Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@cileklerveyoon

 

İyi okumalarrr ✨

 

"Evet, bay kim. Evet, çok kötü!" demişti. Ellerim başımdaki bandanaya giderken durmuş ve tekrar geri indirmiştim. Sırf o kötü dedi diye bandanamı çıkarmayacaktım. Üstelik ben kendime çok yakıştırıyordum.

 

Arkasını dönmüş, mutfaktan çıkıp gitmişti sinsi sırıtışıyla. Ardında felix'in garip bakışları ile kalakalmıştım. Ne diyeceğimi bilememiş ve tabağımı elime alıp, masadan kalkmıştım. Tabağı tezgaha bırakmış ve mutfaktan çıkmıştım. Kaldığım odaya dönmüş ve şarj olması için prize taktığım kameramı almıştım. Tekrar mutfağa dönmüş ve felix'in bana bakmasını sağlamıştım.

 

"Bahçede bir kaç fotoğraf çekinebilir miyim?" demiştim elimdeki kamerayı göstererek. Ağzındaki lokmayı tutarken başını sallamış ve "tabii." demişti. "Teşekkür ederim." demiş ve hemen arkamı dönüp bahçeye çıkmıştım. Birden saatin kaç olduğunu merak edip bileğime bakmıştım. Saat daha 7'yi çeyrek geçiyordu. Normalde de erken saatte dışarıda olduğum için, saat bana erken gibi gelmemişti.

 

Etrafa bakınıp, bu sefer neyi çekebilirim diye düşünmeye başlamıştım. Çiçeklere bakmış, zaten daha önce çektiğim için vazgeçmiştim. Etrafımda artık çekebileceğim birşey yokmuş gibi gelmeye başlamıştı. Öylece yerimde durmuşken aklıma çok güzel bir fikir gelmişti. Bahçenin kapısına yönelmiş ve dışarı çıkmıştım. Kamerayı eve doğru çevirip göz hizama getirirken, üst katın camında birinin silüetini fark etmiştim. Gözlerimi kaldırmış ve o cama bakmıştım.

 

O kişinin bay jeon olduğunu gördüğümde tedirgin olmuştum. Zaten fotoğraf çekmemi sevmiyordu, şimdi de onun evini çekiyorum diye bana ceza verecekti. Kamerayı indirmiş ve oflayarak eve doğru dönmüştüm. Olay çıkmasını istemiyordum çünkü bay kaba jeon, kendisiyle baş edemeyeceğim kadar ukala biriydi.

 

Evin kapısını açıp içeri girdiğimde üst kattaki oturma odasına yönelmiştim. Bu evde kalmama izin verdiklerinde Felix bana evi gezdirmiş ve girip girmemem gereken yerleri öğretmişti. Alt katın atölyesi haricinde bütün odalarına girebilirken, üst katta sadece oturma odasına girebiliyordum. En azından evden ayrılmadan önce bu odada da biraz zaman geçirebilmek istiyordum.

 

Oturma odasına girince hemen koltuğa oturmuştum. Elimdeki kamerayı açıp fotoğraflara bakmaya başlamıştım. Burada sıkılmaya başlamıştım ve eski fotoğraflara bakmak gerçekten çok iyi hissettiriyordu. Jimin ile birlikte olan fotoğraflarıma baktıkça onu özlediğimi hissediyordum. Şuan ona kocaman sarılmak istiyordum. İçimde buruk bir hüzün oluşmuştu. Her baktığım fotoğrafta yüzümde gülümseme oluşurken jeon'un odaya girdiğini fark etmiştim. Geçip hemen karşıma oturmuştu.

 

Bakışlarını üzerime dikerken "merak etme, çekmedim fotoğraf falan!" diye sinirlice söylenmiştim. Gözleri yüzümde öylece kalırken tekrar aynı rahatsızlığı hissetmeye başlamıştım. "İstediğini yapabilirsin. Ben sana fotoğraf çekme diye birşey söylemedim." demişti. Gözlerimi kısıp bakmıştım. Dudaklarımı büzüştürmüş ve "öyleyse dün bana neden kızdın ki?!" demiştim. O ise bu halime gülmüştü. Hayır yani, komik olan neydi?

