Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@cigliginyazari

(Üç Yıl Önce - Yazarın Anlatımıyla:)

Eşyalarını yerleştirmeyi bitiren İzel üstünü değiştirerek odasından çıktığında adımlarının hedefi iilk defa görecek olduğu Albayın odasıydı.

İzel bu askeriyeye yeni gelmişti. Askerliğine yeni başlamamıştı fakat bu zamana kadar başka bir şehirde görev yapmıştı ve bazı sorunlar nedeniyle tayinini istemişti. Hakkarı şehri çıkması ise onun için büyük bir mutluluktu öünkü bu şehiri her zaman merak ederdi. Halk arasında 'terör bölgesi' olarak adlandırılsa da o hiçbir zaman umursamamıştı. Buranın doğasını, havasını, milletini merak etmişti küçüklüğünden beri. Bu isteği ise bugün gerçekleşmişti.

Koridordan geçerek ilerleyen İzel başından kayan beresini düzelterek sabitledi. Üstündeki kamuflaj giysisinin önünü düzelttiği sırada Albaya ait olduğunu söyledikleri odanın önünde durdu. Boğazını temizleyerek yumruk yaptığı eliyle kapıyı çaldığında içeriden 'gel' komutu gelmesiyle kapıyı açtı ve içeri girdi. Bakışları masanın arkasında oturan Albayı bulduğunda selam duruşuna geçti.

​​​Albay baştan aşağı süzdü kadını, ardından İzel'in, yüzüne bile bakmadığı adama dönerek başıyla bir işaret verdi. Bu sırada işaret verdiği adam itina ile gözlerini karşısındaki kendinden emin duruşu olan askerden ayırmamıştı.

​​​"Adın ne asker?" diye sıran Albaya hiç düşünmeden cevap verdi.

​​"Üsteğmen İzel Pare Türker Komutanım!" dediğinde odadakş diğer adamın kaşları çatıldı. Kadının sesi içler ürperticiydi.

"Gel asker, otur." diyen Adbayı dinleyen İzel selam vermeyi bıraktı ve masanın önündeki koltuklardan boş olana oturdu. Bakışları Albaydan ayrılmazken solundaki adamın bakışlarının üstünde olduğundan haberdardı. Yine de umursamadı.

​​​​"Yüzbaşı Özgür Alsancak." diyen Albay, İzel'in karşısında oturan adamı işaret ettiğinde İzel o yöne bakmaya tenezzül etmedi. Albay bu duruma daha da keyiflendi. "Her neyse. Askeriyeye hoş geldin Türker. Önceki askeriyedeki operasyonlarının raporlarını inceledim. Fazlasıyla başarılı bir askersin. Çoğu erkek askerime göre daha iyisin. Timinin ismi Hava Timi. Rütben gereği içinde bulunduğun timin komutanı sensin. Sanırım önceki askeriyede de bir timin komutanlığını yapmışsın?" dediğinde kadın başını salladı. "Güzel. Alsancak da kendi timinin komutanı. Bir sorun olursa benden önce ona danış. Sana yardımcı olur." diyerek karşısındaki adamı işaret ettiğinde İzel'in bakışları yine dönmedi o tarafa. "Sen zaten gerisini biliyorsun. Diyeceklerim bu kadar. Soracak bir şeyin var mı?" diye sorduğunda İzel başını iki yana salladı. "Gidebilirsin." İzel ayağa kalkıp ikisini de selamladıktan sonra kapıya doğru ilerledi. Kapıdan çıktığı sırada Albayı, "Alsancak, Türker'i timinin yanına götür." dediğini duydu ancak umursamadan yürümeye devam etti.

Özgür, İzel'in odadan çıkmasından birkaç saniye sonra çıktı odadan. İzel önde o arkada ilerlerken Özgür kendisine ihtiyacı olmadığını düşündü çünkü kız gaza basıp gidiyordu.

​​Özgür'ün hiçbir yönlendirmesine gerek kalmadan yemekhaneye geldiklerinde İzel'in bakışları masaların üstünde dolaşırken Özgür hiçbir şey yapmadan onu izledi. İzel diğerlerine göre sayısı az olan bir masa görüp oraya ilerlediğinde Özgür onu takip etti.

