@cileklerveyoon
|
İyi okumalarr ✨
Giydiği ince kumaşlı gömleğin kollarındaki düğmelerini kapatıyordu. Gömleği o kadar inceydi ki içi olduğu gibi görünüyordu. Yine de pek umurunda olduğu söylenemezdi. Düğmeleri ilikledikten sonra deri pantolonunun kemer kısmını düzeltmişti. Gömleği içine sokup sokmamak arasında gidip gelirken "içine girdir." demiştim. Karşısında durduğu aynadan bana bakarken başını tek seferlik sallamış ve ardından gömleği pantolonun altına sıkıştırmıştı.
"Böyle iyi mi?" diye sorduğunda başımı sallamıştım. Oldukça iyi duruyordu. Gömleğinin üst kısmında birbirine çapraz, ayakkabı bağı gibi duran ipler o kadar hoş duruyordu ki, partide birilerinin ona asılması çok olağan birşeydi. Deri pantolonu da aynı şekilde ona şu ana kadar en çok yakıştırdığım şeydi. Deri ona oldukça yakışıyordu.
Şimdi de saçlarına gelmişti. Elindeki tarakla nemli saçlarını tararken memnun olmuyor, elleriyle tekrar üstünden geçiyordu. Bana döndüğünde ise "masanın üstündeki takıları uzatır mısın?" demişti. "Tabi!" demiş ve masanın üstündeki takıları avucunun içine almıştım. Ona uzatırken sadece tek bir tanesini almış ve takmıştı. Ardından bir diğerini aldığında hepsini teker teker aldığını anlamıştım.
Takılarını takıp bana döndüğünde yüzüm asık bir şekilde bakmıştım. Trip atmaya çalışıyordum ama anlamsızdı. "Seni götüremem, taehyung! Orada ne olacağı bile belli değil." demişti, gün ağardığından beri söylediği gibi. Omuzlarını silkmiş ve "öyleyse götürme!" diye söylendikten sonra az önce oturduğum yere dönmüştüm. Derin bir nefes aldığını duymuştum. Yine de dönüp bakmayacaktım.
"Çok inatçısın!" dediğinde ise altta kalmayarak, "bana diyene bak!" demiştim. Dünden beri bunu tartışıyorduk ve götürmemekte inat eden oydu. "Bir de fazla ukala." dediğinde ise ona dönüp kaşlarımı çatmıştım. "Hakaret etme!" diye kızmıştım.
Kapı birden açıldığında bakışlarım oraya dönmüştü. Felix'in bakışları beni bulurken,"sen burada mıydın?" diye sormuştu. Başımı sallamış ve "jungkook'un hazırlanmasına yardım ediyordum." demiştim yanlış anlamasını istemediğimden. Anlamış gibi bir mırıltı çıkarırken jungkook'a dönmüştü.
"Hazırsan çıkalım. Parti çoktan başlamış." dediğinde gerinen kaşlarım tekrar kırışmıştı. Kaşlarımı çattığımı gören Felix gözlerini açmış ve "sorunumuz büyük gibi duruyor." demişti, jungkook'a. Jungkook hızla başını sallarken "hemde nasıl!" diye söylenmişti.
"Şunlara bak ya! Gelmiyorum zaten. Beni de bir havaalanına bırakın bari. Burada size yük olmayayım." diye iğneleme yapmıştım. Sorun şu ki, beni havaalanına bırakmayı kabul ederlerse fena halde patlardım. Gitmeyi asla istemiyordum. Burada kendimi bulmuş gibi hissediyordum.
"Bence o başlamadan çıkalım.". Ardından Felix başını sallamış ve "bence de." diye onaylamıştı. Birşey söylememe fırsat bile vermeden odadan çıkmışlardı. Bende arkalarından giderken onlara yetişmeye çalışıyor ve içimden beni de götürmeleri için dualar ediyordum.
"Ooo, çok şık olmuşsunuz hanımlar!" demişti Felix sırıtırken. Ashley de aldığı iltifat üzerine gülerken, "o senin güzel bakışın, tatlım." demişti. Tatlım kelimesini kimse yanlış anlamamıştı. Zaten olması gereken de buydu.
"Oyalanmadan çıkalım artık." demişti hwasa. Ardından diğerlerinden onay almış ve evden çıkmışlardı. Beni de kapıyı kilitli tutmam konusunda uyarmışlardı. Yine de onları takip edip etmemek arasında kalmıştım. Ne olacağını fazlaca merak ediyordum ama beni oraya götürmemelerinin bir nedeni vardır. Açıkçası korkuyordum da. Eğer gidersem herhangi bir vampirin saldırısına uğramaktan korkuyordum.