 

"Gülmez misin lütfen?" diye kızmıştım daha fazla. Gülüşü dudaklarında iken bakışlarını benden çekmiş ve aklına yeni birşey gelmiş gibi durmuştu. Gülüşü uçup giderken, bakışlarını tekrar bana döndürmüştü. "Hadi artık! Hazırlan ve çık." dediğinde tüylerim diken diken olmuştu. Sesi sert bir tonda iken emir vererek konuşması beni ürkütmüş ve üzmüştü.

 

"Niye sinirlendin ki? Kötü birşey söylememiştim..." diye kendi kendime mırıldanmıştım. Sesimi duymuş gibi dönüp bana baktığında, çatık olan kaşları açılmıştı. Ağzını açmış birşey diyecekken konuşamamış ve susmuştu. Yanımdaki kamerayı almış ve odadan çıkmıştım. Aşağıya doğru adımlarken aklıma bir fikir gelmişti. Adımlarımı hızlatıp kaldığım odaya girmiştim. Kamerayı çantama koymuş, eşyalarımı da toparlamıştım. Çantamı sırtıma takıp odadan hızlı adımlarla çıkmıştım.

 

Henüz gündüzdü ve yolumu bulabilirdim. Kimse beni istemediğim birşey yapmaya zorlayamazdı. Özellikle böyle kaba birinin dediklerini asla yapmayacaktım.

 

Derken, biri kolumdan çekmiş ve beni itmişti. Yere düşerken dirseğimi yerdeki fayansa vurmuştum. Kemiğim acıdan titremeye başlarken dönüp beni iten kişiye bakmıştım. Kim olduğu apaçık ortadayken gözlerimi kısmış ve kaşlarımı çatmıştım. Kalkmaya çalışmış, sağ elimde sol dirseğimi ovmaya başlamıştım. "Sen beni çocuk mu sanıyorsun?!" dediğinde ise bağırdığı için hareket eden elimi durdurmuştum istemsizce. Gözlerinin, sarının en koyu tonuna dönmesi beni garip bir şaşkınlığa düşürmüştü.

 

"Sana ne dediysem onu yapıp, şu lanet çeneni kapatmayı denesene!" diye daha sert bir şekilde bağırdığında üstüme doğru gelmeye başlamıştı. Mutfak kapısından çıkıp gelen felix'i fark edince bakışlarım anlık olarak ona dönmüştü. O da korku içinde olanları izliyordu. Yardım etmek istediği belliydi ama korkusundan yanımıza bile yaklaşamıyordu.

 

"Neden senin söylediklerini yapmak zorundayım ki?!" diye bağırarak karşılık vermiştim. İyice zıvanadan çıkmıştı bu adam. Alayla gülerken bir felix'e, bir de bana bakıyordu. "Çünkü lanet olası evime girdin aptal! Sırf işimi halledip gideceksin diye sana katlanıyordum ama artık sabrımı taşırdın!" demişti. Cidden ondan korkmaya başlamışken ne diyeceğimi dahi bilemiyordum. Ellerim sinirden titremeye başlamıştı bile.

 

"Altı üstü evinde bir gün kalmak zorunda kaldım. Bu tavrın fazla değil mi?" . Başını alayla sallarken gülmüştü de.

 

"Bunları, o tehlike tabelasını geçmeden önce düşünmeliydin! Geri dönüşü yok artık." dediğinde neyden bahsettiğini anlamıştım. Haklıydı, keşke geçmeseydim. Bunların olacağını bilseydim zaten geçmezdim. Üstelik bu kadar hakareti asla hak etmezken yaşamak sinirlerimi bozuyordu. "Keşke dün gece o soğukta kalsaydım da gelmeseydim buraya! Bu kadar hakareti hak etmiyorum!" diye kendimi savunmuştum.