Masadakiler kahkahalarla gülerek bir şeyler konuşurken yanlarına doğru gelen Özgür'ü gördükleri anda ciddileştiler ve ayağa kalktılar. Ancak Özgür'e bakışları İzel'e olan bakışlarının yanında sönük kaldı. Her biri tek tek İzel'i incelerken Özgür'ün sesiyle kendilerine geldiler.

​​"Üsteğ-" diye başladığı cümle İzel tarafından bölündüğünde herkes ona baktı.

​​"Üsteğmen İzel Pare Türker. Hava Timi'nin komutanıyım." diyerek kendini tanıttığında masanın en başında duran adam yanına gelerek selam duruşuna geçti.

​​​"Asteğmen Kenan Toprak Komutanım!" dediği sırada başka bir adam gelerek yanında durdu ve selam verdi.

​​​"Uzman Çavuş Demir Sönmez Komutanım!"

​​​"Astsubay Üstçavuş Selim Yanık Komutanım!"

​​​​"Teğmen Ertuğrul Kartal Komutanım!"

​​​"Astsubay Kıdemli Çavuş Gökhan Keskin Komutanım!"

​​"Asteğmen Tugay Daral Komutanım!"

​​Hepsi karşısında hazır ola geçmişken derin bir nefes aldı İzel. Ardınsan dudaklarında bir tebessüm oluşurken yanlarındaki masayı işaret etti.

"Oturun hadi." diyerek masanın başındaki sandalyeye oturduğunda arkasına yaslandı. Diğerleri de yerlerine otururken başında duran Özgür'e çevirdi bakışlarını. "Sağ olun Yüzbaşı'm. Buldum timimi." diyerek alttan alttan onu kovduğunda Özgür kaşlarını çattı. Ardından arkasını dönerek kendi timine doğru ilerlemeye başlarken sabırlar çekiyordu.

Nedensizce içinde, bu kadından çok çekeceğine dair bir his vardı...

(Günümüz-İzel Pare Türker'den:)

Nefes alışlarım zorlaşırken şu ana kadar düşündüğüm tek şey bu gördüğümün bir rüya olduğuydu. Fakat Demir de benimle aynı rüyayı görüyor olamazdı değil mi?

Bakışlarım yavaşça bedeninde dolaşırken ne kadar zayıflamış olduğunu fark ettim. Son gördüğüm halinden eser yoktu. Sakalları ve saçları fazlasıyla uzamıştı. Eskiden uzamasından nefret ederdi. Üstündeki kıyafetler onu son gördüğümde üstünde olan kıyafetlerdi. Sadece fazla kirliydi. Bir yılı aşkındır bu kıyafetlerleydi. Bakışlarım üst gövdesini bulduğunda gördüğüm şeyle nefesim kesilirken elimdeki silahı sıktım.

Yaralanmıştı.

Yerdeki kan izleri ona aitti.

Ben yaşadığım şokun etkisiyle olduğum yere çakılmışken Demir de benden farksız değildi.

Bana öldüğünü söylemişlerdi...

Kulağıma bazı uğultular dolarken depoya birkaç kişinin daha girdiğini hissettim. Ayak seslerine bakılırsa Selim, Gökhan ve Kenan'dı gelenler. Koşar adımları bir anda durduğunda onların da şaşırdığını anlamıştım.

Karşımdaki adam bizim bu halimize karşılık olarak tebessüm ettiğinde aynı zamanda yüzünü buruşturdu. Canı yanıyor olmalıydı.

​​​"Hava Timi tam takım ha?" dediğinde sesinin ne kadar boğuklaştığını düşündüm. O'nun sesi nahifti. Yeri geldiğinde sertliğini koruyan ama bana her zamab yumuşak olan sesi şimdi boğuktu.

​​Uzun zamandır konuşmamaktan mıydı bu?

