@cileklerveyoon
|
İyi okumalarr ✨
Bahçenin büyük kapısını açıp içeriye girdiğimizde bakışlarım ilk olarak kenarda duran eskimiş banka kaymıştı. Ardından yüzüme büyükçe bir gülümseme yerleştirmiş ve "çiçeklere bakmak ister misin?" diye sormuştum.
Hızla başını sallamıştı. Onu bekletmemek adına ilerlemiştim. Böylece o da elini tuttuğum için benimle birlikte ilerlemişti. Bir kaç adımlık mesafeyi geçmiş, güllerimin ve manolyalarımın önünde dikilmiştik.
Aklıma gelen şey ile gözlerimi açmış ve "ahh, nasıl unuttum ya!" diye kendime seslice kızmıştım. Dönüp taehyung'a baktığımda gözlerini kısmış bir şekilde baktığını görmüştüm. "Burada bekle, geliyorum."
Tuttuğum elini bırakmış, hızla arabaya doğru adımlamıştım. Taehyung'u bahçede bırakırken arabadan kamerayı alıp gelmiştim. Bakışları elimdeki kameraya indiğinde, kamerayı uzatmış ve "al. Bu senin." demiştim.
Mahcup olmuş, alıp almamak arasında kalırken "bugün beni fazla şımartıyorsun." demişti. Ardından elini uzatmış ve kamerayı almıştı.
"Senden başka kimi şımartabilirim ki?" dediğim anda ise bakışlarını kaçırmış, utangaç tavırlarla ne yapacağını şaşırmıştı. İltifatlarım karşısında donakalıyordu her seferinde. Gerçi pek iltifat olduğu söylenemezdi ama.
Birşey diyemeyeceğim, dilinin dönmediğini anlamıştım. "Ay tamam. Birşey söylemedim say... Çiçeklerin fotoğrafını çekmeyecek misin?" demiş ve konuyu başka bir yere çekmiştim.
Başını belirsizlikle sallarken kamerayı çevirmişti. İçimden ilk hangi çiçeğe doğru gideceğini düşünmeye çalışıyordum. Tıpkı o gün olduğu gibi manolyaları mı çekecekti yoksa kıpkırmızı olan güllere mi yönelecekti?
Düşündüğüm sırada kamerayı manolyalara doğru çevirmesi içimde kelebeklerin uçuşmasına neden olmuştu. Hayatımda daha mutlu olduğum çok az zaman vardı. Basit, belki de çoğu kişi tarafından anlamsız olarak görülen bir hareketti, fakat benim için çok şey ifade ediyordu. İçim içime sığmıyordu.
"Manolyaları güllerden daha çok seviyorsun galiba." demiştim sakin olmasını umduğum bir ses tonuyla. Çok beklentiliydim. Belki de bu kadarını ondan beklemeye hakkım yoktu ama bir şekilde kendime mani olamıyordum.
Bakışlarını kameradan çekip bana döndürdüğünde yüzünün güldüğüne şahit olmuştum. "Evet, en sevdiğim çiçeklerdir manolyalar. Bahçende görmek çok hoşuma gitti. Sende seviyor gibisin."
Başımı sallamıştım. "Benim de en sevdiğim çiçek manolyadır." ama seni manolyalardan daha çok seviyorum diyemedim. Hızla kırptığı gözlerindeki mutluluğu sezmiştim. Belki de ortak yanlarımızın olması onu bana daha çok yaklaştırıyordur. Belki de ilgisini çeken yanım onunla benzer olan yanlarımdır.
Bir kaç fotoğraf daha çekmişti. Kamerayı göz hizasından indirip bakışlarını bana çevirdiğinde bitirdiğini anlamıştım. Bakışlarımı eve çevirmiştim. "Hadi içeri girelim. Yemeğimiz soğumasın." demiştim.
"Tamam." demişti. Sesi oldukça kısık çıkmıştı. Demin bıraktığım elini tekrar tutmuştum. Beklemeden onu da arkamda çekiştirmiş, evin kapısına geldiğimizde hemen saksının yanına kasıtlı olarak bıraktığım anahtarı almıştım. Bakışları oraya indiğinde garipsemişti. Yine de birşey diyememişti. Çekiniyordu.
Kapıyı açıp içeriye girdiğim sırada şarkıyı mırıldanmaya başlamıştım. "She looks just like a dream. The prettiest girl I've ever seen...". Bakışlarım tamamen ondaydı. Bir umut belki hatırlar diye gözlerine bakarak söylemiştim. Tık yoktu. Birşey hatırlıyor gibi görünmüyordu.
