Yeni Üyelik
36.
Bölüm
@cileklerveyoon

 

İyi okumalarr ✨

 

 

Elimi alnına bir kez daha koymuşken çatık kaşlarım biraz olsun gevşememişti. Sıcaklığı azalıyordu ama bu onun kötü olmadığı anlamına gelmiyordu. Yanağımın içinde gezindirdiğim dilim gerginliğimi asla almıyordu.

 

Bakışlarım felix'i bulduğunda içimde büyük bir kin oluşmasına engel olmaya çalışıyordum. Savaş veriyordum onu incitmemek için. Çünkü ağzımı açsam, yerimden kalksam neler olacağı aşikardı. Bakışlarını benim yaptığımın aksine mahcup bir şekilde bana çevirdiğinde, "defalarca kez söyledin bana. Ona zarar vermeyeceğiz dedin. Öyleyse bu ne? Neden bu halde?!" demiştim öfkeyle.

 

Sesim odada yankı yaparken, taehyung'un kıpırdanmasıyla ona dönmüştüm. Gözlerini açmaya çalışıyor, üşüdüğü için kendini iyice küçültmüştü. Ateşini atması için onu örtmemek istiyordum ama üşüdüğünü gördükçe de kıyamıyordum. Yine de beline kadar örtülü olan ince battaniyeyi dirseklerine kadar çıkarmıştım. Alnına düşen saçlarını parmaklarımla ittirmiş, yanağına tüy kadar hafif bir öpücük bıraktıktan sonra yerimden kalkmıştım.

 

Felix'in kolundan tuttuğunda bana zorluk çıkarmamıştı. Odadan çıkmıştık, taehyung'un uyanmaması için. Felix başına gelecekleri biliyor, bu yüzden ağzını dahi açmıyordu. "Şimdi anlat, ona ne yaptınız? Omzunda neden yaralar var?"

 

İtiraz edecek gibi derin bir nefes aldı. Fakat itiraz etmesini önlemek için "ya anlatırsın ya da gider lord hoseok'a sorarım. Bunun sonu hiç iyi bir yere çıkmayacak biliyorsun, değil mi?" diye tehdit etmiştim. Bunu yapmaktan asla çekinmedim ve gayet açık bir şekilde yaptım. Ki zaten verdiği uzun bir nefes ile pes ettiğini göstermişti.

 

"Lordun yaptığı bir çeşit uyuşturucu duman ile onu uyuttuk acı çekmemesi için. Gerçi acı çekeceği bir şey de yapmadık. Omuzlarına büyülü kirpi dikenini batırdı sadece ama bunu hissetmemiştir bile. Alnına da sincap kanı sürdü azıcık ama bu ona zarar vermez bile."

 

"Ne yani, siz hayvanlarla mı onu elfe dönüştürdünüz? Ona zarar gelmediyse şimdi niye hastalandı?" demiştim sorgularcasına. Bunu oldukça öfkeli bir ses tonuyla söylemiş olmam onu korkutuyor, her şeyi bülbül gibi ötmesini sağlıyordu. Ellerimi belime dayamış, adımlarımı sabırsızca atıyordum ufak ufak.

 

Gözlerini gözlerimden çekmezken, "o tamamen elf oluşuyla alakalı. Kim olursa aynı duruma düşerdi. Büyü onu bir çeşit şoka soktu doğal olarak. Her gün elf olmuyor sonuçta!" demişti. Buna hak verecek gibi olmuştum. Hatta vermiştim de susarak. Söyleyecek bir şeyim kalmamıştı.

 

"En azından vahşileşmedi. Yaraları da iki gecenin ardından kendiliğinden yok oluyor, merak etme." dediğinde içime su serpilmişti sanki. Başımı sallamıştım, "eğer dediğin gibi iyileşmezse canınızı okurum!" demiştim. Bir şey demesine fırsat vermeden de odaya tekrar girmiştim.

 

Kapıyı kapattığımda Felix de adımlarını merdivenlere çevirmişti. Odasına gidecekti muhtemelen. Yatağın başına geçip elimi tekrar taehyung'un alnına koyduğumda ateşinin bir tık daha düştüğünü fark etmiştim.