​​O​​'nun konuşmadı kendime gelmemi sağlarken gözlerimi yumup açtım ve arkamda şaşkınlık içerisinde onu izleyen timime timime döndüm.

​​​"Komutanınıza yardım edin." diyerek tekrar ona döndüğümde selam verdim ve arkama dönerek deponun çıkışına ilerledim.

Arkamda kalanlar harekete geçmiş olacak ki sesleri depoda yankılanırken depodan çıktım ve kulağımdaki kulaklığı açtım.

"Anka 1?"

​​​​"Anka 1 dinlemede."

​​​"Operasyon tamamlandı, adamı aldık. Dönüş için bulunduğumuz koordinatlara araç talep ediyorum."

​​​"Araç yola çıkıyor. Esir var mı yanınızda?" diye sorduğunda duraksadım.

"Var. Yüzbaşı Özgür Alsancak. Yaralı." dediğimde bir sessizlik oluştu.

​​​"Araç yola çıkıyor. Yarım saate orada olur." dedikten sonra iletişimi kestiğinde serin bir nefes aldım.

​​Arkamdaki depodan bana doğru yaklaşan kişileri hissettiğimde hızla sağ elimdeki yüzüğü çıkararak kamuflajımın göğüs kısmındaki cebe attım. Arkama dönerek bana doğru yaklaşan time baktığımda gözlerim ona değmedi bile.

​​​"Ertuğrul ve Tugay nerede?" diye sorduğumda onun yarasına tampon yapan Kenan bana döndü.

​​​​​​"Az önce beklediğimiz yerdeler Komutanım."

​​"Adam daha kolay kaçsın diye mi asker!" diye elimde olmayan bir sinirle konuştuğumda siyah irislerin ağırlığını üstümde hissettim.

​​​​​​"Siz bir emir vermeyince biz de nereye götüreceğimizi bilemedik Komutanım." dediğinde cevap vermeden dediği yöne ilerledim.

Uzun yokuşu tırmanarak az önce beklediğimiz alana ulaştığımda Ertuğrul ve Tuga'ın kolundan tutuyor oldukları adam az önce korkuyla bakarken şimdi sırıtarak bakıyordu bana.

​​​​"Aylar önce sana gönderdiğim sürprizi beğendin mi Komutan?" dediği sırada yanına ulaşmıştım. "Nişanlının yasını ne kadar tuttun, üç-dört gün?"

"Sen kaybetmenin yasını ne kadar tutacaksan o kadar." dediğimde bakışları arkamda bir yere değdi. Gördüğü şey ile gözleri irileşirken dudakları aralandı.

"Lan ben seni vurdum!" diye çıkıştığında anladım neler döndüğünü. Bu herif onu vurarak öldürdüğünü sanmıştı ama o bir şekilde saklanarak yaşamaya devam etmişti.

"Sen bilmez misin Halil? Dokuz canlıyım ben." diyen boğuk sesini duyduğumda yutkundum.

"Kes zırvalamayı!" diye bağırmamla Halil yerinde sıçradı adeta. "Sesini askeriyede harcamaya bak." diye konuştuğumda yanımdaki ağacın dibine oturdum ve silahımı yanıma bırakarak sırtımı ağaca yasladım. Diğerleri de bir yerlere otururken helikopteri beklemeye başladık.

Tek sorun onun tam karşımda oturup itina ile beni izlemesiydi...

🎭

Yanımdaki küçük camdan dışarıyı izlediğim sırada içinde bulunduğum helikopter fazlasıyla sesliydi. Keşke tek ses helikopterin kanatlarının sesi olsaydı ama içindeki kişilerin sesi onu zaten bastırıyordu.

​​​"Sonra Komutanım," diyerek sabahtan beri susmayan Ertuğrul anlatmaya devam etti. "Bizim salak Selim gidip teröristi görünce silahları karıştırdı, gidip oyuncak silahı kaldırıyor adama. Bir de diyor 'Niye tutukluk yaptı bu?'." dediğinde helikopterdeki herkes kahkaha attı. Ben ve Halil hariç tabi ki. O ise canının acısından dolayı olsa gerek kısıkça gülmekle yetinmişti.

