@cileklerveyoon
|
İyi okumalarr ✨
"Akıl oyununu kazanan takım, jungkook'un takımı oldu. Yani durum şuanlık 1-0." demişti, baştan beri hakemlik rolünü üstlenen taehyung. "Şimdi sıra güç oyununda!"
Namjoon bana döndüğünde, "ben görevimi layığıyla yerine getirdim, sıra sende. Kaybedersen seni imha ederim, haberin olsun." demişti. Kaybetmeyeceğimi zaten biliyordu. Neden böyle birşey söyleme ihtiyacı duyduğunu anlamamıştım.
"Sence bende kaybedecek göz var mı?" diye söylemiştim tek kaşını kaldırırken. Yoktu.
"Bu tur bir tık zorlayıcı olacak. Ağacın her iki dalına da asmış olduğumuz iplere tırmanıp dalın üstüne ilk oturan kişi oyunu alır." demişti taehyung. Ardından dönüp jimin'e baktığında başka şeyler de olduğunu anlamıştım. İllah bir yerde patlak verir de konusu açılır diye pek üstelememiştim.
Sesler duymuştum birden. Bize yaklaşıyorlardı. Bunu sadece ben fark etmiş değildim. Namjoon, yugyeom ve mark da o yöne dönmüşler ve birbirlerine bakmaya başlamışlardı. Gözüme ilişen beyaz kıyafetler, kim olduklarını dakikasında belli etmeye yetmişti.
Bir kaç adım daha atıp yaklaştıklarında, "selam gençler." dediğini duymuştum, lord hoseok'un. Dudaklarımı birbirine bastırmış ve "merhaba." demiştim kısaca.
Namjoon'un, "vay anasını..." dediğini duyduğumda hızla ona dönmüştüm. Bakışlarının tıpkı hoseok gibi uzun ve morun koyu tonlarındaki rengine sahip saçlarıyla, hoseok'un hemen yanında duran kim seokjin adlı elfte olduğunu görünce göz devirmiştim.
Küfrünü sessizce etmişti ama hoseok buna gülmeden edememişti. Taehyung'a dönmüştü bakışlarım. Hatırlar mıydı diye düşünmüştüm. Ama kısa sürmüştü. Hatırlasaydı böyle bakmazdı ki...
Elimi havaya kaldırmış, lord hoseok'u işaret ederken konuşmuştum. "Lor- Jung hoseok." bir anda kendimi düzeltmiştim. "Buranın yerlilerindendir."
"Kıyafetleriniz çok hoş. Nereden aldığınızı sorabilir miyim?" diye ortaya atlamıştı birden, jimin. Sorduğu sorunun kibarlığı çok hoşuma gitmişti. Hoseok buna tüm samimi duygularıyla gülümserken, "bu tür kıyafetleri bulmanız zor olur. Denemek isterseniz bende fazla vardı..." demişti.
"Bir sürü elf tanıdım ama böylesi ilk oldu." demişti namjoon. Omzumla onu dürttüğümde ne dediğini sonradan fark etmişti. "Ahh, şey yani, filmlerde bir sürü elf gördüm. Tıpkı onlara benziyorsunuz. Peri masallarından fırlamış gibisiniz."
"Daha çok batırma istersen." demişti seokjin. Haklıydı. Herşeyi birbirine katmıştı. Hadi yugyeom ve mark'ı geçtim, onlar elflerin varlığını biliyordu. Lakin taehyung ve jimin'in bakışları herşeyi anlatıyordu. Az önce zekiliği ile övünen namjoon'un birden dibi düşmüştü. Hayret, pek meydana getirdiği davranışlar da değillerdi.
"Ee, ne yapıyorsunuz burada?" diye sormuştu hoseok. İşte tam o anda dikkatim tekrar oyunlara dönmüştü. Taehyung ile geldiğim kısa bir göz teması ardından konuşmuştum.
"Hiç, ufak bir eğlence. Kazanan taehyung ile yemek yiyecek." derken göz kırpmıştım taehyung'a. Dudakları kıvrılacak gibi olurken yugyeom'a kaymıştı bakışları. Aynı şekilde benim de.
Dudaklarının içini ısırıyordu, kaldıramıyordu tıpkı benim gibi. O da haklıydı aslında. Kızamıyordum. Bizim ilişkimiz bitmişti ama onlarınki devam ediyordu. Bunu yapmak ne kadar doğruydu ki?
