Yeni Üyelik
25.
Bölüm
@cileklerveyoon

 

İyi okumalarr ✨

 

   

İki hafta geçmişti. Koca bir iki hafta... Herşey unutulmuş gibiydi ama hiçbir şey unutulmuş değildi. Kimseye birşey olmamış gibi davranıyorduk, ki zaten taehyung'da hatırlamıyordu. Yani en azından öyle davranıyordu. Bana hiç inandırıcı gelmiyordu.

 

Hep pastaneye gidip geliyordum. Taehyung'u bir an olsun yalnız bırakmıyordum. Tıpkı bugün olduğu gibi. Akşamdı. Gündüz gelemiyordum. Güneş sanki beni uzak tutmak için elinden gelen herşeyi yapıyor gibiydi. İnatçıydı.

 

Hava yeni kararmıştı. Ben ise her zaman yaptığım gibi bütün akşamı, geceyi taehyung ile geçiriyordum, yugyeom olsun veya olmasın. Beni görünce koşup geliyordu, taehyung. Yugyeom her zamankinden daha dikkatli davranıyordu. Kıskançlık yapmıyordu. Kendi kendine hüzünlü takılıyordu. Bize bakarken bakışları değişiyordu. Benden haz etmese bile kendine yaptığı haksızlık yüzünden bunu görmezden geliyordu.

 

Şimdi de pastanenin çansız kapısından içeriye girmiştim. İnatla söktürmüştüm o çanı. Her ne kadar jimin karşı çıksa da taehyung'u ikna edince jimin de ikna olmuştu. Bir şekilde bahane bulmuş ve o çanı kaldırmayı başarmıştım.

 

İçeriye adımladımda boş olan ve çoğu zaman oturduğum kenardaki masaya geçmiştim. Bakışlarım etrafta dolanmıştı bir süre. Ortalıkta görünür kimse yoktu. Ardından taehyung ve jimin birlikte arka odadan çıkmışlardı yüzlerinde kahkahalarıyla. Yüzümde bir gülümseme oluşurken onları izlemeye başlamıştım. Jimin beni fark etmiş, bir süre bakışlarını üstümde tutarken taehyung'da dönmüştü.

 

Kaşları havaya kalkarken "aaa, jungkook!" demişti. Yanıma doğru adımlamışlardı ikisi de. Yanlarına aldıkları yeni eleman sayesinde artık taehyung ile jimin de yanımda oturacak zamanı bulabiliyordu.

 

"Selam!" demiştim oturduğum yerden. Jimin sandalyeyi çekerken "merhaba." demişti sakin bir edayla. Taehyung ise onun tam aksine daha hayat doluydu. En azından hareketliydi ve bu, onu gören bir insanın doğrudan yüzünde bir gülümseme oluşmasına neden oluyordu. "Hoşgeldin!"

 

"Nasılsınız?" diye sormuştum.

 

"Eh, idare eder." demişti jimin. Pek morali yok gibiydi. Sormadım. Ona karşı özel sorular sormak, günlük hayatında neler yaşadığını sormak bana pek doğru gelmiyordu. O kadar da samimi değildik.

 

"Ben iyiyim de sen nasılsın bakalım?" diye cevap vermişti taehyung. Söyleme tarzı çok ukalacaydı. Kıkırdamıştım.

 

"Sayende süperim!" demiştim. Bu sefer yüzünde gülümseme oluşup da kıkırdayan o olmuştu. Gözleri gözlerimdeyken onu bu şekilde mutlu görmek hoşuma gidiyordu. Bir tek onunla ilgileniyordum. Onun mutlu veya kötü olması ilgilendiriyordu beni sadece. Başka birinin kötü olması umurumda değildi.

 

"Ahh, o değil de dün birden aklıma geldi. Senin bana yemek borcun vardı."

 

Bakışlarım kısılmıştı birden. Sonra aklıma neden bahsettiği geldi. Kaşlarım havalandı. O ise anladığımı anlamış, başını aşağı yukarı doğru sallarken doğrulamıştı.

 

"Ah o mu?... tabi olur da, zorunda değilsin. İstemezsen sorun değil." demiştim. Sırf o saçma sapan oyunları kazandım diye kendini buna zorunlu görmesini istemiyordum. Onunla olmak için zoru kullanmayacaktım. O bana bir adım atarsa ben ona on adım atacaktım ama daha fazlasını yapmayacaktım. Ne de olsa yugyeom ile hala sevgililerdi ve taehyung'un değiştiğini görsem de onların arasını açmak için ekstra bir zahmette bulunmayacaktım.

