Yeni Üyelik
6.
Bölüm
@cileklerveyoon

 

İyi okumalarr ✨

 

"Aferin! Beklediğimden hızlı oldu." demişti, jeon. Onu bir de bize sormalıydı. Aldığımız pastayı dilimlemiş, yemeye başlamıştık. Kendime ödül niyetine fazlaca koymuştum. Zaten büyük bir pastaydı.

 

"Oturduğun yerden söylemek kolay tabi." demiştim. Benden bıkmış gibi başını iki yana sallamıştı. "Sahi, ben nasıl geri döneceğim?" diye de eklemiştim. Saat geç olmadan gitmem gerekiyordu. Bir yandan da gitmek istemiyor gibiydim. Alışmıştım buralara.

 

"Nereye?" diye sormuştu, Felix. Hemencecik "evime." diye karşılık vermiştim. Bay jeon ise buna gülmüştü. Neye güldüklerini pek anlamamıştım. Pastasından bir lokma daha alıp ağzına atarken gözlerini bana çevirmişti. Lokmasını yavaş yavaş yuttuktan sonra ise "sence artık evine dönebilir misin?" demişti.

 

Gözlerimi kısmış ve sorar gözlerle ona bakmıştım. Neden dönemeyecektim ki?

 

Sanki içimden sorduğum soruyu duymuş gibi hemen, "şöyle ki, sen büyük bir hırsızlık yaptın kim. Hwasa şuan her yerde seni arıyordur." dediğinde endişelenmiştim. Bu kısmı hiç hesaba katmamıştım. "Ya ama kolye bende değil ki, sende! Neden benim peşime takılacakmış. Üstelik ben bu ülkeden gideceğim, beni nasıl bulacak?"

 

Buna kahkaha atmıştı, felix. "İstersen gezegen değiştir, yine seni bulur." demişti. Felix'in böyle birşey söylemesi beni daha da korkutmuştu. Böyle birşey olduğunu bilsem yapar mıydım ben?

 

"O yüzden bende sana diyorum ki, burada kal. En azından hwasa sorunu çözülene kadar." demişti tekrar, jeon. Bakışlarım büyük bir kararsızlık içinde ona bakarken korkum üzüntüye de dönmüştü. Bu orman köşelerinde ölüp gideceğim diye üzülmeye bile başlamıştım.

 

"Burada kalsam ne fayda eder ki? Gezegen değiştirsem de gelecekmiş peşimden." demiştim bakışlarım felix'e dönerken. Söylediği şeyi tekrarlamış, can güvenliğimin olmadığını söylemeye çalışmıştım.

 

"Bizim de istediğimiz o! Peşinden gelmesi. Kolyesiz o bir hiç. Hem merak etme, Buraya gelse bile ben seni korurum." dediğinde içimde birşeyler uçuşmaya başlamıştı. Tamam, belki onu sevmiyor olabilirdim ama yine de çok çekici ve nazik bir insan olduğunu yok sayamazdım. Her ne kadar ona kaba demiş olsam da, bu benim tamamen onu görmek istediğim kişiydi. Gerçekten nazik biriydi ve artık inkar etmek istemiyordum. Üstelik yaptığı kabalığı da hak ediyordum.

 

Ortamı sessizlik kaplarken konuşmak istiyordum ama ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Aklıma gelen ilk şey olan tanışma konusunu açmak istiyordum. Burada iki gündür kalıyordum ve daha adlarını bile doğru düzgün bilmiyordum. Onlarda benim hakkımda birşey bilmiyorlardı. "Hala tanışmadığımızı fark ettim. Adlarınızı bile doğru düzgün bilmiyorum." demiştim.

 

Saçma olmuştu ama söylemek istediğimi anladıklarından emindim. Jeon, başını yediği pastadan kaldırırken göz göze gelmiştik. Bana öylece baktığında "ne bilmek istiyorsun?" demişti. Fazla açık sözlüydü. Biraz gerilsem de, "mesela o kolyeyi neden çaldığımızı?" diye sormuştum. Konu tanışmadan tamamen çıkmıştı.

 

Elindeki tabağı yan tarafına koymuş, ellerini birleştirmişti. Bardağındaki içecekten bir yudum almıştı. "Keyfî." demişti, bana söylemek istemediğini belirtir gibi. Ben ise kendimi tutamamış ve hemen "öyleyse keyfine olan hırsızlığı neden sen yapmadın? Daha eğlenceli olmaz mıydı senin için?" demiştim. Sivri dilim başıma bela açacak gibiydi.

 

"Bunu sen yap istedim." dediğinde ise kaşlarımı çatmıştım. Sonrasında yüzüme bir gülümseme yerleştirip, "ya sen şuna korkuyorum desene!" demiştim alayla. Bu sefer gülen taraf o olmuştu. "Beni çok güldürüyorsun, kim!" demiş, üst üste attığı bacaklarını ayırmış ve yerinden kalkmıştı. Pencereye doğru giderken ise "yaklaşık iki gündür benimlesin. Kimin korkup, kimin başta olduğunu bilmiyorsun. Peki sence, neden hwasa'yı buraya çekmek istedim?" demişti.

