@cileklerveyoon
|
İyi okumalarr ✨
"Burası ev mi yoksa otel mi, anlamadım. Her geleni de alıyoruz. İnanılır gibi değil!" diye söylenmiştim, tekrar tekrar. Taehyung ise işaret parmağını dudaklarına götürmüş, susmam için işaret veriyordu. Gözlerimi devirmiştim.
Önümde oturan ikiliye bakmıştım. Bay min ve rose'un gelişini anlayabiliyordum, fakat Hannah ve daha yeni tanıdığım sevgilisinin benim evimde ne işleri vardı, anlayamıyordum.
Ortalama boyda olan Hannah için fazla uzundu sevgilisi. Sarı saçları, kehribar gözleri, dolgun dudakları ve kalın kaşlarıyla bütünleşen keskin bakışları vardı. Hannah'ın minyon tipine yakışır bir sevgiliydi. Turuncuya yakın saçları vardı, Hannah'ın. Tıpkı sevgilisi gibi dolgun fakat şekil bakımından oldukça farklı dudakları vardı. İnce kaşları ve uzun kirpikleri onun minyon tanımına biraz ters düşüyordu. Saçları da oldukça uzundu. Beyaz teni ve turuncu saçları birbiriyle uyumu iyice yakalamışlardı.
"Bizim stephen'lar ile ilgimiz olmadı hiç. Beni vampir yapan onlardı, bu yüzden bir süre yanlarında kalmam gerekiyordu. İyileşme sürecindeydim ben. Seni bile tanımıyordum." diye açıklama yapmıştı, Hannah. Gözlerimi ilgisizce üstünde tutmuştum. O da kendinden emin oluşunu ortaya sermek için gözlerini gözlerimden çekmiyordu.
"Bundan bana ne?" demiştim sadece. Bacak bacak üstüne atmış, dizimin üstünde duran elimi ritimle hareket ettiriyor ve olduğu yere vurmasını sağlıyordum. Öteki elim taehyung'un elini sıkıca tutuyordu çünkü neyin nesi olduğunu bilmediğim iki vampir evimdeydi. Üstelik hannah'ın sevgilisi Eric, bakışlarını taehyung'a çeviriyordu sürekli. Oldukça rahatsız edici bir ortamdaydım.
"Huzursuz görünüyorsun." demişti düz bir ifadeyle, Eric. Bakışlarımı ona çevirmiş, konuşmadan hemen önce dilimi yanağımın içerisinde gezdirmiştim. Tek kaşım zaten kendiliğinden havalanıyordu sürekli. Buna karşı gelemiyordum artık.
"Rahatsız edicisiniz." dedim tok bir sesle. Bakışlarını sevgilisine çevirdiğinde birbirlerine bakmışlardı. Bir tür anlaşma şekli gibiydi bu. Yine de çok umursamamış, yanımda duran taehyung'un yüzüne bakmıştım. Garipti ki, korkmuyordu. Oldukça sakin bir şekilde elimi tutuyor, bakışlarını herkeste birer birer gezdiriyordu.
"Ne oluyor bilmiyorum ama aranızda halledin artık. Bu düşmanlık işlerinin hepsi beni buluyor ve uğraşmaktan sıkıldım." demişti bay min. Hepimizin odağı o olmuşken yanıtlamak için nefes almıştım hızla.
"Merak etme, düşmanlık falan yok. Yugyeom ile olan hesabımı kapattıktan sonra kimsenin bize yanaşmasına dahi izin vermeyeceğim." demiştim. Sıkıntılı bir iç çekişten sonra bakışlarını başka yere çevirmişti, bay min. Hiç de iyi bir şeyin habercisi gibi gelmiyordu.
"Yugyeom ile hesabın falan kalmadı, jeon." dediğinde koltuğa yaslı olan sırtımı çekmiştim. Öne doğru çok hafif şekilde kıpırdandığımda kaşlarımı çatmıştım. "Buna ben karar veririm."
