@cileklerveyoon
|
İyi okumalarr ✨
Bir kaç gün geçmişti. O tatlı anda kurduğumuz hayallerimize adım adım yükseliyorduk. Tabi ondan habersiz. Şimdi ise asıl anda, onun öğreneceği gündeydik.
Elinden tutmuştum sıkı sıkı. Etrafı seyredişine karşılık, "kahveni soğutma!" demiştim. Bakışları bana dönerken sanki yeni aklına gelmiş gibi kahvesini almıştı koyduğu yerden.
Ben arabayı sürmeye devam ediyorken o da kahvesini küçük küçük yudumlarla içiyordu. "Senin kahvende soğuyor ama?" diye soruyla karışık sitem ettiğinde bakışlarımı kısa bir an yoldan çekmiştim. "Ben soğuk severim zaten." diye de uydurmuştum.
"Yalan söylüyorsun!" diye itiraz ettiğinde gülmeden edememiştim. Nasıl da tanıyordu beni...
Burun kıvırdım. "Ya sonra içerim ben. Ne olacak sanki?" dediğimde elini bir kez daha çekmeye çalışmıştı. Bırakmadım. "Ya bıraksana işte! Hem arabayı da süremiyorsun doğru düzgün. İnince tutarsın." diyerek sözlerine devam etti.
Omuz silktim. "Çok da güzel sürüyorum. İnince de bırakmam elini, merak etme sen." dediğimde bakışlarımı ondan çekmiştim. Yola bakıyorken arkasına sertçe yaslanmış, oflamıştı. "Çok inatçısın!" diyerek de söylenmelerine başlamıştı.
Bu tatlı hallerine gülmüş, onun daha inatçı olduğuyla ilgili bir şeyler zırvalamıştım. O sırada zihnimdeki yere varmıştık da.
Uzaktan bakıyorken bile kaşları havalanmış, şaşırtı ifadeleri çıkmıştı ağzından. Yine de bunun kendisi için olmadığını düşündüğünü biliyordum.
Arabadan inip de ortalama benim evim kadar olan eve doğru adımlamışken soruları başlamıştı. "Bay min'in evi mi burası?"
Bakışlarımı kısıp da ona baktığımda o da aynı şeyi yapmıştı. "Ne oldu? Öyle değil mi?" diye sorduğu şeyi tekrarlamıştı. Başımı iki yana salladım. "Hayır, onun evi burada değil." demiştim. "Ama unutturma bana, oraya da götüreyim seni."
Son cümleme gülüp dudaklarını top haline getirmişti bastırarak. Bunun nedenini pek anlayamadığımdan bende burnumu kırıştırmış, ona doğru eğilmiştim hafifçe. Ellerini arkada birleştirmiş, kendini geriye doğru da ittirmişti. Aramıza böylece mesafe koymuşken sinsice gülmüştü.
Dikleştim yerimde. Aynı şekilde o da doğrulmuştu. "Bücür şey seni!" diye alayla söylendiğimde önüme dönmüştüm. Adım atmış, eve doğru yönelmiştim. O da benim gerimde kalmışken ileri doğru büyük bir adım atmış ve koluma boydan boya, bedeninin yarısıyla sarılmıştı.
Birbirimize yapışık şekilde kapıya kadar varmıştık. Kapıdaki şifreyi girip, taehyung'un garip bakışlarıyla beraber içeriye adımlamıştım. Benimle içeri girerken merak ettiği sorulardan birini daha sormaya çekinmemişti. "Kimin evi burası?"
Bilmediğimi söylemek ister gibi alt dudağımı dışarıya doğru çıkarmıştım. Omuz da silkmiş, meraklı bakışların bende cevap bulamayacağını söylemiştim bir nevi. Kaşları çatılmış ve bakışları etrafta dolanmak için benden ayrılmıştı.
Birden bana dönüp, "kimse var mı?" diye sormuştu. Başımı iki yana sallamış, "yok." demiştim. Sanki o an rahatlamış gibi gerilen sırtını rahat bırakmıştı. Böylece bende onun önüne geçmiş, evin içinde ne kadar rahat olması gerektiğini kendi rahatlığımla göstermiştim.
