@cigliginyazari
|
(Üç Yıl Önce - Yazarın Anlatımıyla:)
Odasının kapısını açarak dışarı adımını atan İzel yanındaki odanın da kapısının açılmasıyla o yöne döndü. Karşısında Yüzbaşı Özgür Alsancak'ı gördüğünde ise o görmeden gözlerini devirdi. Gerçekten bu adamla yan yana odalarda mı kalacaktı?
Yüzbaşı'nın bakışları elindeki telefondan karşısındaki kadına döndüğünde başıyla selam verdi. İzel hızla selam duruşuna geçerken "Günaydın Türker." dedi Alsancak.
"Günaydın Yüzbaşı'm." şeklinde bir karşılık alan Özgür arkasına dönerek koridorda ilerlerken İzel de elini indirdi ve arkasına dönerek Özgür'ün tam tersi yönüne ilerlemeye başladı.
"Yemekhane bu tarafta Türker." diyen sesi duyduğunda adımları dururken arkasına döndü. Yüzbaşı'nın da yürümeyi bırakıp kendisine baktığını gördüğünde dudaklarını araladı.
"Biliyorum Yüzbaşı'm. Bir işim var, onu halledip geleceğim." dediğinde Özgür'ün kaşları çatıldı.
"Sabah sabah ne işi?"
"Özel." diye karşılık alan Yüzbaşı daha da işkillendi.
"Daha yeni geldiğin askeriyede olan bir özel iş?" diyen Yüzbaşı'na karşılık olarak kaşlarını çattı İzel. Neyin sorgusuysu bu?
"Kişisel işlerimi size aktarmam gerektiğinden haberim yoktu. Askeriyenin kurallarından mı yoksa sizin kendi kurallarınızdan mı?"
"Askeriyenin olmadığı kesin." diye karşılık aldığında dudaklarında sahte bir tebessüm oluştu İzel'in.
"Neyse ki ben askeriyenin kurallarından mesulüm. İyi günler Yüzbaşı'm." diyerek arkasına döndü ve koridordan ayrıldı.
Bu sorada koridorda yalnız kalan Özgür çatık kaşlarıyla genç kadının koridordan ayrılışını izledi. Gözden kaybolduğunda ise kendine gelerek dudaklarını büzdü.
"Gören de sorguya çektim sanar." diyerek arkasına döndü ve elindeki telefonda yarım kalan işini halletmeye devam ederek yemekhaneye ilerledi.
Yemekhaneye girerek elindeki telefonu cebine koyarken etraftaki seslerden dolayı yüzünü buruşturdu. Herkes bir sohbet içerisinde olduğundan dolayı büyük bir gürültü oluşmuştu.
Umursamamaya çalışarak yemek bölümüne ilerleyen Yüzbaşı bol proteinli bir tabak hazırlayarak yanına bir de elma ekledi. Elmayı kesmek için bir bıçak da alarak kendi masasına ilerledi.
Masanın yanına geldiğinde masadakilerin sesi anında kesilirken hepsinin bakışları komutanlarına döndü. "Günaydın Tim." diyerek yerine oturan Özgür'e masadaki askerlerden karşılık geldi.
"Günaydın Komutanım!"
Tabağını masaya bırakarak yemeğine başlarken masadakilerle sohbet etmeye başladı. Son gittikleri görevin kritiğini yaptıkları sırada aynı zamanda elindeki bıçakla diğer elindeki elmayı keserken yemekhaneye birinin girdiğini arkası dönük olsa da hissetti Özgür. Omzunun üstünden kapıya baktığında giren kişinin askeriyeye henüz dün gelen, az evvel karşılaşmış olduğu Üsteğmen İzel Pare Türker olduğunu fark etti.
Pek umursamadan önüne döneceği sırada bir gariplik olduğunu fark etmesiyle bu eyleminden vazgeçti. Genç kadının sabahli gibi olmadığını, gözlerinde gözle görülebilir bir öfke olduğunu, bu öfkenin de hareketlerine yansımış olduğunu gördü.
İzel'in öfkeli adımları yemek bölümüns giderken buzdolabının kapağını açarak içinden bir şişe maden suyu çıkardı. Dolabın yanındaki açacak ile şişenin kapağını açtıktan sonra kafasına diktiğinde boştaki elini yanındaki tezgaha yaslayarak gözlerini yumdu. Derin nefesler alırken elindeki şişeden bir yudum daha aldığı sırada titreyen eli şişeyi tutamadığında şişe yere düşerek parçalara ayrıldı.
İzel irkilerek geri çekildiği sırada olan biteni izleyen Özgür yere düşen şişe yüzünden İzel'in yanına gitmek için bir refleks göstermişti ki elindeki bıçağın elinde büyük bir kesik açmasıyla sekteye uğradı. Hissettiği acıyla inleyen Özgür hızla oturduğu yerden kalkarken masadaki peçeteyi alarak yaraya bastırdı fakat çoktan oluk oluk kan akmaya başlamıştı.
Bu ise bir felaketti.
Yemekhanedeki tüm bakışlar İzel'den Özgür'e dönerken bu bakışlardan biri de İzel'e aitti. Olan biteni dikkatle izlerken Özgür'ün telaşlı hali dikkatini çekti. Bir el kesiğinden dolayı mı bu kadar telaşlı, diye düşündü.
Yemekhanedeki herkesin başına toplanması Özgür'ün zerre umurunda olmazken masada ne kadar peçete varsa eline bastırıp kanı durdurmaya çalıştı fakat boşa uğraştığının farkındaydı. Elinden kanlar damlarken kalabalığın arasından sıyrılıp hızla yemekhaneden çıkarken kimse peşinden gidemedi. Giderlerse sevgili komutanları birazcık ağızlarına sıçardı.
