Yeni Üyelik
30.
Bölüm
@cileklerveyoon

 

İyi okumalarr ✨

 

 

Eczacıdan aldığım bir kaç parça ilaç ile eve dönüyordum. Düzenli olarak içmem gereken ilaçlar vardı ki, bu sayede biraz daha insancıl olabiliyordum. Eve varmama bir kaç dakika kalmışken telefonumu alıp mesajları kontrol etmiştim. Taehyung, yazdığım mesaja cevap vermemişti hala. Duşa gireceğini söylediğinden dolayı orada olduğunu düşünerek içimi rahatlatıyordum.

 

Sonunda ev görüş alanıma girdiğinde bir şeyler duymaya başlamıştım. Yaklaştıkça sesler netleşiyordu. Ardından gözümün de onları görmesi, kaşlarımın tamamen çatılmasına neden olmuştu. Yugyeom yine gelmiş taehyung ile konuşmaya çalışıyordu. Taehyung'un ona söylediği şeyleri çok net duyabiliyordum. Onu kovuyordu, uzaklaştırmaya çalışıyordu.

 

Arabayı durdurup kapıyı sertçe kapatmıştım. Ardından adımlarım hızlanmış, onların yanına varmam bir kaç saniyemi almıştı.

 

"Sen yine hangi yüzle geldin? Seni uyardığımı hatırlıyorum." diye sertçe çıkıştığım sırada taehyung'u arkama doğru çekmiştim. Yugyeom tek kaşını kaldırıp da alt dudağını ısırdığında mizacımı net tutmaya çalışıyordum. Arkamda duran taehyung'un elini de sıkı sıkıya tutuyordum.

 

"O da zaten gidiyordu. Hadi gel, eve gidelim." demişti arkamda duran taehyung. Onu dinlememiştim. Dinlemeye de niyetim yoktu.

 

"Anlattın değil mi? Ben sana söylediğim an gidip ona herşeyi anlattın." diye söze atıldığında, yüzüme alaycı bir ifade yerleştirip başımı sallamıştım. "Evet, anlattım."

 

"Siz..." derken omuzlarını silkip dudaklarını birbirine bastırmıştı. "Siz gerçekten mükemmel bir çiftsiniz." diye eklemişti. Başımı sallamıştım tekrar. Ama bu sefer yanıtlamamıştım.

 

Farklı bir şeyi dillendirme ihtiyacı duyduğumda söze atılmıştım. "Sana gerçekten üzülüyordum. Taehyung ile beraber olmana rağmen onu benim yanımda gördüğünde nasıl da şekilden şekile girdiğini çok net görebiliyordum. Acıyordum sana. Fakat artık gözümde aciz bir ölümsüzden başka birşey değilsin."

 

Kahkaha attığında kalkık olan tek kaşımla yüzüne bakmıştım gözlerimi çekmeden. "Jungkook." diyen taehyung'a çevirmiştim bakışlarımı.

   

Bakışlarında gördüğüm yalvarış, beni ikna etme çabsına karşın onu geri çevirmek istememiştim. "Lütfen gidelim. Burada daha fazla kalmak istemiyorum." deyişine karşılık başımı sallamıştım.

 

"Tamam, gidelim." demiştim arkamı dönerken. Yugyeom'a bakma ihtiyacı bile duymamıştım. Elimde duran elini çekmiş ve taehyung ile eve doğru gitmek için bir kaç adım atmıştık. Ta ki taehyung'un elini tutup onu kendine doğru çekmeye çalışan yugyeom'a kadar.

 

Taehyung'u çekmesiyle ağzından ufak bir çığlık kopmuştu. Taehyung da ne olduğunu anlayamamışken öne atılmıştım. Yugyeom'un suratına güzel bir yumruk oturtmuştum. Ardından yugyeom yere serilirken taehyung koluma dolanmıştı. "Lütfen, lütfen, lütfen gidelim!"

 

Ellerini nazik olmaya çalışarak kolumdan ayırmış ve bir hışımla yugyeom'un yattığı yere eğilmiştim. Yerde uzanan suratında hiçbir hasar yoktu, ki olmasını beklemiyordum da. Gözlerimin içine bakmışken kahkahaları artmıştı ve bu git gide sinirlerimi bozmaya başlamıştı.

 

Yakasından tutup onu kaldırdığım sırada kahkahaları kesilmemişti. Bu beynime olmayan kanımın sıçramasına sebep oluyordu ve çıldıracak gibi oluyordum. Yakasındaki yumruğumu iyice sıkıyor, kendimi zaptedmeye çalışıyordum. Taehyung ise yine yerinde durmamış ve gömleğimin uçlarından çekiştiriyordu.