Hemen bir kaç adımda yanımda durmuştu tekrar. "Sürpriz!" diye yarım yamalak bağırmıştım. Kaşları çatılırken "Ne?" dediğinde aslında ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Ne sürprizi?"
"Şapşal şey, bu ev bizim!" diye yüksek sesle konuştum, sevinçli çıkan sesimle. Kaşları havalanmış ve küçük ağzı aralanmıştı. "Ne demek bizim?" diye bir soru daha yönelttiğinde baştan sona açıklamam gerektiğini anlamıştım.
Derin bir nefes alıp, "bak şimdi," diye başlamıştım. "Hani biz seninle hayaller kuruyorduk ya! Sen küçük bir ev istiyordun. Hatta mavi olsun demiştin. Tam olarak hangi tonu istediğini bilemedim ama senin beğeneceğini düşündüğüm bir tonu seçtim. Beğendin mi?"
Arka arkaya hızla konuşmuşken ellerimle de anlattığım şeyleri tasdikliyordum. Dudaklarını birbirine bastırıyor, gözleri parlıyorken gülümsüyordu da. Başını yana doğru eğip, "cidden bunu yaptın mı?" diye kısıkça söylenmişti. Bunun bir soru olmadığını biliyordum.
Başımı salladım. "Hıhım. Yaptım." demiştim. Aramızdaki ufak mesafeyi kapatıp elinden tuttum. "Hadi, üst kata da çıkalım!" derken yürümeye başlamıştık bile. Arkamdan kıkırdayış seslerini duyabiliyordum.
Üst kata geldiğimizde hemen önümüzdeki ilk kapıyı açıp girmiştik. Zaten üst katta üç oda ve bir banyo bulunuyordu. Henüz bu odanın ne olacağına karar verememiş, misafir odası olabileceği kanaatine varmıştım.
"Bu oda şimdilik misafir odası olsun çünkü benim aklıma ne olacağıyla ilgili bir fikir gelmedi." dediğimde bir ona, bir de odaya göz gezdiriyordum. O ise odanın içine adımlarını atmış, dolabın üstünde duran biblolara kadar incelemişti.
Bana dönmüş, "aslında burayı değiştirmeye gerek yok. Misafir odası olarak kalsın. Bir misafirimiz falan olursa burada kalabilir. Hatta belki sana triplendiğimde gelip bu odada bile kalabilirsin." dediğinde bana iğneleme yapmıştı. Söylemeye çalıştığı şey, beni odadan kovacağıydı.
"Bak sen melek yüzlü sevgilime! Çok sinsisin sen varya..." dedikten sonra dudağımı ısırmış, ona espriyle takılmıştım.
"Sinsiymiş! Asıl melek yüzlü şeytan sensin!" dedikten hemen sonra dil çıkarmıştı. Dudaklarımı birbirine bastırmışken hemen yanında bitmiş, burnunu parmaklarım arasına kıstırmıştım. Debelenip bırakmam için elimi zorlamıştı.
Fazla uzatmadan elimi çekmişken, "bir daha bana melek yüzlü şeytan de de göreyim seni!" demiş, ona kızmıştım şakayla karışık. Küsmüş gibi yaptığında, "hadi minik kaplan, bizim odamıza geçelim." demiştim. Böylece küs taklidi yapsa da peşimden gelmek zorunda kalacaktı.
Öyle de oldu. Ben kapıdan çıkar çıkmaz arkamdan paytak paytak yürümeye başlamıştı. Buna bıyık altından gülmüş ve az önce girdiğimiz odanın karşısındaki odaya girmiştim. Kapıyı açar açmaz yatağın vişne çürüğü renkli çarşafları gözüme çarpmıştı. Muhtemelen onda da aynısı olmuştu.