 

Yerinde kıpırdanıp da hemen göğsüne yaslı olan elimin üstüne koymuştu elini. Gözleri aralanıyorken saçlarını alnından uzaklaştıran elim, alnındaki yeri baş parmağım ile okşamıştım. "İyi misin, birtanem?"

 

Aralanan gözleri beni bulduğunda, maviliklerinin etrafı pembeye kaçan tatlı bir kırmızıyla kaplıydı. Nefesini zorla alıp da dudaklarından yüzüme değecek şekilde vermesi, dikkatimin oraya dönmesini sağlamıştı. Elimin üstündeki elini hafifçe sıkmıştı. Gücü yoktu.

 

"Soğuk, üşüyorum, jungkook..." dediğinde ne yapabileceğimi bilemedim. Hemen komidinin üstündeki su dolu kovadaki bezi almış ve sıkmıştım. Tüm suyu damla damla bezden arındığında bir kaç kez katlayıp alnına koymuştum. Tüyleri diken diken olmuştu. Titremişti bir kaç saniyeliğine.

 

"Geçecek, birtanem. Geçecek, aşkım." demiştim kendini iyi hissedebilmesi için. Hiçbir fayda etmeyeceğini biliyordum ama bu durumda elimden fazlası gelmiyordu.

 

Hafifçe öksürmüştü. Ardından gözlerini tekrar kapatıp da uyuyakaldığında saatler benim için yavaş geçmişti. Başında beklemiştim dakikalarca, saniyelerce. Her hareketine dikkat kesiliyordum. Aldığı nefesleri, arada kırpıştırdığı kirpikleri, terli yüzü, dağılmış nemli saçlarının alnına yapışıyor oluşu, dudaklarının dolgunlaşıp top haline gelişi, sararmış teni... her saniyesine şahitlik ediyordum.

 

Ev halkının uyanmış oluşunu, attıkları adımlardan anlayabiliyordum. Söyledikleri her bir kelime bu odadaki sessizliğe rakip geliyordu kulaklarıma. Güneş beni rahatsız ediyordu verdiği ısıdan dolayı. Taehyung'un vücut ısısı sıcaklığa kin tutmama bile neden oluyordu.

 

Adım sesleri yükseldiğinde bakışlarım kapıya dönmüştü. Kapı kolu indirilip de içeriye hasa girdiğinde nötr bir ifadeyle bakıyordum. Kapıyı ardından kapatıp da bize doğru adımladıpında yerimden kalkmıştım.

 

"Ne zamandan beri böyle?" diye sormuştu. Göğsümde birleştirdiğim kollarımla dururken, "gece yarısından beri." demiştim. Elini köprücük kemiğine götürmüş, bir kaç dakika ovmuştu. Sıkıntılı nefesleriyle taehyung'a bakıyorken bir çare arıyor gibiydi.

 

Bana döndüğünde tereddütle konuşmuştu. "Normal şartlarda bunu yapmamız yasak ama... sanırım onu büyüyle iyileştirmeye çalışacağım." demişti. Buna sevinmeli miydim bilemeden öylece durmuştum. Kendiliğinden iyileşmesi daha doğru bir çözüm olacaktı ama bekleyemiyordum artık.

 

"Ne yapacaksın bilmiyorum ama acele et lütfen. Sabrım kalmadı." demiştim hızlı hızlı konuşurken. Başını tek seferlik onay vermek için sallamıştı. Ardından hemen taehyung'un üstüne eğilmişti, dizini yatağa koyup dayanak sağlarken.

 

Önce elini tıpkı benim yaptığım gibi alnına koymuştu saniyelik. Hemen ardından örtüyü taehyung'un üstünden çektiğinde ne olduğunu anlayamamıştım. Öylece duruyordum. Ta ki ellerini taehyung'un tişörtüne götürüp de hızla çekiştirdiğinde.

 

"Ne yapıyorsun?" diye sormuştum çatık kaşlarımla. Hiç oralı olmamıştı fakat taehyung'un bedeni açıkta kaldığında, kıpırdanmasıyla uyanıyor olduğunu anlamıştım. Huysuzlanıyordu uzandığı yerde. Gözlerini açmıştı yavaşça.

