Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@cileklerveyoon

İyi okumalar ✨

 

"Nasıl, beğendin mi evimi?" dediğinde o kadar yaklaşmıştı ki kalbim durmak üzereydi. Utançtan fazlasıyla küçülmüştüm. Bir adım geri gitmiştim. Ne söyleyeceğimi bilemezken yüzüne bakmalıymışım gibi hissetmiştim. Gözlerimi yavaşça yüzüne çevirirken birşeyler söylemeye çalışıyordum.

 

"Ben, özür dilerim. Rahatsız etmek istememiştim. Sadece heykeli görünce bir resmini çekmek istemiştim." diye zırvalamıştım, kendimi açıkladığımı sanarak. Öyle ki bu sefer gülmemiş ve tek kaşını kaldırmıştı. Bu ciddi ifadesi beni ürkütürken "kusura bakmayın efendim. Hemen çıkıyorum evinizden." demiştim eğilerek. Arkamı dönmüş, merdivenlere doğru hızla koşmuştum. Bir kaç basamak merdiven indiğimde onun sesi kulaklarıma ilişmişti.

 

"Birşey unutmadın mı?". Olduğum yerde durmuş, ne unuttuğumu düşünmeye başlamıştım ki, kameramın olmadığını fark ettim. Ne zaman, nereye bıraktım bilmiyordum. Merdivenleri tekrar çıkmış, adamın elindeki kamerayı görünce gergince ona yaklaşmıştım. Elindeki kameraya elimi uzatmışken, elini hemen arkasına saklamıştı. O kadar hızlı olmuştu ki, şaşkınlıktan gözlerim irileşmişti. "Önce fotoğrafları silmeliyim." dediğinde hemen atılmış ve kamerayı almaya çalışmıştım.

 

Her hareketi o kadar hızlıydı ki ona yetişemiyordum. Yanında o kadar güçsüz görünüyordum ki tek şansımın ağzımdan çıkan şeyler olduğunun bilincindeydim. Biraz duygu sömürüsü yapabilirim diye düşünüyordum. "Lütfen silme! Ihh... Karşılığında sana para vermeme ne dersin?" demiştim. Belki böylece beni rahat bırakırdı. Parayı verip hemen çıkar, bir daha da gelmezdim. Zaten neden kendimi durduramadıysam?!

 

Ciddi ifadesini bozmadan bana bakarken gözlerini dikmesi çok çok rahatsız ediyordu ve hemen kaçmak istememi sağlıyordu. "Paraya ihtiyacım var gibi mi gözüküyorum?" dediğinde yutkunmuştum. "Öyleyse ne istiyorsun?" demiştim sabırsızca.

 

Aklıma gelen şey ile gözlerim irileşmiş, hemen saatime bakmıştım. "Ayshh! Çok geç kaldım!" diye bağırmıştım. Sinirlerim tavan yapmıştı. Beni burada boş boşuna oyalaması yetmiyormuş gibi, turu da kaçırmamı sağlamıştı. Eğer gitmişlerdir nasıl geri dönecektim ki?

 

"Kameramı ver! Zaten yeterince geç kaldım." diye söylenmiştim. Sesim yükselmiş, artık nezakete ihtiyacım olmadığını düşünüyordum. "Demek nankör bir fotoğrafçısın." dediğinde gözlerim yüzünde gezinmişti. Söylediği şey beni daha da sinirlendirirken, derin nefesler almaya başlamıştım.

 

"Öncelikle ben fotoğrafçı değilim, her eline kamera alan da fotoğrafçı değildir. İkincisi, lütfen benimle düzgün konuşun. Anlıyorum evinize habersizce girdim ama özür diledim. Üstelik kapıyı defalarca kez çaldım ama açmadınız, bu yüzden evde kimse yok sanıp bir kaç fotoğra-" derken elini havaya kaldırması ve konuşması ile sözüm yarıda kalmıştı.

 

"Tamam sus biliyorum.". Ne kadar da huysuz birine denk gelmiştim. Özür dilememe rağmen kameramı vermiyor, üstüne bir de bana kabalık ediyor. Hakaret etmesi ayrı, susturması ayrı bir kabalıktı.