Bakışlarım hemen ona döndüğünde gözlerinin irileştiğini gördüm. "Oha!..." derken bakışları bana dönmüştü. "Bu kadarını da yapacağını düşünmezdim." diye cümleye girdiğinde söylediği şeye hemen karşılık verdim, devam etmesine izin vermeden.
"Sen daha diğerlerini görmedin. Dur, bekle!" derken büyük gardıroba doğru yönelmiş ve açmıştım. İçinden birbirinin aynısı olan, tek farkları bedenleri olan iki adet pijama takımı çıkarmıştım. Koyu mavi renkte ve üstündeki beyaz renkli küçük yıldız desenleri olan bu takımları gördüğüm ilk anda çok beğenmiştim.
"Nasıl? Beğendin değil mi?" diye sorduğumda başını salladı hızla. "Böyle bir zevkin olduğunu bilmiyordum." diye yanıt verdi bana. Sevdiğim şeyleri herkesin görmesine gerek yoktu bence. Yine de taehyung benim zevkimin zirvede olduğunun kanıtıydı.
Taehyung'un pijamalara baktığından emin olmuşken onları yerlerine geri asmıştım. Bu sırada, "öğrenirsin." demiştim. Uzun yollarımız olacaktı birbirimizi çok daha iyi tanımak için.
Aklıma gelen şeyle durmuş, "ha bir de, yastığının sertliğini kontrol etsene. Eğer yumuşaksa biraz daha sertleştirelim." demiştim. Ben cümlemi bitirir bitirmez yastığı eline almış, bir iki yumruk atıp sertliğine bakmıştı. Buna gülerken bana oranla küçük yumruklarının şirin görünüşü karşısında nasıl tepki vereceğimi bilememiştim.
Uzanıp bir hışımla elinden aldığım yastığı yatağa koymuştum. "Öyle kontrol edemezsin. Koy başını bakayım!" demiş ve yatağın üstünde eğri bir şekilde oturmuştum. Yüzünde eğlendiğini gösteren bir ifade varken dediğimi ikiletmeden hemen başını yastığa koymuştu.
Uzandığı yerden gülerek bana bakıyorken ellerimi saçlarına doladım. "Rahat mıymış bakalım?" diye sormuş, eğilip açıkta kalan alnını öpmüştüm. "Hıhım. Çok rahat."
Bakışlarını benden ayırıp düşünür gibi havada kısa süreliğine boş boş gezdirmişti. Ardından beni merakta bırakmadan düşündüğü şeyi dile getirmişti. "Burada ne zaman yaşamaya başlayacağız?"
Düşünür gibi yaptım bende. "Bilmem. Şimdiye ne dersin?" demiştim. Gözleri açıldığında yerinde doğruldu. "Hemen mi?" diye sordu. Başımı salladım hızla. "Hemen."
"Ama burası senin evine uzak kalıyor. Diğerleri ne olacak?" diye sorduğunda aslında onlardan kopmak istemediğini de biliyordum. Bu bir veda değildi. Onları istediği zaman görebileceğini biliyordu. Yine de alışmıştı işte hepsine. Ayrı kalmak bile üzüyordu onu.
"Onları hiç dert etme. Onlar sensiz kalamazlar zaten, sürekli görüşürüz. Hem o eve artık dönmek istemiyorum. Ben orada çok acı çektim. Seninle yepyeni bir hayata başlamak istiyorum. Yeni bir sayfa açmayacağım, yeni bir deftere başlayacağım. Önceki acıların, kederlerin olmadığı bir defter. Sadece mutlu olduğumu bildiğim bir hayat."
Kelimeler dudaklarımdan bizim bildiğimiz anlamlarıyla çıkıyorken ikimiz de aynı şeyleri düşünmüştük aslında. Ellerimi tuttu başta. "Her zaman yanında olacağım. Sana söz veriyorum, sana yaşatılan ve hatta benim yaşattığım acıları unutturacağım." dedi.