"İlk turu namjoon kazandı. Sıra yugyeom ve jungkook'da." Açıklamıştı kısaca, jimin.
"Nasıl bir oyun ki? Yani kazanmak için ne yapmak gerekiyor?" diye sormuştu merakla seokjin. İşte o an araya giren tekrar jimin olmuştu.
"Oyun üç turdan oluşuyor. Mantık, güç ve beceri olarak. Mantık oyununu namjoon kazandı, şimdi sıra güç oyununda. Beceri oyununundan sonran biter."
"Üç turun tümü için uğraşacak mısınız? Direkt olarak iki tur alan kazansın." demişti hoseok. Baştan beri düşündüğüm ama yine de ses çıkarmadığım konuyu dile getirmesi iyi olmuştu.
"Haklı. Eğer ikinci turu da biz alırsak üçüncü tur için uğraşmamıza gerek kalmaz çünkü doğrudan kazanmış oluruz. Sonraki tur bir anlam ifade etmez."
"Önce şu güç oyununu oynayıp bitirelim de gerisine sonra bakarız. Malûm hala iki tur var ve kimin alacağı belli değil." demişti yugyeom. Başımı ağır hareketlerle sallarken bir kaç adım atmış ve düzeneğin önüne geçmiştim.
Oldukça büyük olan ağacın tek dalına sıkıca bağlanmış olan halatlarla bakmıştım göz ucuyla. Bu tür fikirleri nereden bulduklarını cidden merak ediyordum. Yapamayacağımız, en azından zorlanacağımızı düşünüyorlardı ama hiçbiri olmayacaktı. Kolaylıkla geçecektik ikimizde.
Şöyle bir sorun vardı ki, ikimiz de gerçek gücümüzü kullanamazdık. Bu çok fazla göze batardı. İncecik ipe asılmamız bile onu bir kaç salisede koparmamıza neden olurdu. Öyle ki, ipi çok kısa bir mesafeden bağlamışlardı ve bu ipe tırmanmamız bizim saniyelerimizi de almazdı.
Tüm bunları düşünürken yugyeom ile bakışmıştık uzunca. İkimizde kazanmak istiyorduk ama yapacağımız tek bir hata bir sürü şeye neden olabilirdi.
"Önce beceri oyununu mu oynasalar?" diye sormuştu namjoon. Amacını anlamıştım. Başımı sallamıştım ağır hareketlerle. Yugyeom'un da aynı fikirde olduğunu belirten bakışları ile taehyung'un aklı karışmıştı.
"Fark etmez, olur tabi."
"Ben yapbozları getiriyorum öyleyse." demişti jimin. Gözlerim irileşirken bunu beklemediğimi belli ettiğimi düşünüyordum. Ben yapbozu beceremezdim ki. Bu benim için becerisizlik oyunu olurdu.
"Anlaşılan bu turu biz kazanacağız!" demişti mark gülerken. Tek kaşını kaldırmışken bakışlarımı mark'a dikmiştim. "Bu kanıya nereden vardın?"
"Yapboz kelimesini duyduğunda suratının geldiği şekilden tabi." diyen yugyeom'a dönmüştü bakışlarım. Derin bir nefes alıp da,"oyunun basitliğinden olabileceğini düşünemediniz mi?" diye çevirmiştim hemen.
Dudaklarının kenarını aşağı doğru kıvırmış ve "orasını birazdan anlayacağız." demişti.
Yüz parçalık, aynı desenden iki adet yapboz koyulmuştu önümüze. Gardımı düşürmeden yapboza bakmıştım. İlk bitiren kazanacaktı ve her bir yarışmacının başında da bir denetleyici olacaktı.
O işi de şöyle halletmişlerdi; taehyung yugyeom'un sevgilisi olduğundan dolayı hile olmasın diye beni kontrol edecekti. Jimin ise yugyeom'u. Herhangi bir parça kaybetmeme veya karıştırmama ihtimaline karşı da aramızda büyük bir mesafe olacaktı.
Taehyung'un, "başlayın!" komutu ile yapbozu yapmaya başlamıştık. Kaybedeceğimi düşünüyordum ama hırslanınca potansiyelimin arttığını da biliyordum. Başarısız olacağımı söylemeleri bir nevi işime gelmişti.