"Hayır, aptal! Bir ölüyle düşman olamazsın." dediğinde gözlerim kısılmıştı. Taehyung da yerinde kıpırdanmışken, "ne?" demişti. İkimiz de bir açıklama bekliyorduk.
Bakışlarını bize çevirdiğinde, "gidip kendiniz görün." diye yanıtlamıştı. "Neyi?" Ardından da eklemiştim. "Açık konuş! Neler oluyor?"
Diğerleri bize göre daha sakinlerdi. Hannah ve yugyeom'un tanışmadığını bile düşünüyordum. Bay min vampirlerin başında gelen biri olduğu için bütün vampirleri tanırdı. "Uçurumun başında, kayalıklarda. Oraya gidin."
Bir kaç saniye düşünmüştüm. İma ettiği şey, yugyeom'un öldüğüydü. Gidip kendi gözlerimle görmek istiyordum. Fakat emindim ki, taehyung'da peşime takılmak isteyecekti. Ne olduğu belli olmayan birşey görmesini istemiyordum. Duygusal biriydi ve böyle birşeyi kaldıramazdı. Bu yüzden onu asla yanımda götürmeyecektim.
"Ben felix'le gideceğim. Kimse gelmesin!" derken yerimden kalkmıştım. Felix de aynı hızla yerinden kalkmışken taehyung kolumu tutmuştu. "Bende gelmek istiyorum." dediğinde direkt olarak cevap vermiştim. "Hayır!"
Sert bir şekilde konuşup reddetmeme rağmen inat edecekti. Hatta başlamıştı bile. "Görmek istiyorum. Lütfen!"
"Hayır dedim!" diye kızdığımda ise kolumda duran elini çekmiştim. Sıkıca tutmuştu ama gücüme karşı koyması imkansızdı. Arkamdan gelirken söyleniyordu. Salon kapısına kadar gelmişken önünde sertçe durmuştum. Bakışlarımı başta onda tutmuş, pes etmeyeceğine emin olmuştum. Sonrasında hwasa'ya bakmıştım.
"Peşimden gelmesine izin vermeyin!" demiştim. Hwasa hemen oturduğu yerden kalkmıştı beni onayladığını belirtirken. Taehyung ise bana daha çok yapılmaya başlamıştı. Hwasa taehyung'un kolundan tutmuştu. Diğer elini de ters tarafta kalan omzuna geçirmişti. Onu sıkı tutuyor, "hadi, taehyung." diyorken oturması için nazikçe uyarıyordu.
"Hayır, istemiyorum! Bende gideceğim! Bırak beni!" diye bağırmaya başlamıştı, hwasa'yı ittirirken. Buna karşın Ashley de yerinden kalkmış ve hwasaya yardım etmek için taehyung'u sırtından güç uygulamadan ittirirken.
"Bu böyle olmayacak! Kusura bakma taehyung ama bunu yapmak zorundayım." demiş ve parmağıyla jungkook'un eline dokunurken kısaca birşey fısıldamıştı. Ben tüm olanları izlerken taehyung kitlenmiş gibi olduğu yerde kalakalmıştı. Bakışları bomboş, direkt olarak boşluğa bakıyordu. Kolları, bacakları ve hatta mimikleri bile milim kıpırdamıyordu.
Kaşlarımı çatmışken yerimden kıpırdamış ve taehyung'un yüzüne koymuştum ellerimi. "Birşey olmayacak, değil mi?" diye sormuştum, hwasa'ya bakmadan. Taehyung'un yüzündeki ellerimden birini eline indirmişken, hwasa'nın başını salladığını görmüştüm.
"Hayır, sadece bilinci kapalı. Bizi duyuyor, görüyor, fakat tepki veremiyor. Büyüyü kaldırdığımda büyük bir tribe hazırla kendini." demişti. Bahsettiği şey, taehyung'un onu yanımda götürmediğim ve daha doğrusu bu büyüye maruz kalmasına izin verdiğim için tepkilenecek olmasıydı. Fakat pek umurumda değildi açıkçası. Ben onun gönlünü almayı bilirdim.
