@cileklerveyoon
|
İyi okumalarr ✨
"Sen ona bakma. Normalde bu kadar kaba biri değildir. Üstelik bu onun için çok önemli bir konu." demişti Felix. Lüks bir arabayla yola çıkmıştık. Şaşırdığım şey ise, evin arka tarafında şehre çıkan bir yol olmasıydı. Sadece şehre varmak için olan orman yolu bayağı uzundu. Bu sırada ise Felix ile sohbet etmekten başka da seçeneğim yoktu.
"O zaman neden kendisi yapmıyor?" diye sormuştum. Arabayı sürerken göz ucuyla bana bakmıştı. Ne cevap vereceğini düşünüyor gibiydi. "Çünkü yapamıyor." diye sessizce mırıldanmıştı. Duymuştum, ve benim duyduğumu anlamıştı da. "Neden yapamıyor?" diye hemen sormuştum. Merak etmiştim ve merakım kolay kolay giden birşey değildi.
"Çok soru soruyorsun ve sorduğun soruların hepsi onun özeli. Sana anlatmam pek doğru olmaz." dediğinde beni susturmaya çalıştığını anlamıştım. Birşey anlatmak istemiyordu. Haklıydı da, sonuçta kendi hayatı değildi.
"O kolye ne işe yarıyor peki? Yani, nesi bu kadar özel ki böyle bir plan yapma gereği duydunuz?" diye sormuştum tekrar. Dayanamıyordum, ne yapabilirim ki?
"Anlaşıldı. Sen cevap almadan durmayacaksın." demişti. Bende hemen başımı sallamıştım. Öyleydi çünkü. "O kolye, hwasa'nın büyü yapabilmesi için gereken en önemli şey. O kolye olmadan çok ufak büyüler haricinde büyü yapamaz. Her büyücünün de kendi kolyesi vardır." diye açıkladığında hayretle dinliyordum. Kendimi mağaradan çıkmış gibi hissediyordum. Hiçbir şeyin farkında değil gibi.
"Peki siz onu neden istiyorsunuz? Sonuçta o kolye onun."
"Çünkü hwasa yapmaması gereken birşey yaptı. Bunun için cezalandırılmalı. Hem bu ceza başka insanları ondan korur." diye anlatmıştı. Dikkatle onu dinliyordum. Hwasa'nın yapmaması gereken şeyin ne olduğunu merak etmeye başlamıştım. Daha fazla sorup da felix'i kendimden soğutmak istemiyordum.
Biraz daha yok geldikten sonrasında, felix'in söylediğine göre varmıştık. Arabayı, pastaneye uzak bir yere park etmişti. Arabadan inip yürümeye başlayınca yanımızdan geçen üç kızın bize baktığını fark etmiştim. Daha doğrusu felix'e. Giydiği kıyafetler ile çok çekici olduğunu inkar edemeyecektim. Üstelik yüzünün yakışıklılığı da ayrı bir seviyeydi.
"Bay jeon, bana ilgi çekme dedi ama seni unutmuş anlaşılan." demiştim elimi yumruk yapıp, omzuna vurarak. Gülmüş ve "tabi, seni düşünmekten bana zaman kalmamış." dediğinde ise bu sefer ciddi bir yumruk vurmuştum. Çok kötü imalarda bulunuyordu. Üstelik ben ona vurduğumda daha çok gülmüştü.
"Ne alaka ya? Görmedin mi beni nasıl ittiğini?" demiştim inkar ederek.
"Sana bakışlarını görmedin mi?" diye karşılık verirken bir garip olmuştum. Cevap vermek için düşünmeye başlamıştım. Ama aklıma sadece derin bakışları geliyordu. "Ya ama o bir vampir. Belki kana susamıştır."
Söylediğim şeyin farkına varınca gözlerimi kocaman açmış ve "ya dur, dur! Kana mı susadı cidden?!" diye bağırmıştım, kendimi tutamayarak. Felix, işaret parmağını dudaklarına götürerek susmamı işaret etmişti. Yanlış birşey söylemiş gibi elimi dudağıma götürüp, kapatmıştım.
"Tamam, yeter bu kadar soru." demiş ve elini kaldırıp, işaret parmağıyla karşıdaki pastaneyi göstermişti. "Şurası!" derken, ben mekanı incelemeye başlamıştım bile. Burası çok büyük bir pastaneydi. Üstelik çok da kalabalıktı. "Moonrise cáfe" tabelası fazlasıyla ilgimi çekmişti. Tasarımı ayrı, adı ayrı bir güzeldi. Çok beğenmiştim burayı.
"Pastane değil miydi burası?" aklıma takılan soruyu sormuştum. Bana bakmış ve "baksana, pastane bölümü yukarıda. Aşağıda ise cafe bölümü var. Bildiğim kadarıyla içecek çeşitleri fazla ve mükemmelmiş. İçemeyecek olmak üzüyor ama olsun." demişti.
