Yeni Üyelik
20.
Bölüm
@cileklerveyoon

 

İyi okumalarr ✨

 

 

Tekrar pastanenin önünde bulmuştum kendimi. Taehyung'un beni fark etmesiyle gülümsemiştim. Şu hiç sevmediğim, hatta bir gün gizlice gelip sökebileceğim çan çalmaya başlamıştı kapıyı açmamla. Kendi kendimi yatıştırmıştım. Geçip otururken taehyung hemencecik önümde duruvermişti.

 

Yüzüne yaydığı gülümsemesi ile "hoşgeldiniz efendim. Ne içerdiniz acaba? Malûm tatlılarımızı yemek istemiyorsunuz da." diye dalga geçmişti benimle, tek kaşını kaldırırken. Yüzünü ciddi tutmaya çalışıyordu ama dudaklarının kenarları buna izin vermiyordu.

 

"Lütfen patronunuza söyleyin, ben tatlı sevmiyorum. Ama..." Dediğimde durmuş ve her zaman masanın üstünde duran menüyü elime almıştım. Hızla sayfaları çevirirken aradığımı bulduğumda parmağımla işaret etmiştim. "Ama içeceklerinizi seviyorum." demiştim.

 

Başını iki yana sallamış ve "bahaneniz kabul edilmedi, bay jeon." demişti. Kaşlarım şaşkınlıkla çatılırken şaka yaptığını biliyordum ama anlayamamıştım da.

 

Bakışlarımdan anlamış olmalıydı ki, göz devirmişti. Birden arkasını döndüğünde "nereye gidiyorsun?" diye sormuştum. Duymamamazlıktan gelmişti. Tezgahın önüne geçmiş ve elini iki kere ritimli şekilde tezgaha vurmuştu. Ardından içeriden jimin'in normal biri olsaydım duyamayacağım kadar kısık sesi ilişmişti kulaklarıma. "Geldim!"

 

Elinde bir tabak ile geldiğinde benim göremeyeceğimi, görmediğimi sanarak arkasına saklamıştı hızla. Hevesini kaçırmak istemiyordum. Bakışlarımı etrafta gezdiriyormuş gibi yapıyordum.

 

Adımlarını hızlatıp hemen önümde durduğunda, arkasında tuttuğu tabağı önüme koymuştu. Tabakta duran kekin kokusu burnuma geldiğinde gözlerimi açmıştım kocaman. "Bana tarçınlı kek mi yaptın?"

 

Başını gururla sallamıştı. Yüzümde büyükçe bir gülümseme oluşmuştu. Bir an onunla uğraşmak istemiştim. "Menünüzde tarçınlı kek yoktu hani?" diye sormuştum şüpheli bir ses tonuyla.

 

"Hâlâ yok. Bunu sana özel yaptım." dediğinde bir an olsun duraksamıştım. Bana daha şimdiden alışmış gibiydi. Değer veriyor gibiydi. Hareketlerini, duygularını gibi kelimesine tutsak bırakıyordum. Çünkü düşünmeden duramıyordum. Tüm bunlar benim hayal ürünüm dahi olabilirlerdi.

 

"E hadi yesene!" . Dalmıştım. Karşıma geçip oturmuştu ve ben ona bakarken dahi bunu fark etmemiştim. Kendime şaşırırken söylediği şeyi yapmaya başladım. Çatalıma aldığım ufak kek dilimini ağzıma atıp çiğnemeye başlamıştım. "Bana eşlik et." demiştim.

 

Kararsızlıkla bakmıştı. Ardından elini uzatıp, baş parmağı ve işaret parmağıyla bir dilim kek almıştı. Parmaklarının ucuyla küçük küçük koparıp yiyordu benim aksime. Keke odaklıyken çok da şirin görünüyordu.

 

Gözlerini kekten ayırıp bana çevirdiğinde kaşları hafifçe çatılmıştı. "Neden gülüyorsun?" diye sormuştu. Afallamıştım. Güldüğümün farkında değildim. Ki zaten bu ona baktığımda doğrudan olan bir şeydi.

 

"Hiç." demiştim omuz silkerken.

 

"Ne demek hiç? Birşey var ki gülüyorsun. Ne o, komik miyim?"

 

"Bu söylediğin bana sevgilimi hatırlattı. O da hep neden güldüğümü sorardı."