Herkes kendi arasında az önce neler olduğunu konuşurken İzel anlamsız gözlerle onları izlediği sırada yanına gelen asker ile ona odaklandı ve dün tanışmış olduğu, timinde görev yapan Tugay olduğunu gördü.
"İyi misiniz Komutanım?" diye sorduğunda başını salladı İzel.
"İyiyim. Herkes neden bu kadar telaş etti, küçük bir kesik sonuçta?" Derin bir nefes aldı Tugay.
"Özgür Komutanım hemofili hastası. Kan kaybına neden olabilecek her şey onun için büyük sıkıntı çünkü kan kaybı durmaz." şeklinde cevap alan İzel bir şey demeden yanından ayrıldı ve yemekhanenin çıkışına doğru ilerledi. Tugay arkasından seslense de pek umurunda olmadı.
"Yapmayın Komutanım, başınızı yakacaksınız..." diye çaresizlikle mırıldandı Tugay. Ardından arkasına dönerek sakinleşen yemekhanede masasına ilerledi.
Bu sırada elinden akan kanlarla kendisini zorlukla odasına atan Yüzbaşı hızlıca küçük banyoya ilerledi. İçeri girerek musluğun önüne gelip elindeki peçeteleri yavaşça çekerek durumuna baktığında kan akışının devam ettiğini gördü. Peçeteleri yere fırlatarak musluğu açtığında elini altına tutarak akan kanların suya karışmasını sağladı.
Bulanık suyun rengi al bayrağın rengini alırken kan akışı devam ediyordu. Dakikalarca suya karışmış bir şekilde akan kanı izleyen Özgür kanın durmamasıyla sinirle suyu kapattı ve sağlam eliyle yandaki dolaplardan birini açtı. İhtiyacı olmayan şeyleri ittirerek yere sererken gördüğü şişeyi hızla eline aldı. Tek eliyle kapağı açarak yere attığında şişedeki sıvıyı elindeki yaraya boca edecekti ki kolunda hissettiği güçle geriye çekildi. Elindeki kolonya şişesi diğer eşyalar gibi yeri boylarken Yüzbaşı'nın bakışları karşısındaki bedene döndü.
"Kan kaybından değil de acıdan ölmek daha cazip geliyor sanırım?" diyerek karşısındaki adamın kolunu kendine çekip birkaç saniye içerisinde damarı bularak elindeki iğneyi batırdı İzel. İğnenin haznesindeki ilacın tamamını damara verdiğinde Yüzbaşı kendine gelip kolunu kendine çekerek iğneyi kolundan çıkardı ve yere fırlatarak öfkeli bakışlarını karşısındaki kadına çevirdi.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun Türker!" diye bağırışı banyoyu geçerek tüm odayı, hatta koridoru inletirken İzel hiçbir şekilde etkilenmedi bu bağırıştan.
"Sizi ölümden kurtardım Yüzbaşı'm." dediğinde karşısındaki adamın dudaklarından alaycıl bir tebessüm geçti.
"Sen doktor musun Türker? Bilip bilmediğin iğneleri nasıl enjekte ediyorsun sen!" diye bağırışı koridordakileri bile titretirken İzel gayet sakin bir şekilde dinleyerek ona doğru bir adım attı. Karşısındaki adama belli etmeden arkasındaki havluyu eline aldığında "Kan akışınız durduğunda nasıl enjekte ettiğimi anlarsınız Yüzbaşı'm." diyerek havluyu sertçe adamın eline bastırdı. Ardından yanından ayrılarak banyodan çıktı.
Banyoda öylece kalan adam giden kadının ardından birkaç saniye baktıktan sonra kendine geldiğinde başını iki yana salladı. Bakışları yerdeki dağınıklığı ve lavabonun içerisindeki kan damlalarını bulduğunda musluğu açarak akıp gitmelerini sağladı. Lavabo temizlendiğinde musluğu kapattı ve arkasına dönerek kapıya ilerledi.
Banyodan çıkan adam odasına ulaştığında boş bulmayı beklediği odada, yatağının üstünde oturan kadın derin bir nefes almasına neden oldu. Bu nefes sesi İzel'in bakışlarının dizlerinin üstündeki ilkyardım çantasından Yüzbaşı'na dönmesini sağladı.
"Odadan çık Türker." diyen adamı zerre umursamadan dizlerinin üstündeki çantaya geri döndüğünde içinden ihtiyacı olan malzemeleri çıkarmaya başladı.
"Oturun."
Karşısındaki kadının bu tavrına şaşıran Özgür konuşmaya devam etti. "Sana odadan çıkmanı söyledim Türker." dediğinde kadının hareketleri durdu ve bakışlarını yavaş yavaş kendisine çevirdi.
"Size oturmanızı söyledim Yüzbaşı Alsancak." Lafını bitiren kadın aynı yavaşlıkla önündeki çantaya döndüğünde Özgür'ün kaşları usulca çatıldı. "Dikiş atmam için oturmanız gerek."
"Kendim yaparım." diyen adam yine umurunda olmadı İzel'in.
"Tek elle dikiş atamazsınız."
"Revire giderim."
"Revire gidene kadar yaranın mikrop kaparak iltihaplanmasına bolca bir olanak sağlarsınız. Bir de onu çekmek istiyorsanız bana göre hava hoş." diyerek dikiş setini çıkaran İzel malzemeleri ayarlarken derin bir nefes aldı Özgür. Eli iltihaplanırsa görevlere gidemezdi.