"Hadi artık gidelim." diyen kişi ben olmuştum bu sefer. Bir yandan içerisini çok merak ediyordum. Diğer yandan ise hemen bitirip gitmek istiyordum.
Dönüp felix'e baktığımda elini cebine koyup birşey çıkardığını görmüştüm. Bir kaç bilmediğim şeyi avucunun içinde ayrıştırırken, ayırdığı bir kaçını bana uzatmıştı. Elindekileri aldığımda kalanları cebine atmıştı. Başımdaki bandanaya söküp boynuma bağladığında, ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Elimdeki ufak aletlerden birini alıp bandanaya taktığında, "bak, bu kamera. Ben buradan seni izleyeceğim. Her hareketinde seni yönlendirmek için bunu takman gerekiyor." demişti.
Elimdeki bir diğer şeyi alıp bana gösterirken de, "bu da mikrofon. Bandananın iç kısmına koyacağım, daha rahat konuşabilmen için. Görünmez de." demişti. Üstelik mikrofonu da yerleştirmişti. Ardından elimdekini işaret ederek, "bunu da kulağına koy." demişti.
Başımı salladığımda, kulaklığı kulağıma takmıştım. Üçüsü de çok ufak şeylerdi. Kolay kolay bulunmadıkları da belliydi. Özel olarak getirdiği anlaşılıyordu. Kendimi bunlarla ajan gibi hissediyordum.
"Hadi, şimdi git!" demişti. Başımı tekrar salladığımda hareket etmiştim bile. Felix'in yanında uzaklaşırken, deneme için söylediği saçma sapan şeyler kulağıma ilişmişti. Buna gülerken girişe varmıştım. Derin nefes alıp kapıyı ittirmiştim. İçeri girdiğimde çok fazla kalabalık olması hoşuma gitmişti. Yine de aklıma gelen şeye şaşırmıştım da. Lavabo neden hwasa'nın odasındaydı ki?
Soru aklımı kurcalarken üst kat merdivenlerine yönelmiştim. Hızla basamakları geçtiğimde kasanın yanına doğru yürümeye başlamıştım. Siparişler oradan veriliyordu. Yaklaştıkça içeride çalışan bir sürü kadın olduğunu fark etmem üzün sürmemişti. İki garson haricinde başka erkek yok gibi görünüyordu. Kasadaki güler yüzlü kadına "merhaba. Ben büyük boy, çikolatalı pasta istiyorum lütfen." dediğimde yan taraftaki pasta dolabına bakmıştım.
"Tabi efendim. Size yer ayırtalım mı, yoksa paket mi istersiniz?" diye sormuştu, kadın. Hazır olan pastalardan alacağım için onlardan seçecektim. "Paket olsun, lütfen." demiştim.
"Hazır pasta seçeneklerimiz burada, efendim. Hangisini istersiniz?" dediğinde ise hiç beklemeden gözüme kestirdiğim, bol çikolatalı pastayı göstermiştim. "Bu olsun!" dediğimde başını sallamıştı. "Biz paket yapana kadar şurada oturabilirsiniz, efendim."
Hemen başımı iki yana sallamış ve "hayır, Lavaboya geçeceğim. Ne tarafta acaba?" diye sormuştum.
"İlerideki kapıdan geçip sağa döndüğünüzde görürsünüz." dediğinde başımı sallamış ve "teşekkür ederim." demiştim. Arkamı döndüğümde ise kapıya doğru yürümeye başlamıştım. Felix'in sesi kulaklarıma ilişirken bakışlarımı etrafta gezdirmeye başlamıştım. "Aferin, taehyung!" dediğinde cevap vermemiştim. İlgi çekmek istemiyordum.
Kapıdan geçince de önüme büyük bir koridorun çıkması ile şaşırmıştım. Burada toplamda dört oda bulunuyordu. İkisi wc, birisi personel ve diğeri ise 'manager' yazısı olan bir odaydı. "Sanırım büyük bir yanlış yapmışım... Lavabonun hwasa'nın odasında olması gerekiyordu!" dediğinde dehşete düşmüştüm. Felix'in sesi çok kızgın gelse de ben sakin kalmaya çalışıyordum. Nereye gideceğimi bilemezken öylece kalakalmıştım.
"Hadi, Felix! Ne yapacağım?" diye sormuştum endişeyle."dur! Beni de korkutma." dediğinde ise daha da telaş yapmıştım. Böylece duramazdım ya.
"O zaman şöyle yapalım; sen lavaboya doğru yürü ve içeri gir. Ardından ben elektrikleri keseceğim ve hemen oradan çıkıp hwasa'nın odasına gireceksin."
