@cileklerveyoon
|
İyi okumalarr ✨
"Bir türlü gözüm tutmadı şunları." demiştim eğildiğim kulağına doğru. Yüzünü ekşitirken dirseğiyle koluma vurmuştu. "Sussana ya! Görmüyor musun, bizi duyuyor." demişti fısıltıyla.
Omuzlarımı silkerken dudaklarımı da aşağıya doğru sarkıtmış ve "biliyorum, umurumda değil." demiştim. Bakışlarım karşımızda duran, kendisinden bahsettiğimiz hannah'a yöneldiğinde göz ucuyla bize baktığını görmüştüm.
"Kahveler geldi!" diye yüksek ve neşeli çıkan sesiyle içeriye giren hwasa, büyük bir tepsi taşıyordu elinde. Kahve bardaklarını dizmiş, bay min'den başlayıp sırayla dağıtmaya başlamıştı. Havada uçuşan teşekkürlerin ardından geçip yerine oturmuş, rose ve bay min'le sohpet etmeye başlamıştı.
Hepsi birbirinin etrafında otururken Ashley ve Felix ayrı duruyordu, tıpkı bizim gibi. Hannah ve eric'de diğerlerine katılıyordu. Çoktan alışmışlardı bize. Ben her ne kadar hoşnut duymasam da masum olduğunun farkındaydım. Yine de ne olursa olsun stephen'lar ile alakası vardı. Bu kısa süreli ve uzun süreli olabilirdi, farketmez.
Aşırı saçma bulduğum bir dizi hakkında konuşup gülüyorlardı ve onlara katılmak isteyeceğim son şeydi. Taehyung'a yanlarına gidebileceğini söylememe rağmen yanımda oturup onlara kulak kabartırken benimle ilgilenmeye çalışıyordu. Belki de onu zora sokuyordum.
"Felix ve Ashley'e baksana! Ne ara bu kadar yakın oldular ki?" diye fısıltıyla onlara bakarak konuştuğunda bende göz ucuyla bakmıştım. Ardından ondan yana döndüğümde bakışlarım dudaklarına inerken konuşmuştum. "Onlar en başından beri yakındılar ama bizden çekiniyorlardı. Yugyeom'un ölümünden sonra Ashley çok yıprandı. Felix her zaman onun yanında oldu. Belki de böylece birbirlerini buldular."
Yugyeom'un ölümünden bahsederken gözlerindeki düşüşü görmüştüm ama dile getirmemek canımı acıtıyor değildi. Aklıma geldiği her an vicdan azabı çekiyordum ama bunun bir faydası yoktu artık. Ne gideni geri getirebilirdik, ne de devam eden hayatı durdurabilirdik. Bundan sonraki hayatımızı acı üstüne inşa etmek bize ne sağlayacaktı?
Kapı çalınca bütün dikkatim oraya yönelmiş ve kimin geldiğini hemen anlamıştım. Taehyung benim kapıya bakışımı fark edince sorgular bir şekilde bakmıştı. "Lord hoseok." demiştim. Kaşları havalanırken bakışları içeriye giren hoseok'a dönmüştü.
Her zamanki gibi yüzünde büyük bir gülümsemeyle içeriye giren hoseok kıyafetlerinin farklılığı ile göze batıyordu. Fakat kendine has beyaz kıyafetleri, lila rengindeki uzun saçları, özenle işlenmiş gibi muazzam olan yüzü ile tam bir elf olduğunu belli ediyordu. Ardında neredeyse onunla aynı olan, kıyafet, saç ve yüz ile hoseok'a ettiğim tüm iltifatları tekrarlatan seokjin vardı. Elflerin hepsi fazla ilgi çekici ve meleksiydiler, biz vampirlerin aksine.
Tam da o anda taehyung'u onlar gibi düşünmeye başladım. Gözümün önünde beliren taehyung'un benim taehyung'umdan bir farkı yoktu. Saçlarının kısa ve kahve olması, kıyafetlerin düz olması dışında hiçbir değişiklik yoktu. Bunları düşününce de felix'in de onlar gibi olmadığı gelmişti aklıma. O da tıpkı taehyung gibi giyiniyor, saçları sarı olmasına rağmen kısa kullanıyordu.