Kenar parçalardan başlamıştım. Hızla yapmaya çalışıyordum ve bu aklımın karışmasına neden oluyordu. Bir kaç parçayı zar zor yan yana getirdiğimde bakışlarımda endişe ile taehyung'a bakmıştım. Aynı şekilde o da bana bakıyordu.
Birden elini elimin üstüne koymuştu. Vücudum tümüyle titrerken bakışlarımı bakışlarına kitlemiştim. Bundan rahatsız olmuş olacaktı ki hemen kaçırmıştı bakışlarını. Elini hızla çekmişti. Ben hala ona bakmaya devam ederken bakışlarını yugyeom'a çevirmişti. Derin bir nefes vermişti.
Saklıyordu. Gizliyordu. Kimse görsün istemiyordu. Yanlış birşey yaptığını mı düşünüyordu? Ama sadece elimi tutmuştu, ki tam olarak öyle bile değildi. Bunun yanlış olduğuna inanıyordu. Benden etkileniyor muydu? Aksi takdirde arkadaşça bile olamayacak kadar önemsiz bir hareketi neden saklama gereği duyacaktı ki?
Yüzümde çarpık bir gülümseme oluşmuştu. İçimde bir şeyler uçuşmaya başlamıştı yeniden. Farkında mıydı bunların? Sadece elime dokunmasıyla bile bu kadar heyecanlandığımın, onun hareketlerinden çıkardığım anlamların, şuan herşeyi yok sayıp onu da alıp buradan uzaklaşmak istememin...?
Bakışlarımı yapboza çevirmiştim hızla. Kazanmam gerekiyordu. Gözlerim bir resme, bir de ufak parçalara kayarken ilk defa bu lanet şeyi yapabiliyor oluşuma hayretler ediyordum. Gerçekten umudun bir insana yaptıramayacağı hiçbir şey yoktu. Şimdi çok daha iyi anlayabiliyordum.
Son bir kaç parçam kalmışken yugyeom'un durumunu merak etmiştim. Benden önde olma ihtimali fazlaca geriyordu beni. Ellerim titriyorken hızla kalan iki parçayı birleştirip boşluğa yerleştirmiştim.
"Bitti!" diye söylemiştim yüksek sesle, zaferin verdiği sevinçle.
"Jungkook bitirdi." diye beni onaylamıştı taehyung. Bakışlarım yugyeom'a kaydığında elinde hala bir kaç parça olduğunu görmüştüm.
"Kazandım mı?" diye sormuştum. Birinin teyit etmesi için beklerken taehyung başını sallamıştı. Yüzünde gülümseme varken bende gülmüştüm.
"İsterseniz beraber kutlama yapın! Ben yokum sonuçta!" bağırışları ile hepimiz ona dönmüştük. Kaybetti diye öfkelenmişti herhalde.
Kaşlarım çatılırken, bakışlarımı dikmiştim kısılan gözlerimle. Öfkeyle bana bakıyordu. Bakışlarını taehyung'a çevirdiğinde taehyung bakışlarını yere indirmişti.
"Ne bağırıyorsun? Kaybetmek zoruna gitti diye kimseye kızamazsın!"
Taehyung bir kaç adım atmış ve yugyeom'un yanında durmuştu. Ellerini onunkilerle birleştirince ittirmişti, yugyeom. Derin bir nefes alıp sakin olmamı söylüyordum kendi kendime. Taehyung ise hala hatalı olduğunu düşünüyor, ellerini tekrar kaldırmış yugyeom'un yüzüne koymaya çalışıyordu.
"Çek ellerini!" titremişti yerinde, miniğim. O an kendimi tutamadım. Sevdiğimin, minik bebeğimin ellerini ittiren ve hatta ona vurmaya yeltenen elleri kırmak istedim. Bir kaç adımda yugyeom'un dibinde bittiğimde geri adım atmamıştı.
"Bir daha o ellere değmeyecek ellerin!" kısık sesle söylemiştim. Sert çıkmıştı sesim. Duyulmuştu herkes tarafından.
"Jungkook, sakin ol!" derken beni kolumdan çekmişti, namjoon. Kolumu ondan kurtarıp hala bakışlarımı çekmediğim yugyeom'a dönmüştüm.
"Sevgilime dokunurken sana mı soracağım?"
Pişkin pişkin soruyor olması yumruğumu daha da sıkmama neden olmuştu. "Evet, bundan sonra bana soracaksın!"
