Yeni Üyelik
16.
Bölüm
@cileklerveyoon

 

İyi okumalarr ✨

 

 

"Ellerine sağlık, hwasa. Yemekler çok lezzetliydi." demişti bay min masadan kalkarken. Buna karşın hwasa çarpık bir gülüşle, "büyülerim sağolsun!" dediğinde hepimizi bir gülme tutmuştu.

 

Masada bir tek Ashley ve ben kalmışken tabağımda kalan son iki lokmalık yemekle bakışmıştım. Midem artık almıyordu ama onların kalmasını da istemiyordum. Çatalıma aldığım et parçasını ağzıma tıkarken çiğnemeye de gücüm kalmamıştı. Karnım tıka basa doluydu.

 

"Lord hoseok ile konuştunuz mu?" demişti rose, felix'e. Felix başını iki yana sallamış ve "hayır, henüz değil." demişti.

 

"Peki diğerlerini ne yaptınız?" diye sorduğunda ise jungkook susması için işaret verir gibi öksürmüştü. Benim duymamam içindi ama saçmaydı artık. Sonuçta herşeyi biliyordum. "Haa, okey!" diye cevap vermişti, rose. Sonrasında konuşmamıştı.

 

"Çok tehlikeli sularda yüzüyorsun, jungkook." demişti birden bay min. Bakışlarım onu bulduğunda kısık gözlerle bakmıştım. "Anlamadım?" diye sormuştu jungkook. Bende anlamamıştım.

 

"Aranızdaki şeyden bahsediyorum. Yol yakınken vazgeçin derim. İkinizde çok üzülürsünüz." dediğinde bakışlarımı onlardan çekmiştim. Jungkook ise gerilmiş ve kalın bir ses tonuyla "söylediğin gibi, bu ikimizin arasında olan birşey. Başkasının fikirlerine ihtiyacımız yok." dediğinde şaşırmıştım. Mükemmel cevaplar verip herkesi susturmayı çok iyi başarıyordu. Ona özeniyordum.

 

"İki gün sonra neler olacağını biliyorsun. Benim fikirlerine ihtiyacınız olmayabilir ama söylediklerime uymak zorundasın."

 

"Eğer isteseydim söylediklerini dinlemezdim bile ama bunun daha iyi olacağını bildiğimden dolayı kabul ettim. Onu biz ruhsuzlardan uzak tutmak çok daha iyi olacaktır."

 

"Bunu anlayabilmen mükemmel! Bende tam olarak bundan bahsediyorum. Onu tanıyorum ve ileride neler olacağını biliyorum. Düşündüğünüzün tam aksine herşey çok daha iyi olacak, jungkook." dediğinde bir tık gerilmiştim. Beni tanıdığını söylüyordu ve geleceği de görüp çok daha iyi olduğunu söylerken tam olarak neyden bahsettiğini anlayamamıştım.

 

"İleride, yani gördüğünüz gelecekte yanımda jungkook da var mıydı?" diye sormuştum içimdeki meraka yenik düşerek. Bakışlarını bana çevirdiğinde duraksamıştı. Bir süre yüzüme bakmış, ardından da "hayır taehyung, o senin yanında olmayacak." demişti.

 

Yüzümdeki kaslar bir işe yaramıyormuşçasına aptal bir ifadeye bürünürken söylediği şeye fazlasıyla yıkılmıştım. Kalbim sıkışmıştı. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Boğazımda büyük bir düğüm oluşmuş, yutkunmamı engelliyordu. Herkesin bana baktığını bilmek de utangaç tarafımı ortaya çıkarıyordu. Koşarak buradan kaçıp uzaklaşmak istiyordum.

 

"Ya bu kadar umutsuz konuşma. Ya senin gördüklerin yanlışsa?" demişti Ashley. Gözlerim hemen umutla ona dönmüştü. Haklı olabilirdi. "Ben daha önce hiç yanılmadım!" diyen bay min'in cevabı suratımıza tokat misali vurmuştu.

