Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Bölüm 8: Demir Eksikliği

@cikolatalisut

Sonunda ikimiz de faili meçhulün kim olduğunu anladığımızda çıkmak için uğraşmayı bırakmıştık.

Anlattıklarım bitince umursamazca tek bir şey söylemişti.

"Amaan Burcu bu işte. Birazdan canı sıkılır dayanamaz gelir açar zaten kendisi. Takılma bunlara."

Sonra da oturduğu yerde iyice yayılıp telefonuna gömülmüştü. Birkaç kez sohbet başlatmayı denemiştim ama onun konuşmayı ilerletmeye pek niyeti yok gibiydi.

Ayrıca bık bık kiminle mesajlaşıyordu ki?

Daha fazla uğraşmayı bırakıp ben de bir an önce bu durumdan kurtulabilmek adına Burcu'ya yazdım ama bırakın adam akıllı cevap vermesini mesajlarım iletilmemişti bile.

Burcu'yu es geçip babama ne zaman geleceğini sorduğum bir mesaj attım. Onun da mesajları tek tik olduğunda artık gerçekten çıldıracaktım. Resmen bizi buradan çıkarabilecek iki kişi vardı ve ben ikisine de ulaşamıyordum.

Telefonu fırlatırcasına koltuğa attığımda bana dönüp göz ucuyla bir bakış atmıştı. Ben de gözlerimi pörtletip ne bakıyorsun dercesine diklendim. Umursamayıp tekrar telefonuna gömüldüğünde ben de kollarımı birbirine kenetleyip arkama yaslandım ve bir süre öylece düşündüm.

Başıma neden bunlar geliyordu? Artık bir şeyler yolunda gitmeliydi ama elimden de hiçbir şey gelmiyordu. Bunalmıştım yaşadıklarımdan. Hayat iyice üstüme üstüme geliyordu. Ben kaçıyordum o kovalıyordu sanki. Ara ara düşüp dizlerimi kanatıyordum. O da benimle dalga geçer gibi daha hızlı koşmaya başlıyordu ardımdan. Ben daha bir yaramı saramadan öteki baş gösteriyordu. Ben de inadına koşmaya devam ediyordum. Düşsem bile o yolun sonunda beni bekleyen annemin karşısına sapasağlam çıkabilmek için, anne ben pes etmedim savaştım diyebilmek için tekrardan kalkıyordum ayağa.

Aklıma yine fizik sınavı düşerken kafamı dağıtacak bir şeylere ihtiyaç duydum. Artık çalışmaya başlamam gerekiyordu çoktan ama bütün zamanım çöpe gidiyordu Burcu sağolsun.

Saat ikiye geliyordu ki susadığımı fark edip soğuk bir şeyler almak adına kalkıp mutfağa yöneldim.

"Nereye?"

Ooo, sonunda dikkatini çekebilmiştim beyefendinin.

"İzniniz olursa soğuk bir şeyler almaya gidiyorum Atakan hazretleri."

Tekrar telefonuna dönüp mırıldanırcasına konuştu.

"Anladım."

İşte paşamızın dikkatini çekebilme süremiz en fazla bu kadardı napalım.

Yine de susmayan vicdanıma bir güzel söverken ona kabalık ettiğimi düşünerek tekrar Atakan abiye döndüm.

"Şey sen de içer misin Atakan abi?"

Yüzüme bakmaya bile tenezzül etmeden onayladıktan sonra gerçekten vicdanımı sorgulamıştım.

Ben mi fazla vicdanlıydım yoksa bu çocuk küçük dağları kendisinin yarattığını falan mı düşünüyor?

Tekrar mutfağa yönelirken telefonda konuştuğu her kimse çok şanslı diye düşünmeden edemedim.

Yoksa sevgilisi mi vardı acaba? Bu yakışıklılıkla sevgilisi olmaması imkansızdı gerçi. Kesin Burcu'nun bahsettiği o kızdı konuştuğu.

Aklımdaki saniyelik düşünceleri daha sonra sormak üzere bir kenara bıraktım ve kattığım içecekleri salona götürdüm.

Hâlâ telefonuyla ilgilendiğini gördüğümde içimden ensesine bi tane yapıştırmak gelse de içimdeki sesi susturup içeceğini uzattım.

Bakmadan almaya çalıştığı için tavırlarından bile soğuk olan elleri yanlışlıkla ellerimi kavramıştı. Bu kadar soğuk olmak zorunda mıydılar? Ona ne zaman dokunsam vampire dokunmuş gibi hissediyorum kendimi.