 

"Keşke gelmeseydin bay kim. Ama olan oldu, artık buradasın. Buraya gelmeyi sen seçtin ve sonuçlarına katlancaksın. Yine de tam ihtiyacım olan bir zamanda geldin. Bunun için de teşekkür etmeliyim." dediğinde ise aklıma kötü şeyler gelmeye başlamıştı. İhtiyacım olan bir zaman derken neden bahsediyordu? Korku tüm bedenimi sarmıştı.

 

"Neden bahsediyorsun sen?" diye sorduğumda yüzünü ciddi bir şekle sokmuş ve bana doğru gelmeye başlamıştı. Yerde oturduğum için üzerime doğru eğilmişti. Gözlerini gözlerime diktiğinde, rengi aniden sarıdan kırmızı gibi bir tona dönmüştü. Dilini de sivri dişlerinin üzerinde gezdirirken dehşete düşmüştüm. O ise korkumu hissetmiş gibi kahkaha atmaya başlamış ve tekrar doğrulmuştu. Yerden destek alıp, kendimi geriye doğru ittirmiştim. "Sanırım anlatmama gerek kalmadı, değil mi?"

 

Korku içinde bakışlarımı felix'e çevirirken üzgünce başını sallamıştı. Benim aklıma gelen şeyi onaylamıştı bir nevi. "Sence öylesine, süs olsun diye mi koydular o tabelayı oraya? Bir şey eğer yasaksa yapmamalısın, değil mi bay kim?" dediğinde artık aklım almıyordu. Neyin içine düştüğümü sorguluyordum.

 

"Ne yani, sen bir vampir misin?" diye sorduğumda nasıl bu kadar gerizekalı olduğuma şaşırıyordum. Dünyanın her yerinde biliniyordu zaten hala yaşayan vampirler olduğunu ve onların ormanlar gibi, insanların gitmediği yerlerde yaşadığı. Cidden ben bu kadar uyarıya rağmen yine de kendimi bir vampirin eline mi düşürmüştüm?

 

Bay jeon sadece başını sallamıştı. Felix ise sonunda yanıma gelebilmişti. Kolumdan tutup beni yerden kaldırmıştı. Ardından çantamı yerden almış ve tekrar odaya götürmüştü. Gözlerim onda olsa da korkudan hareket edememiştim. Jeon, bir adımla yanıma yaklaşıp koluma girmişti. Ardından sahte bir samimiyetle bana, "beni anladığını varsayıyorum." demişti.

 

Kolumda olan kolu ile beni yürütürken sesimi bile çıkaramıyordum. Üst kata çıkmış, oturma odasındaki koltuklara oturmuştuk yine."Şimdi ben sana ne yapacağını anlatıyorum ve sende herşeyi tıpkı söylediğim gibi yapıyorsun, tamam mı?" dediğinde korku ile başımı sallamıştım. O ise gülümsemiş ve "aferin uslu çocuk." demişti. Kaşlarım, onun bu sözü ile çatılmıştı.

 

Oturduğu koltuktan kalkmıştı. "Şimdi beni iyi dinle. Birazdan Fixie ile birlikte buradan baya uzak bir pastaneye gideceksiniz. Pastaneye girdiğinde oranın sahibini bulacaksın. kadının adı hwasa. Bir diğer adı, ahn hye jin. Oradan büyük boy, çikolatalı bir pasta alacaksın." derken, ayakta gidip gelmeye başlamış ve sanki büyük bir plan yapmış gibi bana anlatmaya başlamıştı.