"Lan boş boş konuşma! Senin yaptıklarını da biliyoruz. Şimdi Komutanım, bu mal Ertuğ-" diye bu sefer de Selim bir şey anlatmaya başlayacaktı ki engel oldum.

​​​"Yeter!" diye bir anda bağırmamla hepsi irkilerek sustu. "Bindiğimizden beri dır dır dır, başım şişti be! Kesin sesinizi!" diye çıkıştığımda hepsi şaşkınlıkla bakıyordu bana. Yine de umursamadan cama döndüm çünkü şaşkınlıklarının sebebini biliyordum.

Operasyon dönüşündeki konuşmalarımız normaldeki konuşmalarımızın adeta bir yıllığı kadardı ve keyfimiz hep yerinde olurdu. Gülerdik, eğlenirdik ve ben çıkan sesi umursamazdım bile. Çünkü en çok konuşan kişi de ben olurdum. Bir senedir eskisi kadar eğlenmemiştim fakat onların eğlenmesine de karışmamıştım. Şu an bu sesten rahatsızdım çünkü konuşmuyordum ve tüm sesler beynimin içinde yankılanıyordu. Karşımda o otururken konuşamazdım. Dilim varmıyordu.

Yolculuğumuza daha sessiz bir şekilde devam ederken bir anda onun acıyla inlemesi gözlerimi sımsıkı yummama neden oldu.

​​Yapma, dayanamam...

Kendimi tutamam. Her şeyi unutur, yanına gelir, senş iyileştirmek için kendimi yırtarım. Sen bunu istemiyorsun...

İnlemeleri devam ederken umursamamaya çalışıyordum ki Tugay'ın "Pare Komutanım!" diye seslenmesiyle onlara baktım. Onun yanındaydı.

"Kan kaybı durmuyor."

Hemofili hastasıydı...

Gözlerinin kapalı olduğunu görür görmez ayağa fırlayıp yanına gittiğimde yanında oturan Tugay kalkıp bana yer verdi. Yanına oturup yarasının üstündeki bezi yavaşça kaldırdığımda gördüğüm görüntü içler acısıydı. Kan akışı asla durmuyordu.

Bezi tekrar bastırıp ne yapacağımı düşündüm. Daha önce bu kadar telaş yapmamıştım.

Aklıma gelen şeyle doğrulurken arkamdaki Demir'e döndüm.

Arkandaki çekmecede bir iğne var. Kap getir onu." dediğimde dediğimi yaparak iğneyi aldı ve bana uzattı. Bunu oraya böyle bir şey yaşama ihtimaline karşı aylar önce ben koymuştum. İyi ki de koymuşum.

İğnenin ağzını açıp biraz sıktığımda içindeki sıvının bir kısmı dışarı fışkırdı. Hızla üstündeki kazağın sol kolunu sıyırdığımda elimle damarını buldum ve iğneyi batırarak içindeki sıvının kana karışmasını sağladım. İğneyi geri çıkararak kazağın kolunu geri indirdiğimde o bilincinş yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştı.

Derin bir nefes verdiğim sırada elim onun istemsizce oturduğu koltuğu sıkıca tutan elini buldu. Elini çözüp serbest bırakmasını sağladığımda elini benimkiyle birleştirdi. Gözlerim kendini dolmak için zorladı.

O kadar özlemiştim ki elimi sımsıkı tutmasını...

Gözlerimi bir kez yumup açtığımda boştaki elim elimi tutan elini buldu. Yavaşça çekerek dizlerinin üstüne bıraktığımda hızla ayağa kalktım ve yerime geçerek dışarıyı izlemeye devam ettim.

🎭

Kenan ve Selim yardımıyla o önden çıktığında sedyeye bindirilirken içinde bulunduğum helikopterden dışarı atladım. Ayağımdaki postalların zeminde bıraktığı tok ses etrafta yankılanırken onun sedyeye bindirilişini izleyen Albaya doğru ilerledim.