 

Ashley hala bir umutla "bu sefer yanılıyor olamaz mısın?" diye sormuştu. Bay min omuzlarını kaldırmış ve "bilmem, belki olabilir." demişti. Bu sefer içime su serpilmişti.

 

"Hey, hey, millet! Kalkın dans edelim!" diyen felix'e dönmüştü bütün dikkatler. "Hangi şarkıyı açaksın?" diye sormuş ve hemen felix'in yanına gitmişti Ashley. Birlikte bakınmaya başlarken, "bu nasıl?" diye sormuştu Felix. "Ah, hayır. Bu fazla hareketli. Dans şarkısı açalım!" dediğinde aklıma bir şarkı gelmişti.

 

"Ben seçebilir miyim?" diye sormuştum oturduğum yerden heyecanla. Ashley kafasını sallamış ve "olur, gel!" demişti. Hızla yerşmden zıplayarak kalktığımda felix'ten telefonu almış ve aklımdaki şarkının ismini yazmıştım. Sonuçlar çıktığında ise "bu nasıl?" diye sormuştum. Felix başını iki yana sallayarak, "bunu ikinci seferde çalalım. Öncesindeki bir tık daha hareketli olsun." dediğinde başımı sallamıştım çünkü mantıklıydı. Başlangıç için fazla ağır bir şarkıydı.

 

"Buldum! Taylor'un love story şarkısına ne dersiniz?" diye sorduğunda Felix ashley'in önerisine başını sallamış ve "süper olur!" demiş ve hızla açmıştı. Benimde sevdiğim şarkılardan biriydi.

 

Müzik çalmaya başladığında Ashley hemen ortaya atılmış ve hwasa'ya bakarak, "hadi kalk!" demişti. Ardından hwasa kalktığında Felix de ortaya geçmiş ve hepsi dans etmeye başlamıştı. Bir tek bay min, jungkook ve ben kalmıştık. Bende kalkıp dans etmek istiyordum fakat çekinmiştim. Ardından boşvermiş ve bende onlarla dans etmeye başlamıştım.

 

"Hadi, jungkook! Sende gel." demiştim dans ederken. Bakışlarım ondayken bana gülümseyerek baktığını farketmiştim. "Hayır, böyle iyiyim." demişti. Dans etmeyi durdurmuşken kaşlarımı çatmış, dudaklarımı büzmüştüm. Ona doğru bir kaç adım atıp "sen dans etmezsen bende etmem!" demiştim. Umursamaz bakışlarla bana bakarken, "etme." dediğinde afallamıştım.

 

"Ne demek etme? Kalk işte ya, seninle dans etmek istiyorum!" diye nazlanmıştım. Onda tık yoktu. "Tch!"

 

Kollarımı birbirine bağlamış, "inatçı keçi!" demiştim. Ardından ben onu boşvermiş ve tekrar dansa kalkmıştım. Hanımlar şarkıya yüksek sesle eşlik ediyorlardı ve benim de en sevdiğim kısımlarına geliyorduk.

 

"That you were Romeo, you were throwing pebbles." (ve sen romeo'ydun, çakıl taşlarını sektiriyordun.)

 

Ashley ve Felix birlikte dans etmeye başladıklarında buna gülmüştüm. Felix kahkahalarla dans ederken Ashley de bağırarak "and my daddy said, "stay away from juliet!"" (Babam sana "juliet'ten uzak dur!" dedi.) şarkıya eşlik ediyordu. Şarkının anlamı zaten çok hoşuma giderken tam da şuan benim durumumu anlatan kısmı geldiğinde bende eşlik etmeye başlamıştım.

 

"And I was crying on the staircase."

(Ve ben merdivenlerde ağlıyordum.)

 

Bakışlarım jungkook'u bulduğunda gülen ifadesinin yerine durgun bir ifade geldiğini fark etmiştim. Belki şarkıdaki juliet gibi merdivenlerde ağlamamış olabilirdim, fakat bizim de durumumuz pek iç açıcı değildi. Bakışlarım hala ondayken "begging you, "please don't go!" ("lütfen gitme!" diye yalvarıyordum.) kısmında vurgu yapmıştım.