 

Yugyeom'un bakışları bu sefer de taehyung'a indiğinde şaşkına dönmüştüm. Üstüne üstlük dudaklarını top haline getirip öpücük gönderirmiş gibi yaptığında suratına yumruklarını geçirmiştim kendimi tutmadan. Bütün vuruşlarını rağmen hala kahkaha atıyordu. Evet, şimdi onun bir akıl hastası oluşuna kanaat getirmiştim.

 

Taehyung'un ağlarkenki yalvarışları kulağımı doldurduğunda daha fazlasına ihtiyacım olmadığından onu yan taraftaki boşluğa doğru fırlatmıştım. Bir çuval misali yere çöreklenmişti. Ben hala ona bakarken taehyung koluma asılmıştı. "Yeter bu kadar!" diyen sesinin çaresizliği ona bakmama sebep olmuştu.

 

Yine de bakışlarımı taehyung'dan çekmiş ve son uyarımı yapmak için yugyeom'a dönmüştüm. "Belanı buldun oruspu çocuğu! Şimdi kaç bakalım nereye kaçabiliyorsun." diye içten bir şekilde konuşmuştum. Bakışlarımı ondan çektiğim sırada dakikalardır sıktığım dişlerimi serbest bırakmıştım.

 

Arkamı dönüp bir hışımda taehyung'un elini tutmuş ve çekiştirmeye başlamıştım. Bir kaç adımda eve vardığımızda içeriye girmiştik bile. Üst kata hızlı adımlarla çıkarken oturma odasına girmiştim. Bakışlarım etrafta oturan ev halkına döndüğünde çatık kaşlarımı hepsinin üstünde gezdirmiştim.

 

"Ben yokken nasıl yugyeom'la görüşmesine izin veriyorsunuz!? Ben giderken onu size emanet ediyorum. Bir kere de bilinçli davranın amına koyayım! Şu çocuksu tavırlarınızı hiçbir zaman bırakamadınız!" diye bağırmıştım tüm gücümle. Hepsi bir anda ciddileşmişti. Onların bir cevap vermesini beklemeden arkamı dönmüş ve doğrudan odama gitmiştim.

 

Fazla sorumsuzdular ve bu gitgide çekilmez bir hale geliyordu. Çocuksu eğlencelere gelince hepsi toplanıyordu ama olay taehyung olunca umursamaz davranıyorlardı. Gerçi bunları öfkeyle düşündüğümün farkındaydım. Anlattığım kadar sorumsuz değillerdi ama bu durumlara karşı daha hassas olmaları gerekiyordu.

 

Yatağıma kendimi atmış uzanıyorken uzunca düşünüyordum. Tam da bu sırada kapı açılmış ve taehyung girmişti. Bakışlarımı yüzüne götürdüğüm sırada ağlamaklı olduğunu görmüştüm. Yatağa oturmuşken elini göğsüme koymuş ve parmaklarıyla daireler çizmeye başlamıştı. Bunu bilinçsizce yapıyordu.

 

Onu kolundan çekmiş, göğsüme uzanmasını sağlamıştım. Ağırlığını vermeden üstüme uzanmışken nefesleri oldukça yavaştı. Nefes almaya bile çekiniyordu. Belinde duran elimi hareket ettirip okşamaya başlamışken kasılmış ve karnını içeriye çekmişti.

 

Yüzümde bir gülümseme oluşurken yaptığım harekete devam ettim ve hatta hızlandırdım. Ardından yerinde kıpırdanırken, "yapma!" diye nazlanmıştı.yapmaya devam etmiş, gıdıklama boyutuna geçmiştim ve tam da bu sırada kıkırdayışları artmıştı. Benden uzaklaşmak için kıpırdanırken izin vermemiştim. Tek hamlede onu altıma aldığımda yüzünde büyükçe bir gülümseme vardı. Eğilip dudaklarını öptüğümde gözlerini anlık olarak kapatıp geri açmıştı.

 

"Nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama hep yanımda olup beni gülümsetmeni istiyorum." demiştim gözlerinin içine bakarken. Elini yanağıma koyduğunda avucunun içine sürtünmüştüm. Derin bir nefes aldığım sırada uzandığı yerden hafifçe kalkınmış ve gözümün hemen altındaki morluklardan öpmüştü.