"Komutanım." diyerek selam verdiğimde bana baktı. Ardından bakışları arkama kaydığında Halil itinin indiğini anladım.

"Ölmemiş demek ha?" diyerek bana baktığında yutkunarak başımı salladım.

"Oyunmuş. Bugün o it öldürmek için vurmuş ama kendisini ölü gösterip bir yere saklanmış. Operasyona biraz daha gecikseydik ölecekti." dediğimde başını salladı.

"Çünkü hemofili hastası..." diyerek ambulansa bindirilen onu izledi. Ambulansın kapıları kapanınca ise bana döndü. "Kanamasını nasıl durdurdun?" diye sorduğunda cevap vermedim. "Cevap ver asker!"

"Böyle bir durum olasılığı için helikoptere ilaç bırakmıştım." dediğimde başını salladı. Bakışları sağ elime indiğinde çatık kaşları düzeldi. Elim istemsizce arkama giderken neden baktığını biliyordum. Yüzüklerimi arıyordu.

"İzniniz olursa odama geçeceğim." dediğimde beni süzerek derin bir nefes aldı ve başını salladı.

"Git asker." dediğinde selam vererek yanından geçtim ve askeriyeye ilerledim.

Askeriyenin içine girip koridorlardan geçerken başımdaki bereyi çıkararak elimde tuttum. Odamın önüne geldiğimde bakışlarım tekrar onun odasını buldu. Bu sefer vatan sağ olsun demedim, ​​​o sağ dedim.

Yüzümde istemsizce bir tebessüm oluşurken odamın kapısını açarak içeri girdim. Elimdeki bereyi yandaki masanın üstüne bırakarak dolabıma ilerlediğimde kapaklarını açtım ve birkaç kıyafet aldım elime. Geri kapatacağım sırada gözüm dolaptaki küçük kutuyu bulduğunda yüzümdeki tebessüm genişledi. Kutuyu elime alarak kapağını açtığımda gördüğüm şey ile gözlerim doldu.

Bana aldığı tüm çiçeklerden birer dalını bu kutunun içine koymuştum hep. O bilmiyordu ama ben her zaman yapmıştım bunu. O gün ise saatlerce bu çiçekleri koklayıp ağlamıştım.

Gözlerim yanmaya başladığında kutunun kapağını hızla kapatarak odadaki çöp kutusuna ilerledim. O her şeyi kolayca silebilmişti. Ben neden silemeyecektim?

Çöp kutusunun yanına gelip kapağını açtığımda kutuyu tam atacaktım ki duraksadım.

Kıyamazdım...

Derin bir nefes alıp çöp kutusunun kapağını kapattığımda elimdeki kutuyu beremin yanına, masanın üstüne bıraktım ve banyoya ilerledim.

🎭

Yemekhanenin kapısından içeri girdiğimde her zamanki gibi kahve almak için ilerliyordum ki gördüğüm yüz kaşlarımı çatmama neden oldu. Bu adam daha dün hastaneye gitmedi mi, ne ara çıktı?

Hiç vurulmuş gibi bir hali yoktu. Gayet rahat bir şekilde masadakilerle konuşuyor, gülüyordu. Hele dünkü halinden hiç eser yoktu. Duş almış olmalı ki çok sevdiğim o duş jelinin kokusu buraya kadar geliyordu. Sakallarını, saçlarını kestirmişti ve üstündekiler tertemizdi.

Bu hali nedensizce içimde bir rahatlık oluşturdu. Bir yıldır bu yemekhaneye girdiğimde gözlerim onu arardı da bulamazdım. Kalbim sıkışırken nefes dahi alamazdım. Şimdi girer girmez yine onu buluyordu gözlerim. Eskisi gibiydik ama o gelip bana sarılmadı. Günaydın Komutanım, demedi. Bugünkü görevim nedir, sizi sevmek mi, demedi. Yüzüme bile bakmadı. Ama yine de onu görüyor olmak bile benim için bir şükür sebebiydi.