 

"Hayır, bunu ben istiyorum. Asıl sen istemezsen orası ayrı..." diye bir imada bulunmuştu. Tek kaşını kaldırıp bakışlarını benden çekmesi fazla ilgimi çekmişti.

 

İtiraz etmem gerektiği için direkt olarak, "seni yemeğe çıkarmak benim için büyük bir zevk olur." demiştim.

 

Dudaklarını birbirine bastırırken memnun olmuş gibi başını sallamıştı tekrar. Ardından birden yüzünde büyük bir gülümseme oluşmuştu.

 

"Bakıyorum da siz fazla flörtöz olmuşsunuz. Dikkat edin de yugyeom görmesin." dediğinde bakışlarımız jimin'e dönmüştü. Bakışlarında bir sinsilik sezmiştim. Aramızdaki çekimi anlamış gibi duruyordu ve bundan rahatsız olmasa da yanlış olduğunu biliyordu. Ne olursa olsun taehyung'un yanında olacağını da gayet açık bir şekilde gösteriyordu.

 

"Yok be! Sana öyle gelmiştir." diyen taehyung ile bakışlarım ona dönmüştü. Ona öyle gelmişti demek... Bu ne demekti? Aramızda birşey olamaz demek mi, yoksa şuan hislerimden emin değilim demek mi? Benim gibi biri bile bu durumda cidden aptallaşabiliyordu. Anlayamıyordum. Çözemiyordum.

 

"Olabilir tabi." dediği anda çalan telefonu ile bakışları oraya dönmüştü. Masanın üstünde duran son model telefonunu alıp kulağına götürdüğü sırada masadan kalkmıştı. Geride taehyung ile kalırken bakışlarımı birbirimize dönmüştü.

 

"Söylesene taehyung, bana karşı boş değilsin değil mi?".

 

Kaşları havalanırken reddedecek gibi olmuştu. Ağzından bir kaç mırıltı çıkmıştı ama hiçbiri doğru düzgün kelimeler etmiyordu. Ortaya ne bir kelime, ne de bir cümle çıkacak gibi görünmüyordu.

 

Bakışlarını kaçırıyor, dudaklarını kemiriyordu bir bahane arayışındayken. Elini ensesine çıkarıyor ve bulunduğu yeri kaşıyordu. Gülmüştüm bu hallerine. Utangaç, ne yapacağını veya söyleyeceğini bilmediği zamanlarda böyle şapşal, ufak bir çocuk gibi davranması onu diğerlerinden ayırıyor olmasa da benim için özel kılıyordu.

 

"Yarın akşam seni almaya gelirim. Sana göstermek istediğim şeyler var." demiştim. Ardından oturduğum masadan kalkmış, sandalyeyi tekrar yerine doğru ittirmiştim hafifçe.

 

Birşey söylemeden başını hızla aşağı yukarı doğru sallamıştı. Dudaklarını birbirine bastırmış, kaçırdığı gözlerini bende tutmuştu.

 

Arkamı dönüp gitmiştim. Bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum ve sırf bugün tekrar göz göze gelebilmek için arkamı dönmüştüm. Gözlerim kahvelerini bulurken yutkunmuştu. Ben yüzüme büyükçe bir gülümseme yerleştirirken onun da birden gülümsediğini görmüştüm. Başını eğmiş, utanır bir halde parmaklarıyla oynamaya başlamıştı.

 

Gözlerimi ondan son kez çektiğimde kapıyı açmış ve pastaneden çıkmıştım. Yüzümde hala kıytırık bir gülümseme vardı. Yarına kadar nasıl dayanacağımı düşünüyordum. Daha doğrusu dayanamayacağımı.

 

-

 

Arabanın kapısını açmış ve yan tarafımda olan boşluğu doldurmuştu. Oturduğu sırada gömleğinin bozulan kısmını düzeltmişti eliyle. Bir yandan da bana "selam." demeyi ihmal etmemişti.

