Yeni Üyelik
15.
Bölüm
@cileklerveyoon

 

İyi okumalarr ✨

 

 

"Güneş seni yakmasına rağmen ne diye dışarı çıktın ki?!" diye kızmıştım, jungkook'a. O ise gülümsemiş ve benim ona söylenmelerimi sakince dinlemişti. "Yandığıma değdi. Acısı yok zaten."

 

Kaşlarımı çatmış ve "olsun, baksana çok kızardın! Hem fotoğrafta da net çıkmamışsın ki. Sim kutusuna düşmüş gibi." demiştim gülerken. O an aklıma çok gelmemişti ama jungkook parladığı için çektiğimiz fotoğraf net çıkmamıştı. Dahası, ben netken o ışıktan dolayı iyi çıkmamıştı. Yine de görünüyordu ama.

 

"Bu iyi birşey değil mi?" dediğinde bakışlarımı krem sürdüğüm ellerinden çekmiş ve yüzüne bakmıştım. Gülüşü onu küçük bir çocuğa çeviriyordu. Bütün dark havası gidiyor, şirin mi şirin bir çocuk oluyordu. Bu hallerine bayılıyordum. "Hayır, fazla dikkat çekiyor. Sakın gündüz bir yerlere gideyim deme! Gerçi zaten gitmezsin ama yine de yapma!"

 

Gözlerini devirirken "ne bu? Sen yoksa beni kıskanıyor musun?" dediğinde ise hemen yerimde dikleşmiş ve "hayır, ne alaka? Vampir kuralları böyle değil miydi, ben senin için söylüyorum." diye bahane üretmiştim. Kıskanıyordum.

 

"Kabul et, kıskanıyorsun. Bahane olduğunu sen bile biliyorsun. Bana aşık olduğunu itiraf etmek için mükemmel bir zaman." dediğinde gözlerim pörtlemiş, söylediklerini algılamaya çalışmıştım. "Sana aşık olduğumu mu söylüyorsun?! Yani eğer öyleyse önce sen itiraf etmelisin çünkü aşağıda garip garip pozlar verdirten ben değildim!" diye içimdekileri söylediğimde kendime şaşırmıştım.

 

O bana rahatça bakarken gerilmiştim. "Aşk mı? Hem de hafızası silinecek olan sana mı?" dediğinde üstüme bir öküz oturmuş gibiydi. Öylece susuyordum çünkü söyleyecek bir şeyim yoktu. Ben ondan hoşlandığını söylesem bile iki gün sonra hafızam silindiğinde onu tamamen unutacaktım.

 

Kızarmış tenine sürdüğüm kremi dolaba koymak için yerimden kalkmıştım. Jungkook'un odasındaydık ve kremi koymam gereken dolap da banyodaydı. Hızla banyoya girip kremi dolaba bırakmıştım. Ellerimi yıkayıp askıdaki havluyla da elimi kuruladıktan sonra tekrar odaya girmiştim. Jungkook'un yatakta uzanır pozisyonunu bozup, oturur pozisyona geldiğini görmüştüm. "Ben içeri giriyorum." demiştim.

 

Arkamı dönmüş gidiyorken sesini duymuştum. "Senden hoşlanıyorum."

 

Senden hoşlanıyorum...

 

Senden hoşlanıyorum..

 

Senden hoşlanıyorum.

 

Söylediği şey zihnimde tekrarlanırken ona doğru dönememiştim. Olduğum yerde donup kaldığımda yataktan gelen gıcırtılarla yerinden kalktığını anlamıştım. Kapının hemen önünde olduğum için gidip gitmemek arasında kalmıştım. Şuan bununla yüzleşemezdim. Yüzüne bile bakamazdım. Göz göze gelemezdim. Bilmiyormuş gibi davranmak daha iyi olurdu.

 

Yavaşça arkamı ona doğru dönerken hemen karşımda olduğunu görmüştüm. Başımı kaldırmıyor, yere bakıyordum. "Seni gördüğüm ilk andan anlamıştım basit biri olmadığını." dediğinde başımı kaldırmış, yüzüne bakmıştım. Gözlerim gözlerine değdiğinde tüm vücudum alev almıştı. Gözlerimi çekmem an meselesiydi ama böyle kalmak istiyordum bir yandan da.

 

"Senin de benden hoşlandığını biliyorum. Bunu anlamak zor değil." . Başımı eğmiştim hemen. Jungkook ise önümden çekilmiş ve yatağa doğru ilerlemişti yine. Geçip oturduğunda ise "yine de birlikte olamayız, olmamalıyız." dediğinde kırılmıştım sanki. Beni sevdiğini söyledikten sonra benimle olamayacağını söylemesi çelişkiliydi. Üzüntümle birlikte yutkunmuştum.