"Hemen gidip geleceğim. Bana kızma, bebeğim." demiş ve alnından öpmüştüm. Ardından yanağındaki elimi istemeyerek de olsa çekmiştim. Hwasa ve Ashley ben çekildiğim gibi onu tutmuş ve yürütmeye başlamışlardı. Yüzünde herhangi bir ifade yoktu.
Son bir kez daha arkamda bırakıyor olduğum sevgilime bakmıştım. Gözlerim Hannah ve sevgilisine değince onları hiçe saymıştım. Burada olup olmamaları umurumda bile değildi. Bay min'in burada oluşu içime bir nebze su serpiyordu da. Olay çıkmasına asla izin vermezdi.
Evden hızlı adımlarla çıkmışken Felix peşime takılmıştı. Nasıl oldu, ne ara gittik bilmiyorum ama uçurumun başına varmıştık bile. Kayalıklardan birinin üzerinde gördüğüm beden ile yerimde donakalmıştım. Adımlarım yere çivilenmişken gitmeye korkuyordum. Bundan sonra ne olacaktı?
Felix benden önce davranmış ve yerde yugyeom'un olduğunu düşündüğüm bedene doğru hızla adımlamıştı. Kendimi onun peşinden gitme zorunluluğunda hissediyorken çarpık bir adım atmıştım. Ardından gerisi gelmişken savsak adımlarla bedenin olduğu kayalığın hemen üstünde durmuştum. Ayaklarımın hemen yanında duran bedene bakmıştım korkakça.
Yugyeom'un yüzü, gözlerimin parıltılarını çalıyordu bu gece. Daha bir kaç saat öncesinde tartıştığı, diri, canlı gördüğüm kişi şimdi tüm derisi soyulmuş ve çekilmiş halde duruyordu. Gözümün önünde duran bu felaketi nasıl, hangi kelimelerle anlatacağımı dahi bilmiyordum. Saatlerce düşünsem de aklıma, dilime herhangi birşey gelmeyecekti. Bir kaç saat öncesinde onu öldürmeyi aklıma koymuştum mecazi anlamda. Öldürmek? Bunu kolayca yapabilecek bir insan değildim, asla olmadım. Bunu gerçek anlamıyla düşünmedim bile. Fakat şimdi önümde duruyordu cansız şekilde.
"Tanrı aşkına!" diye yüksek sesle bağırıp üstüne eğildiği bedene bakmıştı. Ellerini koyup onu kontrol etmek istiyordu ama tereddütünden dolayı elleri gidip geliyordu. Ne yapacağını o da bilmiyordu. Hiç böyle bir duruma düşmemişti Felix. Tıpkı benim gibi.
Bedenimin ilk kez bu denli titrediğimiz hissediyordum. Tıpkı felix gibi yugyeom'un üstüne eğilmiştim, dizlerimi kırıp. Elimi huzursuzca uzatıp göğsüne, tam da kalbinin üstüne sapladığı keskin demir parçasına götürdüğümde güçsüzce çekmiştim. Üstündeki bir kaşık kadar kana takıldı gözüm. Biz vampirlerin kanının bulunduğu tek yer kalbi iken, yaşamını sona erdiren şey de kalbiydi.
"Neden... böyle birşeyi neden yapmış olabilir ki?" diye sormuştu cevap alamayacağını bilerek, kendi kendine. Göz ucuyla bakmıştım felix'e. Saniyelikti. Gözleri iğrenir gibi geziniyordu, yugyeom'un bedeninde. Açıkçası haklıydı da. Güzelliğinden hiçbir şey kalmamıştı. Böyle birşeyi neden yaptığını bende düşünmeye başlamıştım. Saatler öncesindeki tartışma yüzünden olamazdı, olmamalıydı. Taehyung ile ayrılmaları mı üzmüştü onu?