Düşününce taehyung Felix gibi mi olacaktı yoksa hoseok gibi mi? Bu oldukça kafamı kurcalıyorken bakışlarım hoseok'daydı. İçeri girdiği anda bay min rahatsız olmuş gibiydi. Rahatsızlıktan kastım, sanki aralarında daha önce birşey olmuş da aynı ortamda durmak onlara tuhaf geliyormuş gibi. Yine de belli etmemeye çalışıyor, birbirleriyle iletişimi kesmiyorlardı kalabalık ortamlarda.
Birbirleriyle selamlaşmaları gitmişken lord hoseok da bir yere yerleşmişti. Hwasa kahve için mutfağa gitmişti tekrar. Gerekli miydi? Sanmıyorum. Biz vampirler kahve içmezdik, hatta yemek de yemezdik ama insanlar tarafından ayırt edilmemek için bunu alışkanlık haline getirmiştik. Fark etmiyordu artık iki şekilde de.
"Bakıyorum da iyi görünüyorsun, taehyung." demişti yüzündeki samimiyetle. Bakışlarım hemen taehyung'a dönerken bu samimiyet karşısında hafif bir utanç hissettiğini anlamıştım. Buna gülümserken konuşmasını beklemiştim. "İyiyim zaten, teşekkür ederim. Sizde oldukça iyi görünüyorsunuz."
Kibarlığı karşısında yüzümü ona daha çok yaklaştırmış, yavru köpek misali başımı başına sürtmüştüm hafifçe. Buna hiç kimse takılmazken araya seokjin girmişti. "O her zaman iyi görünüyor. Fakat benim kadar olamaz." demişti oldukça egolu bir tavırla. Lord ona karşı histerik bir gülüş atarken karşılık verme ihtiyacı bile duymamıştı.
"Ah, evet. Sende mükemmel görünüyorsun..." diye mahcup bir şekilde konuştuğunda yüzüne doğru kısık sesle gülmüştüm. Fazlasıyla geriliyordu ve bu onun elinin ayağına karışmasına olanak sağlıyordu. Bu şekilde daha şirin olduğunun farkında bile değildi.
"Bu kadar kasma, bebeğim. Kimseye iyi davranmak veya iltifat etme zorunda değilsin." demiştim biraz olsun rahatlaması için. Fakat başını iki yana sallamıştı. Birşey söylemeyecek gibi duruyordu ama itiraz edişini de görmemi istiyordu.
Duyduğum bir kaç ses ve hemen ardından çalan kapının sesi ile gözlerimi devirmiştim. Hwasa kalkmaktan yorulmuş olmalıydı artık.
Duyduğum sesin tanıdıklığı ile şaşırmıştım abartılmayacak şekilde. Taehyung'a baktığımda hala seokjin ile konuşuyordu. Bu beklenmedik misafire karşı sevinecekti fakat iyi birşey miydi bilemiyordum.
Kapıdan girdikleri anda jimin afallamış bir ifade ile durmuştu. "Parti mi var, ne oluyor?" dediğinde taehyung'un bakışları hızla jimin'i bulmuştu. Yerinde ayaklanırken kısaca diğerlerini süzmüştüm. Bakışlarım her zamanki gibi ilk olarak bay min'e gitmişti. Nedeni açıkça ortadaydı aslında. Herşeyi daha önceden bildiğini söylüyordu, biliyordu da. Yşne de bilmediği bir zaman gelir mi diye bir şey olduğunda ilk onun tepkilerine bakıyorum.
Garipti ki, yüzünde her şeyi biliyor olmanın rahatlığının yanında büyülenmiş bakan gözleri her yönden fark ediliyordu. Bunun da yakında ortaya çıkacağının bilincinde bakışlarım tekrar taehyung'a dönmüştü. "Hangi rüzgar attı seni?"
Kaşlarını çatmış olan jimin yalancı bir tavırla konuşmuştu. "Sen beni unutunca ziyaretine geleyim dedim ama sanırım yanlış bir zamanda geldim..." dediğinde sonlara doğru sesi tereddütle çıkmıştı. Gözlerini etrafta bulunan kişilere çevirdiğinde mahcup bir şekilde gülümsemişti.