Yerinde hareketlenip bana doğru geldi. Kollarını bana sarmış, başını da göğsüme yaslamıştı. Saçlarının arasına hasret öpücüklerimden birini bırakmıştım. "Sen acıların bittiği yersin, taehyung. Ben sıradan bir ağaçken, sen beni süsleyen çiçeğim oldun. Benim için yaşam bomboş bir şey iken, sen bana yaşamayı öğrettin. Bahsettiğin acıyı hiçbir zaman senden tatmadım, bebeğim."
Dertleşiyormuş gibiyken kucağıma yakın oturmuştu. Rahatsızca oturduğu belliyken kalçalarından tutup kendime doğru çekmiştim. Nefesleri boynumu bulmuş, gıdıklanmamı sağlamıştı.
Son söylediklerime cevap vermemişti, ki zaten bir cevap da beklemiyordum aslında. Daha gezmemiz gereken bir sürü oda olduğu aklıma gelince, "hadi koca bebek, daha diğer odalara bakmamız gerekiyor." demiştim.
Kollarını benden ayırıp da çekildiğinde yüz yüzeydik. "Evet, doğru!" demişti. Benden önce yataktan kalkmış, kapıya doğru yönelmişti. Merakını ve heyecanını belli etmekten çekinmiyordu. Bende kalkıp onun yanında durmuştum.
Misafir odasının yanında bulunan küçük odaya ilerlemiş, kapısını açıp girmiştik. Onun hayali, evde bulunan bir odanın mavi ve beyaz olmasıydı. Ben ise bu odanın istediği renklerle çok daha güzel olacağını düşünmüştüm. Öyle de olmuştu.
Odanın büyük bir penceresi vardı. Böylece içerisi daha aydınlıktı. Pencere tarafı ve hemen karşısında bulunan kapı tarafı beyaz boyayla kaplıyken, diğer iki duvar da koyu mavi renkliydi. Odanın perdesi ise yine maviydi. Pijama takımlarımız ile neredeyse aynıydı. Beyaz yıldız desenli mavi perde, beyaz duvarla çok yakışmıştı. Birbirine dayalı üç raf vardı. Baştaki film kasetleriyle, sondaki de müzik kasetleriyle doluydu.
İki rafı ayırıp aralarına girmiş bir diğer raf ise bomboştu. "Bu senin istediğin atölye, değil mi?" diye sormuş ve dağılan dikkatimi kendi üstüne geri çekmişti. Başımı salladım. "Evet. Ama sadece resim atölyesi olarak kullanırsam oda boş kalacaktı. Bu yüzden senin istediğin kasetleri de buraya koymaya karar verdim." demiştim.
Ben konuştuğum sırada içeriye girmiş, kasetleri karıştırmaya başlamıştı. "Oha!" deyip de bana doğru döndüğünde gözlerimi kısmıştım. "Ne oldu?" diye korkuyla sorduğumda, "'something about you' kaseti!" diye yanıtlamıştı beni.
Dikleşen omuzlarım verdiğim nefesle inmişlerdi. "Bu muydu? Bende bir şey oldu sanmıştım!" dediğimde kocaman gülmüş, "daha ne olsun? biliyorsun di' mi, bizim şarkımız bu." derken olduğu yerde tepinircesine hareketlenmişti.
"Bizim şarkımız demek." derken ona doğru adımlamış, yersiz heyecanına ayak uydurmuştum. Hemen önünde durduğumda sağ elim beline gitmiş, sol elim de boynuna çıkmıştı. Alnından öptüğümde, yüzünden silinmeyen gülümsemesiyle ve ışığı hiç sönmeyen deniz gözleriyle bana bakmıştı.
"She looks just ilke a dream. The prettiest girl a ever seen." diye şarkıya girdiğimde büyük bir keyif kahkahası atmıştı. İki elini de enseme koymuş, şarkıma eşlik etti. "From the cover of a magazine."
Boynuma asılı ellerini sıkılaştırmış ve şarkıyı söylerken kendini arkaya bırakacakmış gibi ağırlığını vermişti. Benim onun boynudaki elim çoktan beline inmişti bile. İki elimle belini kavramış, ahenkle süzülüşüne dayanak olmuştum.