 

İşte o zaman "onu iyileştiriyorum." demişti, taehyung'un göğsüne koyduğu eliyle. Sanırsam tam kalbinin üstüne koymuştu elini. Ben küçük dilimi yutmuşçasına izliyordum onu. Taehyung yeni yeni kendine geliyorken hwasa'ya anlamaz gözlerle bakıyordu.

 

Eli göğsünde yaslıydı. Gözlerini ise taehyung'un irislerine diktiğinde, koyu kahveliğin yerini korkutucu bir beyazlık almıştı. Oldukça esmer olan teninde o kadar korkutucu görünüyordu ki, ağzım açık kalmıştı. Taehyung ise bu halde bile fal taşı gibi açılmış gözleriyle kalbinin daha hızlı atmasına neden olmuştu.

 

"Jungkook, ne oluyor?" demişti korkuyla, bana dönerken. Bakışlarımı ona çevirmişken hwasa onu çenesinden tutup kendine çevirmişti. Göz temasını bozmuyorken dudaklarını kıpırdatmaya çalışmıştı. Dudakları kıpırdıyordu fakat tek bir kelime bile sese dönüşmüyordu. Hızlı hızlı bir kaç şey mırıldanmıştı sessiz denemeyecek kadar kısıkken.

 

Tüm bunları hayretle izlerken biten iki veya üçüncü dakikanın ardından gözlerini sıkıca kapatmıştı, hwasa. İşte o an elini taehyung'un göğsünden çekmiş, taehyung'a kaçış yolu vermişti. Olduğu yerde hareketlenip bana sarılmak için atak yaptığında ona karşı eğilip bunu hızlandırmıştım.

 

Başı göğsüme yaslanırken gözlerim hala hwasa'daydı. "Korkma! Sana kötü bir şey yapmıyordu." demiştim. Ellerimden biri enesine gitmişti, oradaki saçları okşayabilmek için. Derin bir nefes almıştım belki de onun iyileşeceği düşüncesiyle.

 

İrisleri beyazlığı defetmişti. Tekrar o esmer tenine yakışan koyu kahvelikleri yerini bulduğunda başı dönmüş olmalıydı ki, dengesini kaybetmişti. Taehyung'un sırtındaki ellerim bir anlığına tutunduğu yeri bırakmıştı. Hwasa'nın düşeceğini sandığımdan onu tutmak istemiştim. Ki zaten bana gerek kalmadan kendi dengesini bulmuştu.

 

Taehyung'un sırtından ayırdığım ellerim fırsat bulmuş gibi tüm bedenini serbest bırakmıştı. Tamamen ondan ayrıldığımda hwasa'ya yönelmiştim. "Ne oldu? İyi misin?" diyerek konuşmuştum. İyice kapatıp sıktığı gözleriyle yüzü buruşmuştu. Buna rağmen, "hmhm, iyiyim. Büyü beni biraz zorladı." demişti.

 

İşte o anda taehyung konuşmuştu. "Ne büyüsü? Az önce büyü mü yapıyordun?"

 

"Çok hastasın, bebeğim. Seni iyileştirmek için yaptı." dediğimde kaşları hafifçe çatılmıştı. Hwasa'nın elini tüm güçsüzlüğüyle kaldırıp iki eli arasına alırken, "buna ne gerek vardı. Zaten kendiliğimden iyileşecektim!" diye bir güzel fırçalamıştı bizi.

 

Hwasa buna acı bir şekilde gülerken, "ya iyileşmeseydin? Şimdi bana minnettar olmalısın." demişti. Yaptığı büyü karşısında kötü olduğu belliydi. Yine de gizlemeye çalışıyordu, kötü hissetmeyelim diye.

 

Bencillik yaptığımı düşünürken, "İyi olduğuna emin misin? Hastaneye falan gitmek ister misin?" demiştim. Her ne kadar telafi edemeyecek olsam da en azından bunu yapmayı kendime vazife yapmıştım. Yine de başını sallamıştı iki yana. "Bir şeyim yok, iyileşirim birazdan. Bazı büyülerde böyle olabiliyor." demişti tüm naifliğini ortaya koyarken.