"Uzatmayın, lütfen..." kısık çıkmıştı sesi. Sonunu duymak imkansızdı hatta. Bakışlarım ona dönmüşken, gözlerindeki korkuyu sezmiştim.
"Sevgilim dediğin insan senden korkuyor. Buna aşk mı diyorsun sen?!"
"Bunu sormak sana mı düşüyor? Kimsin de bizim ilişkimize karışıyorsun?!" bilerek sormuştu. Bana yerimi göstermek için. Onun hayatında bir hiç olduğumu hatırlatmak için.
Yutkunmuştum. Bakışlarım taehyung'a değmişti kısaca. Dolmuş gözlerine rağmen arkamı dönmüş, uzaklaşmıştım oradan. Arkamdan seslenen namjoon ve hoseok'u yok saymıştım.
Bütün bunları biliyorken yüzüme vurmaları mı ağrıma gitmişti? Bu mu acıtmıştı canımı? Birbirlerine gülüp, sarılıp öperken susuyorken bu durum mu onlardan kaçmamı sağlamıştı?
Öyleyse neden daha önce bırakıp gitmedim? Herşey taehyung için değil miydi? İçimde bir umutla beni hatırlar sanmıştım. Olmuyordu. Onu sevmeye devam ediyordu. Katlanamıyordum. Boğazıma kadar öfke ve kırgınlıkla dolmuştum.
Ayaklarımın beni nereye götürdüğünü çok iyi biliyordum. Gitmek istemiyordu bir yanım. Tekrar o anların hepsi zihnimde canlanacaktı. Umutlanacaktım. Ama gidecek başka bir yerim yoktu. Orası benim tek sığınağımdı.
Oturmuştum o koca kayalığa. Öylece bakmıştım bir süre. Tıpkı söylediğim gibi zihnimde canlanmıştı teker teker. Yüzümde buruk bir gülümseme oluşmuştu. Silinmesi pek uzun sürmemişti.
Anılarımız artık benim anılarım olmuştu. Onun değillerdi. Tek başıma hatırlıyor, yaşıyordum.
Belki benim değil ama onun kelebek kadar kısa bir ömrü vardı. Kaybettiğimiz uzun yıllar olmuştu. Üstüne bir de şuan ayrı geçirdiğimiz zamanlar beni daha da üzüyordu.
Kendimi ayaklarından biri kırılmış sehpa gibi hissediyordum. Hiçbir şekilde kullanılamayacak, üstüne tek bir bardak dahi konsa sarsılıp düşecek gibi. İşte o kadar çaresizdim ben aslında. Kendimi bile ayakta tutamıyordum.
Akşamın karanlığında gökyüzüne dönmüştü bakışlarım. Tıpkı o gün olduğu gibi. Ben gökyüzüne bakıyordum, o ise bana. Bana baktığını biliyordum o gün. O da bunun bilincinde bakıyordu bana doyasıya. Çokça düşünmüştüm o gün, nasıl bu kadar kısa sürede sevmiştim onu?
Peki o beni nasıl sevmişti? Başta bana kaba diye hitap ederken nasıl oldu da veda ederken saatlerce ağlamıştı?
Gülüşü ağaçları canlandırıyordu. Rüzgar, tel tel olan yumuşacık saçlarını savurabilmek için esiyordu. Göğsüm, utanıp da kendine yaslansın diye çırpınıyordu. Soğuk ellerim, ısıtamayacağını bildiği halde minicik olan sıcak ellerini sıkmak istiyordu. Büzdüğü dudaklarıyla ortalarda gezinmesini izlemek istiyordu, bu gözlerim. Kulaklarım, eşsiz ince sesiyle kendi kendine fısıldadığı şarkıları duymaya hasret kalmıştı.
Tüm bunları düşünürken ona neden bu denli kapıldığımı tekrar tekrar anlamıştım. Dudaklarımı birbirine bastırmış, dolan gözlerimden yaş akmaması için kendimi sıkmıştım. Yine de yanağıma değen gözyaşı bunu da başaramadığımı kanıtlıyordu.
Başlamıştı bir kere, devam etmesi gerekiyordu. Durmamıştım zaten. Durdurmamıştım. Ağlamaya devam etmiştim saatlerce. Düşündükçe yeni nedenler bulmuştum. Acılarımla yüzleşmiştim. Yarının ne getireceğini bilmeden son kez ağlıyormuşçasına ağlamıştım.
|
0% |