@cileklerveyoon
|
İyi okumalarr ✨
Bakışlarımda büyük bir endişe varken ellerimi birbirine geçirmiş, bacağımı hızlı bir ritimle yere vuruyordum. Oturduğum yer beni gerginliğimden dolayı fena halde rahatsız ediyorken aşırı sabırsızdım. "Ne zaman bitecek bu?" demiştim.
Yan tarafımda bulunan hwasa elini omzuma koymuşken, "merak etme birazdan biter herhalde..." demişti o bile kendinden emin değilken. Onun yaptığı sadece anlamsız da olsa teselli etmekti. Ki bunun için ona her zaman minnettardım.
Bunu söyledikten sonra yarım saat geçmişti ama ben hala durmadan ofluyor, yanımdakileri darlıyordum. Bakışlarım kapıya kilitlenmiş, çıkmaları için yırtınıyordum. En çok üzüldüğüm tarafı ise taehyung'un bir daha eski, yani insan olan taehyung olmayacağıydı. Onu her zaman her haliyle seviyordum, sevecektim de lakin ben onu insan olarak tanımıştım. Özeldi.
Tam da bunları düşünürken kapı açılmış ve önümde felix belirmişti. Kaşlarımı çatmış, neden hala taehyung'un çıkmadığını sorgularken göz devirmişti felix. Fakat yine de beni bildiğinden uğraşmadan, "hazır mısın?" demişti. Gözlerim irileşirken bakışlarımı benim duyduğumu onlar da duydular mı diye tanımdan oturan hwasa, ashley ve seokjin'e çevirmiştim.
Gerçekti. Tek kelime edemezken başımı sallamıştım kalbim yavaşlarken. Felix tekrar kapıyı açtığı sırada gördüğüm görüntü karşısında sabahtandır bekliyor oluşuma değmişti.
Bir an ne olmutşu bilmiyordum ama saçları hiç olmadığı kadar uzamış ve kahve rengini sarıya devretmişti. Yüzünde gördüğüm bir kaç leke ona tekrar tekrar aşık olmamı sağlarken gözlerine değen gözlerim yok olmak istemişti güzelliği karşısında. Mavinin açık tonunu gözlerinde ev sahibi yapmıştı. Bedeninde tüm bunlardan ayrı olarak bir değişim aradığım sırada elini havaya kaldırmış, saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken en büyük şoklarımdan birini yaşamamı sağlamıştı. Kulaklarının ucu sivrilmişken bu onun güzelliğine güzellik katmıştı.
Kalbim ona doğru adım atmak istiyor fakat ayaklarım buna imkan vermiyordu. Etrafta kimse yokmuşçasına bakıyordum. O ise bana bakıyor, değişen gözleriyle katilim oluyordu. Benim atamadığım adımları o atıyor, bana bir an önce kavuşmak istiyordu.
Tam önümde durduğu sırada dudaklarım aralanmış ve derin bir nefes almamı sağlamıştı. Ellerini ellerime değdirdiği an transa girmiştim sanki. Yüzünde büyük bir gülümseme oluştuğunda kaşlarım havalanmıştı. Kendime hakim olmaya çalışıyordum ama hiçbir etki etmiyordu.
İnce sesi kulaklarıma yetişmek için kanat çırparken "jungkook..." demişti. Sesi benden bir cevap bekler gibiydi. Bir tepki, bir söz istiyordu ama ben o kadar şaşırmış ve büyülenmiştim ki bakışlarımı bile zor zaptediyordum.
Hala konuşmadığımda ellerini yanaklarıma koymuş ve çekiştirmişti küçük kahkahalarla. "Şapşal! Bir şey söylesene!" diye sitem etmişti. Yüzüme geniş bir gülümseme yayılırken kulağına doğru yaklaşmayı başarabilmiştim. Diğerlerinin de duyacağını bile bile, "sen benim en büyük şansımsın." demiştim fısıltıyla.