Birkaç saniye etrafı inceleyen Özgür sonunda vazgeçerek yatağa doğru ilerledi. O söylediği için değil, diye geçirdi içinden. Operasyonlardan geri kalmamak için.
Eline plastik eldivenleri geçirirken sağında, otuz santim kadar uzağına oturan Özgür'e değdi bakışları İzel'in. Dudaklarında sahte bir gülüş oluşurken "Korkmayın, ısırmam." diyerek yanındaki adama döndü ve adamın yaralı elini sertçe çekerek kendi dizinin üstüne yerleştirdi. Bir şey demeden dikiş atmaya başladı.
Dikiş atarken aralıkla yanındaki adamın yüz ifadesine bakarak canının acıyıp acımadığını ölçmeye çalıştı. Elini uyuşturamamıştı çünkü çantada uyuşturabilme etkisi olan herhangi bir malzeme yoktu. Üçüncü dikişi attığı sırada aralarındaki sessizliği yanındaki adam böldü.
"Dikiş atmayı nereden öğrendin?" diye soran adama bakışlarını değdirmedi İzel. Tam dikkat önündeki işe odaklanmışken dudaklarını araladı.
"Öğrenmem gerekti." diyerek verdiği kaçamak cevap Özgür'ü tatmin etmedi.
"Ne için öğrenmen gerekti?" İçine derin bir nefes çekti İzel.
"Hep böyle meraklı mısınızdır Yüzbaşı'm? Diğer askerlere de böyle misiniz," diyerek bakışlarını karşısındaki adamın gözlerine çevirdi. "Yoksa sadece bana özel mi?"
Özgür'ün bakışları karşısındaki kadının toprak rengindeki gözlerinde dolanırken dudaklarını ıslattı.
"Yeni gelen askerler için geçerli diyelim." dediğinde İzel başını yavaşça aşağı yukarı sallayarak işine döndü.
"O halde size bir CV hazırlayalım gelmeden önce. Böyle tüm hayatımızı bilgilerimizi falan yazalım, siz merakınızı giderin." diyerek altıncı dikişi attı.
Aralarındaki sessizlik tekrardan baş gösterirken İzel attığı sekizinci dikişle birlikte derin bir nefes aldı ve dikişi sabitleyerek açılmasını önledi. Elindeki makasla ipi kestiğinde elindekileri yanındaki çantanın içine bıraktı. Hızlıca yaptığı pansumanın ardından sargı bezini yaranın üstüne sardı ve bantla tutturdu. Malzemeleri çantaya koyup elinden çıkardığı eldivenlerle birlikte çöpleri de eline alarak ayağa kalktığında Özgür'ü orada bırakarak banyoya ilerledi ve banyodaki çöp kutusuna attı çöpleri. Odaya geri döndüğünde çantayı toplarken dudaklarını araladı.
"Yirmi dört saat boyunca çıkarmayın bandajı. Su ile de temas ettirmeyin. Yirmi dört saatin ardından yaralı bölge ıslanmayacak şekilde duş alabilirsiniz. Ayrıca yirmi dört saatin ardından bandajın çıkarılarak yaranın sabun ve su ile temizlenmesi gerekiyor. Bir sorun olursa revirdeki doktorlara sorarsınız." diyerek elindeki çantayla doğruldu ve çantayı aldığı yere geri koyarak yatakta oturmuş onu izleyen adama döndü. "Geçmiş olsun Yüzbaşı'm." diyerek kapıya yöneldi. Kapıdan çıkacağı sırada omzunun üstünden arkasındaki adama baktığında "İğnedeki madde suni pıhtılaşma maddesiydi. Hemofili hastalarında kan akışının durdurulması için kullanılan F8. Zehir değil yani, içiniz rahat olsun." diyerek önüne döndü ve odadan çıktı.
Yatakta oturan adam şaşkınlıkla odadan çıkan kadının arkasından bakarken bu kadar bilgiyi nereden bildiğini düşünüyordu. Askerlere bu kadar bilgi hiçbir zaman öğretilmemişti.
Odanın çalan kapısıyla kendine gelen Özgür "Gir!" diye seslendiğinde kapı açıldı ve timinden Uraz içeri girdi. Kapıyı kapatarak komutanına selam verdiğinde Özgür ise başıyla selamladı onu.
"Geçmiş olsun Komutanım. Nasılsınız diye merak ettik, hep birlikte kalabalık yaparız diye ben geldim. İyisinizdir umarım?" diye soran askere başını salladı Özgür.
"İyiyim Uraz, sağ olun. Sana bir şey soracağım." dediğinde Uraz kaşlarını çatarak başını salladı.
"Tabi Komutanım?"
"Dün askeriyete gelen Üsteğmen hakkında ne bili"orsun?'
"İzel Komutanım mı?" diye soran askere başını salladı.
"Evet, geçmişte tıpla ilgilenmiş mi, bilgin var mı?" diye sorduğunda dudaklarını ıslattı Uraz.
"Valla Komutanım, bugün timindeki Ertuğrul'la ayaküstü konuştuk ama onlar da pek bir şey bilmiyormuş. Tek bildikleri İstanbul Milli Savunma Üniversitesi'ni üç yılda bitirerek mezun olduğu ve liseyi de sağlık üzerine okuduğu."
(Günümüz - İzel Pare Türker'den:)
Başımdaki berenin sabit durması için son tel tokayı taktığım sırada, bir yandan da içinden çıkmış olduğum odanın kapısını ardımdan kapattım. Tam o sırada yanımdaki odanın kapısının açılma sesi içsnde bulunduğum koridorda yankılandığında gözlerimi yumarak derin bir nefes aldım.