 

Birden Ashley felix'i bırakmış ve benim elimi tutarak dans etmeye başlamıştı. Bir ileri bir geri hızlı adımlarla dans ederken jungkook'a bakmayı çoktan kesmiştim. Kahkahalarla dans ederken yan tarafımızda bay min ve rose'un dans ettiğini görmemle şaşırmıştım. Üstelik felix'le de hwasa dans ediyorlardı. Bay min isteksiz dursa da eğlendiğini yüzünden anlayabiliyordum.

 

Rose'un üstten toplu sarı saçları savrulup dururken, bay min'in de partideki halinden çok daha farklı olmasını garipsemiştim. Partide olduğunun tam aksine bugün fazla rahat giyinmişti. Giydiği bol kargo pantolonun üstüne de aynı şekil oversize tişörtü onu tamamen farklı birine çevirmişti. Ellerine taktığı yüzükler, boynuna taktığı zincir kolyeler, kollarındaki bileklikler ve kulağındaki siyah taş küpelerle çok daha mükemmel görünüyordu. Partideki ciddi duruşundan bahsetmiyorum bile.

 

Biz dans ederken şarkı bitmişti. Felix telefonu eline almış ve yeni bir şarkı seçiyordu. Önerdiğim şarkının müziğinin çalmasıyla yüzümde koca bir sevinçle felix'e bakmıştım.

 

"Strumming my pain with his finger."

(parmaklarıyla acımı tıngırdatıyor.)

 

Arkamdan birinin gelip elini belime koymasıyla irkilmiş ve o tarafa dönmüştüm. O kişinin jungkook olduğunu gördüğümde gülümsemiş ve utanmıştım. Belime koyduğu elini düzeltip, diğer eliyle de benim elimi tuttuğunda bende elimi onun omzuna koymuştum.

 

"Singin my life with his words."

(Kelimeleriyle hayatımı söylüyor.)

 

Dans etmeye başladığımızda diğerlerinin de bize katıldığını görmüştüm. Aradan birinin çıkıp da dans etmeyi bilmiyorum bahanesini duymadığım için mutluydum. Jungkook'un başta dans etmek istemeyip tam da istediğim şarkıda beni dansa kaldırması çok hoşuma gitmişti. Bu şarkıyı hep özel birine saklıyordum. Her dinlediğimde kendi kendime dans eder, "ileride acaba bu şarkıyla kiminle dans edeceğim?" diye düşünürdüm. O kişinin jungkook olması, vampir olması oldukça garip hissettiriyordu. Şanslı olduğumu da düşünüyordum. Kim bilebilirdi ki bir vampirden hoşlanacağımı?

 

"Killing me softly with his song."

(Şarkısıyla beni yavaşça öldürüyor.)

 

Şarkının bu kısmında jungkook'un kulağına doğru fısıldayarak eşlik etmiştim. Bakışlarımı gözlerine çıkardığımda gözlerindeki yoğun hisler bir süre beynimi oyalamıştı. Gözlerimi gözlerinden alamıyordum. Dışarıdan gelen hiçbir sesi duymuyordum. Bu anın bitmesini hiç istemiyordum. Kendimi bir aşk şarkısındaki asıl kişi gibi hissediyordum. Mesela love story'nin juliet'i ben olabilirdim. Jungkook da böylece Romeo olurdu. Acaba biz de şarkının sonundaki gibi kavuşabilir miydik?

 

Peki ya eğer killing me softly şarkısının dünyasındaysak? Gerçekten beni şarkısıyla öldürecek miydi? Kelimeleriyle hayatımı anlatabilir miydi? Ben güzel bir şarkı mırıldanırken beni duyup, tarzımı beğenip de beni tanımadan sevebilir miydi? Yoksa bu sadece roberta'nın şarkısında olup da asla gerçekleşmeyecek birşey miydi?

 

Bütün imrendiğimiz şeyler sadece filmlerde, şarkılarda veya hayal dünyamızda mı olurdu? Gerçekleştirmek istersek bunu başaramaz mıydık? Eğer uğraşırsak bu kadar engele rağmen beraber olamaz mıydık? Romeo ve juliet bile başardıysa biz başaramaz mıydık?