 

"Seni bu kadar tehlikenin içine sokmuşken, hafızanın silinmesine karşı çıkamazdım. Bunu sana borçluyum. Böylesi daha iyi. Hafızan silindiğinde bütün bu olanlardan uzakta, daha güvende yaşayacaksın."

 

Hayır, istemiyordum. Tehlikeli olup olmaması umurumda değildi. Sadece burada, jungkook'un yanında kalmak istiyordum. Söyledikleri asla içime su serpmemişti, aksine beni daha da üzmüştü. Beni düşünüyordu ama ondan beni düşünmesini istemiyordum.

 

Geçip yanına oturduğumda içimde bir burukluk hissetmiştim. Bakışlarım yerdeydi. Bir sürü düşünce vardı kafamın içinde. Gözlerimin dolduğunu anladığımda ise kendime kızmıştım. Neden dolmuştu ki gözlerim? Daha önce hiçbir yerde burada gördüğüm kadar değer görmediğim için mi? Bu yüzden mi burada kalmak istiyordum?

 

Birden saçlarımı okşayan bir el hissettiğimde gözyaşım akmıştı. Hemen elimle yanağıma düşen gözyaşını silerken, jungkook'un "üzülme! Hafızan silindiğinde bunların hepsi geçecek..." dediğini duymuştum. "İstemiyorum!" diye karşı gelmiştim bu sefer.

 

"Taehyung, bebeğim, yapma böyle!" dediğinde ise başımı okşayan elini engellemiştim. Dönüp ona baktığımda kaşlarımı çatmış ve "neden bana ne istediğimi sormuyorsun?! Benim düşüncelerim hiç mi umurunda değil?" diye bağırmıştım.

 

"Sence umurumda olmasan sana böyle davranır mıydım? Sırf seni umursadığım için bunu yapıyorum!"

 

"İstemiyorum! Burada kalacağım!" dediğimde yerimden kalkmıştım. O da hemen kalktığında "hayır, taehyung! Gidiyorsun diyorsam gideceksin demektir!" dediğinde ise sinirlenmiştim. Bana emir vermeye mi başlamıştı? Durum gittikçe komikleşiyordu.

 

kapı birden açılınca bakışlarımız oraya dönmüştü. Felix içeri girip ardından kapıyı kapatmıştı. "Neden tartışıyorsunuz? Sesiniz içeriye kadar geliyor." demişti. Bakışlarımı felix'ten çekmiş, jungkook'a bakmıştım. Bana bakmıyordu. Bunu bilerek yapıyordu. Sinirliydi, kaşları da çatık.

 

"Yok birşey!" demişti öfkeyle. "Bir de sinirleniyor musun?!" demiştim ona karşı. Başını hızla çevirip bana bakmıştı. "Evet taehyung, sinirleniyorum. Ben seni bu kadar düşünürken senin bu aptal inadına sinirleniyorum! Beni dinlemeyişine sinirleniyorum! Herkese bu kadar soğuk olup, sana karşı bütün sınırlarımı aşmama rağmen seni düşünmüyormuşum gibi davranmana sinirleniyorum!"

 

Bütün söyledikleri bir bıçak misali batarken yine küçük dilimi yutuvermiştim. Her seferinde bir aptal gibi kalıyordum. Söylediklerinde o kadar haklıydı ki, herşeye cevabı olan benim buna bir cevabım yoktu. Zaten buna cevap veremeyeceğimi anlamış ve sinirle hıhlamıştı. Ardından arkasını dönüp kapıyı vurup çıkmıştı. Zihnim, onun gidişini saniyesi saniyesine tekrarlarken bakışlarım kapıda kalmıştı.

 

Felix yanıma gelmiş, elini omzuma koymuş ve sıvazlamıştı. "Sen ona bakma. O böyledir. Birazdan hiçbir şey olmamış gibi unutursunuz." demişti beni rahatlatmak için. "Hadi gel, içeri girelim." dediğinde istemediğimi belirtmek için başımı iki yana sallamıştım.

 

"Peki, ben giriyorum. Kendini üzme, tamam mı?" dediğinde yine ağzımı açmamış ve başımı sallamıştım. Beni yanlız bırakmak istemiyor gibi bakıyordu ama gidecekti. Yerinden kalkıp arkasına baka baka giderken onun da üzüldüğünü anlamıştım. Kapıyı açıp çıktığında bende yerimden kalkmış ve yatakta daha geriye giderek yatak başlığına yaslanmıştım.