Aylar olmuştu bu kapı açılmayalı...
Aylar olmuştu bu kapı açıldığında o parfüm kokusu dışarı çıkmayalı...
İçinden çıkan kişiyi umursamadan yoluma devam ediyordum ki arkamdaki adamın "İzel," diye seslenmesiyle adımlarım duraksadı. Yutkunarak gözlerimin dolmasını engellemeye çalıştım.
Adımı onun ağzından duymayalı uzun zaman olmuştu...
"Buyurun Yüzbaşı'm." diyerek arkamdaki adama döndüğümde derin bir nefes aldı.
"Böyle mi devam edecek, birbirimizi tanımıyormuş gibi mi devam edeceğiz? İlk zamanlardaki gibi..." Anlamamazlıktan gelerek kaşlarımı çattığımda dudaklarımda sahte bir tebessüm oluştu.
"Estağfurullah Yüzbaşı'm. Ben sadece bana verilen emire uyuyorum." diyerek benden ayrıldığı günü ima ettiğimde gözlerini yumarak derin bir nefes aldı.
Benden uzak dur İzel. İlk günkü gibi umursamaz ol, bir yabancıymışım gibi davran bana...
"Hiçbir şeyden haberin yok." dediği an dudaklarımdaki sahte tebessüm buram buram sahtelij kokan bir kahkhaya dönüştü. Kahkaham yavaş yavaş sönerken tebessümüm varlığını sürdürdü.
"Neyden haberim yok Yüzbaşı'm? Her zaman var olan görevlerden birine giderken sizi bekleyeceğini bildiğiniz nişanlınızdan ayrılmanızdan mı, yoksa hiçbir açıklamanız dahi olmadan kendinizden nefret ettirip o göreve gitmenizden mi? Hangi birinden?" diyerek ona doğru yaklaştım. "Peki sizin haberiniz var mı, siz yokken eşinin acısına ayrı, gittiği görevden geri dönemeyen oğlunun acısına ayrı yanan annenizi kimin ayakta tuttuğundan, defalarca kez hastaneye yattığında yanında kimin olduğundan, o koca evde yalnız kalırken eve girip çıkan polislere oğlum gelsin, diye yalvardığından? Bunlardan haberiniz var mı?" Dediklerim gözlerindeki pişmanlığı kat kat arttırırken tam önünde durarak yüzümdeki keskin ifadesizlikle gözlerine baktım. "O görev size ait değildi Yüzbaşı'm. O görev, o Halil piçinin ölümüne nefret etmediği askerlere aitti. Halil'in ölümüne düşmanlık beslediği size değil. Şimdi karşıma geçip hiçbir şeyden haberin yok, demeyin bana. Her şeyden haberi olan tek bir kişi varsa o da benim, siz değil." diyerek bir şey demesine izin vermeden yanından geçtim ve yemekhaneye ilerledim.
Az evvel dolmaya çalışan gözlerim yüzünden akan burnumu çekerek yemekhaneye girdiğimde çok geçmeden arkamdan onun da girdiğini hissettim. Tüm yemekhanedeki bakışlar anında bize dönerken attığım tek bir bakışla hepsi teker teker önüne döndü.
Yemek bölümüne gelerek içecek otomatlarının önüne geldiğimde ağrıyan başım için sert bir kahve almak amacıyla tuşuna basacaktım ki yanımdan uzanan bir elin sütlü kahve tuşuna basmasıyla kaşlarım çatıldı. Sinirle arkama döneceğim sırada kulağımda hissettiğim nefes ayaklarımı yere çiviledi.
"Benim bildiğim İzel Komutan kahveyi sütlü içer." diyen sesi duyduğumda gözlerimi devirdim. Evet, askeriyede bir baş belam vardı.
Yüzbaşı Turgut Yüzbaşıoğlu.
Öncelikle şunu söylemeden geçemeyeceğim, adamın soyisminin Yüzbaşıoğlu olmasının sebebi baba tarafından dört kuşağın asker olmasıydı. Bunu göğsünü kabarta kabarta tüm askeriyeye anlattığı için bilmemem imkansızdı.
Her neyse. Askeriyeye ilk geldiğim günlersen beri kendisi bana takıntılıydı. Bir süre çok peşimden koşmuş, bana aşık olduğunu tüm askeriyenin anlamasını sağlamıştı. Özgürle ilk sevgili olduğumuz zamanlarda ise Yüzbaşı rütbesine yükseldiğinde düzenlenen törende yaptığı konuşmada bu başarının kaynağının ben ve ona olan güvenim olduğunu herkesin içinde söylemişti. Özgür o gün büyük bir kıskançlık krizi geçirmiş, sahneye atlamaması için timiyle onu zor zapdetmiştik. Zaten timinin de ondan farkı yoktu o gün. Beni en başından beri çok sevdikleri için "Bu herif bizim yengemize yavşıyor." diyerek adamı dövme planlarına girişmişti. Onları sakinleştirme görevi ise yine bendeydi. Tek bir konuşmamla hepsi sus pus olmuştu.
O adamı benden önce kim döverse ona yapacaklarımdan haberi olanlardan kurtulma tavsiyesi alsın.
Hiçbiri de bir şey yapmamıştı.
Sonraki gün Özgür zorla elimden tutarak girmişti yemekhaneye. Turgut ile birlikte tüm askeriye sevgili olduğumuzu anladığında ise Turgut benden ümidi kesmişti. Bir daha ne yanıma yaklaşmış, ne de zorunda olmadıkça benimle tek bir kelime konuşmuştu. Özgürle nişanlandığımızda ise zorunlu konuşmayı da başkalarına yaptırmaya başlamıştı.