 

Verecek cevabım yoktu. O da bunun bilincinde olduğu için kendi cevabını kendi verecekti. "Çünkü hwasa buraya gelemeyecek kadar benden korkuyor. Benim ondan kat ve kat daha güçlü olduğumu biliyor. Büyülerinin bana işlemediğini de biliyor.". Söylediği şeyler bana çok mantıklı gelmişti.

 

"Öyleyse, sen gitseydin!" demiştim. O gidebilirdi. Hwasa ile ne derdi vardı bilmiyordum ama o kadar önemliyse kendisi de gidebilirdi.

 

"Sence gidebilsem, gitmez miyim?" dediğinde ise aklım karışmıştı. Neden gidemiyordu ki? "Dur, dur! Sen sormadan ben cevap vereyim. Neden mi gidemiyorum? Çünkü lanet olası büyü yüzünden evimden çıkamıyorum!"

 

Bu beni daha da şaşırtırken, bir büyünün bu derecede olması beni etkilemişti. Hwasa denen kadın, bay jeon'a büyü mü yapmıştı? Bu fazlasıyla garipti.

 

"Büyüyü hwasa mı yaptı?" diye sormuştum. O yapmadıysa bile, büyüyü o bozabilir diye onu buraya çekmek istiyor olabilirlerdi.

 

"Evet, onun da parmağı var." demişti. Bakışlarım, herşeyi bilip ses etmeyen felix'e kaymıştı. Bizi umursamıyor gibiydi çünkü zaten bildiği şeyi tekrar dinlemek istemiyor da olabilirdi. Onun keyfine bırakmış ve bakışlarımı tekrar jeon'a çevirmiştim.

 

Kaşları çatık, bakışları yere dalmışken burada olmadığını fark etmiştim. Galiba hala bir şeyleri çözmeye çalışıyor gibiydi. Bende anlattıklarını düşünürken bir yandan da konuşmayı devam ettirmek istiyordum. "Tanışmak istiyordum ama konu başka yerlere geldi." dediğimde tekrar bana bakmıştı. Ben hala jeon'a bakarken, felix'in "tekrar mı tanışıyoruz? Süper, ben başlıyorum." demesiyle ona dönmüştüm.

 

Oldukça hevesli görünürken konuşmaya başlamıştı. "Lee Felix. 22 yaşındayım. Avustralya'lıyım. Kendimi bildim bileli de buradaydım. En yakınım da, şu karşında oturan vampir adamdır." deyip gülmeye başladığında bende kıkırdamıştım. Yine de merak ettiğim şeyler asla bu kadar değildi.

 

"Ailen?" diye sormuştum. "Herş-" diyen jeon'a karşı Felix konuşmaya başlamıştı tekrar. "Sorun değil! Ailemi yıllar öncesinde bir vampir kabilesi öldürdü." dediğinde jeon'un neden bana kızdığını anlamıştım. Yine de felix'in bunu kibarca anlatması çok hoşuma gitmişti. Tabi beni de kötü hissettirmişti. Ağzımı iki dakika kapalı tutamamıştım.

 

"Özür dilerim, bilmiyordum." dediğimde ise tekrar cevap veren jeon olmuştu. "İşte bu yüzden herşeyi sormamalısın, kim!" diye kızmıştı bana. Haklıydı. Söyleyecek bir şeyim olmadığı için öylece susmak zorunda kalmıştım.

 

Ortama rahatsızlık veren bir sessizlik hakim olacakken, hareketlilik katan tekrar Felix olmuştu. "Peki sen?" demiş ve birşeyleri tekrar düşünmemi sağlamıştı. Ben kimdim? Kendimi bir isimle sınırlandırabilir miydim? Bir isimle kim olduğumu insanlara gösterebilir miydim? Verdiğim cevaplar, beni ne kadar aktarabilirdi ki?

 

Yine de kendimi anlatmak istiyordum. Belki yarın buradan gidecektim. Belki de başıma birşey gelecek, geleceği düşünüp durduğumuz bu hayatta herşeyin bu kadar önemli olmadığını anlayacaktım. Ama yine de kendimi birilerine anlatmak istiyordum. Birilerinin beni gerçekten sevmesini istiyordum. Kendimi sıfırdan yaratmak istiyordum.

 

"Ben, kim taehyung. 25 yaşındayım ve daegu'luyum. Annem ve babam boşandı. Kardeşim yok. Ailem yüzünden sağa, sola savrulmaktansa kendimi yollara atıp, en azından yeni yerler keşfetmek istedim. Bir elin beş parmağından az arkadaşım vardır. Tabi kimsenin de bana zamanı yoktur. Ben de yalnız yaşamaya alıştım zaten." dediğimde ikisinin de beni dikkatle dinlediği gerçeği ile mutlu olmuştum. Bu bana kendimi garip hissettirse de yapmaya devam edecektim.