 

"Bir şekilde içeri sızıp hwasanın odasına girmen gerekiyor. Bunu nasıl yapacağını sana anlatacağım. Fixie seninle içeri girmeyecek çünkü hwasa onu tanıyor." dediğinde ise ne zaman geldiğini anlamadığım felix'e bakmıştı. Felix, kollarını birbirine dolamış ve kapıya yaslanmıştı. Ne zaman üstünü değiştirmiş, anlamamıştım. Siyah kot bir pantolon, tekrar aynı renkte içlik ve kırmızı, kolsuz bir deri ceket giymişti. Normalde yüzünün önünü kaplayan saçlarını, şuan kaldırmış ve kıyafetleri ile bir bütün olmasını sağlamıştı.

 

Bakışlarım hala felix'te iken jeon'un sesi kulaklarıma gelmişti. Sahi, soyadını bilmeme rağmen neden hala adını bilmiyordum ki?

 

"Pastanenin lavabosu, hwasanın odasında. O yüzden oraya girmen pek zor olmayacaktır. Tek sorun odada kamera olması. Onu da Felix elektriği keserek halledecek. Sen lavaboya gitme bahanesi ile odaya gir, ardından zaten elektrikler kesilecek. Sen o zamanı fırsat bilip, masanın çekmecesindeki mavi taşlı kolyeyi alacaksın. Zaten sen oradan çıkarken bile seni fark etmeyecekler." . Başımı sallamıştım planı anlamış gibi. Benden hırsızlık yapmamı istiyorlardı bir nevi.

 

"Bu hırsızlık değil mi? Bir polis beni yakalarsa bir daha ülkeme geri dönemem." demiş ve yeni aklıma gelmiş şey için endişelenmeye başlamıştım. O ise elini şakaklarına götürmüş ve ovarken, "o zaman sende yakalanmayacaksın." demişti. Başımı sallamıştım tekrar. Ardından felix'in gelip, tekli koltuğa oturuşunu izlemiştim.

 

"Dikkat çekmemeye çalış çünkü kadın büyücü. Seni fark ederse bir hayvana çevirmesi olası." dediğinde bu sefer daha da şaşırmıştım. "Vampir, büyücü falan ben galiba kabus görüyorum. Bir alana bir bedava gibi ya, bu ne?!" diye isyan ettiğimde Felix kahkahalar atmaya başlamıştı. O kadar gülmüştü ki bende gülmeye başlamıştım. Jeon ise gülümserken gözlerini devirmişti. Bu isyanım gerçekten komik gelmişti bana da.

 

"Gülmeyi bırakın da kalkın." demişti, jeon. Felix ise hala gülerken "yaklaşık bir saate kadar kalabalıklaşmaya başlar. Birazdan çıkarsak kalabalık olan zamanı buluruz." dediğinde mantığını anlamıştım. Kalabalık zamanda gidip fark edilmemek istiyordu.

 

"Daha sıradan görünürseniz daha az ilgi çekersiniz. Başınızdaki bandanayı çıkarırsanız daha iyi olur, bay kim." dediğinde ise başımda bandana olduğu daha yeni aklıma geliyor gibiydi. Ama yine de garipsemiştim çünkü bandana takmak da gayet sıradan bir şeydi. "Ama bandanamı çıkarmak istemiyorum ki. Sonuçta herkes bandana takabilir, bu söylediğiniz gibi sıradan birşey." demiştim onu reddederek.

 

"Haklısınız, zaten bandanayı çıkarsanız da yeterince ilgi çekicisiniz. Kalsın." dediğinde ise kulaklarıma inanmak istiyordum. Bana iltifat mı etmişti yani? Kibirli, kaba, vampir olan jeon mu? Hayatta inanmam!

 

Dönüp felix'e baktığımda ikimize bakıp güldüğünü görmüştüm. Üstelik ona baktığımı görünce göz kırpmıştı. Kaşlarımı çatıp sert bakışlar attığımda ise kaçar gibi yapıp "en iyisi ben arabayı bir yoklayayım." demişti. Onun odadan çıkışını izlerken bakışlarımı karşımda duran jeon'a çevirmiştim. Bana baktığını gördüğümde ise korkmuş ve "beni yemezsin, değil mi?" demiştim alaylı bir şekilde.

 

Loading...
0%