Ta ki Özgür benden ayrılıp o göreve gidene kadar.
Göreve gitmeden önceki gün benden ayrıldığı sırada ettiğimiz kavga tüm askeriyede yankılanmıştı. O gün tek taşımı ve alyansımı çıkardığım için herkes ayrıldığımızı anlamıştı. Turgut ise Özgür göreve gittikten yalnızca beş dakika sonra soluğu yanımda almış ve saçma sapan konularla benimle sohbet etmeye başlamıştı. Hatta Özgür'ün timi, Özgür olmadan askeriyeye gelerek onunla iletişime geçemediklerini, bir anda ortadan kaybolduğunu, peşinde oldukları kişilerin de izini kaybettiklerini söylediklerinde yüzüklerimi tekrar takmıştım. Tüm askeriye Özgür'ü hala sevdiğimi ve yasını tuttuğumu bilmesine rağmen o hala benimle arasında bir şeyler oldurmaya çalışıyordu. En sonunda beni çıldırtmış, onu bir güzel yumruklamama neden olmuştu fakat o peşimi yine de bırakmamıştı. Ben de ondan kurtulma çabalarımdan vazgeçmiş, bu işi Hava Timi ve Özgür'ün timine bırakmıştım. Onlar da adamın ağzına bir güzel etmişlerdi ama adam peşimden koşmayı asla bırakmamıştı.
Ve hala devam ediyordu.
Ona cevap vermeden kahvenin olmasını beklerken o da arkamdan çekilmemişti. Göremesem de Özgür'ün delici bakışlarının üstümüzde olduğunu hissediyordum. Birkaç adım yanımda eline almış olduğu tabağa bir şeyler dolduruyordu. Büyük ihtimalle koyduğu şeyler iki haşlanmış yumurta, iki dilim süzme peynir, yedi tane yeşil zeytin çünkü siyah zeytin sevmezdi, üç dilim salatalık, üç dilim domates, küçük kutulara konulmuş bir adet vişne reçeli ve iki dilim ekmekti. Birazdan da demli bir çay almak için buraya gelecekti.
Önümdeki otomat hazır olan kahveyi almam için hazneyi açtığında bardağı elime aldım ve arkama döndüm. Karşımdaki adam sırıtarak bana bakarken ben de sahte bir şekilde gülümsedim.
"Yüzbaşı'm, İzel kahveyi sütlü seviyor olabilir." diyerek elimdeki kahve bardağını göğsüne bastırdım. "Ama Pare neyi yiyeceğine, içeceğine kendi karar verebiliyor." diyerek ona arkamı döndüm ve sade kahve butonuna bastım. Kahve hazırlanmaya başlandığında arkamdaki beden sert adımlarla uzaklaşmıştı.
Kollarımı göğsümün üstünde birleştirerek derin bir nefes alırken yanıma yaklaşan bir bedenle gözlerimi yumdum. Kim olduğunu biliyordum. Kokusundan ve adım sesinden tanırdım onu.
Elindeki tabakla yanımda durduğunda göz ucuyla tabaktaki yiyeceklere baktım ve az evvel düşündüğüm şeylerin aynısını koyduğunu gördüm. Tekrar önüme dönerek kahvemi beklerken sessizliği o bozdu.
"Hala aynı mı o herif?" diye sorduğunda dudaklarımda bu aralar sürekli olan sahte tebessümüm belirdi.
"Evet, baya ilerlettik ilişkimizi. Beni çok seviyor, değer veriyor, bir şeylerden korkup kaçmak yerine savaşıyor." diyerek son cümlemle ona büyük bir ima yaptığımda hazır olan kahvemi elime aldım ve ona doğru döndüm. "Hatta biliyor musunuz? Bu aralar ona bir şans vermeyi düşünmüyor değilim." dediğimde bedeni kaskatı kesildi. "Belki de beni mutlu eder, kim bilir."
Önüme dönerek yoluma devam edeceğim sırada elimde kahve olmayan kolumdan tutulmamla gözlerimi yumarak derin bir nefes aldım. Kulağımda hissettiğim nefes bu sefer bir zamanlar bu hayattaki en değer verdiğim kişiye ait olurken bunu belli etmedim.
"Öyle bir şey olmayacak!" diyerek kulağıma doğru sert sesiyle fısıldadığında bedenimi hareket ettirmeden omzumun üstünden ona baktım.
"Kolumu bırakın. Hemen." diye sakince konuştuğumda umurunda olmadı. Başını bana daha da yaklaştırdı.
"Eğer öyle bir şey olursa ne meslek dinlerim ne de komutan. Hiç düşünmeden nefesini keserim. Öldürürüm onu." deyişi tüylerimi ürpertti. Gözü dönerse yapacaklarını en iyi ben biliyordum. Şu an gidip o adamın ağzını yüzünü dağıtmıyorsa ben izin vermediğim içindi.
"Kolumu derhal bırakın. Yoksa meslek ve komutan dinlemeyen siz, nefesi kesilen de o olmayacak."
Birkaç saniye gözlerimi izlediğinde kolumdaki tutuşu hafifledi. Çok geçmeden de parmakları gevşedi ve kolumu serbest bıraktı. Arkasını dönüp gitmeden önce son kez kulağıma bir şey fısıldadı.
"Bu hayatta seni mutlu edebilecek tek bir kişi var İzel. Bunu ikimiz de biliyoruz."
Son sözleri bu olurken benden uzaklaştı ve masasına doğru ilerledi. Daha fazla dikkat çekmemek için ben de önüme döndüm ve masama ilerledim.