 

Oturma odası hemen yan oda olduğu için sesler duyuluyordu. Bir saat önce bay min ve bay min'in en sıkı dostu olduğunu öğrendiğimiz rose birlikte jungkook'u ziyarete gelmişlerdi. Yani bize öyle söylemişlerdi. Ashley'in birileri geliyor dediği kişilerin onlar çıkması çok tuhaf olmuştu. Üstelik jungkook'un güneşe çıkmasını kötü karşılamışlardı. Ona çok fazla zarar vereceğini söylediklerinde kendime kızmıştım. Sorumlusu ben olduğum için de kremi sürmek bana düşmüştü. Bunu severek de yapmıştım. Tabi böyle bir tartışma olacağını bilseydim bunu felix'ten rica ederdim. Onunla tartışmak, ona kırıcı sözler söylemek istemiyordum. Üzüntüsünün nedeni olmak istemiyordum.

 

"Biraz kibar ol, jungkook. Bu tavırları sergilemeye devam edersen kimseyi bulamazsın haberin olsun." dediğini duymuştum rose denen kadının. Sesi çok kısık geliyordu ama duyabiliyordum. "Birini bulma gibi bir düşüncem yok zaten." diye karşılık almıştı kadın. Hala öfkeliydi, hala. Bir türlü bu gerginliği üstünden atamıyordu.

 

"Ona fazla bağlanma, üzülen sen olursun. O herşeyi unutup gidecek geride sen kalacaksın." demişti biri. Başta sesin sahibini tanıyamamıştım ancak sonrasında bay min olduğunu idrak etmiştim. Bu tür şeyler söyleyip bizi daha çok çıkmaza sürüklüyorlardı. Herşey onlar yüzünden değil miydi zaten?!

 

Öylece duvara bakıp onları dinlemek bana iyi gelmiyordu. Bir duşa girmek bana iyi gelecekti. Yerimden kalkmış ve jungkook'un dolabını açmıştım. Kendime kıyafet seçmiş be dışa girmiştim. Dolabını karıştırdığım için bana kızmazdı. Zaten kıyafetim de olmadığı için ya ondan, ya da felix'ten giyiniyordum ama jungkook'un kıyafetleri bana bir tık büyük geldiği için Felix daha iyi bir seçenekti.

 

Hızla duşumu almış ve çıkmıştım. Çıktığımda oda bıraktığım gibi bomboştu. Elimdeki küçük havluyla saçlarımı kuruturken tekrar yatağa dönmüştüm. Önce oturmuş saçlarımda ki ıslaklığın gitmesini beklemiştim biraz. Jungkook'un yatağının ıslanmasını istemiyordum. Elbette ki sorun etmezdi ama bu beni rahatsız ederdi.

 

Saçlarımdaki ıslaklık neme dönmüşken yatağa uzanmıştım. Gözlerimi kapamış, öylece düşünmeye başlamıştım. Kendimi depresyonda gibi hissediyordum. Onun bir kaç cümlesi ile bu hale gelmek biraz tuhaf hissettiriyordu. Kokusu sinmiş olan yastığına yüzümü gömmüştüm. Kokusunun huzur dolu olması her zaman beni çok şaşırtıyordu. Şaşırtmaya da devam edecekti.

 

Öylece bir on beş dakika kalmıştım. Ardından kapı açıldığını duyduğumda kimseyle muhatap olmamak için gözlerimi açmamıştım. Gelen kişi benim uyuduğumu sanıp geri giderdi.

 

Beklediğimin aksine gelen kişi yatağa çıkmıştı. Böylece o kişinin jungkook olduğunu anlamıştım. Hemen arkamda durduğunda sırtıma temas etmişti. Ardından bir elin nemli saçlarıma değdiğini hissetmemle tüm vücudum titremişri. Bu hareketi, düzene soktuğum nefeslerimi zorlaştırıyordu. Çabucak gitmesi için dua ediyordum.

 

Yine de bu hareketi garip gelmişti bana. Benim gönlümü almaya mı çalışıyordu yoksa uyuduğumu sandığı için mi bu kadar rahattı? Öyle değilse onunla tekrar tartışma düşüncesi beni geriyordu.

 

"Minik bebeğim." dediğinde ise saçlarımın arasına bir öpücük bırakmıştı. Bu hareketi tüm vücudumun kasılmasına neden olmuştu. Uyanık olduğumu anlaması an meselesiydi. "Özür dilerim... Yanaklarından süzülen her bir gözyaşı için özür dilerim..."

 

Gözlerimi yavaşça açmıştım. Uyanık olduğumu bildiğini düşündüğüm için çekinmemiştim. Gözlerim açıkken hiç ona bakmamıştım. Öylece hemen karşıma, duvardaki resme bakıyordum. Arkamda bir hareketlenme oluşmuştu. Belime dolanan kol ve boyun girintime çarpan burun ile arkama uzandığını anlamıştım. Tepkisiz kalmaya çalışıyor, bakışlarımı resimden ayırmıyordum.