O bana bakmadan timiyle konuşurken başımı çevirerek kahve almaya ilerledim. Kendime sütlü bir kahve alarak masama ilerlediğimde sevgili timimin bağırış seslerinin tüm yemekhaneyi inlettiğini fark ettim. Masaya ulaştığımda diğerlerinin gözleri beni bulurken önümde oturan Gökhan'ın başına şaplak attım.

"Bağırmayın, sesiniz her yeri inletiyor!" diyerek yerime geçtiğimde arkama yaslanarak elimdeki kahveyi yudumlamaya başladım.

"Sabah şerifleriniz hayır olsun komutanım. Sağlık sıhhatiniz yerindedir inşallah." diyen Tugay'a döndüğümde uzanmaya üşendiğim için yanında oturan Kenan'a döndüm.

"Kenan, biliyorsun oğlum." dememle Tugay'ın başına bir şaplak attığında içim rahatlamıştı.

Kahvemi içmeye devam ederken bir yandan da masada dönen sohbete odaklandığımda üstümde siyah irislerin ağırlığını hissetmek ürpermeme neden oldu. Yine de ona bakmadım. Yemekhanedeki fısıltılar geliyordu kulağıma. Çoğu bizimle alakalıydı. Nasıl bu hale geldiğimizle...

Elimdeki kahvenin sonuna geldiğimde oturduğum yerden biraz ilerideki çöp kutusuna atmıştım ki karton bardak biri tarafından havada tutuldu. Başımı kaldırıp elin sahibine baktığımda siyah irislerle karşı karşıya kaldım.

"Albay odasında bekliyor." dediğinde ayağa kalkarak yanından geçtim ve onu beklemeden Albayın odasına ilerledim.

Bir süre sonra o da peşimden geldiğinde o yaraya rağmen nasıl bu kadar rahat yürüdüğünü düşündüm. Sonra bordo bereli olduğu geldi aklıma...

Askeriyenin karmaşık koridorlarından geçerek Albayın odasının önüne geldiğimizde kapıyı çaldım ve gel komutunu aldığımda kapıyı açarak içeri girdim. Kapıyı arkamdan kapatmadan Albaya doğru ilerlediğimde selam verdim. O da yanıma gelip selam verdiğinde Albay önündeki koltukları gösterdi. Dediğini yapıp oturduğumuzda fark ettiğim şey içimden gülmeme neden oldu.

Deja-vu.

Askeriyeye geldiğim ilk gün bu şekilde yine bu koltuklarda oturuyorduk. Şimdiki ilişkimizin o günkünden bir farkı yoktu gerçi...

Lan biz gerçekten en başa dönmüşüz!

Ne sıkıntılar çekip geldim ben buralara, yine mi çekeceğim?

"Öncelikle başarınız için seni ve timini tebrik ediyorum Türker. Operasyon başarıyla gerçekleşti ve bir örgüt daha çökertilme yoluna girdi. Halil ağzını henüz açmadı ama eninde sonunda açacak ve bizim bilgilerimiz daha da artacak. Örgüt tamamen çökecek inşallah. Başarınız bununla da sınırlı değil," dedikten sonra ona baktı. "Alsancak'ı o esaretten kurtarmanız en büyük başarı. Başarı sadece düşman üstünden olmaz Türker. Annen, baban, kardeşin, silah arkadaşının güvenliğini sağlamak da bir başarıdır. Siz bugün bu başarıyı gerçekleştirdiniz. Aferin size." dediğinde başımı sallamakla yetindim.

"Şimdi yeni bir görev, yeni bir operasyon vakti. Alsancak aralarındayken bol bol bilgi toplamış. Tabi bu bilgileri topladığından haberleri yok. Örgütün diğer üyelerinin yerini tespit ettik. Şimdiki göreviniz o yerlerdekileri tek tek bitirmek. Anladın sen beni." dediğinde başımı salladım. "Bu göreve timinle gidecek olsan da Alsancak da size eşlik edecek." dediğinde içimden ofladım.

"Bilgiler onda, önder o. Bu görev bitene kadar timinin ikinci komutanı Alsancak. Anlaşıldı mı asker?"

"Anlaşıldı komutanım."

🎭

Loading...
0%