 

"Peki öyleyse, anlayacağınız dilden anlatayım. Ben buraya bir gezi rehberi ile geldim ve şuan herkes beni bekliyor. Lütfen bana kameramı verin. Daha fazla oyalanırsam başıma birşey geldi sanıp, beni aramaya başlarlar. Kimseyi endişelendirmek istemiyorum." dediğimde bu sefer anlamış gibiydi. Elimi havaya kaldırmış ve kamerayı vermesi için açmıştım.

 

"Bugün günümde değilim. Aksi halde yaptığın gürültünün bedelini ödetirdim sana." demiş ve kamerayı elime tutuşturmuştu. Hareketleri o kadar sertti ki kamerayı vursaydı daha az acıtırdı. Yüzümü ekşitip, önünde eğilmiştim. Arkamı dönmüş, tek kelime dahi etmeden evden çıkmaya koyulmuştum. Hızlı adımlarla bahçeden çıkmıştım. Geldiğim yerden gitmeyi düşünüyordum ki, nereden geldiğimi bilmediğimi fark etmem ile kalakalmıştım.

 

Biraz yürürsem ormandan çıkan yolu bulacağımı düşünerek ilerlemeye başlamıştım. Yürüyor, ama nereye gittiğini bilmiyordum. Yolu yürüdükçe daha da sessizleşiyordu her yer. Ağaçların bitişine varmıştım. Bir yokuşun dibine gelmiştim ve sanırım tamamen kaybolmuştum. Bahsedilen kayalıklar burasıydı ve gerçekten yüksek bir yer olması, hemen oradan uzaklaşmamı sağlıyordu.

 

Bayan Chloe'nin verdiği bileklik aklıma gelince hemen dediği düğmeye basmıştım. Turu, yaklaşık 2 saat ile kaçırmıştım. O lanet evde oyalandığım yetmiyormuş gibi, bütün zamanımı dönüş yolunu bulmakla geçirmiştim. Saat 4'e yaklaşırken artık bütün enerjinin bittiğini hissediyordum. Yorgunluktan ve açıktan ölmek üzere olduğumu düşünmeye başlamıştım çünkü kahvaltı bile yapmamıştım.

 

Şu lanet tuşa bastığımdan beri tam 1 saat 28 dakika geçmişti ve ben beklemekten yorulmuştum. Bilekliğin olduğun konumu gösterme özelliği olduğundan dolayı hiçbir yere de hareket edemiyordum. Kuş cıvıltılarından ve böcek sesleri olduğunu düşündüğüm seslerden başka hiçbir ses yoktu. Lanet olası telefonumu dahi getirmemiştim. Yanımda kameram, çantamdaki kıyafetler ve bir kaç acil durum eşyasından başka birşey yoktu. Zaten turda planlanan bir yemek olduğu için yiyecek birşey de koymamıştım. Şu lanet ormanda kaybolacağımı asla düşünemezdim.

 

Şuan basbaya boka basmıştım!

 

Karanlık basıyordu ve burada daha fazla kalamazdım. Beni ağırlayabilecek, o kaba adamdan başka evi olan kimse de yoktu. Oraya bile nasıl döneceğini bilmiyordum ama ona bir gün katlanmak ormanda kalmaktan daha mantıklı geliyordu. Oturduğum yerden kalkmıştım. "Pekala, sadece gidip rica edeceğim. Yarın sabah erkenden yola çıkarım ruhu bile duymaz." diye kendimle konuşuyordum.

 

Zaten fazla uzaklaşmadığım eve yürümeye koyulmuştum bile. En azından onun yolunu bildiğimi düşünüyordum. Hava tamamen kararmadan önce oraya varmak istiyordum. Yorgun olmama rağmen hızlı adımlar atmaya çalışıyordum. Nereye geldiğimi bilemezken kendi etrafımda bir tur atmış, yolu bulmaya çalışımıştım. Evin üst kısmı gözüme çarptığında yönümü bulmuş, küçük bile olsa bir umut olduğu için sevinmiştim.