 

Çalan telefon sesi ile irkilmiş, jungkook'un gözlerinde daldığım uzun düşüncelerden sıyrılmıştım. Bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde bay min'in olduğunu görmüştüm. Telefonu almış dışarı çıkarken biz dansa devam etmiştik. Şarkının sonlarına geliyorduk ve jungkook'un belimde olan kolu o kadar hoşuma gidiyordu ki, ömrümün sonuna kadar bu şekilde kalmak istiyordum. Başımı jungkook'un omzuna dayamışken burnunu saçlarıma değdiriyordu.

 

"Biliyor musun taehyung?..." demişti jungkook, düşünürken. Başımı kaldırıp merakla bakmıştım. "Neyi?" diye sormayı da ihmal etmemiştim.

 

"Bu ormana ilk girdiğinde kendi kendine konuşuyordun. Evimin bahçesindeyken korkudan mırıldanmaya başladığın şarkı sesinle o kadar güzel bütünleşmişti ki, kendimi şuradaki pencereden sana bakmaktan alıkoyamamıştım." dediğinde heyecan ve ne olduğunu bilmediğim garip bir duyguyla başımı eğmiş ve tekrar ona yaslamıştım.

 

"Buraya bir sürü ölümlü gelip giderdi. Ben buna fazlasıyla alışkındım. Ancak senin sesini duyduğumda içimi bir merak sarmıştı. Pencereden baktığımda tıpkı duyduğum ses kadar büyüleyici biri olacağını bilememiştim. Her şeyiyle tamamen bir yabancıydı. Ama içimden bir ses o gün bile bana bir yabancı olarak kalmayacağını söylemişti."

 

Bu bana ilk günden aşık olduğunun itirafı mıydı yoksa diğer insanlardan farklı olduğum iltifatı mı?

 

"Özellikle herkesin koparıp mahvettiği kırmızı güllerimin tam aksine, sen benim özellikle en sevdiğim çiçekler olan manolyalarımın yanına geçmiş ve onları çekmeye başlamıştın." diye söylediğinde ise o gün aklıma gelmişti. Bahçeye girdiğimde evin ürkütücü havasından korkmuştum, evet ama manolyaları gördüğümde de fazlasıyla sevinmiştim.

 

"İşte tam da o gün senden korkmuştum. Senin bir şekilde beni kendine çekmenden korkmuştum." dediğinde başımı kaldırmış ve "hâlâ korkuyor musun?" diye sormuştum çarpık bir gülümseme ile. O ise buna gülmüştü. Bakışlarım gülüşünde takılı kalırken hâlâ cevap vermemesi garip gelmişti.

 

"Evin anahtarının bulup da içeri girmeni asla beklemiyordum." dediğinde garip ve şimdi bile buna şaşırıyormuş gibi bir bakış atmıştı. Yüzsüzlüğüme utanmıştım o an. Cidden, nasıl olur da birinin evine habersiz girebilirdim ki? Buna bahanem bile olamazdı.

 

"Ya hatırlatma!" demiştim omzundaki elimi sıkarak. Acımadığını bildiğim için bu kadar rahattım. Yüzünde eğleniyormuş gibi bir ifade vardı. Benimle uğraşmayı sevdiğini biliyordum ve açıkçası bazen bende bundan hoşlanıyordum.

 

Bay min elinde telefonla içeri geldiğinde bu sefer direkt olarak tekli koltuğa oturmuş ve elindeki telefonla uğraşmaya devam etmişti. Bakışlarımı bay min'den çekmiş ve jungkook'a bakmıştım. Öylece sohbet edip dans etmeye devam etmiştik. Herşey o kadar güzeldi ki bu kadarı hayallerimde bile yoktu. Birlikte olamayız demişti jungkook ama şuan iki sevgili gibi dans edip birbirimize yakın davranıyorduk. Saçlarıma her dakika öpücük kondurmasını bırakmış, gözlerindeki yıldız tanelerinin sadece bana bakınca bu kadar parlak olmasına takılmaya başlamıştım.