Arkasında duran namjoon'u yeni fark etmişti herkes. Birlikte gelmişlerdi oysa ki. Aşağıda karşılaşmış olmalıydılar. Giydiği uzun trençkotu çıkarıp da hwasa'ya uzattığında birbirleriyle ufak bir diyaloğa girmişlerdi.
"Hayır, hayır, gel!" demişti jimin'i koltuğa yöneltirken. İkisi de oturmuşken herkesin suskun bakışları jimin'i izliyordu. Bu durumda ortaya atlayan ben olmuştum. "Arkadaşlar, bu jimin. Taehyung'un en yakın arkadaşı." demiştim. Ardından jimin'e dönmüş ve "ıhh jimin, namjoon'u tanıyorsun zaten. Felix, hwasa, ashley, hepsini tanıyorsun. Bu bay min, yanındaki de rose."
Bay min ve rose'a karşı da baş selamı vermiş, ardından benim tanıtmaya devam edeceğimi bildiğinden Hannah ve eric'e dönmüştü. "Hannah ve sevgilisi Eric." diye tanıttıktan sonra ise tanışma faslı bitmişti.
Şimdi beni asıl huzursuz eden şey, bizim burada doğaüstü şeyler konuşuyor olacakken jimin yüzünden konuşamayacak olmamızdı. Taehyung'un hafızası bile sırf bu tür şeyleri biliyor diye silinirken bir de jimin'in dertleriyle uğraşamayacaktım. Yeterince yorucu ve gericiydi.
Bakışlarım bay min'e dönerken bana bakmasını beklemiştim çünkü şuan jimin'e odaklıydı. Aman tanrım bir de bununla mı uğraşacaktık?
"Ihmm, bay min size şu yeni iş hakkında bir şeyler sormak istiyordum. Benimle gelir misiniz acaba?" diye uyduruk bir şekilde konuşmuştum. Bakışları bana dönerken anlamıştı neden bahsettiğimi. "Ah tabi..." demiş ve yerinden kalkmıştı benim de kalkmamla. Yürürken bir şeyler konuşuyormuş gibi ilgili görünmek için saçma sapan bir kaç şey söylemiştim sanki fazlasıyla önemliymiş gibi.
Çalışma odama geçtiğimiz sırada tekli sandalyelerden birine oturmuş, bacak bacak üstüne atmıştı. Söyleyeceğim şeyi biliyormuşçasına bakıyor fakat benim söylememi bekliyordu. "Ne yapacağız? Jimin'in önünde konuşamayız." demiştim oturmadan.
Hiç umurunda değilmiş gibi bir tavırla bakarken omuz silkmişti. Ellerini birbirine geçirmişken, "öyleyse şimdi konuş! Diğerlerinin fikirlerine ihtiyacın yoktur, sanıyorum ki..." demişti beni yoklarcasına. O sırada aklıma gelen tek kişi hoseok olmuştu. Onsuz bu konuyu konuşmak fazla saçma olurdu.
"Lord hoseok'un da bize katılmasını istiyorum." demiştim. Başını ağırca sallayıp onayladığında harekete geçmiş ve salonda oturan hoseok'u kapıdan işaret ederek çağırıp gelmiştim. Odaya girdiğimiz sırada tam olarak bay min'in önündeki boş yere oturmuş, benim ise sandalye çekmemi gerektirmişti.
"Taehyung'un elf olmasını istiyorum." demiştim sessizliği bozup ilk konuşan kişi olarak. Bay min kollarını birbirine dolamış arkaya yaslanmışken hiçbir tepki vermemişti. Lord hoseok ise tek kaşını kaldırmış ağzını aralamıştı. "Bunun öylesine basit bir şey olmadığını biliyorsundur umarım."
Başını sallarken söze girmiştim, kendimi açıklamak için. "Biliyorum. Ama eminim ki siz de taehyung'un hafızasının tekrar silinmesini ya da vampir olmasını istemezsiniz. Durumumuz ortada ve onun da bizim gibi olmasını istemiyorum. Onu bile bile böyle bir şeyin içine atamayız." derken bay min her zamanki gibi bana bakma ihtiyacı bile duymazken, hoseok göz temasını asla kesmiyordu. Oldukça zıttılar birbirlerine.