Elimi ateşe dokunmuşçasına hızla çektim. Neredeyse üzerimi boylayacak olan bardağı görünce anlık refleksle olsa gerek elindeki telefonu fırlatıp düşmekte olan bardağı sıkıca tuttu.

Ben mahcup bir şekilde içimden telefona bir şey olmamış olmasını dilerken o da bir süre sonra yeni fark etmiş gibi kalkıp telefona bakmaya gitti. Açılmadığını görüp duyamayacağım şekilde bir küfür savurdu.

Sinirle yanıma gelip derin bir nefes aldı ve ben geri geri giderken koltuğa çarpıp durduğumda o da iyice dibime sokulup konuştu.

"Kızım sen benim başıma bela mısın?"

İyi de benim suçum ne ki?

Sesinde öfke değil de anlayamadığım başka bir şeyler vardı. Konuşurken nefesi yüzümü tatlı tatlı okşuyordu.

Tekrar hakimiyeti altına girdiğimde kendimi kontrol etmeye çalışarak ben de iyice dibine sokulup cevap verdim.

"Kafanı telefondan kaldırıp önüne baksaydın eğer başımıza bunlar gelmeyecekti Atakan bey."

Sinirle soludu ve o buz ellerini sertçe saçlarının arasından geçirdi. Ellerinin ve tavırlarının aksine sıcak olan nefesi yüzüme çarparken içinde bulunduğumuz ana odaklanamıyordum.

Konuşmak üzere tekrar ağzını açtığında geri kapatıp kısa bir süre tavırlarımı ölçercesine bekledi. Kötü bir şey söylememesini umarak mahcup mahcup bekliyordum ki kalbimi paramparça eden tek bir hitap çıktı ağzından.

"Ufaklık?"

Az öncekinin aksine şefkatle çıkan sesi içimi rahatlatırken söylediği şeyse kalbime bir ok gibi saplanıp geçmişti.

"İyi misin?"

Kendimi daha fazla kaybetmeden hemen arkamdaki koltuğa düşercesine zorla kendimi bıraktığımda içimdeki burukluk yüzüme de yansımış olmalı ki hızlı hareketlerle önüme çöküp yüzümü kendisine doğru çevirmeye çalıştı.

Fark etmeden karşıdaki duvar kağıdına kitlendiğimden başka hiçbir şeye odaklanamıyordum.

Desenleri hep bu kadar mide bulandırıcı mıydı yoksa anın getirdikleriyle mi böyle hissediyordum?

"Sana kızmadım miniğim. Biliyorsun değil mi? Hadi bak bakayım bi bana."

Şu durumda bana kızsan bağırsan kaç yazar ki Atakan abi?

Sanırım şuan tek avuntum telefona üzüldüm sanmasıydı. Bir de aklımda dönüp duran minik sıfatına getirdiği sahiplik eki vardı.

Neden sadece minik demek yerine miniğim demişti? Onun miniği miydim gerçekten?

Toparlanıp çenemdeki elini ittim. Ne ara dolduğunu anlamadığım gözlerimi kırpıştırıp ona döndüm. Ona dönmemle kendiyle çelişircesine kafasını başka tarafa çevirdi. Kısa süre sonra tekrar döndüğünde yüzünde bir duygu kırıntısı aradım. Ama nafile...

Gerçekten neye üzüldüğümü anlayamamış mıydı? En ufak hareketine kalbimin deli gibi çarptığını da mı hissetmemişti o zaman? Ben onu zerresine kadar ezberlerken, her bir hareketini aklıma kazırken onun umurunda bile değildim demek.

Sesinin aksine gözlerinde, dudaklarında ya da yüzünün herhangi bir yerinde bir duyguya denk gelmemiştim. Ben de olabildiğince duygularımı saklamaya çalıştım ve konuştum.

"İyiyim ben Atakan abi. Demir eksikliği var bende de öyle ani hareketler yapınca gözüm kararmış bir anlık. İlacımı içeyim geçer şimdi."

Az kalsın abi demeyi unutuyordum ki sonradan ekledim hemen.

Sınırlarımızı bilelim ama yani değil mi?

Onun yanında daha fazla durmaya katlanamayacaktım sanırım. Şayet ya ağlayacaktım ya da sinirlenip bağıracaktım. En iyisi buradan çıkmanın bir yolunu aramaktı. Ama mantıklı düiünebilmek adına önce bu hanzonun yanından ayrılmalıydım.

Mutfağa gitmek için ayaklandığım sırada o da çöktüğü yerden kalkıyordu ki ani kalkışımla bu sefer gerçekten baş gösteren demir eksikliğim beni Atakan abinin kollarına bırakmıştı.

Bense daha denize düşmeden yılana sarılmıştım bile.

Loading...
0%