Üzmek. Basit bir kelimeydi. Dile kolaydı. Sevdiğin birini kaybetmek, onun seni sevmediğini bilmek tarif edilemez bir duygu. Başta bakışlarında herşeye tanık olursun, hislerin seni içine itmeye devam eder. Odaklanamazsın bir süre hiçbirşeye. Uyuyamazsın. Anlam vermeye çalışırsın bir şeylere. Kendini yetersiz bulursun. Suçu başta karşındakinde, sonra kendinde ararsın. Suçluyu bulsan bile artık biliyorsundur, geri dönüşü kalmamıştır. Sonrası çok daha kötü gelişiyordur. Onu başkasıyla görüyor ve bunu kendine yediremiyorsundur. Deli gibi düşünüyor ve onun yerinde olmak istiyorsun. Neden seninle bir mutluluk istemediğini düşünerek kafayı yersin. Aralarını bozmak istersin. Bazen bunu kendine yediremezsin. Ölmek istersin en beteri de. Bütün bu olanlar dile kolay fakat kalbe öyle değildi.
Olanları kavramıştım o anda. Son zamanlardaki ruh hali de bunu en iyi şekilde açıklıyordu. Fazla dengesiz davranıyordu fakat böyle birşeyi asla beklemiyordum. Taehyung hafızasını kaybettiği sıralarda tanışmıştım onunla. O zamanlar onu gerçekten sevmiştim. Nasıl biri olduğu açıkça ortadaydı. Sonrasında da değişmedi aslında. Düşününce onun tavırları yerindeydi de. Fakat bulunduğumuz durum doğruları bile yanlış gibi gösterebiliyordu.
Tüm bunları düşünürken elimi göğsünün üstünde tutmuştum bir süre. Bir yaşlı misali içe çeken derisi oldukça garip görünüyordu. Üstelik derisi soyuluyor, daha pürüzlü bir zemin veriyordu. Yine de iğrenmemiş ve ellerimden birini dizlerinin altından, ötekini de omuzlarını altından geçirmiştim. Onu kucağıma almışken hafifliği boğazıma bir yumrunun oturmasını sağlamıştı.
"Onu nereye götüreceksin?" diye çaresizce sormuştu Felix, ayaklanırken. Dişlerimi birbirine bastırırken, "onu yakmamız lazım, Felix. Bu yüzden önce bay min'e götürmeliyiz." demiştim kısık ses tonuyla. Ağır adımlarla kayalığın üstünden inmiş ve olanları sindirmeye çalışmıştım, kucağımdaki cesetle.
Felix arkamdan sessiz sedasız yürüyordu. O kadar şey düşünmüştüm ki, bakışlarım arasında evimi gördüğümde şaşırmıştım. Bahçeye açılan büyük kapıdan girdiğimizde Felix benden önce davranmış ve koşar adımlarla eve girmişti. Muhtemelen yukarıdakilere haber verecekti.
Çok geçmeden taehyung hariç herkes aşağıda toplanmıştı. Herkes şok olmuş haldeyken bay min sakindi. Bu tür şeylere o kadar fazla alışmıştı ki, artık ona çok normal geliyordu. Hatta bu kadar ki, ilk konuşan o olmuş ve "onu hemen yakmalıyız." demişti.
Bu içimi kötü bir hisle kaplarken sözlerine devam etmişti. "Aksi takdirde işler daha kötü olur." dediğinde bir yugyeom'un bedenine, bir de bay min'e bakıyordum.
Herşey o kadar hızlı gelişmişti ki, yugyeom'u büyük bir açıklığa götürüp yakmıştık bile. Gözlerimin önünden bir an olsun gitmiyordu o görüntüsü. Yanarken ateşin dumanı süzülüyordu havada. Isı, hepimizi kendinden uzak tutmayı başarmışken her birimiz uzaktan izliyorduk, bizim üçlü haricinde. Ashley ağlıyordu. Yugyeom'u severdi çok. En az taehyung kadar o da kaldıramayacaktı bunu uzun süre. Hatta bizi suçlayabilirdi bile. Olacakları kestirmek kolay gibi görünüyordu fakat oldukça zordu.