 

Aynı şekilde "selam." diyerek klasik bir şekilde cevap vermiştim. Nefes sesleri kulağıma geldiğinde içimde bir heyecan oluşuyordu. Sanki bugün içim içime sığmıyor gibiydi. Doluydum. Beklentiliydim.

 

Bakışlarını bana dikerken, "ee nereye gidiyoruz?" diye sormuştu. Omuz silkmiştim. "Sürpriz!" demiştim. Yüzümdeki gülümsemeye hakim olamadan ona bakıyordum. Tıpkı benim gibi olduğunu düşündüğüm bir şekilde o da gülümsemişti.

 

Aklımdan hiç çıkmayan ve sürekli düşündüğüm şeyi sonunda yapmak istemiştim. Arabanın onun tarafında olan torpido gözüne bakmıştım. "Senin için birşey getirdim."

 

Bakışları benim baktığım yere dönerken tedirginleşmişti. Merak içinde torpido gözünü açtığında içine bakmıştı. Elleri şeffaf bir poşete değdiğinde bir süre duraksamış, ona neden bunu veriyor olduğumu sorgulamıştı.

 

"Bu mu?" diye sorduğunda sorunun tamamen garipsediğinden olduğunu anlamıştım. Ona bir bandana veriyor olmam çok da normal birşey değildi. Yani en azından ne anlama geldiğini bilmeyen biri için.

 

"Evet. Beğenmedin mi?" dedim gerçekten merak etmiştim. Beğenmemiş miydi? Halbuki o çok severdi bandana takmayı.

 

"Hayır, hayır! Çok beğendim. Ben çok severim bandana takmayı. Birden bunu senden almak hoşuma gitti." dediğinde yüzüm gülmüştü tekrar. Sürekli aptal gibi gülüyor olmak sinirlerimi bozuyordu. Şuan hiçbir şeyi hatırlamayan taehyung için fazla samimi olabiliyordu.

 

"Öyle mi? Çok sevindim. Özellikle yeşil almak istedim. Sana çok yakışır."

 

Birden kızarmıştı. Yüzünde tatlı bir utangaçlık vardı. Poşetinden çıkarmış olduğu bandanaya bakmıştı bir süre. Ardından tekrar poşetine koyarken kaşlarım çatılmıştı. "Takmayacak mısın?"

 

"Şimdi mi?" diye sormuştu bunu beklemiyor gibi.

 

"Evet, şimdi." demiştim. Telefonunu çıkarmış ve önünde sabitlerken bakışlarımı onun üstünde tutuyordum. Kameradan kendine bakarken elleriyle saçlarını dağıtıyordu. Bandanayı bir kaç kez üst üste katlamış, saçlarının hemen altında, alnında bağlamaya çalışırken saçları bozuluyordu. Bıkmadan tekrar tekrar düzeltiyordu.

 

Tıpkı o gün bağladığı gibi bağlamıştı bandanasını. Tıpkı o günkü gibi olmuştu. Herşey neredeyse aynıydı. Bakışları bile o zaman olduğu gibi çekingen ve belirsizdi. O gün olduğu gibi hislerinden emin değildi. Biliyordum. Beklediğim bir şeydi bu.

 

Kaşlarına değen kirpilerinin ardından, "oldu mu?" diye sormuştu. İnce sesi kalbimin atışını hızlandırırken bir daha bakmıştım ona. O gün kalbimin atışını bozduğu gibi bugün de güzelliğiyle aynı şeyi yapmayı başarmıştı. İnanamıyordum. Bir erkeğin bu kadar güzel olabileceği aklımın ucundan dahi geçmezdi.

 

"Kötü, çok kötü..." demiştim. Fısıldar gibi çıkmıştı sesim. Yine de duymuştu. Felaketimain diyemedim ama kötü diyebildim. Hemen ardından kaşlarını çatmıştı zaten. Elleri bandanasına giderken, "kötü mü?" diye kırılmış gibi sormuştu.

 

Elimi uzatıp bandanasına giden elini tuttuğum sırada, "hayır, yani o anlamda kötü değil. Çok yakıştı. Çok güzel görünüyorsun." demiştim. Yüzü hemencecik kızarmıştı. Bakışlarını kaçırırken "teşekkür ederim." demişti kısık sesle. Bu hareketine gülmeden edememiştim. Bakışları neye güldüğümü sorarcasına bendeydi ama birşey söylemeye niyetim yoktu.