Tüm yaşanmışlıklara rağmen hala ona ettiğim ufak bir iltifatta bile kızarıyor oluşu onu ısırma isteğimi uyandırıyordu. Elimi boynuna çıkarmışken değdiği yeri okşatmıştım ilerleyerek. Çenesinin altından yol bulup da yüzüne çıktığında parmaklarım burnunun üstünden dağılan çillere bakakalmıştı. Ellerimi boynuna indirip de kavradığında kendime doğru yaklaştırmıştım yüzünü. Burnunun üstünü öperken kıkırdayışı kulaklarımı doldurmuştu.
"Bunlar yine başladı. Ben gidiyorum!" demişti felix gülerken. Taehyung'un bakışları ona dönmesine rağmen ben oralı bile olmamıştım. Saçma sapan şeyler zırvaladıklarında taehyung'a neredeyse yapışık duran bedenimi çekmiş ve felix'in bulunduğu yere dönmüştüm.
"Siz sonra ona bakarsınız. Kaçırıyorum onu!" demiştim, gülerken elinden çekiyordum. Bir kaç adımda yan tarafta bulunan odamızı bulduğumda hızla içine girmiş ve ardımızdan kapıyı kapatmıştım.
Bana hevesle bakan gözlerine alışmak çok zorken bu onu daha cilveli bir hale getirmişti. Tek adımda dibinde biterken ellerimi boynuna koyarak dayanak yapmış, yüzüne sayamadığım kadar öpücük bırakmıştım, art arda hızlı hızlı. Buna kahkahalarla karşılık verdiği sırada bende gülmeye başlamıştım.
"Hayatımda tanıdığım en mükemmel varlıksın." dediğimde bakışlarını gözlerime dikmiş, söylediğim şeyi ciddi ciddi düşünmüştü. Buna fırsat vermeden dudaklarımı dudaklarına dolamıştım. Bir kaç saniyelik tutkulu öpüşmenin ardından ıslak bir sesle ayrılmıştık birbirimizden.
Gün boyunca onu beklemiş olmamı hesaba kattığımda içeride neler olup bittiği konusunda meraktan ölüyordum. Bedenini yukarıdan aşağıya süzmüşken bunun yeterli olmadığını düşünmüştüm. Yaptığım hareketlerin hepsini büyük bir dikkatle izlerken anlam vermeye çalışıyordu.
"Çıkar üstünü!" demiştim. Anlamaz bakışları beni bulduğu sırada aceleyle konuşmuştum tekrar. "Hadi, hadi, çıkar şunları!" demiştim. Daha fazla sorgulamak istemiyorcasına, "peki tamam." demiş ve kaldırdığı kollarından kıyafetini çıkarmıştı.
Üstünde iç çamaşırı haricinde bir şey kalmamışken duraksamıştım. Omuzlarında gördüğüm şey beni dehşete düşürürken gözlerine bakmıştım doğrudan. Ne olduğunu anlamazken az önce bakıyor olduğum bedenine bakmıştı. Elini ufak yaraların üstüne bırakırken kaşlarım oldukça çatıktı.
Omuzlarının her birinde üçer tane yara vardı. Hepsi kanıyor, hatta akan kanın çıktığı yeri kurutmasına fırsat veriyordu. Bu daha çok iğneyle yapılmış gibi dursa da emin olamadım. Elimi uzattığım bedenindeki yaralara dokundum kısaca. Küçük görünüyorlardı ama acıttığına emindim. "Nasıl oldu bu?" diye sormuştum cevabı az çok tahmin ederken.
Canı sıkılmış gibi yüzü düşerken iç çekmişti. "Söylesene! Ne yaptılar sana?" diye tekrarlamıştım kendimi. Bunu söylerken dudağımın içini ısırıyor, bakışlarımı yüzünden çekmiyordum. Gözleri arkamda bir kaç tur atmış, ardından gözlerimi bulduğunda pes edişini görmüştüm.
"Ya bir şey olmadı işte! Küçük bir iğne batırmışlar o kadar. Hem ben hissetmedim bile. Acımıyor." diye savunma yaptığında dinlediklerim karşısında kaşlarım çatılmış, tüm bunların hesabını sormak istemiştim. Ona bir şey yapmayacakları konusunda söz vermişlerdi. Bu iki yüzlülükten başka bir şey değildi!