 

Bakışlarında bir merak sezmiştim. "Sevgilin mi var? Neden daha önce söylemedin?"

 

"Bilmem. Söyleyecek fırsatım olmadı."

 

"Aranız kötü mü? Duygulandın birden." Doğruydu, duygulanmıştım. Onsuz geçen anlarım geçmişti gözlerimin önünden.

 

"Aslında kötü değil ama iyi olduğu da söylenemez. Aylar öncesinde beni bırakıp gitti. Şimdi ise onu yeniden buldum."

 

Kendisi olduğunu bilmeden merakla dinlemesi garipti. Ona bahsettiğim kişinin kendisi olduğunu söylemek istiyordu bir yanım. Ama biliyordum. O şuan başkasını gerçek anlamda seviyor. Benim ne onu sevdiğinden ayırmaya, ne de onu bilmediği bir şeyin içine çekmeye hakkım vardı.

 

"Pisliğin tekiymiş! Senin gibi birini nasıl bırakır ki?". Kahkaha atmıştım.

 

"Öyle mi? Sen olsaydın beni bırakır mıydın?" demiştim alayla gülerken. Cevabını çok merak ediyordum.

 

Çok kısa bir süreliğine düşünmüştü bunu. "Bilmem. Sevgilin olmadan bunu anlayamam."

 

"Öyleyse sevgilim ol!" demiştim direkt olarak. Ne dediğimi algılamak istermiş gibi bakarken ciddi olup olmadığımı sorguluyordu.

 

"Şaka yaptım, şapşal!" derken gülmüştüm. O da zorla güldüğünde ortamı istemsizce gerdiğimi anlamıştım.

 

Ortam sessizleşince dışarıdan gelen nefes sesiyle duraksamıştım. Pastanenin içinde oturan bir sürü kişi vardı ve hepsinin seslerini baştan beri algılayabiliyordum. Bu duyduğum farklıydı. Belirsiz ve hızlıydı. Bakışlarımı sesi duyduğum yere çevirmiştim hafifçe.

 

Dışarıda, camın önünde duran tanıdık yüz bütün mutluluğumu alıp götürmüştü. Gözlerinde gördüğüm memnuniyetsizlik kendini yakından belli edeceğe benziyordu. Tıpkı dediğim gibi de oluyordu. Benim ona baktığımı fark edince hemen solunda duran kapıyı açıp içeri girmişti.

 

Taehyung'un görüş alanına girdiğinde hemencecik fark etmişti onu. Yüzünde bir gülümseme oluştuğunda tek kaşını kaldırmıştım.

 

"Bakıyorum da çok yakın olmuşsunuz!" demişti masanın hemen yanında dururken. Taehyung hızla ayağa kalkıp ona sarıldığında aynı şekilde ona gülümsemişti. Birbirlerinden ayrıldıklarında ise eğilip birden taehyung'un dudaklarını öpmüştü. Bakışlarımı hızla kaçırdığımda sanki tüm bedenimi bir nefret sarıyormuş gibiydi. Soğumuyordu.

 

Gözümün önünde birbirlerini seviyorlardı. Gözümün önünde birbirlerine sarılıyorlardı. Gözümün önünde birbirlerini öpüyorlardı. Bundan acı birşey olabilir miydi?

 

Gözlerimin acıyla dolduğunu hissetmiştim. Dudaklarımı ısırıyor, sanki bu acıdan beni kurtaracakmışçasına onları parçalıyordum. En kötüsü de, bundan fazlasını bile yapmış olmaları düşüncesinin zihnimde yankılanıyor olmasıydı. İşte zaten o an gözümdeki yaş birden akmıştı.

 

Başımı onların görmeyeceği yöne çevirip, elimin tersiyle gözyaşımı silmiştim. Derin bir nefes almıştım. Gözlerimin kızarıklığının gitmesi için bir süre daha böyle kalmıştım. Bu sırada onlar da özlemlerini gideriyorlardı. Benim aylardır özlemim vardı, onlarınsa sadece bir kaç saatlikti.

 

"Buradan çıkıp gittiğimde birlikte takılmaya devam edeceğinizden korkuyorum!" demişti alaycı bir sesle. Ona dönmüştüm. Tek kaşımı öfkeyle kaldırırken, "evet, öyle olur. Bu yüzden onun yanından ayrılmamalısın, yugyeom." demiştim imayla. Çok net anlamıştı.