Lordun mimikleri bana hak verdiğini belli ederken bunu sözel olarak da dile getirmişti."Kusura bakmayın ama vampirlerden hiç haz etmiyorum. Bu siz olun veya bir başkası olsun, asla fark etmiyor. Elbette ki elfleri de savunmuyorum ama en azından türden türe iyi veya kötü oluşları değişebiliyor. Taehyung'un bir vampir olmasındansa elf olmasını yeğlerim."
Bay min bakışlarını hoseok'a yöneltmişken dudaklarının içini ısırıyor, ortamın ciddiliği ile dilini yanağının içinde gezdiriyordu. Bir şey söylemeyecek gibi dururken bunu ona kendim sormak istedim. "Siz ne düşünüyorsunuz, bay min?"
Bakışları bana dönmüş, aslında ne kadar çaresiz olduğumu görmüştü. İçten içe biliyordum ki, o belli etmese de bize değer veriyordu. Aksi takdirde bunca zaman taehyung için yeni bir ceza keser, gerekeni yapardı bile. Fakat bu oldukça karışık duruma müsamaha gösterip bana akıl vermişliği bile olmuştu.
Derin bir nefes aldıktan sonra benimle göz temasına girmişken, "onu ne yapmak istediğin beni ilgilendirmez fakat bunu en kısa zamanda yapman gerek. Aksi takdirde geçmiş kendini tekrarlar. Bunu yapmak zorundayım. Biraz daha göz yumarsam bu sefer cezalandırılacak olan ben olurum. Ve evet, elflik vampirlikten daha mantıklı geliyor kulağa." demişti. Sondaki cümleyi ise lord hoseok'a karşı söylemişti. Bu ortamı gererken ben araya girmiştim.
"Anladığım kadarıyla bunun cezalarla, kurallarla hiçbir ilgisi yok. Tek yapmam gereken onu herhangi bir insanüstü varlığa çevirmek." dediğim sırada başını sallamıştı, lord hoseok. Başını önüne eğmişken bir şey düşünür gibi olmuştu. Tüm dikkatimi ona vermiş, söyleyeceği şeyi beklemiştim.
Elini başına koymuş olduğu yeri ovarken, "işin kötü yanı, elflik de sandığınız kadar kolay değil. Ol deyince olunmaz." demişti. Ardından konuya tam olarak bir giriş yapmış, bana bilmediğim herşeyi anlatmıştı, dönüşümün gerçekleştiği kısım hariç. Tıpkı felix'in söylediği gibi bunun kimseye söylenmeyeceğini veya kimsenin önünde yapılamayacağını söylemişti. Ki bu sefer bunun gerçekliğine inanmıştım. Yine de ona asla zarar vermeyecekleri konusunda anlaşmıştık.
Çok geçmeden bulunduğumuz odadan çıkmış, içeride bulunanların arasına girmiştik. Taehyung'un yanındaki yerimi almıştım olması gerektiği gibi. Birbirinden farklı konular açılmış, ortam şenlik alanı gibi olmuştu. Gülüşmeler, espriler, hikayeler, efsaneler ve daha bir sürü konu açılmış hatta insanüstü varlıkların bulunduğu konuyu bile açmıştık. Jimin'in inanmaması da bu durumda içimizi rahatlatmıştı.
Yoongi jimin'e karşı adım atmaya çalışıyor, aralarında bir şeyler olması için uğraşıyor gibiydi. Jimin'in de bunu anladığı açıkça ortadayken oldukça cilveli davranıyordu. Bu benim gözümde komik görünürken taehyung da farkındaydı tüm olup bitenlerin. Hatta ve hatta namjoon'un da seokjin'e karşı bakışları, durmadan yaptığı espriler seokjin'i etkileme çabasından başka bir şey değildi.
Birbiriyle ilgilenen insanları gördükçe taehyung ile birbirimize bakıyor, onlara garip bakışlar atıyorduk. Saat geç olmaya başladığında ise kalkmayacaklarını açıkça belli ediyorlardı, hala bitmeyen sohbetleri ile. Bu yüzden taehyung'un elinden tutup onu odama götürmüştüm. Bundan sonrasını yalnız geçirmek, biraz kafamızı toparlamak istemiştik.
|
0% |