Hava Timi tam takım masada oturmuş kahvaltı ederken ilk defa çıtları çıkmıyordu. Normalde yemekhaneyi sesleriyle inleten adamlar bugün suspuslardı. Bunun nedeninin sinirli olduğumu bildikleri ve onlara patlamamam için olduğunu bilecek kadar çok zaman geçirmiştim onlarla.
"Günaydın Tim." diyerek sessizliği bozduğumda hepsinden aynı anda cevap geldi.
"Günaydın Komutanım!"
Sandalyeme oturarak kahvemi masaya koyduğumda yanımda oturan Selim boğazını temizleyerek bana döndü.
"Komutanım," dediğinse kafamı ne oldu dercesine salladım. "İyi misiniz?" diye sorduğunda kaşlarım çatıldı.
"Neden iyi olmayacamışım?"
"Özgür Ko-"
"O beni ilgilendirmiyor artık Selim. Ne yaptığı, ne halde olduğu, nereden olduğu beni hiç ilgilendirmiyor. O hakkını kaybedeli aylar oldu." diyerek masadaki kahvemi elime aldım ve bir yudum aldım.
"O diğer salağı ne yapacağız acaba? Gerizekalı sülük gibi yapıştı kaldı." diyen Gökhan'a dudaklarımı büzdüm.
"Vallahi yoruldum artık o adamdan. Az önce de gelmiş bana ben seni senden daha iyi tanıyorum havaları kesiyor. Dayaktan da anlamıyor."
"Valla onu bir tek Özgür Yüzbaşı'm paklar." diyen Ertuğrul'a ters bir bakış attığımda omuz silkti. "Gerçekler Komutanım."
"Ben o gerçeklerle seni alıp antrenmana götüreceğim birazdan, bekle sen." dediğimde gözleri irileşirken yerinde yavaşça aşağı kaydı ve yemeğini yemeye devam etti. "Bakıyorum siz de çabucak unuttunuz her şeyi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi espri yapmalar, gülmeler falan. Siz daha aylar öncesine kadar bu adamdan nefret etmiyor muydunuz?'
Özgür benden ayrıldığı zaman en büyük tepkiyi timimden almıştı. Sevgili timim o andan itibaren onhn yüzüne dahi bakmamış, eski yakınlıkta olmamışlardı. Timimden sonra en büyük tepkiyi ise kendi timinden almıştı. Askeriyede dönen ve kulağıma ulaşan dedikodulara göre o gün timi onu teker teker yumruklamıştı. Çok da güzel yapmışlardı, ellerine sağlık.
"Komutanım valla ben yüzüne bile bakmadım. Benim suçum yok." diyen Demir ellerinş havaya kaldırdığıbda başımı sallayarak diğerlerine döndüm. "Siz?"
"Komutanım ben de konuşmuyordum, bu Ertuğrul benden konu açınxa mecbur kaldım." dediğinde kaşlarımı kaldırdım.
"Ben ona hiçbir şey demiyorum zaten. Utanmasa adamla oturup bir el tavla atacaktı!" diyerek Ertuğrul'a döndüğümde korkuyla baktı yüzüme.
"Ama Komutanım şimdi evet, bu adam yaptı etti ama ben o eski hallerimizi özledim be. Akşamları hep birlikte çardaklarsa oturmalarımızı, operasyonlarımızı-" dediği sırada lafını böldüm.
"Hiç merak etme, ona kavuşuyorsun." dediğimde masadaki herkesin kaşları çatıldı.
"Anlamadım Komutanım?" dedi Kenan.
"Nasıl kavuşuyor?" dedi Tugay.
Basb"Basbaya kavuşuyor. Yeni bir görevimiz var tim. O Halil şerefsizibi bulduk, sıra küçüklerinde. Yüzbaşı baya bilgi toplamış aralarındayken, bize rehberlik yapacak. Bu görec sırasındaylen bir diğer komutanınız o. Albayın emri." dediğimde hepsi kendibi bıkmışçasına sandalyelerine bıraktı.
"Bir bu eksikti."
"O adamın emirlerine uymam ben."
"İkiniz birlikteyken can güvenliğimiz var mı?"
"Bomba diye Yüzbaşı patlamaz inşallah."
"O adamın sinirini çekemem ben."
Bizi"Bizi uçurmaz inşallah."
Onların tepkilerine gülerek önüme döndüğümde kahvenin fazla acı olduğunu gördüm. Normalde şeker kullanmazdım ama bu fazla acıydı. Şeker kullanmak istediğimde ise Akçaağaç şurubu kullanırdım. Küçük bir şişeyle sürekli yanımda taşırdım.
Sol göğsümün üzerindeki cepten çıkarmak için elimi içine attığımda şişe yerine elime değen şey ile kaşlarımı çattım. Elime alarak dışarı çıkardığjmda gördüğüm şey ile kaşlarjm düzeldi. Yutkunurken bakışlarım yavaşça birkaç masa yanda oturan adama döndüğünde bakışlarının üstümde olduğunu fark ettim. Daha doğrusu avucumdaki yüzüklerde.
Sabah masanın üstünde gördüğümde kaybolmaması için bu cebe koymuştum. Koyduğumu unutmuştum.
Avucumu hızla kapatarak yüzükleri cebime geri attığımda onun yerine aradığım şişeyi çıkardım ve kahveye birkaç damla döktüm. Kapağını kapatarak cebime geri attığımda masadaki çay kaşığıyla karıştırarak kahveyi içmeye başladım.
Masada dönen muhabbete karışarak kahvaltı saatini bitirdiğimde oturduğum sandalyeden ayağa kalktım. Yemekhaneden çıkacağım sırada yanıma doğru gelen ekiple adımlarım duraksadı.