"In the car, cruising around with you. And my baby, you know that i got you!" diye şarkıya beraber devam ettiğimizde duruşunu bozmuş, başını omzuma yaslamıştı. Ritmik hareketlerle şarkıya ben tek devam ettiğimde kendini birden benden çekmiş, boş rafın yanında durmuştu.
Gözlerini kısıp, "burası niye boş?" diye sormuştu. Ellerimi kot pantolonun arka ceplerine sokuşturmuş, omuz silkmiştim. "Bir düşün bakalım. O gün ne hayal etmiştik?"
O düşünür gibi yaparken, eline tekrar bilinçsizce aldığı kaseti çekmiştim. Hiç oralı olmamış, boş rafın merakına düşmüştü iyice. "Ama sen hile yapıyorsun! Benim hafızam çok kötü. Hiçbir şey hatırlayamam ki!" diye yakınmıştı.
Dudaklarımı birbirine bastırmış, gözlerimi de kısmıştım hesap sormak için. "Bilmez miyim! Beni bile unutmuştun sen!" derken trip atar gibi yapmıştım. Gözleri ben ağzı aynı anda açılırken, "onun buna dahil olmadığını biliyorsun!" diye bana kızmıştı.
Sıktığım dudaklarımı salmış, iyice gülümsemiştim. "Biliyorum, biliyorum." demiştim. Ardından bakışlarım rafa dönmüşken onu daha fazla zorlamamak adına, "bu rafı da araba koleksiyonu için boş bıraktım. Tek başıma doldurmak istemedim. Oyunları da şuradaki dolaba koydum." demiştim.
"Aa evet, doğru. O benim aklımdan çıkmış. Ama evet burada daha iyi olur. Salonda durması saçma olurdu." derken fikrini belirtmişti. Söyledikleri benim de aklıma gelmişti zaten. "Öyleyse şuradaki tabure de ben mankenlik yaparken yorulmayayım diyedir." demişti, parmağıyla köşede tuvallerin yanında duran tabureyi işaret ederken.
Bunu alaycı bir tavırla söylemişken, başımı sallamıştım ona karşı. "Hadi, hadi! Aylaklık etme de mutfağa gidelim.". Kapıya doğru yönelmiş, onu beklemeden odadan çıkmıştım. Peşimden gelmesi uzun sürmemişti.
Merdivenleri geçip de mutfağa geldiğimizde, "Mısır gevreği dolu olan dolabı bul, hadi." demiştim. Böylece en heyecanlı anlattığı bir diğer hayali de beklemeden söylemiştim. Yüzünde büyük bir gülüş oluşmuş, ardından bir şey söylemeden dolapları karıştırmaya başlamıştı.
Buzdolabının yanında duran dolabı açtığında aradığını bulmuştu. "Yine de istediğim kadar büyük değil!" diye memnuniyetsizce konuşmuştu. Dolaptan da kapalı bir Mısır gevreği kutusu çıkarmış, masanın üstüne bırakmıştı. "Süt var mı?"
"Hani beğenmemiştin?" diye hesap sorduğumda ise bakışlarını bana çevirmişti. "Beğenmediğimi söylemedim ki!" derken omuzlarını silkmiş ve kendini savunmuştu. Bakışlarını benden çekip buzdolabına yönelmişti.
"Beğenmemezlik yapamazsın zaten. Her şey tam da senin istediğin gibi." demiş ve sandalyelerden birini çekip oturmuştum. Söylediklerimi hiç umursamamış, buzdolabından çıkardığı sütü de masanın üstüne bırakmıştı.
Bana bakmıyor, işini dikkatle yapıyorken bende onu adım adım izliyordum. Bir iki dolap karıştırmışken, "soldaki." demiş ve aradığı şeyin yerini söylemiştim. Bakışları saniyelik beni bulmuş, ardından söylediğim dolabı açmıştı.