Şimdi bu koca evde yalnız başıma oturuyordum lakin içim içimi yiyordu. Benden, benim için çok zor birşey istemişlerdi. Sabırsız biriydim ve buna katlanamazdım. Yine de söylediklerini yapacaktım. Bu seferlik evde kalacaktım. Hem artık istesem de gidemezdim. Nerede olduğunu bile bilmiyordum.
Oturma odasında bulunan kasetlerden herhangi birini seçmiş ve televizyona takmıştım. Oynatmaya başladığında ise kendimi bununla oyalamaya başlamıştım. Onlar gelene kadar bir film bitirebilirdim herhalde.
~∞<★>∞~
(Taehyung evde olduğu ve olaylar partide olduğu için fic bölüm sonuna kadar jungkook'un ağzından olacaktır.)
Arabayı durdurup indiğimizde kulaklarımıza yüksek müzik sesleri ilişmişti. Bu partiden gelmiyordu, vampirler yüksek sesi sevmezlerdi. Bu müzik sesi festivalden geliyordu. Büyük bir felaket vardı başlarında lakin haberleri dahi yoktu. Etraflarında gezen yüzlerce vampirin varlıklarından haberdar olsalardı kaçarak uzaklaşırlardı. Kaçacakları bir diğer vampir de bendim.
Bu kadar sese rağmen soylu vampirlerin nasıl olur da hala birşey anlamadıklarına şaşırıyordum. Belki de anlamışlardı.
Davet binasına vardığımızda içeride birşeyler konuşulduğunu duymuştum. Vampirlerin asırlardır süren avlanma süreçlerinden bahsediyorlardı. Saçma sapan şeylerdi ve zerre umurumda değildi. Böyle boş konuşmalar olmasına gerek yoktu. Zaten çoğu vampir nasıl bir canavar olduğunu bilmiyor muydu?
İkili kapıyı açmış ve bulundukları salona giriş yapmıştım. Kapı açılır açılmaz çoğu vampirin bakışları üzerime toplanırken umursamamış ve ilerlemeye devam etmiştim. Arkamda yürüyen cadıların tempolu topuklu sesleri dikkat çekiyordu. Salonun konuşma yapılan kürsüsüne yaklaştığımda ise onu görmüştüm.
"Seni burada görmek büyük bir onur, jeon." demişti gülümserken. Şaşırmamıştı çünkü biliyordu. Gelecekte olabilecek herşeyi önceden görebiliyordu. Söyledikleri de bana samimi gelmişti. Onu hep iyi biri olarak görmüştüm lakin neden bana yardım etmediği konusunda hep içimde bir merak oluşmuştu. Tabi öfke de.
Onu ilk kez rüyamda görmüştüm. Kendini bana öyle tanıtmıştı. Onu rüyamda gördüğüm deki ile aynıydı. Sadece saçlarını uzatmıştı ve yüzündeki, bana sevecen gelen hali gitmişti. Şimdi ise tam bir vampir olmuş gibiydi, soğuk ve ruhsuz.
"Tabi, o onur buradaki kimsede olmadığı için beni görünce sevinmişsinizdir." demiştim. Kaşlarını kaldırmış, ardından buna gülmüştü. Onun gibi birinden bu tepki beklenirdi zaten.
Bakışlarını arkamda duran üçlüye çevirdiğinde ise "bir vampir partisine cadıları ve melez birini getirmek ne kadar mantıklı bir hareket olabilir?" demişti. Açıkça iğneleme yapıyordu ama ona fırsat vermiyordum. "Bunu anlamanızı beklemiyorum zaten. Sizi fazlasıyla zorlar."
Bütün dikkatler üstümüzdeydi. Göz ucuyla etrafa bakınmıştım. Daha fazla onunla konuşmak yerine stephen'lar ile olan soruna gelmek istiyordum. Yine de onlarla kavga etmek benim yöntemim değildi. Onları herkesin gözünde küçük düşürdükten sonra, yine herkesin huzurunda onları zevkle yakacaktım.
Sonunda gözlerim Stephen'ların kız çocuklarından biri olan Hannah ile buluştuğunda yüzüme yapma bir gülümseme yerleştirmiş ve "oh, Hannah, nasılsın?" demiştim. Ardından yüzündeki hoşnutsuz ifadeyi görünce ise "sanırım beni gördüğüne pek sevinmedin." diye eklemiştim.