"Nasıl böyle bir şey yapabildiler!" diye sertçe konuştuğumda elini yanağıma çıkarmıştı. Aramızda bulunan bir kaç santimi de kapatıp bana sarılmıştı. Ellerini arkama geçirmiş, başını da göğsüme yaslamıştı beni yumuşatmak için. Beceremediği söylenemezdi fakat içimdeki öfke de dinmiyordu.
Ellerimi çıplak sırtına yaslamıştım bende. Teninin sıcaklığı soğuk ellerime zıttı. Yumuşak, pürüzsüz cildi elimi uyuşturuyordu. Burnuma dolan kokusunun aynı olması ise en büyük şükranlarımdan biriydi. "Ben daha sana dokunmaya kıyamıyorken..." diye başlamıştım cümleye lakin devamı gelememişti. Dilim tutulmuş gibiydi.
Başını hafifçe kaldırıp çenemi öptüğünde gözlerimi kısmıştım içimdeki hisle. Dudaklarımın kenarı kıvrılmış, tatlılığı karşısında kendime hakim olamamıştım. Kollarımı daha da sıkmışken kokusunun burnumu sızlatmasına izin vermiştim. Saçlarının arasından bir kez daha öptükten hemen sonra kollarını benden ayırmış ve yatağa fırlamıştı.
Buna fazlaca gülerken hemen yanına yönelmiştim. Uykulu, bir o kadar da yorgun görünüyordu. Kollarını esnetiyorken yataktaki yerimi sağlama almış, hemen göğsüme çekmiştim onu. Başını göğsüme yaslamışken durdum. Başını kaldırmadı için hareketlendim ve o da bunu anlamış gibi geriye çekilmişti. "Bugün tüm gece gözlerine bakmak istiyorum." demiştim.
Büyükçe gülümserken dudaklarımı öpmeyi ihmal etmemişti. "Söylesene beni en çok nasıl olduğumda sevdin? Yani söylemek istediğim şey ben insanken mi daha güzeldim yoksa şimdi mi?" dediğinde sorduğu soruyu düşünmek bile istemedim. Şuana kadar bana sormuş olduğu en anlamsız sorulardan biriydi.
"Sen her zaman, her halinde, her evrende, her kim olursan ol en güzelsin. Çok saçma bir soru bu!" diye de kızmıştım. Dudak büzmüştü hemen. Koluma yalancıktan vurduğu sırada eli ilk defa ağır gelmişti bana. Yine de umursamamışken, "ya bir seçim yapmak zorundasın! İllah ki birini diğerinden daha çok seviyorsundur..." demişti.
Başımı iki yana sallamıştım inkar etmek için. O da elini yüzüme koymuş, durdurmaya çalışmıştı. İnkarımı kabul etmiyordu. "Sen beni dinlemiyor musun?" diye konuştuğum sırada beni cidden dinlememiş ve "hayır, hayır, hayır! Sen seçene kadar seni rahat bırakmayacağım!" demişti inatla. Buna gülmüştüm.
"Öyleyse rahat bırakma. Ne yapacağını görmek istiyorum." demiştim imayla. Bunu anlayınca bugünün kaçıncı vuruşu olduğunu bilmediğim bir yumruk daha yemiştim koluma. Acıtmıyordu ama sanki bu elflik ona güç mü vermişti?
Yüzü hala buruşuk, dudakları hala büzülüydü. "Ya küserim bak!" dediğinde eliyle yüzünü kapatıyordu. Kollarımı sıkılaştırmış, aramızdaki boşluğu kapatırken gülücüklerimin arasından ellerini öpmüştüm. İnat ediyor, yerinde sürekli kıpırdanıyordu istemeyerek.
"Küsme birtanem, küsme bebeğim! Söyleyeceğim hadi aç yüzünü." demiştim inadını kırmasını sağlayarak. Başta iki parmağının arasını açıp bana oradan emin olmak için bakarken gülümsemiştim dişlerimi çıkararak.
