Yeni Üyelik
37.
Bölüm
@cileklerveyoon

İyi okumalarr ✨

 

Kollarının arasında duran çiçeğe bakmıştı kısaca. Yüzünde büyük bir gülümseme varken Deniz mavisi gözleri benim irislerimle buluşmuştu. "Ya ama bunlar çok güzel!" demişti sevinçle. Büyük bir gururla bakmıştım. Onu mutlu etmek beni her şeyden daha fazla heyecanlandırıyordu.

 

Lalelerin güzel olduğuyla ilgili söylediği sözlere başımı sallayarak onay vermiştim. Nota kaymıştı bakışları. "Açayım mı?" diye sormuştu. Gözlerimi hafifçe kısarken kızar gibi yapmıştım. "Aç tabi! Yarına mı bırakacaksın?" diye de dalga geçmiştim.

 

Söylediklerime takılmamış ve lalelerin arasında duran beyaz zarfı almıştı. Tek eliyle açmaya çalışırken bunu pek yapamadığını fark etmiş ve hemen elimi uzatıp laleleri almıştım. Bana kuşağa bakıp gülümsemiş, ardından çok önemli bir iş yapıyormuş gibi takındığı ciddi ifadesiyle zarfı açmıştı.

 

Kırmızı not kağıdına yazdırdığım siyah renkli çukurlar ilişti gözüme. Göğsüm kabardı şimdi onun bir kez daha bana kapılacak olmasıyla. Yazıyı başta içinden hızla okumuş, bunu bir de benim duymam için sesli okuma ihtiyacı da duymuştu.

 

"She just look like a dream. The prettiest girl a ever seen. From the cover of a magazine..."

 

Notun hemen altına atılmış küçük bir kalp ve sonsuzluk işareti ile gözleri parıldamıştı, sanki mutluluk yeterince yüzüne yansımıyor gibi. Tabiri garip kalır ama tıpkı bir köpek yavrusu gibiydi bu bakışlarıyla. Bir nevi teşekkür ediyordu. Bunu anlamak zor değildi.

 

"Ama, ama, ama... ben buna bayıldım! Teşekkür ederim, her şeyim." demişti arka arkaya. Ben buna kıkırtı sunarken ayak uçlarında yükselmişti hafifçe. Çeneme bir öpücük bıraktığında elim belini sarmıştı. Hafifçe eğilip onu öpmeye çalıştığımda ise elini dudağımın üstüne kapatmıştı. "Rahat dursana sen!"

 

Kaşlarım çatılıyorken, "bak sen! Sen öpüyorsun da ben neden öpemiyorum? Yemi at sonra da kaç tabi." demiştim alayla karışık. Başını iki yana sallamış ve "tch, öpemezsin!" diye kaşılık vermişti bana. Buna inat hızla öpüp çekilmiştim dudaklarını.

 

"Ya yapmasana!" diye kızdığında ise kahkaha atmıştım. Kaşlarındaki çatıklık yavaşça silinirken ben gülmeye devam ediyordum ona. Durdu öylece. Baktı uzunca. "Bazen beni öyle bi seviyorsun ki, seni yeterince sevmediğimi düşünüyorum. Benim sevgimin üstünde bir sevgi bu. Borçlu hissettiriyor bana..." dedi, nereden estiğini anlamamıştım.

 

Sanki yıllardır hasret çekiyormuşuz gibi bakıyordu ve bu benim yüreğime dokunuyordu. Kolundan tutup kendime doğru çekerken göğsüme yaslamıştım yüzünü. "Evet, seni çok seviyorum. Ama senin sevgini de hissediyorum. Bu yüzden borçlu hissetmene gerek yok. Çünkü eşit olması gerekmiyor, karşılıklı olması gerekiyor." demiştim başı çenemin bitiminde dururken.

 

Sırtımdaki elleri tenime hafif bir baskı yaparken nefesi göğsümden omzuma doğru bir yol izliyordu. İçim huzurla doluydu. Düşünebildiğim tek şey mutlu aile tablomuzdu. Tabi bu, hwasa'nın sesini duyana kadardı.