Çekingen bir tavırla, "From the cover of a magazine..." diye eşlik ettiğinde yüreğimde bir ağrı hissetmiştim. Bulunduğum durum yüzünden her an ağlayabilirdim. Yine de onu kırmak istemiyordum. Buna şahit olsun istemiyordum. Bu yüzden yüzüme burukça bir gülümseme yerleştirmiştim.
Sessizlik hakim olurken "sana evi gezdireyim." demiştim. Hala elimde olan kolumu diğer eliyle tuttuğunda durup ona bakmıştım. "Neler oluyor, jungkook? Bilmeden bir şey mi yaptım? Bir üzülüp bir gülüyorsun. Aklımı karıştırıyorsun..."
Cevap verememiştim bir süre. Ne diyebilirdim ki? İçimdeki burukluğu nasıl anlatabilirdim ona? Aylardır sadece onun bana dinlettiği, hatırlattığı şarkıları dinlediğimi nasıl açıklayabilirdim? Bu saatten sonra beni anlar mıydı? Hiç sanmıyorum. Belki üzülürdü, ama asla tam anlamıyla beni anlamazdı. İçimdeki büyük sıkıntıyı tam anlamıyla göremezdi.
İçimde kalp kırıklarım vardı, yüzümde buruk gülümsemem. Boşta olan elimi, kolumu tutan elinin üstüne koymuştum. Onu rahatlatmak için, "birşey olduğu yok. Seninle alakalı değil bu yüzden kendini rahatsız hissetmene gerek yok." demiştim. Pek birşey değişmemiş gibiydi. Kolumu tutan elini hafifletmişti. İnanmasa da başka çaresi olmadığını biliyordu.
Bitmeyen ve nefret ettiğim sessizliklerden biri olmuştu tekrar. Elimde olan elini sıkı sıkıya tutmuştum. Daha fazla oyalanmamak adına felix'in odasına doğru adımlamıştım. Birşey söylemeden beni takip etmişti. Odanın kapısını açtığımda direkt olarak gözlerine bakmıştım. Anlardım. Hatırlarsa gözlerinden anlardım.
Hatırlamadı. Sadece içeriye uzunca bir bakınmış, "kardeşin mi var?" diye sormuştu. Sorduğu soruyu garipsememiştim. Felix her ne kadar son zamanlarda daha olgun davransa da odasını katiyen değiştirmemekte ısrarlıydı. Odasının bu halini görmek onu mutlu ediyormuş.
"Evet. Yani öz kardeşim değil ama yıllarca beraber bu evde yaşadık. Biz birlikte doğduk. Felix benim öz olmasa da kardeşim. Canımdan bir parça."
Kaşları havalanmıştı. Benden bu sözleri duymayı beklemiyor gibiydi. Bende açıkçası kendimden bu tür sözcükleri duymayı beklemezdim ama bu gerçekleri de yok saymamak, arada dile getirmek gerekiyordu.
Başını anlarmış gibi aşağı yukarı sallarken, "burası onun odası. Benim odam yukarıda." demiştim.
"Onun, yani felix'in zevkini beğendim. Cıvıl cıvıl bir odası var. Kendisiyle de tanışmak isterim.".
"Yakında. Çok yakında hepsini tanıyacaksın." dediğimde yine çoğu zaman attığı bakışları atmıştı. Anlamlandıramadığı şeyler söylediğimde hep böyle bakıyordu. Anlamak istermiş gibi ama sorarsa yanıtlamayacağımı bilir gibi. Böyle bakması çoğu zaman hoşuma da gidiyordu.
"Ailenle birlikte yaşamadığını sanıyordum."
"Öyle zaten. Ben daha bebekken öldüler."
Birden o acıyan bakışlarını hissetmiştim. Gözlerini gözlerime sabitlerken kaşları hafifçe çatılmıştı. "Özür dilerim. Sormamam gerekirdi."
"Sorun değil. Ben onları alalı uzun zaman oldu." demiştim. Aklıma direkt olarak stephen'lar gelmişti. Normalde onları bizzat öldürdüğüm zamanı hatırlar, yüzümde intikamın verdiği zafer gülüşü oluşurdu ama şuan ailemi kaybetmiş olmam da göz önündeydi. Gülecek mecalim de yoktu bu durumda.
"Neyse... Hadi yemeğe geçelim. Sonrasında sana göstereceğim çok şey var. Evi gezmeye yemekten sonra devam ederiz. Olur mu?"
Başını sallamıştı sadece. Elinden tutmuş ve benimle birlikte mutfağa sürüklemiştim onu. Mutfağa girdiğimizde bakışları direkt olarak ortada duran masaya kaymıştı. Kaşları havalandığında bu tepkisinin neden olduğunu tam olarak anlayamamıştım.