Parlak, yeşil kaselerden birini çıkarmışken bana dönmüştü. "Sende yer misin?" diye sormuş ben başımı iki yana olumsuzca sallamamla dolabı kapatmıştı. Kaseyi eline alırken, "temiz bunlar, değil mi?" diye sormuştu. "Hıhım." dememle beraber, çatal bıçak dolabı olduğu belli olan dolaptan kaşık almıştı.
Mısır gevreğini hazır edip biraz sütle harmanlanması için beklerken bana dönmüştü. "Bizimkiler biliyorlar mı?" diye sormuştu. Onu bekletmeden, "evet, hepsi biliyor." diye yanıtlamıştım. Kaşları havalanmış, "onlar bir tek senin arkadaşların galiba." demişti sitemle.
Buna gülerken bir şey söyleme ihtiyacı duymamıştım. O da çok beklemeden yemeye başlamıştı bile. Aklıma gelen şey ile, "yeni evin şerefine bana tarçınlı kek yaparsın artık." demiştim alayla. Bakışları beni bulmuşken, başını sallamıştı ağzı dolu olduğu için.
Lokmasını yutar yutmaz, "şimdi yapalım!" demiş ve yerinde ayaklanmıştı. Boynumu kaşırken gülüşümü tutamamıştım. "Otur sen! Malzemeleri ben çıkarırken sende kaseni bitir." demiş, yerimde ayaklanmıştım.
Buzdolabına doğru yöneldiğimde, "iki tane yumurtaydı, değil mi?" diye sormuştum. Bir tek yumurta adetini karıştırıp duruyordum. Tarifin geri kalanı ise tamamen aklımdaydı. O ağzı doluyken bir kaç hım hımlama ile beni onayladığında elimde olan fazla yumurtayı yerine bırakmıştım.
Diğer malzemeleri çıkardığım sırada tezgahta karışıklık oluşmuştu da. Taehyung yerinden ayaklanıp da kaseyi tezgahın bir diğer ucuna bıraktığında, yemeğinin çoktan bittiğini de anlamıştım.
Arkama gelip kollarını sardığında içim gitmişti. Başı sırtıma yaslıyken gözlerimi kapatmıştım, kalbimin de hızlanmasıyla. Dudaklarımı dilimle ıslatmış, göğsümde birleştirdiği ellerini tutmuştum.
"İyi ki varsın, jungkook. Seni çok seviyorum." demiş, kıyafetimin üstünden sırtımı öpmüştü. Dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Kollarını benden ayırmasına zaman vermeden arkamı dönmüş ve ona sarılmıştım. "Ben seni daha çok seviyorum." diye karşılık vermiştim.
Bu sefer başı boynuma geliyorken saçlarının arasına küçük bir öpücük bırakmıştım. Başını kaldırıp bana bakmışken, gülümseyerek bende ona bakmıştım. Eğilip bu sefer dudaklarını öptüğümde ellerini boynuma çıkarmıştı. Dudaklarım ona her defasında daha fazla susuyorken, yine de beni bırakmasına müsaade etmiştim.
İşte bizim aşkımız böyleydi. Sizin okuduğunuz, maia'nın yazdığı ve hayal gücünüzün götürdüğü kadardı. Çeşit çeşit aşk biliyor olabilirsiniz. Hatta belki en sevdiğiniz çift Romeo ve juliet bile olabilir. Fakat biz hep kendimizce en güzel, en özel olarak kalacağız.
-
Hellooo!!! Yazarınız maia'dan selamlar efenim! Öncelikle buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler. Çok beklediniz biliyorum. Umarım beklediğinize değmiştir. Sizi tanımadan sevmek, arka arkaya gelen beğenilerinizi görmek, tatlı yorumlarınızı okumak daima çok güzeldi ve keyifli olmaya da devam edecek. Eğer tekrar başlarsanız yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Bir yerde bu fice yapılan edit görürseniz de bana instagram veya buradan atarsanız çok çok sevinirim. Bu beni en çok mutlu eden şey. Gördükçe oturup ağlamak istiyorum🥺 Hoşça kalın, maia ile kalın. 💗
|
0% |