 

Dans müziği bitmiş, beraberce koltuğa geçip yan yana oturmuştuk. Herkes birşeylerle uğraşırken bay min'in yerinden kalkarken "biraz konuşabilir miyiz, jungkook?" dediğini duymuştum. Jungkook başını sallayıp bay min'in arkasından giderken garipseyerek bakmıştım ikisine. Ne konuşacaklardı ki?

 

"Ne oldu?" diye sormuştum rose'a, belki biliyordur diye. Telefondan bakışlarını kaldırıp bana bakarken, omuzlarını silkmiş ve "bilmem." demişti. Ardından telefonuyla oynamaya devam ederken fazla merak etmiş olsam da yerimde sakince durmak daha iyi olacaktı.

 

sıkılmaya başladığımda odama gitmeyi düşünmüştüm. Yerimden kalktığımda felix'in bana seslendiği mi duydum. "Ah, taehyung, nereye gidiyorsun?"

 

Dönüp ona baktığımda yüzümü ekşitmiş ve "biraz yorgunum, uyuyacağım." demiştim. Hepsinin dikkati bizdeyken hwasa ciddi bir ifade ile "iyi misin? Bugün biraz kötü gibisin." sormuştu. Başımı iki yana sallamıştım."hayır, iyiyim. Sadece yorgunum.".

 

Kendi odam bildiğim jungkook'un odasına yöneldiğimde başta kapıyı tıklatmıştım her ihtimale karşı. İçeriden ses gelmeyince kapıyı açmış ve içeri girmiştim. Ardımdan kapıyı kapatıp yatağa uzandığı da elime telefonu almıştım. Kamerayı açıp bir kaç değişik pozla fotoğraf çekmiştim. Aktif kullandığım Instagram hesabıma atmak için seçtiğim fotoğrafın altına düzgün bir açıklama da yazıp paylaştıktan sonra telefonu yanıma bırakmış ve beğenilerin gelmesini beklemiştim.

 

Bakışlarım tavandayken kapı açılmış ve jungkook içeri girmişti. Hemen uzandığım yatakta doğrulurken onun "bu gidişle odaları değişeceğiz!" dediğini duymuştum.

 

"Bu oda zaten benim!" demiştim yüzsüzce. O ise buna gülmüş ve "tabi efendim. Ben sizi rahatsız etmeyeyim." dediğinde gidiyormuş gibi arkasını dönmüştü. Bir kaplumbağa misali attığı adımları benim onu durdurmalı beklediğinin kanıtıydı.

 

"Bu oda benim için fazla büyük. Bir oda arkadaşına ihtiyacım olabilir." demiştim imalı bir şekilde. Dönüp arkasına baktığında tek kaşını kaldırmıştı. Kocaman gülümseyip kendimi arkaya doğru yavaşça attığında yatağa uzanmıştım. Göz ucuyla baktığımda jungkook, hızlı hareketlerle yanımdaki yerini almıştı.

 

Kollarımı ona sardığımda o da aynı şekilde bana sarmıştı kollarını. "O utangaç hallerine ne oldu?" diye sormuştu gülerken. Sanki ben, ben değilmişim gibi umursamaz tepkilerle "utanmak için zamanım kalmadı. Bu cesur taetae'ye alış!" demiştim.

 

"Cesur olduğuna emin misin?" dediğinde öyle bir bakmıştı ki, aklından geçenleri ben bile anlamıştım. Omzuna hafif bir yumruk atmış, "sapıkça şeyler söylemesene!" diye kızmıştım.

 

O ise hemen kendini savunmaya geçmişti. "Sapıkça şeyler söylemedim ki!". Dudaklarımı büzmüş ve hıhlamıştım. Onunla başa çıkılmazdı.

 

Birden yerinde doğrulduğunda sorgularcasına bakmıştım. Heyecanlı bir ifadeye bürünürken, "hadi, gel! Sana birşey göstereceğim." demişti.

Loading...
0%