 

Tek kaşı havalanırken sırıtmıştı. Taehyung'un sesi kulaklarıma ilişmişti. "Bu kadar değerli olduğumu bilmiyordum ya, sağolun!" demişti kahkahayla.

 

Yugyeom da gülmeye başlamıştı birden. Avucunun içindeki elini dudaklarına getirip öpmüştü, yugyeom. Taehyung'un utançla başını eğmesi çok güzel bir görüntüydü ama benim bunu kaldırmaya gücüm kalmamıştı.

 

"Bu gece sevgilini senden çalacağım!" demiştim, yüzümde zoraki bir gülümseme varken. İkisi de garipserken belki de birşeyler belli olmasın diye gülmüştü, yugyeom. "Demek öyle! Denemek ister misin?"

 

"Düello teklifi mi bu?"

 

"Bilmem, belki. Öyleyse ne dersin?"

 

Düşünür gibi dudaklarımı büzmüştüm. "Tereddütsüz kabul ederim."

 

"Benim üstümden düello yapabileceğinizi kim söyledi?" diye ortaya atlamıştı, taehyung. Haklıydı da.

 

"Ciddiye alma sevgilim. Sadece bir oyun. Seninle alakalı değil."

 

Başını sallarken "tamam." demişti, taehyung. "Nesine?". Ardından hemen durmadan "ve nasıl bir oyun olacak bu?" demişti.

 

Bir süre sessizlik olmuştu. Bu hepimiz için bir düşünme sessizliğiydi. Aklıma bir fikir gelmiyordu. Bizim yarışabileceğimiz konular tamamen farklıydı. Evet ikimiz de vampir olabilirdik ve ikimiz de oldukça güçlü olabilirdik ama akıl bakımından çok farklıydık. Becerilerimiz farklı konular üzerineydi.

 

"Bilmiyorum... Bulamadım hala."

 

Düşünmüştüm uzunca. Bakışlarımı etrafta gezdiriyormuş belki bir fikir bulurum diye. İşte tam o anda taehyung'un sesini duymuştum. "Buldum!"

 

"Ne buldun?" diye sordum hemencecik.

 

"Düelloyu tek bir şey üzerinden yapmak saçmalık olur. O yüzden farklı, birbirinden bağımsız üç oyun seçeceğiz. Kazanan kişinin ödülünü de siz bulun."

   

"Kazanan kişi seninle yemeğe çıksın. Baştan senin üzerine girdiysek, oradan devam edeceğiz.". Durumu lehime çevirmeye çalışıyordum.

 

Bakışları yanında oturan sevgilisine döndüğünde tereddütte kalmıştı. Belki de ona ayıp olmasından çekiniyordu. Bu yüzden de beklentiyle bakıyordu yugyeom'a. Cevabı onun vermesini istiyordu. Yugyeom taehyung'a baktığında durumu anlamıştı. Ardından masanın üstünde duran, üst üste olan ellerini okşamıştı.

 

"Benim için sorun yok."

 

Taehyung'un içi birden rahatlamıştı. Bakışlarına yansımıştı. Ben ise kalp kırıklıklarıma bir yenisini eklemiştim. Büyükçe yutkunmuştum boğazımdaki yumrunun gitmesi için. Olmuyordu. Şimdi gitse bile çok geçmeden bir yenisi ekleniyordu.

 

"Öyleyse anlaştık?"

 

"Evet, tabi."

   

-

 

"Başlıyoruz!" demişti taehyung. Bakışlarımız ona döndüğünde derin bir nefes almıştım. Yanımda duran namjoon ile bakışmıştık kısaca. Ardından önümde oturan yugyeom ve mark'a dönmüştüm. Taehyung'un fikri üzerine takım oyunları oynayacaktır ve bu yüzden herkes bir arkadaşıyla gelmek zorundaydı.

 

Böyle durumlarda her zaman yanıma namjoon'u alırdım. Zekiydi, güçlüydü, açık sözlüydü, kimseden çekinmezdi, her insanı etkileyebilecek kadar da yakışıklıydı. Benim yanımda olması bana artı puan kazandırdı.

 

Yugyeom'un evine yakın olan ormandaydık. Açık alanda, taehyung'un ormanın bir yerinde sakladığı mavi bayrağı bulmamız gerekiyordu. Ama şöyle birşey vardı ki, şuan o ve jimin haricinde buradaki herkes vampirdi. Vampirlerin ise hem gözleri keskin olurdu, hemde kulakları.