 

"Nerede kaldınız ? Biz burada sizi bekleyelim, siz de orada iyice kırıştırın!" diye sitem ettiğinde, zihinlerimizi okuyabildiği gelmişti aklıma. Ben göz devirirken taehyung çoktan benden ayrılmıştı. "Geliyoruz!" diye de karşılık vermişti.

 

Önümden yürüyorken uzanıp elini tuttum. Dönüp saniyelik olarak bana bakmış, ardından aklıma birşey gelmiş gibi düşünceli bakmıştı. Benim sormama da gerek kalmadan kendisi söylemişti aklındakini. "O değil de, ben yakında ailemi ziyarete gideceğim. Onlara nasıl açıklayacağım bu halimi?"

 

Başta bende düşündüm. Fakat bu çok kısa sürmüşken elimle alnıma vurmuştum hafifçe. "Şapşal!," dedim. "Lens dersin olur biter." diye de eklemiştim. Bu ona mantıklı gelmiş gibi kaşları havalandı. Ardından bir diğerini sordu. "Peki ya saçlarım?"

 

Bu sefer ona kızmama ramak kalmıştı. "Boya." dedim kısaca.

 

"Boyuna ne diyeceğim?" diye mantıksız bir soru daha eklediğinde, yüzümü ekşitip yanağından tatlı bir makas aldım. Sinirliymiş gibi rol yaparken, "gerçekten şapşalsın! Peruk da diyebilirsin, şu diğer saçmalıklardan da. Bu kadarını sorgulamazlar." demiştim.

 

Dudaklarını büzdü. Ofladı. Gözleri tekrar açıldığında saçma bir soru daha gelir sanmıştım fakat, "ama kulaklarım?" deyişiyle durmuştum. Bu biraz sorun yaratabilirdi tabi. Kısaca düşündükten sonra buna da çözüm buldum. "Ya zaten nasıl olduğu bilinmeyen yeni yeni şeyler çıkarmışlar. Estetik işlemlerden olduğunu söylersin." dedim. Bu da ona mantıklı gelmişti.

 

Bu sefer bitti gibi hissetmiştim. Sorduğu soruların tatlılığına gülmüştüm. Üst kata çoktan gelmişken koltuğa oturmuştuk ikimizde. Hala bakışlarım ondayken, "bende seninle gelir ve onlara damatları olduğunu söylerim. Nasıl fikir?" demiş ve gülmüştüm.

 

Bakışları hızla bana döndüğünde kaşları çatılmış, yasak olan bir şeyi yapmışım gibi yüzünü büzmüştü. "Saçma sapan konuşma, jungkook! Babam senin canını okur." dediğinde söylediklerinin hiçbirine alınmamıştım.

 

"Neden yapsın ki? Beni çok seveceğine eminim." diye ukalaca konuşmutşum. Diğerleri de bize bakıyorken bana cevap vermesi çok da zamanını almadı. "Yapar çünkü yaşlı biriyle evlenmemi kabul etmez!" dediğinde hınzır bir gülüşle diğerlerine bakmıştı.

 

Ne yani bana laf mı sokmuştu?

 

Dİğerlerinin de benimle alay edişiyle tek kaşım havalanmıştı. Dudaklarımı birbirine bastırıp sorgulayıcı bir şekilde baktığımda, "bana gülenler de genç olsa bari! Hwasa ve ashley, siz benden daha yaşlısınız bir kere. Felix? Felix benimle neredeyse aynı yaşta. Bende sizi akıllı sanırdım." demiş ve burnumun ucundan bakmıştım.

 

"Şurada bir ağız tadıyla gülemeyecek miyiz biz? Her şeye böyle cevap vereceksen odana geri dön bunak!" diyen hwasa'ya şaşkınlıkla bakmıştım. Ben ve bunaklık? "Seviyene inmeyeceğim, hwa." demiş ve bakışlarımı ondan çekmiştim.