 

Verdiği nefesler enseme vuruyorken huylanmıştım. Sırtım onun göğsüne yaslıydı. Bir diğer öpücüğünü boynuma bıraktığında başımı öne doğru getirmiş, ondan uzaklamıştım. O ise bana tekrar yaklaşmış, aradaki mesafeyi kapatmıştı. Ani bir kararla ters yöne, yani ona doğru dönmüştüm. Bu sefer sırtım değil, yüzüm ona dönüktü.

 

Kollarımı tıpkı onun yaptığı gibi ona sardığımda şaşırmış gibiydi. Yüzümü onun boynuna girdirerek saklamıştım. Yüzüne bakamıyordum. Söylediği herşeyde haklıydı. Bizim birlikte olmamız imkansızdı. Hafızamın da silinmesini istemiyordum ama o bunu istiyorsa öyle olacaktı. Beni kendinden uzaklaştırmak istiyorsa ona izin verecektim. Ama buna, kalan iki günümde engel olacaktım. Ona, onun istemediği kadar yakın olacaktım. İki günün sonunda bir daha onu asla hatırlamayacaktım belki de. En azından bu tür hisler duyduğum birine iki gün de olsa yakın olabilirdim. Buna hakkım vardı, değil mi?

 

"Seni seviyorum..." diye fısıldamıştım. Nasıl olmuştu bilmiyorum ama kalp atışları hızlanmıştı, nefesleri düzensizleşmişti. Buna yine tepkisiz kalmıştım. Çok fazla düşünüyordum ve bu beni dibe çekiyordu. Sadece anı yaşayıp geçmek istiyordum. Bu çok daha iyi olacaktı.

 

"Demek beni seviyorsun. İtiraf etmek için bu çok yanlış bir zaman." dediğinde başımı kaldırıp yüzüne bakmıştım. Yüzünde kocaman bir gülümseme gördüğümde kalbimin acıdığını hissetmiştim. Aşk böyle birşey miydi? Sevdiğin insanın gülümsemesi bile seni hem mutlu ederken hemde üzebilir miydi? Yoksa bu yanlızca benim onu unutacak olmamdan kaynaklı yaşadığım birşey miydi?

 

"Neden?" diye sormuştum söylediği şeye karşılık. Neden yanlış bir zamandı ki?

 

"Çünkü sen kollarımdayken kendime hakim olabileceğimi sanmıyorum." dediğinde ise yüzümün çok garip bir ifadeye bürüneceğini bildiğimden cevap vermeden yüzümü tekrar onun boynuna gömmüştüm.

 

"Sana boşuna bebeğim demiyorum ya! Sen benim utangaç bebeğimsin." dediğinde kıkırdamıştım. Bana bebeğim demesi çok hoşuma gidiyordu. Midemde kelebekler tepiniyordu ve ben daha önce hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyordum.

 

Bugün oldukça garip geçiyordu. Öğlen bir sürü fotoğraf çekilirken bay min'in gelmesi bize sürpriz olmuştu. Kendisiyle çok az konuşmama rağmen çok hoşuma gitmişti. Rose denen kadının da tıpkı Ashley ve hwasa gibi güçlü bir havası vardı. Vampir partisinde Catherine'e vurmasından sonra zaten ne kadar havalı olduğunu göstermişti.

 

Sanırım akşam yemeğine de burada olacaklardı ama onlar buradayken jungkook'la tartışmamız ve bu kadar yakın olmamız beni rahatsız hissettiriyordu çünkü lanet olası vampirler herşeyi çok net duyuyor ve beynimi okuyabiliyorlardı. İnsan olmak çok daha güzeldi. Yine de vampirliğe de özenmiyor değildim.

 

Bütün bunları düşünmektense jungkook'un kollarında uyumak benim için çok daha güzel olurdu. Gözlerimi kapatmış ve derin bir nefes almıştım. Jungkook'un hafif parfüm kokusu burnumu doldurduğunda bu kokuyu unutmamak için kendimi tembihlemiştim. Her ne olursa olsun jungkook'u unutmak istemiyordum. O çok özel biriydi. O benim aşık olduğum kişiydi her şeyden önce.

 

Bir cesaretle başımı çok az geriye çekip dudaklarımın boyun hizasına gelmesini sağlamış ve boynuna bir öpücük bırakmıştım. Ardından tekrar başımı göğsüne yaslamış ve gözlerimi huzurla kapatmıştım.

 

Loading...
0%