 

Kendimi sertbest bırakıp tekrar yatağa uzanmıştım. Üstümdeki yerini aldığında kollarımı sarmıştım ona. Uzun bir sessizlikte sadece birbirimizin varlığına şükrediyorduk. Birbirimiz için yaratılmıştık her bakımdan. Eğer Tanrı onu benden önce yaratsaydı ve o gün karşıma çıkarmasaydı, eminim ki biz yine bir şekilde birbirimizi bulacaktık. Biz başka türden varlıklar olmamıza rağmen yine bir aradaydık. Ve hep de böyle kalacaktık.

 

"Jungkook." diye seslenmişti. Konuşmadan devam etmesi için ses çıkardığında durmuştu. Söyleyeceği şeyi aklında tartıyor gibiydi. "Ben ölünce..." demiş ve açıklama ihtiyacı duymuştu eli ayağına dolaşmış gibi ne söyleyeceğini bilemeden.

 

"O gün bende öleceğim." demiştim tok bir sesle. Başını kaldırıp suratıma bakmıştı. Kaşlarını çatmış, dudaklarını büzmüştü. "Sen ölemezsin! Ölümsüzsün, unuttun mu?" diye karşı çıkmıştı.

 

"Biz vampirlerin de ölebildiği durumlar var." dediğimde anlamaz gibi bakmıştı. O sormadan kendim yanıtlamıştım. "Gümüş, keskin bir alet ile tam kalbini kestiğinde ölürsün. Şöyle ki, bizim de kalbimiz ve hatta organlarımız var ama sizinkiler gibi değiller. Kalbimiz kan pompalamıyor. Bu sadece nefes alışımızı sağlıyor. Kalbimizi etkisiz hale getirdiğimizde ölmüş oluruz." diye açıklamıştım.

 

Yüzünü buruşturmuştu. İğrenir gibi omuzlarını içe çekip gözlerini kıstığında gülmüştüm. "E o zaman ölümsüz olmuyorsunuz! Yıllarca bizi kandırdınız mı?" diye de isyan etmeyi unutmamıştı.

 

"Hayır, şapşal! Size bir tokat atınca bile ölüm ihtimaliniz olabiliyor. Şok geçirip oracıkta ölebiliyorsunuz ama bizi ölesiye dövseniz de birşey olmaz. Görmedin mi, yugyeom'a o kadar vurdum ama yüzünde hiçbir yara veya kızarıklık, morluk olmadı. Kanımız yok bir kere."

 

Gözlerini kocaman açıp şaşırdığını belli eden bir yüz ifadesi takınmıştı. "Waoww, mükemmel bu! Bana kötü bir şey yaparsan seni bir güzel döverim öyleyse."

 

"Sana kötü birşey yapabileceğimi mi düşünüyorsun?" diye kızgınca sormuştum. Öyle demek istemediğini biliyordum ama onu açıklama yapma durumuna düşürmek eğlenceliydi.

 

"Ama öyle birşey olursa beni dövebilirsin. Pek etki yaratmaz bu ufak yumrukların ama, olsun." diye dalga geçmiştim sonda kahkaha atarken. Bu sefer kaşlarını çatan o olmuştu. Ufacık ellerini yumruk yapıp tam da göğsüme vurduğunda yerimde hafifçe hareketlenmiştim. Acıyormuş gibi yapmıştım fakat acıtmadığı gerçeği ortadaydı.

 

"Öyleyse senden ayrılacağım! Ufak yumruklu bir sevgili istemezsin herhalde." nazlanıyordu açıkça. Gülmeye devam etmiştim. Göğsümde olan elini bastırarak yerinde doğrulmuştu. Yatakta oturur pozisyona geldiğinde kaşları çatık bir şekilde bana bakmaya başlamıştı. "Gülme!"

 

"Ya ne yapayım, çok tatlı görünüyorsun." demişken gülmeye devam ediyordum. Kollarını birbirine dolamışken bende yerimde doğrulmuştum. Yüzümdeki gülümsemeyi durdurmayı başardığımda gözlerine bakmıştım uzunca.

 

"Hadi söyle bakalım, ben ölünce cümlesinin devamı neydi?" diye merak ettiğim şeyi sormuştum. Altından bir şeyler çıkacağı belliydi. Bu tür başlayan soruların hepsi beni tedirgin ediyordu. Soru olmasına bile gerek yoktu, ağzından çıkması ve hatta aklından geçmesi yetiyordu. Tüylerimi diken diken ediyordu.

 

Bakışları bir yerlere giderken konuşmakta tereddüt etmişti. "Ben ölünce..." demiş ve tekrar gözlerimin içine bakmıştı. "Ben ölünce nasıl bir hayat yaşamayı planlıyorsun?" demişti tek nefeste. Düşündüm. Anlık olarak çok kısa düşündüm. Ardından şöyle bir cevap verdim.