 

"Öyleyse gidelim." demiş ve arabayı çalıştırmıştım. Yol boyunca ben arabayı sürerken bakışlarının üzerimde olduğunu anlayabiliyordum. Yine de dönüp bakmıyordum. Onu utandırmak isteyen tarafım inatla bakmamı söylese de şuan bunu yapmayacaktım. Onu sonrasında bolca utandıracaktım. Sonraya saklıyordum.

 

Her zamanki gibiydi hava. Gündüzleri güneş kendini gösterirdi hafiften, yine de soğuk olurdu. Akşamları ise kızgın, arada yağmurlu olurdu. Kızgınlığını anlayabiliyordum. Yağmurlu olduğu zamanlarda da onunla birlikte gözyaşlarını döküyordum. Bugün de yağmur yağacak gibi görünüyordu. Sonu nereye dayanacaktı diye düşünmüyor değildim.

 

Şehirden uzaklaştığımızda ormana giren yola girmiştik. Taehyung bakışlarını pencereden dışarıda gezdirirken bende önümdeki yola bakıyordum. "Burası bana tanıdık geliyor." dediğini duymuştum.

 

Dönüp göz ucuyla baktığımda "nereden?" diye sormuştum. Özellikle sormuştum ki, belki bir ihtimal beklediğim cevabı verirdi diye.

 

"Ihm, şey... ah evet. Geçen ki oyunları oynadığımız yer burası. Yugyeom'un evi de bu taraflardaydı sanki."

 

Hayal kırıklığı ile bakışlarım kısılırken, "sanki mi? Yugyeom'un evine kaç kere geldin ki?" diye sormuştum.

 

"Ah, o pek sevmezdi beni evine getirmeyi. Sıkıcı bulurdu evini. Ya dışarıda ya da bizim evde buluşurduk. İki, galiba iki kez geldim buraya. Tam hatırlamıyorum." demişti belirsizce.

 

Başımı ağırca aşağı yukarı sallamıştım. Daha fazlasını duymak istemiyordum. Açıkça kıskanıyordum. Biraz daha yolumuz vardı ve taehyung benim bir tık bozulduğumu anlamış gibiydi. Ortamda çok kasvetli bir hava vardı. Arabanın hızını arttırmıştım. Hızla varmak istiyordum. İçimde büyük bir acele vardı. Neye veya nereye yetişmem gerektiğim hakkında hiçbir fikrim de yoktu halbuki.

 

Sessizce geçirdiğimiz yol bitmişti. Tam da olmamız gereken yerin önündeydik. Taehyung meraklı bakışlarını etrafta gezdirmeye başlamıştı bile. Arabanın kapısını açıp indiğimde o da aynı şekilde arabadan inmişti. Bakışlarından merak dışında başka duygular daha seziyordum. Burayı çok beğenmiş gibi bir hali vardı. Gözlerinin içi patlamıştı sanki.

 

Yol boyunca düz çizgi halindeki dudaklarımın kenarları kıvrılmıştı bu görüntü karşısında.

 

"Burası neresi?" diye sorduğunda bana dönmüştü. Ben ise bakışlarımı bahsettiği yere götürmüş, iyice süzmüştüm. Her bir yerini ezbere bildiğim her bir yanında farklı farklı anılarım olan yere bakmıştım.

 

"Evim."

 

Bakışlarımı evimden çekip ona baktığım sırada kaşlarının havalandığını görmüştüm. "Oha! Burası mükemmel!" dediğinde kahkaha atmıştım. İlk geldiği zamanda böyle mi düşünmüştü?

 

"İçeriyi görünce daha çok seveceksin." demiştim kendimden emin bir tavırla. İçeride cidden de çok beğeneceği şeyler hazırlamıştım. Onu kendi evime getirmekle büyük bir amacım vardı. En çok korktuğum şey, belki de amacımı gerçekleştirebilsem de kazanamayacak olmam. Büyük bir savaştı bu. Kazanılması gereken büyük bir savaştı aşkımız.

 

Bir kaç adım atmış ve ilerimde duran taehyung'un yanında durmuştum. Elimi uzatıp da elini tuttuğumda nefesleri yavaşlamış gibiydi. Bu hareketini beklemiyor olsa gerekti. "Hadi gel, girelim."

 

   

Loading...
0%