 

"Başta üç oyun olacak. Akıl oyunu, güç oyunu ve ardından da beceri oyunu. Hepsini basit şeyler seçtim, o yüzden rahat olun. Bu üç oyunun ardından kazanan takım bayrağın yeriyle ilgili ipucunun sahibi olacak. Hepinize başarılar!"

 

Herkes taehyung'un söylediklerini dikkatle dinlemişti. Kazanacağımızdan yana şüphem yoktu. Başka şansımız da yoktu gerçi.

 

"Öyleyse başlayalım, sevgilim." demişti yugyeom. Bakışlarım onda takılı kalırken ona söylediği her bir sevgi sözcüğü kalbimin acıyla haykırmasına neden oluyordu. Danayamıyordum. Katlanamıyordum.

 

"Olur, akıl oyunuyla başlıyoruz. Jimin, kartları getirir misin?"

 

Jimin elini arka cebine atmış, bir kaç kart çıkarmıştı. Taehyung'un eline vermişti hepsini. Taehyung kartları büyük kayalığın üstüne açmış ve işaret parmağıyla gelmemizi söylemişti.

 

"Takımınızdan bu oyunu oynaması için birini seçin."

 

Bakışlarım tereddütsüz namjoon'a kaymıştı. Neyi ima ettiğimi anlamıştı hemencecik. Öne atılmıştı. Kayalığın üstündeki üç karta bakmıştı kısaca. Ardından yanında duran mark'a yandan bir bakış atmıştı. Onu küçümsemiyordu ama böyle durumlarda kendine çok fazla güvenirdi.

 

"Bu oyunda pek de düşünecek birşey yok aslında. Tek yapmanız gereken bu üç iskambil kağıdından jokeri bulmak."

 

Namjoon'un sırttığını görünce yüzüme bir gülümseme yayılmıştı. 'Benim için çocuk oyuncağı' diyordu açıkça. Bu keyfimi yerine getirmişti.

 

"Sırayla oynayacağız. Başlamak isteyen var mı yoksa ben mi seçeyim?" diye konuştuğunda bakışlarını hemen önündeki iki adamda gezdirmişti, taehyung.

 

"Ben başlarım." demişti, namjoon. Başta biraz korkmuştum aslında. İlk başlamayıp da oyunu gözlemleyebilirdi. Ama sonrasında asıl şeyin bu olmadığını anladım. Buna ihtiyacı yoktu. O zaten bu oyunu biliyordu. Bilmiyorsa bile mantığını anlamıştı. Kendine güveniyordu, bende aynı şekilde.

 

"Tamam. Şimdi bu üç kağıttan birini seç!" demişti taehyung büyük kayanın arkasından. Masa gibi duran kaya çok garip geliyordu.

 

Çok düşünmeden önündeki kağıtlardan birini seçmişti, ortadakini. "Bu!"

 

Taehyung kağıtlara bir bakış atarak elini birinin üstünde durdurmuştu. En soldakini hızla ters çevirdiğinde joker çıkmamıştı. Hepimiz gerilmiştik. Son iki kağıt kalmıştı ve kazanıp kazanmayacağı kesin değildi.

 

"Geriye iki kağıt kaldı. Şimdi tekrar bu ikisi arasından birini seç!"

 

Elini bir diğer kağıdın üstüne getirdiğinde çok fazla telaşlanmıştım. Belki de ilk başta seçtiği kağıt doğru olandı ve şuan kaybediyorduk.

 

"Emin misin?" diye sormuştu taehyung. Çok sakin bir tavırla başını sallamıştı, namjoon. Bu kendinden emin tavırları güven veriyordu ama elimde olmadan kaybedeceğiz diye korkuyordum.

 

Taehyung kağıtlara uzunca bakmıştı bu sefer. Amacı ortamı germekti. Çok da iyi beceriyordu. Sonunda elini namjoon'un seçtiği kağıdın üstünde bir süre durdurmuş ve namjoon ile göz temasını kesmemişti. Garip olan şuydu ki, namjoon kazanacağını adı gibi biliyorcasına tereddütsüz ve ciddiyetle bakıyordu.