İsimsiz Tim.
Özgür'ün timi.
"Komutanım," diyerek selam verdiklerinde başımı salladım.
"Ne yapıyorsunuz, nasıl gidiyor?" diye sorduğumda Ali cevap verdi.
"Sağ olun Komutanım. İyiyiz çok şükür. Siz de iyisinizdir inşallah?" dediğinde gözlerimi yumarak onayladım.
"İyiyim iyiyim. Uraz, oğlun nasıl? Daha iyi mi?"
"Çok şükür iyi Komutanım. Sayenizde." dediğinde gülümseyerek başımı salladım.
Uraz'ın beş yaşındaki oğlu Alpay doğuştan duyma kaybı yaşıyordu. Tedavisi vardı fakat tedavi masrafları çok fazlaydı ve Uraz'ın durumu onu ödeyebilecek kadar iyi değildi. Ben bunu bu bir sene içerisinde öğrenmiştim. Öğrendiğim an İstanbul'daki bir doktor arkadaşımdan rica etmiştim. Durumu öğrendiği an karşılıksız kabul etmiş ve ambulans helikopterle birlikte Uraz'ın eşi Hilal ile Alpay'ı İstanbul'a götürmüştü. Alpay kısa sürede ameliyat olmuş, duyma yetisini kazanmıştı. Aylar önce de Hakkari'ye geri gelmişlerdi ve sık sık ziyaretine gidiyordum.
"İyi olsun, zamanı gelince bu al sancak ona emanet olacak." Alpay'ın babası gibi asker olma hayali vardı ve bu hayalinin peşinde tam gaz koşuyordu. Babasına askerlik ile ilgili tüm soruları soruyor, babasının gittiği operasyonları detaylı dinliyor ve araştırıyordu. Babasından yaşına uygun asker dizileri bulmasını istemiş, kendisi için bir kamuflaj bile diktirmişti. Onu giydiği zaman o kadar tatlı oluyordu ki istediklerini yapmamak mümkün değildi.
Yusuf "Komutanım, gerçekten iyisiniz değik mi? Yani son olanlardan sonra." dediğinde gülümseyerek başımı salladım.
"Gerçekten iyiyim. Geçti gitti her şey. Geçmişe takılmamayı öğreneli çok oldu." dediğimde bir sessizlik oluştu. Ardından bu sessizliği neşeli sesiyle Rıfat böldü.
"Komutanım, Rüya müsait olduğunuz bir zamanda sizinle bir piknik yapmak istiyor. Sadece bizim ve sizin timiniz olacak. Diğerleriyle konuştuk kabul ettiler ama size de bir soralım dedik."
Rüya Rıfat'ın eşiydi. Yaklaşık dört yıldır evlilerdi fakat Rüya'nın yumurtalıklarında olan bir sorun nedeniyle çocukları olamıyordu. Buna rağmen Rıfat Rüya'yı sevmekten hiçbir zaman vazgeçmemiş, çocuk konusunu ona bir kez bile açmamıştı Rüya'nın anlattığına göre.
Rıfat'a bir şey demek için dudaklarımı araladığım sırada hemen araya girdi. "Özgür Komutanım gelemeyecekmiş. İçiniz rahat olsun."
"Gelse de sorun değil benim için. Bizim gideceğimiz bir görev var, oradan döndüğümüzde ben Rüya'yla, Hilal'le konuşurum, ayarlarız birlikte." dediğimde başlarını salladılar.
"Komutanım," diyen Tarık'a döndüğümde ellerime yapıştı. "Allah rızası için bana da bulun birini. Sap kaldım koca timde ya! Bunlardan bana hayır gelmez. N'olur Komutanım, gözünüzü seveyim Komutanım, elinizi ayağınızı öpeyim Komutanım!" dediğinde gülerek ellerimi çektim.
"Tamam Tarık tamam. Bulacağım ben sana birini, merak etme." dediğimde hızla boynuma atıldı.
"Sağ olun Komutanım ya! Sizi verene kurban!" dediğinde gülerek ellerimi sırtına yerleştirdim. Onlarla üç yılımı geçirmiştim. Özgür'le olduğumdan daha uzun bir süredir onlarlaydım.
Arkamda hissettiğim beden ile gülümsemem solarken yavaşça geri çekildim. Küçük bir tebessümle "Görüşürüz sonra." diyerek yanlarından ayrıldığımda hepsinden "Görüşürüz Komutanım." karşılığı almıştım.
Yemekhaneden çıkarak hazırlanmak için odama doğru ilerlerken ilerlediğim koridorda pelşimden gelen ayak seslerini duyuyor, gelen kişinin kim olduğunu biliyordum. Tam koridorda köşeyi dönmüştüm ki kolumdan tutulup yanımdaki duvara yaslanmamla karşı çıkmadım. İstesem onu şimdiye yere indirmiştim, bunu ikimiz de biliyorduk ama yapmamıştım.
Ellerimi iki yanımda duvara sabitleyerek yüzüme eğildiğinde gecenin karanlığına bürünmüş gözlerindeki parıltıları fark etmemek mümkün değildi.
"Neden sakladın yüzükleri?" diye sorduğunda anlamamazlıktan gelerek kaşlarımı çattım.
"Hangi yüzükleri?"
Soruma bir cevap vermedi. Onun yerine sol elimi tutan eli yavaşça sol göğsümdeki cebe kaydı. Cebin cırtcırtını açarak içindeki yüzükleri çıkardığında gözlerimin önüne getirdi.
"Bu yüzükleri."