Hannah'ı ve daha doğrusu Stephen'ları felix'in yıllardır bana getirdiği bilgiler dahilinde biliyordum. Hepsinin fotoğraflarını getirmiş, yaptıkları veya ilgilendikleri şeylerden beni haberdar etmişti. Onun hakkını asla ödeyemezdim.
Hannah öylece yüzündeki öfkeyle susarken arka tarafımdan birinin sesini duymuştum. "Bakıyorum da hwasa'ya bir cesaret gelmiş.". Dönüp baktığımda o kişinin Jackson olduğunu görmüştüm. Alaycı bir yüz ifadesiyle ona doğru bir kaç adım atmıştım fakat hala aramızda yaklaşık üç metrelik bir mesafe vardı.
Yine de cevap vermek yerine bu işi hwasa'ya bırakmaya karar vermiştim. O güçlü bir kadındı ve onun sönük kalmasını istemiyordum. Kendi gücünü ortaya çıkarmalıydı. Bir erkeğin, o ben bile olsam, gölgesinde kalmamalıydı. Bu yüzden bakışlarımı ona çevirmiş ve istediğini söylemesi için işaret olarak gözlerimi kırpmıştım.
Bunu anlamış ve araya girmek için öne atılmıştı. "Ne o, senin gibi birilerinin arkasına saklanmamı mı bekliyordun?". Söylediği karşısında, yüzünde olan alaycı gülümsemenin gitmemesi için kendini zorluyordu, Jackson. Hwasa'nın söylediği fazlasıyla zoruna gitmişti fakat belli etmemek için elinden geleni yapıyordu.
"Kim sana bu partiye gelip, istediğin gibi davranma iznini verdi?" diye öfkeyle konuşmuştu, Hannah. Tam o sırada ben araya girmiştim. "Ben verdim!"
Bakışları hwasa'nın üzerinden çekilip bana yönelmişti. "Unuttun mu, size buraya girme hakkını annem verdi. Şimdi sizi buradan rahatça kovabileceğimi biliyorsun, Hannah. Kendini küçük düşürme bence." diye de devam etmiştim. Şuan burayı yerle bir etmek istiyordu ancak böyle bir şey yaparsa buradan sağ çıkamayacağını bildiğinden sadece öfkeyle bakıyordu. Benim yetkimin farkındaydı.
Hannah ve Jackson haricindeki diğer Stephen bireylerinin nerede olduğunu merak etmeye başlamıştım ki, bayan Catherine elini bay Richard'ın koluna koymuş bir şekilde içeri girmişlerdi. Mutlu aile tablosu yaratmaya çalışıyorlar demek isterdim ancak gerçekten mutlu bir aile olduklarını biliyordum. Bu beni daha çok öfkelendiriyordu. Benim ailemi elimden almışken mutlu bir aile olamazlardı. Buna izim vermezdim.
"Sizce de artık doğruları konuşmanın zamanı gelmedi mi?" demiştim bakışlarımı ona çevirirken. O ise bana bakmış ve "bir şeyi atlıyorsun, jeon. Senin ailenin ölümünden sonra başa ben geçtim. Ben, min yoongi! Benim iznim olmadan bu partiye dahi gelemezsin. Yine de sana lafım yok. Haklısın lakin benim önümde haddini aşma!" demişti.
İçimdeki öfkenin fazlaca arttığını hissediyordum ve kendime hakim olmam gerektiğini söylüyordum içimden. Şuan değil, diyordum. Haklıyken kendimi küçük düşürmeyecektim.
"Ailemin ölümü işine gelmiş olmalı. Böylece zaman kaybetmeden başa geçtin. Ailemi kimin öldürdüğünü ve yıllardır benim neden ortalıkta olmadığımı iyi bilmene rağmen birşey yapmamana şaşmamalı."
Bay min'in yüzündeki hazmedememezlik o kadar belli oluyordu ki, sözlerim ona fazlasıyla ağır gelmişti. Haklı olduğumu biliyordu ama altta kalmayacaktı.
"Herşeyi bildiğini sanıyorsun! Olacakların hepsini gördüm ve sırf bu yüzden bekledim. İstediğin intikamı fazlasıyla alacaksın, jeon. Senin intikamını ben almayacağım. Bu intikamı sen çok ağır bir şekilde alacaksın." dediğinde ise bana açıkça gördüğü geleceği söylemişti. Onlardan alacağım intikamı görmüş ve bu yüzden de birşey yapmamıştı demek. Bunu nasıl atlayabilmiştim ben?!