 

"Her zaman yaptığım gibi bir gezi turuna katılayım demiştim ama onu da elime yüzüme bulaştırdım. Bir kaç fotoğraf çekeyim diye ormana girdim ama kayboldum. Şimdi de nasıl döneceğimi bilmiyorum." demiştim. Gözlerim yere dönmüşken bunu düşünmeye başlamıştım. Bu konuyu oturup ciddi ciddi düşünmem gerekiyordu çünkü bayan chloe'nin benim yokluğumda ne yaptığını merak etmeye başlamıştım. Neredeyse bir gündür ortada yoktum ve beni bırakıp gitmiş olmaları imkansızdı.

 

"Jeon jungkook, 50'den sonra saymayı bıraktım. 23 yıldır da felix'den başka hiç kimse ile görüşmedim. Kaybettiğin yolu ise, zamanı geldiğinde felix sana gösterir. Şimdilik geri dönmeyi aklından çıkar." demişti, benden sonra kendini tanıtmak için. Söylediklerimi pek kafasına takmamış, benimde takmamamı söylemişti.

 

Tıpkı söylediği gibi yapacaktım. Hem zaten gezi turuna katılmaktansa vampirlerle ilgilenmeyi tercih ederdim. İzlediğim filmlerdeki gibi vampir sevgilim olsa nasıl olurdu acaba? Ama sorun şu ki, buradaki tek vampir adını daha yeni öğrendiğim jungkook'tu. Bırak sevgili olmayı, birbirimize katlanamıyorduk bile. Beni görmek bile istemiyordu, bu yüzden kısa zamanda gideceğimi biliyordum. Burada sonsuza kadar kalacak değildim ya.

 

Kendi kendime düşüncelere dalmışken, dışarıdan birilerinin bağırışlarını duymuş ve bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirmiştim. Felix'in hemen oturduğu yerden kalkıp pencereye doğru koşması ile bende yerimden kalkmıştım. Jungkook hala yerinde oturuyor, sanki bu anı iple çekiyormuş gibi gülüyordu. Bu gülüşün sinsi bir gülüş olması dışında da sorun yoktu.

 

"Sana diyorum! Duymuyor musun beni?!" diye bağırmıştı bir kadın kapıya vurmaya başlayarak. Başını yukarı kaldırdığında, yüzünü kapatan saçları yüzünden düşmüş ve yüzünü görmemi sağlamıştı. Bir kaç saat öncesinde, kolyesini bizzat benim çaldığım kadın kapıya dayanmıştı. Üstünde bayağı dikkat çeken bir de pelerin vardı. Zümrüt pelerin, esmer teni ile çok uyumluydu.

 

Hemen arkamdan gelen kahkaha sesi ile oraya dönmüştüm. O pencereye yaklaşırken Felix ise çoktan alt kata inmişti. "Görmeyeli aptallaşmışsın, hwasa." demişti yanımda durduğunda. Bir de gülmeyi eksik etmemişti. Kadın ise öfkeli bakışlarını onun üzerine dikmişti. Neden aptal dediğini anladığımda ise bende gülmüştüm.

 

"Bu işi uzatmayalım, jungkook. Hadi ver şu kolyeyi de gideyim." demişti hwasa. Yanımda duran jungkook, elini omzuma koymuş ve hafifçe yan tarafa ittirmişti. Benim önümdeki konumunu aldığında ise zaten açık olan pencereye yaslanmıştı. "Sence ben kolyeyi verecek olsam, almak için uğraşır mıydım?" dediğinde ise söylediği şeyin haklılığı ile hwasa'nın tepkisini merak ettiğimden ona bakmıştım.

 

Derin bir nefes çekip, bahçedeki banka oturmuştu. Pes etmiş gibi görünüyordu. "Hayır' yapamam." demişti. Anlamaz bir ifade ile jungkook'a dönmüştüm. Jungkook ise gözlerini şaşkınca açmış ve "daha ne istediğimi söylemedim bile!" diye bağırmıştı. Buna bende şaşırmıştım da, neye hayır dediğini anlamamıştım.

 

Hwasa olduğu yerde sinirlice otururken "benden isteyebileceğin sadece tek şey var, aptal!" diye bağırmıştı. Baya kavga etmeye başlamışlardı ama bu kavga insanı korkutacak türden değildi. Zaten birbirlerini tanıdıkları, ve ikisinin de birbirine yaklaşamayacağı gerçeği yüzünden en fazla birbirlerine bağırabiliyorlardı.

 

Jungkook, hwasa'nın söylediği şeyin mantıklı olması ile afallamıştı. Bu cevabı beklemiyordu. "Ah, doğru!" diye söylenmişti sadece ikimizin duyabileceği şekilde. Sonra tekrar hwasa'ya dönmüş ve "istediğim şeyi biliyorsan, o şeyi yapmadan sana kolyeni geri vermeyeceğimi de biliyorsundur." demişti.

 

"İstesem de yapamam! Biz bunu 4 cadı birlikte yapmıştık. Tek başıma yeterli gücüm yok benim."

 

"Diğerlerini diriltemeyeceğime göre, tek başına yapmaktan başka çaren yok!"

 

   

 

   

Loading...
0%