Yüzüklerdeki bakışlarım yavaşça ona döndü. "Benim değil mi? İster atarım, ister takarım, ister satarım. Ama ben bunları neden sakladım biliyor musun?" diye sorduğumda merakla baktı gözlerime. "O yüzüklere her baktığımda bana söylediklerini hatırlamak ve bir gün dönsen bile seni affetmemek için. Sana olan nefretimi harlamak için sakladım."
Vücudu kaskatı kesildi. Gözlerindeki ifade bozguna uğrarken içindeki küçük umudu da elinden almıştım.
"Yalan söylüyorsun. Bu yüzükleri atmamanın nedeni o değil." dediğinde yaslanmış olduğum duvardan sırtımı ayırarak ona doğru bir adım attım. Bu sayede sağ elimin üstündeki eli boşluğa düştü.
"Ne peki? Neden atmamışım ben bu yüzükleri?" diye sorduğumda yutkundu.
"Seni tanıyorum İzel. Senin bu yüzükleri atmaman için tek bir sebebin var ve bunun ne olduğunh ikimiz de biliyoruz." dediğinde dudaklarımın arasından sahici bir kahkaha çıktı. Saniyelerce kahkaha attım. İçimdeki siniri dışa vurmak istercesine kahkaha attım.
Kahkaham yavaş yavaş sönerken yüzümde gülüş namına hiçbir şey kalmamıştı. "Neymiş o? Seni hala seviyor olmam mı? Seni hala bırakamıyor olmam mı?" diye sorduğumda ses tonum bunların aksini vurgularken aslında bunlar harfi harfine gerçekti. O yüzükleri atmamamın tek sebebi onu hala çok seviyor olmamdı.
"Sen kendini ne sanıyorsun Yüzbaşı? Vazgeçilmez biri mi? Bir zamanlar ben de kendimi öyle sanardım biliyor musun? Ben kimse vazgeçmez derdim... Ta ki bir adam saçma sapan bir sebeple benden vazgeçene kadar. Ben neden vazgeçmeyeyim?" diye sorarak elimi havaya kaldırdım ve elindeki yüzükleri kendi elime aldım. "Haklısın ama biliyor musun? Bu yüzükelri saklayınca insanlar umutlanıyor tabi. Haklısın." diyerek yanından geçtiğimde hızlı adımlarla yürümeye başladım. Her ne kadar peşimden gelse de durduramayacağını ikimiz de biliyorduk.
Peşimden seslenmesini umursamadan askeriye binasından çıktığımda kendimi bahçede, çimlerin arasında buldum. Adımlarım durduğunda o da soluğu yanımda almıştı.
Ne yapacağımı anlamış olacak ki "İzel, yapma." diye fısıldadı. Gözlerindeki yalvarış her ne kadar canımı yaksa da o günkü kadar yanmamıştı.
"Neyi yapmayayım!" diye bağırarak ona döndüğümde irkildi. "Neyi yapmayayım? Hala bir salak gibi saklamaya devam mı edeyim? Bir gerizekalı gibi kaybolmasından korkup sürekli yanımda mı taşıyayım, ne yapayım!" diyerek ona doğru ilerledim ve göğsünden sertçe ittim. "Yine bir gerizekalı gibi parmağıma kı takayım!" Tekrar ittim göğsünden. "Yine bir beyinsiz gibi medet mi umayım!" Ben ona yaklaştıkça o da geriye doğru adımladı. Adımları son derece sarsak, bedeni her zamankinden güçsüzdü.
"Bu yüzükler var ya," diyerek elimdeki yüzükleri havaya kaldırdım. "Bunlar artık benim için yalnızca iki tane demir parçası. Başka hiçbir şey değil." dediğimde gözlerinde adeta bir kıyamet koptu.
Bedeni sarsılırken başını iki yana salladı. "Yapma..." diye fısıldadı.
Yapmak zorundaydım. Ona bir daha güvenemezdim. Eğer bunu yapmazsam o çabalamaya devam edecek, yine aynı şeyleri yaşayacaktım.
Çünkü o bencildi.
Özgür Alsancak hayatımda gördüğüm en bencil insandı.
Dediğini zerre umursamazken ona arkamı dönerek gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım. Yüzükleri tutan elim havaya kalkarken hiç düşünmeden karşımdaki büyük bahçenin içine attım iki yüzüğü de...
Yüzüklerle birlikte tüm anılarımızı da attım...
Gözlerimden bir damla yaş aktığında hızla sildim onu. Kendimi toparlayarak tekrar ona döndüğümde donuk bakışlarının yüzükleri attığım yerde olduğunu gördüm.
"Sen de öylesin artık..." dediğimde bakışları yavaşça bana döndü. Gözlerinin içi kıpkırmızı olmuş, hafifçe sulanmıştı. "Benim için herhangi bir insandan fazlası değilsin. Hiçbir zaman da olmayacaksın."
Sen benim her şeyimsin. Bu hayattaki tek varlığım, tek gerçeğim...
Vücudu bir kez daha sendeledi. Biraz daha devam etse dizlerinin üstüne düşeceğinden emindim. Sırf onu bu hale düşürmemek için daha fazla bir şey söylemeyerek yanından geçtim ve hızlıca önce askeriyeye ardından odama gittim. Odamdan içeriye girip kapıyı kapattığım an gözlerimdeki yaşlar kendini serbest bırakırken sırtımı kapıya yaslayarak yere oturdum ve dizlerimi kendime çektim. Kollarımı dizlerimin etrafına sararak başımı üstüne gömdüğümde hıçkırarak, yalnız başıma ağlamaya başladım...
|
0% |