 

Ashley elindeki monopoli kutusunu açarken, "herneyse, hadi oyuna başlayalım." demişti. Taehyung heyecanla yerinde kıpırdanırken felix'in sesi kulaklarıma ilişmişti. "Başka oyun oynayalım. Monopoli çok sıkıcı." demişti, yüzünü buruşturarak.

 

Dalga geçermişçesine gülerken, "tabi sürekli yenildiğin için sana sıkıcı geliyordur." demiştim. Göz devirirken "ne alakası var! Sana avans verdiğimi biliyorsun sanıyordum." demiş ve kendini sıyırmaya çalışmıştı.

 

"Öyleyse düelloya ne dersin? Bu sefer avans verme bana. Bileğimin hakkıyla kaybetmek istiyorum." derken onunla dalga geçişimi herkes anlamış ve bıyık altından gülmüşlerdi. Bunu fark edince ise, "aman kalsın, gururunu zedelemek istemem." diyerek sıyrılmıştı.

 

Bu sefer taehyung ortaya atlamış ve "gururu zedelenecek olan senmişsin gibi geldi ama neyse..." deyip koluma yaslanarak güldü. Böylece bende hazırda olan elimi beline sardım. Felix'in hemen yanında duran ashley, "sevgilimi rahat bırakır mısınız, lütfen?" deyince pot kırmıştı. Hepimiz sorgular gözlerle ona bakarken çekinmiş gibiydi.

 

Felix, ashley'in söylediği şeye dudaklarını bastırarak sırıttığında, "ne o, gizli aşkınızı açıklama kararı mı aldınız?" demiştim. Bu taehyung'u daha çok güldürürken, hwasa surat asmıştı. "Bir tek ben mi kaldım aranızda? Yok mu şöyle olgun, yakışıklı, düşünceli, big boy erkek arkadaşlarınız? Kimse beni düşünüp de birileriyle tanıştırmıyor." diye isyan etmişti.

 

"Oooo!" çekmişti uzunca, felix. Bakışlarım ondan gelecek cevaptaydı. "Söylediğin özelliklerin hepsi namjoon hyung'da var ama o da seokjin hyung'a kapıldı gitti. Yine de sen hiç merak etme! Yarın randevun İçin ne giyeceğini düşün gerisi bende." diye eklediğinde biraz şaşırdım. Saçma sapan şeyler yapacağı açıkça ortadaydı fakat yine de dahil olmayacaktım.

 

Bunun ardından biraz daha esprisini yapmış ve oyuna geçmiştik. Dağılmamız uzun sürmüş, odalarımıza geç saatte dönmüştük. Sabah erkenden felix'in gürültüsüyle uyanmış, tıpkı dediğim gibi saçma sapan bir nedenden övünüşünü izlemiştik.

 

Söylediğine göre akşamına hwasa'ya randevu ayarlamıştı. Bu sefer hwasa'nın da inkar etmemesi tuhaf gelmişti. Sadece onlarla uğraşırken bile akşam oluşunu artık garip karşılamıyordum. Yine de son günlerde epeyce dikkatimi vererek düşündüğüm şey beni onlardan koparıyordu, zihinsel olarak.

 

Hwasa tüm dişil enerjisini kullanıp bordonun açık tonuna sahip, dizinin üstüne kadar kısa, kalın askılı ve bedenini tamamen sarıp hatlarını belli eden bir elbise giymişti. Elbiseye uygun koyu bir makyaj yapıp üstüne de saçlarını salmış ve iyice dalgalandırmıştı.

 

Çok geçmeden kapı çalınca bir adam gelmiş, adamın da hwasa ile aynı şıklıkta siyah bir takım giydiğini görmüştüm. Bana oldukça garip geliyorken adının sunghoon olduğunu öğrendiğim adam hwasa'yı lüks bir araca bindirip götürmüştü. Üstelik onlar gittikten sonra bu adamın e oyuncu olduğunu da öğrenmiştim felix'den.

 

Açıkçası hwasa'yı çok severdim ve gerçekten iyi kalpli biriyle tanışmasını isterdim çoğu zaman. Bu onun için bir fırsat olabilirdi. Eğer öyle değilse bile bu konuyu çabucak kapatıp üstesinden gelebilecek biri olduğunu da biliyordum.