Bundan sonrasında olanları taehyung'a açıklama işi bana düşüyordu. Nasıl söyleyeceğimi, hatta söyleyip söylemeyeceğimi dahi bilmiyordum. Bilmesi gerekiyordu. Bunu ondan saklayamazdım. Bu yüzden gün batımında eve vardığımız gibi taehyung'un yanında bitmiştim. Hwasa, büyüyü kaldırmadan önce bana zaman vermeyi teklif etmişti fakat istemiyordum. Düşünmeye ihtiyacım yoktu. Bu yüzden büyüyü hemen kaldırmıştı.
Taehyung'un donuk gözleri büyünün kalkmasıyla birden renklenmişti. Oturduğu koltukta kendine gelirken hemen dibinde oturuyordum. Bakışları ilk beni buldu. Gözlerimin içine baktığında yüzü buruşmuş, dudakları büzülmüştü birden. Kaşları çatılırken çenesi titremişti yavaşça. Gözleri çabucak dolduğunda, "öldü mü?" diye sormuştu titrek sesle. Elimi uzatıp elini tutmuştum bir çırpıda.
Bakışları birleşen ellerimizi bulduğunda gözlerindeki doluluk taşmak için hazırlanmıştı. Elimi yanağına koyup okşamıştım. Saçları, eğdiği başı yüzünden yüzünü kapatıyordu. Yaklaşıp saçlarından öpmüştüm. Dudaklarım saçlarında durmuştu bir süre. Çekmemiştim. Ardından o bana sarılmıştı hızla. Elleri kollarımın altından geçip sırtımda birleşirken bende ona sarmıştım bir çırpıda kollarımı.
Hıçkırıklarla ağlamaya başladığında kendimi çok çaresiz hissetmiştim. Hiçbir acıdan, üzüntüden kaçamıyorduk. Hepsi bir şekilde dönüp bizi buluyordu, daha diğerinin acısı geçmeden. Gerçekten bütün bunları yaşamayı hak ediyor muyduk? Benim kötü lanetim onu da içine çekmişti bir bataklık gibi. Beni kurtarmaya çalışırken kendisi batmıştı. Onu da kendimle birlikte çekerken bencillik mi etmiştim?
Benim de gözlerim yaşarırken boynuma denk gelen yüzünü iyice bana gömmüştü. Başımı çok az eğmiş ve burnumu saçlarına girdirmiştim. Onun boynuma akan gözyaşları gibi benim de yanağımdan bir yaş süzülmüş ve saçlarının arasına karışmıştı.
Kimseden ses çıkmıyordu. Ashley'in iç çekişleri ve taehyung'un hıçkırıklarından başka bir ses duyulmuyordu. Felix Ashley'in yanında oturmuş sırtını sıvazlıyordu, ona iyi gelebilmek için. Birbirlerine gerçekten çok yakınları fakat çözememiştim hala. Bu sevgi aşk mıydı yoksa dostluk muydu?
Taehyung kucağımda ağlarken birden yağmur bastırmıştı. Bakışlarımı ondan çekip pencereye çevirdiğimde yeri delmek istermiş gibi durmadan akan damlalarla bakışmıştım. Ve o an anlamıştım; gökyüzü bizim için ağlıyordu. Fakat bundan ziyade, yugyeom'un izlerini siliyordu. Küllerini toprağa karıştırıyordu. Kızgındı. Bana kızgındı. Öfkeliydi. Kendi lanetime diğerlerini bulaştırdığım içindi. Taehyung'un mutluluğunu, yugyeom'un iyi kalbini, hatta ailemin varlığını bile yok etmiştim.
Bundan sonrasında yeni bir senaryo seçmem gerekiyordu. İşi daha kötüye mi sürükleyecektim, yoksa hepsini memnun edip hikayeyi sonlandıracak mıydım?
|
0% |