 

Hızla kağıdı çevirmişti, taehyung. Bakışlarımız kağıttaki resme yönelmişti. Ne çıktığını çok fazla merak ediyorduk. Ve tabi gördüğümüz görüntü bir tarafı üzerken diğerini sevindirmişti.

 

Doğru kartı seçmişti, namjoon. Fısıldarmış gibi gülerken onunla göz göze gelmiştik. Dudağının bir kenarını kıvırıp, tek kaşını kaldırırken egosunun tavan olduğunu anlamak zor değildi. Çok zekiydi ve bunun farkındaydı. Zeka her zaman çoğu şeyi geride bırakırdı. Belki de bu yüzdendi hep kaybetmelerim...

 

"Tebrikler! Çok şanslısın." demişti taehyung. Namjoon'un bakışları ona dönerken hala aynı surat ifadesiyleydi. "Şans değil, zeka diyelim."

 

"İddialısın!"

 

"Çok."

 

"E hadi öyleyse, sıra mark'da. Sen seç bakalım!" demişti kağıtları karıştırdıktan sonra. Mark derin bir nefes almıştı ve önündeki kağıtlara bakmıştı uzunca. Karar vermek kolay değildi.

 

Namjoon'un tam aksine kendine hiç güvenmiyordu. Bir tık hak veriyordum da. Kolay bir oyun değildi. Kumar oynamak gibiydi.

 

En soldaki kağıdı seçtiğinde, "bu olsun." demişti. Taehyung ise "peki..." demişti kağıtlarda gözlerini gezdirirken. Ardından ortadakine elini götürüp çevirmişti. Bakışlarımız kağıda indiğinde joker çıkmaması bir tık germişti beni. Belki de doğrusunu seçmişti.

 

"Tekrar seç."

 

"Bu!"

 

"Aynısı mı? Emin misin?" demişti taehyung.

 

Mark kararsızlıkla bakarken "beni şaşırtmaya çalışıyorsun değil mi?! Aynısı olsun." demişti. Psikoloji bakımından girmişti konuya ama bu bir zeka oyunuydu. O bunu unutmuştu. Taehyung'un onu yanılttığını düşünerek aynı kağıdı seçmişti.

 

"Seni yanıltmaya çalışmıyorum. Sadece sordum. Yine de açalım bakalım seçtiğin kağıdı."

 

Kağıdı hiç beklemeden çevirdiğindr joker çıkmamıştı. Benim yüzümde tekrar bir gülüş oluşurken, mark elini kayalığa vurmuştu sinirle. Kayalığın birden parçalanmasıyla bakışlarımı oraya dönmüştü.

 

Mark yaptığı şeyin farkına varınca donakalmıştı. Normal bir insanın bu sert kayayı kırması imkansızdı ama o bir vuruşuyla paramparça etmişti. Açık bir şekilde vampir olduğunu söylüyordu, aptal.

 

"Ahh, şey... zaten çatlaktı o yüzden hemen parçalandı..." demişti afallamış bir şekilde. Tam bir aptaldı.

 

"Ah evet bende fark etmiştim. Mark'ın olduğu taraf hepsi parçalanmıştı." diye ortaya atlamıştım. Birimizin sırrının ortaya çıkması diğer herkesi tehlikeye atardı.

 

Taehyung yanında duran jimin ile garipseyen bir bakışma gerçekleştirdikten sonra bize dönmüştü. "Anladım..."

 

Ortam fazlasıyla garipken oyunlara devam etmiştik. Kart oyunlarının üçünü de kazanmıştı namjoon. Mark ise son anda anlamıştı namjoon'un taktiğini.

 

"Kağıtlardan biri eksilince kalan ikisine de yüzde ellilik bir pay düşüyor, değil mi?" diye sormuştu jimin merakla, namjoon'a. Oyunu gerçekten iyi bilmesi herkesi şaşırtmıştı.

 

"Hayır, öyle değil. Bu üç kağıttan birini seçtin diyelim, doğru kağıdı seçme ihtimalin üçte birdir. Ama kalan kağıtlardan birinin yanlış olduğunu görünce diğerini seçmek kazanma ihtimalini yüzde elli yapmıyor. Üçte iki yapıyor.

Kapının doğru veya yanlış olmasının değişkeni ilk seçiminden etkileniyor ve farklı bir sonuç verebiliyor. Bu yüzden doğru cevağ kararını değiştirmek. Biz buna montu Hall problemi diyoruz."

 

   

Loading...
0%