 

Bu konu üzerinde daha fazla düşünmeden kendi aklımdakilere odaklandım. Hwasa çıktıktan bir yarım saat sonra odada yatağımda uzanmış, taehyung'un banyodan çıkmasını bekliyordum. İçeriden gelen su sesleri kulağımı dolduruyorken musluk kapatılmıştı. Su kesildiğinde bitirdiğini anlamıştım. Muhtemelen kıyafetlerini giyiyordu.

 

Kapı açıldığında elinde küçük bir havluyla çıkmıştı. Saçlarını kurutuyorken bakışları beni bulmuştu. Yavaş adımlarla yatağa, yani bana doğru gelmişti. Yatağın ucuna oturuyorken bakışlarımı ondan hiç ayırmamıştım. "Ne yapıyorsun?"

 

Omuzlarımı silktim hafifçe. "Hiç. Seni bekliyordum." diye yanıtladım onu. Oda oldukça sessizken ellerim saçlarını buldu. Başını eğdi, ona daha iyi yetişebilmem için. Onu böyle sevmeme bağlanmıştı artık. Sanki ona temas ederek aşkımı gösterdiğimde, ruhu huzura kavuşuyordu.

 

"Neden?" dedi, "niye bekliyordun?" diye de ekledi. Yerimde doğrulurken, "dışarı işlerim var. Sana haber vermeden gitmek istemedim." derken elim kazağının üstünden omzunu bulmuştu. Merakla bakan gözlerinden söyleyeceği, soracağı şeyleri anlamıştım bile.

 

"Nereye gideceksin?" diye sorduğunda, tam da düşündüğüm gibi olduğundan gülmüştüm. "Annenle babanı ziyarete!" demiş ve birden açılan gözleriyle kahkaha atmıştım. "Saçmalıyorsun!" diye yanıtladığında ise yüzünü avuçlarımın içine almış ve sağ kaşının hemen üstünü öpmüştüm.

 

"Tabi ki saçmalıyorum. Böyle bir şeyi sensiz yapacak değilim." derken parmağım yanağında oyalanıyordu. Benden başka bir cevap beklediğini belli ettiğinde de "ya işte yoongi aradı, onun yanına uğramam için. Herhalde kendi sorunlarıyla ilgili konuşmak istiyor. Biraz gidip geleceğim. Bir şey olursa ararsın." diyerek merakını gidermiştim.

 

Anladığını belirten bir mırıltı çıkardığında inanışı beni biraz ürpertmişti. Yalan söylüyordum ama sonucunu görünce beni hiç düşünmeden affedecekti. Aklımdaki planı uygulamak için uzanıp yanağını öpmüş, çekildikten sonra da onun kalkmam için bana müsaade verişini izlemiştim.

 

"Hadi git, bekletme onu. Erkenden geri dön ama, beklerim seni." demişti. İkimiz de ayaklandığımızda bu sefer o beni dudaklarımdan öpmüş, gitmeme izin vermişti. Evden ayrılmıştım böylece. Arabayı sürerken telefonumu alıp eski bir arkadaşımı aramıştım.

 

Telefon biraz çaldıktan sonra açıldı. "Efendim?" diye bana karşı söylendiğinde, "müsait misin, hyung?" diye sormuştum doğrudan. Uzun zamandır tanıdığım, benden bir kaç yaş büyük biriydi. Aslında onu aile bağları sayesinde tanıyordum. Kimseye zararı olmayan, eşiyle birlikte yaşayan biriydi.

 

"Tabiki! Ben sana adresi atıyorum." demişti. Bir kaç kısa cümleden sonra telefonu kapatmış ve bana attığı konuma gitmiştim. Evime epey bir uzak olan malikaneye varmam uzun sürmüştü. Malikanenin önünde durduğumda bu demiştim. İstediğimi bulmuştum.

 

Tüm hayallerin yaşanacağı yeri bulmuştum.

 

Loading...
0%