsteğmen elini açarak Gökhan ve Ertuğrul'a ileri komutu verdi. İkisi de kapının önüne geldiklerinde kapının iki yanına saklandılar ve nöbetçilerin gelmesini beklediler. Yeni nöbetçiler dışarı çıktıkları an Gökhan ve Ertuğrul onları sessizce etkisiz hale getirdiğinde Üsteğmen bu sefer diğerlerine işaret verdi. Hepsi büyük bir hızla depoya doğru ilerlerken Demir geride kalmıştı. Üsteğmen önde, diğerleri arkada deponun arka girişine geldiklerinde hızlıca içeri girdiler. Karşılaştıkları ilk şey onlarca yer yatağı olduğunda üstünde yatan kişiler derin bir uyku içerisindeydi. Selim, Tugay, Gökhan, Kenan veErtuğrul diğerlerini tek tek ortadan kaldırırken Üsteğmen'in bakışları tek bir kişiyi arıyordu. Hedefini bulduğu an yüzünde bir sırıtış oluşurken yerde her şeyden habersiz horul horul uyuyan adama ilerledi. Yanına ulaştığında tek dizinin üstüne çökerken silahının namlusunu bir anda adamın çenesine dayamasıyla adam hortlarcasına açtı gözlerini. Bakışları baharı yansıtan yeşil gözlerle buluştuğu anda bir korku sararken yüzünde alaylı bir tebessüm oluştu Üsteğmen'in. "Sana bir şey demiştim hatırlıyor musun?" diye sorduğunda cevabından fazlasıyla emindi. "Seni bir gün uykunda yakalayacağım ve uyandığında o sırıtan çenenin altında silahım olacak, demiştim. Bana o gün kahkahalarla gülmüştün ama şu amakim haklı gördük bence. Ne dersin?" dediğinde adam konuşamazken kulağına doğru eğildi. "Dua et işim senden daha önemli. Yoksa tam burada, zevkle almıştım canını. Neyse ki vatanımı korumak senin canını almaktan daha önemli." diyerek kolundan tuttu ve adamı yattığı yerden kaldırdı. "Tugay!" diyerek adamı ona iteklediğinde Tugay mesajı anında kapıp silahı adamın başına dayayarak arkasına geçti. "Gel de seninle az konuşalım!" diyen Tugay adamı sert hamlelerle dışarı çıkartırken depoda yalnızca cesetler kalmıştı. Timin diğer üyeleri depodan çıkarken Üsteğmen elindeki silahıyla depodaki küçük pencereye ilerledi. Birkaç adımda pencereye ulaşarak dışarıyı seyrederken dudaklarını araladı. "Eğer masumsan şimdi çık. Değilsen bulmamı bekle."diye seslenmesiyle arkasında birkaç hareketlilik olunca hislerinde yanılmadığını anladı. Burada saklanan biri vardı. Muhtemelen esirlerden biridir, diye düşündü Üsteğmen. Yavaş hareketlerle arkasına döndüğü sırada gördüğü ilk şey duvarla birleşik olup şu an açık olan gizli bir kapıydı. Bakışları yeri bulduğunda oradan buraya doğru kan izleri olduğunu gördü. Bakışları nihayet bu izlerin sahibine döndüğünde Üsteğmen'in adeta dili tutuldu. Ellerindeki titreme baş gösterirken nefes alış verişleri hızlandı, parmağındaki yüzük tenini yakmaya başladı. Göz bebeklerini sabit tutamıyordu çünkü adamın yüzünü inceliyordu. Bir şey diyemedi, dudakları aralanmadı. Elini kaldıramadı, dokunamadı; uyuşmuş gibiydi. Üsteğmen'in bedeni içinde bulunduğu anın şokuyla tepki gösteremezken yanına gelen Demir bu görevi üstlendi. Üsteğmen'in yanında duran Demir ilk önce Üsteğmen'i inceledi. Ardından bakışları karşısındaki kişiye döndüğünde dudakları şaşkınlıkla aralandı. "Komutanım?" 🎭 |
0% |