 

Evin bahçesine kadar yürürken perişan olmuştum ama sonunda varmıştım. Bahçe kapısını bu sefer tereddütsüz açmıştım. Zaten evde olduğunu bildiğimden zile basmıştım. Kendi rahatlığıma şaşırıyordum. Sanki yıllardır tanıdığım biriymiş gibi.

 

Kapı açıldığında gördüğüm kişi hem şaşkınlık hemde hayranlık duygumu harekete geçirmişti. Kapıyı açan kişi, resimde gördüğüm sarı saçlı ve çilli çocuktu. İstemsizce yüzümde bir gülümseme oluşurken aptal durumuna düşmemek için gülümsemeyi yüzümden silmiştim. Çilek çocuk, tepkisizce bana bakarken "buyurun?" demişti.

 

"Iıh... Şey, ben burada yaşayan şu kaba adamla görüşmek istiyorum." demiştim ve ardından kendime küfür etmiştim. Bu nasıl bir soruydu böyle? Salaklığım için oturup ağlayacaktım neredeyse.

 

Bu sefer şaşkınca bakan ben değil, çilek çocuk olmuştu. Neden böyle baktığını anlamamıştım. Söylediğim şeye şaşırmıştı ama yanlış birşey mi söylemiştim. Kaba sıfatını kullandığım için mi şaşırmıştı acaba? "Kaba adam mı? Siz kimsiniz?" diye sormuştu haklı olarak. Ben kimdim?

 

Kim olduğumu söylesem bile anlamayacaktı ki. Tam ne cevap vereceğimi düşünürken, çilek çocuğun arkasında, karanlıkta kaba adamı görmüştüm. Arka tarafa baktığımı gören çilek çocuk da arkasını dönmüş, kaba adamı görünce hemen önünde eğilmiş ve "bu beyefendi sizi soruyor bay jeon." demişti. Konuşma tarzı bana fazla resmi gelirken çilek çocuğun bay jeon denen adamdan korktuğunu çok net hissedebiliyordum.

 

Bay jeon, yani kaba adam kapıya doğru yaklaşmış ve "ne istiyorsun?" diye sormuştu bana. Bugün düşündüğüm şey tekrar zihnimde yankılanmıştı. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarırdı. Şimdi bende şu kaba adamı tatlı dilimle kendi sahama çekecektim. En azından işimi görene kadar.

 

"Şey, ben birazcık, çok ufacık kayboldum da. Gece oldu ve ormandan ne çıkacağı belli değil. Rica edersem bu gecelik burada kalmama izin verir misiniz?" dediğimde utangaç ve mahcup tavırlar sergiliyordum. Bu numaralar her zaman işe yararlardı. Tabi bu gibi kaba adamlarda denememiştim daha önce. Gözlerimi yüzüne kitlemişken tepkisizce duruşu artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Düşündüğü apaçık belliydi ama neden hiçbir tepki vermiyordu ki?

 

"Karşılığında?" dediğinde içimden isyan etmiştim. Çok az param vardı ve daha gezi turuna geri dönüp bir kaç hediye almayı düşünüyorken paramı ona veremezdim. Üstelik başka ne tür birşey verebileceğimi de bilmiyordum. Öylece kalmış ve artık ne oluyorsa olsun diyerekten "ne istiyorsun?" diye cevap vermiştim. Dudağının kenarı kıvrılırken kötü birşey geleceğini anlamıştım. Şuan tek dileğim, benden düşündüğüm türde birşey istememesiydi.

 

Meraktan çatlarken ne istediğini söylemesini bekliyordum. Sinsi bakışları beni dehşete düşürüyordu. Sadece bakışları olsaydı anlardım ama o tamamı ile insanı korkutan bir tipti. Fazla agresif, her an kavga edecekmiş gibi bir havası vardı. En sevmediğim türdeki insanlar da kavgacı olanlardı.

 

"Yarın, benim yerime bir yere gitmeni istiyorum."

 

 

 

-

Selam!!

Ficin ikinci bölümü, umarım beğenmişsinizdir.

Şunu tekrar belirtmek istiyorum, bu benim ilk ficim bu yüzden mantıksızlıklar, saçmalıklar ve tabi yazım hataları mevcuttur.

Beklemede kalın, maia ile kalın.

🦇

 

Loading...
0%