Ellerini tamamen çekip de yüzünü açığa çıkardığında elini de omzuma atmıştı. "Seni numaracı!" diyerek güldüğüm sırada tek kaşını kaldırıp bununla gurur duymuştu. "Hadi, söyle!" diye emir verdiğinde de istediğini almakta kararlı oluşu beni baymıştı.
"Küsmek yok ama, tamam mı?" diye tembih etmiştim çünkü verdiğim herhangi bir cevaptan sonra bana trip atabilirdi. Başını masumca iki yana sallarken bunu yapmayacağını söylemişti bir nevi fakat güvenememiştim. "Aralarından seçim yapamam çünkü ikisi de sensin, taehyung. Ben seni her halinle, her şekilde ve her zaman çok seviyorum. Yine de şunu söylemeliyim ki ben seni insan halinle tanıdım, benim için hep en özel kalacak..."demiştim.
Kaşları havalanırken dudaklarını birbirine bastırmıştı iyice. Yüzünde buruk bir gülümseme oluşmuştu. Zannımca bu söylediğim sözlerin onun yüreğine dokunmuş olmasından, ses tonumun fazlasıyla yumuşak çıkışından, saf sevgimi gerçekten hissettiğindendi. Çünkü düşününce bile aramızdaki bağ beni oturtup ağlatabilirdi. Masallardaki aşkların hiçbiri bizimkiyle kıyaslanamaz bile.
"Seni çok çok çok seviyorum" demiş ve tıpkı vuruşları gibi öpüşlerini de sonsuz döngüye sokmuştu. O öptükçe gülüyor, hayat buluyordum. Belindeki elimi hareket ettirip huylandırıyordum onu. Böylece öpüşleri durmuş ve kahkahalar içinde beni durdurmak için çekiştirmeye başlamıştı.
Bu eğlenceli, aşk dolu dakikalar onun yorgun hissedip de son vermesiyle bitmişti. Gözlerini kapatmış göğsümde uyukluyordu. Kalp atışlarını midemin üstünde hissederken uyuyalı yarım saatten fazla olmuştu. Ellerim saçlarında dolanıyor, uyurken dudaklarını büzüşünü izliyordum.
Bir ara teninin bana her zamankinden daha sıcak geldiğini hissettim fakat çok üstünde durmadım uyuyor diye. Fakat yüzü git gide kızarıp terlemeye başladığında kaşlarımı çattım endişeyle. Nefesleri hızlanmış ve ısınmışken elimi yanağına koyup "bebeğim?" diye adını zikretmiştir uyanır diye. Uyanmadı.
"Taehyung?" diye ikinci kez, daha sesli söyledim. Bu sefer de uyanamayacak gibiydi, ben onu hafifçe sarmasaydım. Fakat gözlerini açtı. Göremiyor gibiydi başta. Bakıyor ama algılayamıyor gibi. Elinden tutup kalkması için destek oldum ona. Yatakta oturur pozisyona geçinceye kadar konuşamadı.
Yüzündeki saçları geriye atıyor, endişeyle bakan gözlerimle "iyi misin, birtanem? Hasta görünüyorsun." demiştim. Başını sallamıştı bana doğru düzgün bakamadan. "Kendimi kötü hissediyorum, jungkook. Çok soğuk, üşüyorum..." dediğinde anlamıştım, üşütmüştü anlaşılan. Fakat düşündüğümü aksi de olabilirdi. Büyüden dolayı olabileceği fikri zihnimi meşgul etmeye başlamıştı bile.
"Sen uzan bebeğim. Geliyorum hemen." demiştim onu yerine yatırırken. Üstünü de açmıştım iyice. Zaten fazla ateşi varken üstünü örtmek onu daha da kötüleştirecekti.
Bir kaç dakika içinde odadan çıktım ve felix'in kapısını çaldım sertçe. "Felix!" diye seslice çağırmayı da ihmal etmedim. Kapı dakikalar içinde açılmışken Felix bana dağınık saçlarıyla bakıyordu. Huzurlu bir uyku içerisinde olduğu belliydi. "Jungkook? Bu saatte ne oluyor?"
Daha fazla oyalanmak istemedim. "Taehyung'a bir şeyler oluyor." dedim yalnızca.
|
0% |