Masanın üstüne koyduğum bir tık antikaya kaçan tarzda olan yemek takımımı garip bulmuş olabilirdi. Antika şeyleri severdim, emin olmasam da onun da sevdiğini düşünüyordum. Uzun meşrubat bardaklarım, üst üste dizdiğim tabaklar ve peçetelikler ortama farklı bir hava katıyordu. Bunları yıllar öncesinde felix almıştı.
"Bu tarz şeyler sevdiğini de bilmiyordum." demişti bakışları hala masadayken. Bana çevirdiğinde içimde adlandıramadığım garip bir his oluşmuştu. Diğerlerinin aksine, gayet içten olan bir gülümseme hissi vardı. Gözlerimi yavaşça kırparken, "ama ben senin bu tarz şeylerden hoşlandığını tahmin edebiliyordum..." demiştim.
Yutkunmuştu. Bakışlarında gururla karışık hisler vardı. "Beni bu kadar iyi tanıyor olman korkutuyor.".
Dudaklarımın arasından ufak bir kahkaha kaçarken, bunun tamamen daha tahmin bile etmediği şeyleri biliyor olmamdan kaynaklandığını biliyordum. İçimden kendi kendime konuşuyordum. Bir zamanlar çok kısa bir zaman da olsa birlikte olduğumuzu sadece benim biliyor oluşum canımı yakıyordu.
Arkamı dönmüş ocaktaki yemeği biraz ısıtmak için altını açmıştım. Bakışlarını üstümde hissederken yok olmak istiyordum. Baktığı yerler alev alıyor gibiydi. Utanç nedir bilmeyen bana köşe bucak kaçma nedeni yaratıyordu.
"Tanıyor olmak... bir insanı tanımak sende ne ifade ediyor?" diye söylenirken derin düşüncelerimin ortasına düştüğümü anlamıştım. Bu yanımı ona göstermek istiyor gibiydi, zihnim.
Sandalyeyi çekip otururken sessizliği bana cevabımı vermiş nitelikteydi. Sorunun cevabını ciddi anlamda düşünüyordu. Bunu fırsat bilmiştim. Kendi cevabımı ortaya atmıştım. "Bu herkes için farklı birşey ifade eder. Bence sevdiği şeyleri bilmek değildir. Adını, ailesini bilmek değildir. Uzun yıllar yanında olduğu için kendisinden veya etrafından edindiğin bilgiler değildir."
Isıttığım çorbayı koymak için masadan kaseleri alırken susmuştum. Sözlerime devam edecektim ancak bu sessizliğim, konuştuğum süre zarfındaki söylediklerimi düşünmek için bir molaydı. Sıcacık çorbayı kaseye doldururken içimde konuşma arzusu vardı.
"Gözlerine bakınca nasıl bir halde olduğunu anlamaktır. İçinde ne büyüklükte bir enkaz olduğunu görebilmektir. Anlamaktır duygularını. Ve herkes tanıyamaz. Birini sadece bir kaç kişi tanıyabilir. Bir elin beş parmağı kadar herhalde. Fazlası olmaz, olamaz. Bu elimizde olan birşey değildir."
Kaseleri masadaki yerlerine koymuş, çektiğim sandalyede oturmaya hazırlanmıştım. Ekmek sepetini, hafifçe eğildiğim yerden yakınlaştırmıştım. Yaptığım diğer yemekleri de benim için hala yeni teknoloji olan mikrodalga fırına atmış, bir kaç dakika içinde ısınmasını sağlamıştım. Eksik şeyleri masaya yerleştirmiş, belki fazlasıyla açtır diye biraz acele etmiştim.
Herşeyi masaya dizmiş ve az önce çektiğim sandalyeye oturmuştum. Son olarak da oturduğum yerden masanın üstündeki içecekleri bardaklara doldururken taehyung'un sesini duymuştum. "Garip, çok garipsin. Tahmin edilmesi zor birisin."
"Bunu düşünmene sebebiyet veren şey az önce söylediklerim midir?"
"Hayır demek isterdim ama biraz öyle. Kendine özgüsün. Netsin ama bir o kadar bilinmez. Senin hakkında bir düşünceye vardığımda çok geçmeden beni yanıltıyorsun. Etrafımda çok şey oluyor gibi. Farkındayım, ama bilinçsizim de..."
Bakışları masada bir noktada takılı kalırken aklındakileri toparlamaya, belki de ne olduklarını anlamaya çalıştığını anlayabiliyordum. Ona izin veriyordum sessizliğimle. Konuşup da içindeki tartışmayı bölmeyi haddime bulmuyordum.