 

"Asıl sen birlikteyken nasıl yaşamak istiyorsun?" Kaşlarını kaldırmış ve kısa bir süre düşünmüştü. Tüm odağı bu soru olmuş gibiydi. Düşünürkenki dalgınlığı sırasında yüzünde bir gülümseme olmuştu. "Sadece ikimizin olduğu küçük bir ev istiyorum. Evin rengi mavi olsun. Bir de... bir de büyük bir balkonu olsun. Böylece geceleri birlikte yıldızları izleyebiliriz..."

 

Anlatırken o kadar heyecanlıydı ki, sadece onun hayallerini kendi aklımda da canlandırıp gülümsemekten başka birşey yapmıyordum. Lafını bölmek, hayallerini saniyelik bile olsun bozmak istemiyordum.

 

"Bir sürü müzik kasetimiz olsun, daha nostaljik olur. Sen uyumasan da büyük bir yatağımız olsun. İkimiz hep birlikte yatalım... Yatak örtülerimiz kırmızı olsun mu?" diye sorduğunda ise tümden bitmiştim. Öyle masumca hayalleri vardı ki, hepsini şuan gerçekleştirmek istiyordum. Özellikle de hayalleri gerçek olduğundaki sevincini düşünüyordum. Kırmızı yatak örtüsünün onu ne denli sevindirip, hatta ve hatta yerinde tepinmesini sağlayacağını çok iyi biliyordum.

 

Başımı sallamıştım hızla. Hevesli olmaya çok özen göstermiştim. İstemediğimi düşünüp de hevesinin kırılması isteyeceğim son şey bile değildi. "Başka ne olsun istersin?" diye sormuştum beklentiyle. Keyfi fazlasıyla yerindeyken bunu gerçekten çok düşünüyordu.

 

"Çift pijama takımlarımız olsun. Benim yastığım biraz sert olsun, yumuşak olunca rahat uyuyamıyorum... bir odayı mavi ile kombinleyelim. Mavi ve beyaz karışımı olursa mükemmel olur. Mutfakta bir dolabı tamamen Mısır gevreği ile doldururuz. Gece ben acıkırken birlikte bir şeyler atıştırırız. Tarçınlı kek yaparım sana, sende afiyetle yersin. Sonra... sonra da oyuncak araba koleksiyonu yaparız birlikte. Hah, yapboz da çözeriz. Bir sürü oyun alır, saatlerce oyunlar oynarız."

 

Anlattıklarının arasından bakışları bakışlarımda takılı kaldığında durmuştu. Hevesle anlattığı şeylerde kendini kaybettiğinin farkına varmıştı. Alt dudağını ısırmıştı. "Oynarız tabi! Hepsini yaparız." demiştim sevinçle. Onunla çocuklaştığımı fark etmiştim ve buna gülmeden edememiştim.

 

"Ben seni güzelce bir yere oturtur mankenim yaparım. Saatlerce resmini çizerim. Bir oda dolusu resmimiz olur. Her yere senin resimlerini asarım. Sen bıkınca beni yumruklarsın güzelce." demiştim gülerken. Birlikte hayal kurmanın her şeyden daha güzel olduğunu fark etmiştim o an. O da benim hayallerime gülünce ortamda çok değişik bir hava oluşmuştu.

 

Birden kapı çalınca bakışlarımız o tarafa dönmüştü. "Gel!" demiştim ve hemen ardından kapı açılmıştı. Felix başını kapıdan geçirip bize göz gezdirdiğinde yüzündeki donuk ifadede takılmıştım. Taehyung'un elinde olan elimi çekip ayağa kalkmıştım. "Ne oldu? İyice sararmışsın."

 

Ağzında bir şeyler geveler gibi olduğunda taehyung da yataktan kalkmıştı. "Bay min geldi." demişti.

 

"Ne var bunda? Beklesin içeride, geliyorum." demiştim. Bize sık sık gelirdi bu yüzden artık onu da yabancı saymıyordum. Ben, kocam, cadılar, felix ve bay min kocaman bir aileydik artık. İş çok farklı bir boyuta taşınmıştı komik bir şekilde.

 

"Ama yanında misafiri var." dediğinde gerginliğini şimdi anlıyor gibiydim. Büyük ihtimalle yine benim sevmediğim birini almış ve yanında getirmişti. Başımı duvarlara vursam yeriydi.

 

"Kimi getirmiş?" diye sormuştum. Dudaklarında olan elini indirmişti. Arkamda duran taehyung'a da baktığında beklemekten iyice sıkılmıştım.

 

"Hannah."

Loading...
0%