 

İmrenmiştim ona. El mahkum sadece "peki öyleyse. Sen kahvaltıya in istersen. Bir şeyler ye, iyi gelir." diyebilmiştim. Bu söylediklerimde bile bencillik vardı ki, ona yardım edip aşağıya indirmeyi bile teklif edememiştim. Bunun bilincindeydim.

 

Söylediğimi onaylayıp inmişti. Kahvaltıyı hazırlayan ashley'in Heyecanına zıt, felix'in ruhsuzluğunu hissedebiliyordum buradan. Adım sesleri, hareketleri bana her şeyi açıklıyordu. O kadar aşina olmuştum ki kimin nasıl hareket ettiğine, sadece yürüyüşünden veya bir şeyi bir yere bırakırkenki yavaşlığından bile anlayabiliyordum.

 

Taehyung ile kaldığımda ise suçluluk duygumu bir kenara bırakmıştım. İlgilenmiştim onunla iyice. Hatta kıyafetlerini ben seçmiştim giyinmesi için. Fıstığın yumuşaklığına kayan yeşil, sarı renkte belli olmayacak kadar hafif baskılara sahip olan iri çiçek desenli bir gömlek ve altına da gökyüzünü anımsatan hafif mavi bir bol kesin pantolon ile tamamlamıştım. Maalesef dolabımda onun elfliğini ortaya çıkaracak kadar büyüleyebilecek kıyafetim yoktu.

 

Gerçi ona bakan biri hayatında göremeyeceği güzellikteki narinliği doğru düzgün bakmasa bile anlayabilirdi. Ki bu narinlik, baktıkça baktırırdı kendine. Ne onu suçlayabilirdim bu kadar mükemmel olduğu için, ne de ona bakınca ışıltıya bürünen gözleri suçlayabilirdim.

 

Elinden tutup indirmiştim kahvaltıya. Ben aç değildim ama onun aç olduğuna emindim. Mutfağa girdiğimizde tüm gözler üstümüze dönerken taehyung'a bakmışlardı, tahminimce hasta olmasına rağmen iyi gibi göründüğü için.

 

Hepsinin yüzünde bir memnuniyet vardı. Bizim mutluluğumuz onları da mutlu edebiliyordu, anlayabiliyordum. Kahvaltımızı yapmıştık hızla ve akşam gelmişti anlamadığım bir hızla. Günler geçmek bilmezken bana, şimdi nasıl oluyordu da taehyung'a bakarken saatlerin geçtiğine şahitlik ediyordum.

 

Gündüzün yumuşak aydınlığı kendini boğuk bir siyahlığa bırakırken günün en sevdiğim saatlerindeydik. Bir saatliğine evden çıkmıştık felix ve hwasa ile. Hwasa'nın pastanesinin ortaklığı için bir görüşmesi vardı. Bu işe ise lord hoseok ortak olmuştu. Bu iyiydi bir yandan fakat yine de sorgulatıyordu insanı.

 

Oldukça güzel ve iki tarafında gönlü hoş bir şekilde ortaklık işini halletmiştik. Ardından eve dönüyorduk. Hwasa felix ile seçtiği çilekli bir pastayı eve götürmek için paketletmişti. Arabaya binmek üzere dönüyorken pastanenin iki işletme yanında bulunan çiçekçiye dönmüştü bakışlarım.

 

Felix oraya baktığımı fark etmiş, hareketlerimi izlemişti. "Geliyorum." derken arabanın yanından uzaklaşmıştım. Açılan kapının kapanma sesi kulaklarıma iliştiğinde ardımdan geldiklerini anlamıştım. "Bekle!" derken sesi çok sakindi aslında.

 

Dışarıdaki çiçeklere baktım bir süre. İçeriye adımladım kapıyı ittirerek. İçerinin nemli havası yüzümü yalarken gözlerimi kırptım saniyelik olarak. Ardından tekrar etrafa bakındığımda gözlerim güllere gitti ilk. Sıradan geldi. Hemen yanında duran lalelere döndüğümde ise kaşlarım ilgiyle havalanmıştı.

 

Elimle beyaz laleleri işaret ederken, "bir buket lale istiyorum. Not yazıyor musunuz?" diye sormuştum.

 

Loading...
0%