Konu kapanmıştı sessizce. Benim hakkımdaki düşünceleri tam da beklediğim gibiydi. Belli ediyordu baştan beri. Yüzüne yansıyordu bütün duyguları. Anlamamak imkansızdı.
Çorbamdan bir kaşık almış, ardından canımızı sıkacağını bildiğim halde o konuyu açmak için uygun anı kolladım. Göz ucuyla bakmıştım. Şuan en uygun zamandı. "O günü hatırlıyorsun. Birşey hatırlamıyor gibi yapıyorsun ama herşeyi tamamen hatırlıyorsun, değil mi?" Birden söyleyivermiştim.
Donuklaşmıştı. Bakışlarını önündeki yemekten ayırmamıştı. Derin bir nefes vermişti. Bakışlarımı ondan çekmezken bana yanıt vermesini bekliyordum. Sonunda bakışlarını bana çevirdiğinde ellerini masanın altında birleştirmişti. "Öyle."
Kısa ve net cevabı beni garip bir durum içerisine sokmuştu. Konuyu açtığım gibi kapatıp kapatmamak arasında kalmıştım. Neden böyle birşey yaptığını az çok tahmin edebiliyordum ama bizzat onun ağzından duymak istiyordum.
Elindeki kaşığı hareket ettirerek önündeki çorbayla oynamıştı bir süre. Ardından başını kaldırmış yüzüme bakarken, "kimse bilsin istemedim. Herkes benim birşey hatırlamadığımı düşünerek birşey olmamış gibi davransın istedim. Suratlarına baktığımda bana acır gibi bakmalarını istemedim. Gerçi hala öyle bakıyorsunuz ama..." derken ise bakışlarını kaçırmıştı.
Bunları tahmin etmek hiç de zor değildi. Olayın üstüne gidip de taehyung'un belki de çoğu şeyden ve çoğu kişiden soğumasına neden olamazdık.
"Hem... o gün aslında bana birşey olmadan yetiştin. O pis parmaklarını içime soktuğunda o kadar iğrenmiş ve kaçmak için çabalamıştım ki... seni orada görmek beni biraz bile olsun rahatlamıştı. Teşekkür ederim, jungkook."
Birden tekrar çenemin titrediğini hissetmem ile yüzüme zorda olsa bir gülümseme yerleştirmiştim. Yarım bir gülümsemeydi ama onun yanında olduğumu bu hareketimle bile ifade edebilirdim. Tuhaf, o da beni anlardı.
"Yaşadığın şeyler kolay değil ama güçlü birisin sen. Baksana, senin yerine başkası olsaydı olayı dramatize bile edebilirdi. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak hem senin, hem de çevrendekilerin yükünü azalttı." demiştim tek nefeste. Ardından eklemiştim; "o gece bana sarılman... hepsi sırf seni kurtardığım içindi."
Bakışları gözlerime değdiğinde kaçırmamıştım. Gözlerime bakarken bunu nasıl bir duyguyla söylediğimi net bir şekilde anlamıştı. Söylememe gerek dahi yoktu. Sonrasında bir açıklama alacağımı biliyordum. Açıklamaya ihtiyacım olmasa bile bunu yapacaktı. Kendini savunmak isteyecekti.
"Aslında o gün seni ilk gördüğümde ne olduğunu anlamamıştım. Birden bilmediğim, kimsenin bana anlatmadığı bir durumun içine düşmüştüm. Sen pastaneye geldiğin gün öğrenmek istedim. Beni sana yakınlaştıran şey merakımdı. Gün geçtikçe merakım değişti. Artık yugyeom ile aranızda ne olduğunu değil de seni merak ediyordum. Bana olan ilgin güvende hissettiriyordu yine bilmediğim bir şekilde. O gün beni kurtardıktan sonra da sana güvenimin haklı olduğunu anlamıştım. Bunu bana sen gösterdin. Belki de güvenimi haklı çıkardığın için sarıldım sana. Bütün bunların ardında bildiğim tek bir şey var, o da sana sarılınca herşeyi unutuyor olmamdı. Acımın aklıma gelmemesiydi. O günden sonra kendimi hep senin yanında istedim..."
Belirsizlikle sustuğunda ne diyeceğimi bilmiyordum. Bunu uzun zamandır istiyordum ama bu şekilde olması çok tuhaf hissettirmişti. Bir yandan mutlu hissediyordum ama eksikti. Yüzümün nasıl bir hal aldığını bilmiyordum bile. Sanki yanlış bir şeyler var gibi hissediyordum. Bunu bu kadar zamandır beklerken neden böyle hissettiğimi anlayamıyordum.
|
0% |