"Bay min, onun bu partiye girmesine nasıl izin verirsiniz?" diyen kişiye doğru dönmüştüm. Bay Richard'dı. Ona doğru döndüğümde "bende sizin hakkınızda öyle düşünüyorum, bay Richard." demiştim gülerken. "Ailemin üstüne iftira attıktan ve onları öldürdükten sonra hala nasıl konuşabiliyorsunuz? Vampirlerin yüz karasısınız!" diye de eklemiştim.
"Komiksin, çocuk. Ailenden konuşmayı bırakıp da şimdi senin bir insanı evine almandan konuşalım istersen. Onun senin vampir olduğunu bilmesinden. Ha, ne dersin?" dediğinde ise gerilmiştim.
Bir insanın vampirlerden veya elflerden haberdar olması yasaktı. Bunu bile bile taehyung'u evime almış ve ona vampir olduğumu söylemiştim. Felix'in bir elf olduğunu hala bilmiyordu. Bilmemesi onun için çok daha iyi olurdu.
Tam o sırada bir koku almıştım. Bu tanıdık bir insan kokusuydu. Kan kokusu... Aynı şekilde koridordan adım sesleri de geliyordu. Bakışlarıyla kapının açılmasını beklerken, kapı açılmıştı bile. Gördüğüm yüz beni dehşete düşürürken içimde bir öfke oluşmuştu.
Stephen'lardan henry ve Chris, taehyung'un iki tarafına geçip kollarından tutarak içeri girdiriyorlardı. Bakışlarım taehyung'un dehşet dolu yüzüne kaydığında öylece bakakalmıştım. "Ellerinizi çekin ondan!" diye bağırmıştım, koca salonda.
Fazlasıyla öfkeliydim. Benden habersiz evime girmeleri yetmemiş, benim yanımda kalan, benim korumam altında olan kişiyi zorla ve korkutarak getirmişlerdi. Bu kadar vampirin arasında olması yanlıştı. Onu getirmenin sebebi buydu.
"Taehyung!" diye bağırmıştı hwasa. Ardından ona doğru hızlı adımlarla gitmeye başlamıştı ki, henry'nin "yaklaşma!" dediğini duymuş ve adımlarını durdurmuştu.
"Kendinize gelin! Hangi hakla bir vampir partisine insan getirirsiniz?!" diye bağırmıştı, bay min. Sesi oldukça gür çıkmış, bütün salonu inletmişti. Ardından bay Richard'ın yüzünde korku ve utanç olduğunu görmüştüm. Partide bulunan, yaklaşık beş yüz civarı vampirin huzurunda bay min tarafından hakarete uğramış kadar olmuştu. Bu ona fazlasıyla yeterdi.
Sinirden yerimde duramaz haldeyken hızla taehyung'un yanına varmış ve onu belinden tutup çekmiştim. Chris kolunu bırakırken, Henry hala taehyung'un kolunu tutuyordu. Bakışlarımı bakışlarına dikip, dişlerimi birbirine sertçe bastırıp elimi henry'nin bileğine koymuştum. Sertçe bastırıp henry'nin elini taehyung'un kolundan ayırırken, "sakın bir daha ona yaklaşma!" demiştim. Bağırmamıştım lakin bütün salondakiler sesimi duymuştu.
Taehyung'un belinde olan kolumu çekip omzuna koymuştum. Önümde dururken sırtını hafifçe göğsüme yaslamıştı. Başını kaldırıp yüzüme baktığında ise, kaşlarının korkusundan dolayı çatık olduğunu görmüştüm. Gözleri fazlasıyla doluydu. Dokunsam ağlayacak gibiydi fakat ağlarsa daha da öfkelenirdim. Hiçbir suçu yokken bunları ona yaşatanlara bedelini çok daha fazlasıyla ödetirdim.
Yüzündeki ifadenin geçmesi, belki de biraz rahatlaması için alnına bir öpücük kondurmuştum. Dudaklarım tenine değmemişti çünkü dağınık olan saçları alnını kaplıyordu. Başını hemen yere indirirken utandığını anlamıştım. Yine de birşey söylememiş ve yürümeye devam etmiştim.
Birlikte salonun ortasına, yani az önce durduğum yere geldiğimizde ondan ayrılmıştım. Hwasa ve ashley hemen taehyung'u çevrelemiş, sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ben ise ona son bir kere daha kontrol etmek için baktığımda, dolu olan sağ gözünden yaş aktığına şahit olmuştum. Kendimi sırf olay çıkmasın diye tutuyordum.
Son kararı bay min verecekti. Ondan öncesinde onların suçlarını kanıtlamam gerekiyordu. Bu yüzden yanımda getirdiğim hwasa, Ashley ve felix'e ihtiyacım vardı.
Herşey şimdi başlıyordu. |
0% |