"Ya o oradaysa?" diye sormuştum tekrar, sessizce. "Hayır, değil. Kendisi şuan alt katta." demişti. Derin nefes almıştım tekrar. Böyle şeyler yapmak hiç benlik değildi. Beni çok korkutuyordu.
"O zaman başlıyoruz. Hadi şimdi lavaboya gir." dediğinde ise cevap vermeden lavaboya dönmüştüm. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde kimsenin olmadığını görmüştüm. Ardından elektriklerin kesilmesi ile bakışlarım etrafta dolanmaya başlamıştı. Doğru düzgün göremiyordum. "Tamamdır. Şimdi çabuk odaya gir ve o kolyeyi al! Şimdi elektriğin neden kesildiğini sormak için geleceklerdir." dediğinde ise hızla lavabodan çıkmıştım.
Hızlı hareketlerle yan odaya geçerken, gözlerim karanlığa alışmıştı. Kapının kokunu indirdiğimde hemen açılması ile şaşırmıştım çünkü kilitli olmasını da beklemiyor değildim. Hızlı adımlarla masa olduğunu düşündüğüm karanlığa doğru yürümeye başladım. Bir yere çarparım korkusu da vardı içimde. Ama yine de masaya kolayca varmıştım. Elimle masayı tanımaya, neyin nerede olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Sonunda elime bir çekmece kulpu çarpınca aradığımın orada olabileceğini düşünmüştüm. Çekmeceyi hızla açınca gözüme bir ışıltı çarpmıştı. Kolyenin taşı fosfoslu bir renkte olduğu için karanlıkta parlıyordu. Hızla elime alıp, cebime atmıştım. Dolabı kapatıp hızla oradan uzaklaşmaya başlamıştım. "Aldın mı?" demişti Felix. "Evet!" demiştim.
İçeriden sesler gelirken herkesin telaşlandığı belli oluyordu. İçerisi çok kalabalıktı ve aniden elektriğin kesilmesi onların rahatını bozmuştur. "Şimdi içeri gir ve pastayı al. Pastayı almadan çıkarsan gözleri seni arar." demişti. Mantıklıydı. Odaların bulunduğu koridordan çıkıp, kapıyı kapatmıştım. Bir kaç el fenerinin yakıldığını görmüştüm. Az önce konuştuğum kadının, "lütfen sakin olun. Jeneratörlerde ufak bir arıza var. Hemen halledilecektir." dediğini duymuştum. Kasaya gidip pastayı almaktan başka bir işim kalmamıştı. "Pasta hazır mı acaba?"
Kadın yüzümü seçemediği için, "hangi pasta sizindi? Kusura bakmayın yüzünüzü seçemiyorum." demişti. Anında "çikolatalı, büyük olan." dediğimde anlamış gibi bir ses çıkarmış ve buna fiyatı söylemişti. Ücretini cebimden çıkarırken ne kdar verdiğimi doğru düzgün göremiyordum. Ta ki elime ışık tutulana kadar. Arkamdan gelen bir kadın elime doğru ışığı tutmuş ve "acele etmenize gerek yok. Aklınız karışır böyle." dediğini duymuştum. Başımı kaldırıp yüzüne bakmaya çalışmıştım ama ışığı bana doğru tuttuğu için yüzünü net görememiştim.
"Sorun ne, hye Jin?" dediğinde kadına dönmüştüm. Işığı tutan kadın hye Jin ise benim görünmemem gereken kişi de oydu. Kasadaki kadına saydığım paraları verirken, o da bana pasta kutusunu koyduğu poşeti uzatmıştı. Işığı tutan kadın, yani hwasa gözlerini bana dikmişken elim ayağıma dolanacak gibi görünüyordu. "Teşekkür ederim. İyi günler!" demiş ve yanlarından ayrılmıştım. Merdivenlere yönelmiş, ve hızlı olmamaya çalışarak inmeye başlamıştım.
Pastaneden çıktığımda ise hemen geldiğim yola dönmüştüm. En azından bir kaç binadan sonrasında görülmeyecek kadar uzaklaştığımda, arabayı fark etmiştim. Felix, arabanın yanında beni bekliyorken yanıma doğru yavaş yavaş yürümeye başlamıştı. Onun yanına vardığımda ise "kolye?" diye sormuştu. Elimi cebime koymuş, kolyeyi çıkarıp ona uzatmıştım. Hiç beklemeden elimden alırken, kontrol etmek için kolyenin taşına çok dikkatlice bakmıştı. Tam emin olamamışken bile cebine atmış ve "iyi iş çıkardın, tebrikler!" demişti.
Arabaya doğru gitmiş, sürücü koltuğuna oturmuştu. Bende diğer tarafa dönüp, hemen yanındaki ön koltuğa oturmuştum. Arabayı sürmüş, oradan uzaklaşmamızı sağlamıştı.
|
0% |