@cileklerveyoon
|
Yorum yapmayı unutmayın!!! İyi okumalarr✨
"Evet, efendim." dedi, telefonun karşı tarafından. "Çocuğu da aldık, geliyoruz.". Duydukları onu tatmin etmişti. Kapattığı telsizi cebine koymuş, masasından kalkıp odadan çıkmıştı. Koridorun sonundaki odaya doğru yönelmiş, kapıyı tıklatmış ve içeriden ses gelmesini beklemişti. Ardından beklediği ses gelince içeri girmişti.
Masanın hemen karşısına geçip, dik bir şekilde dururken "William'ın altında çalışan gençlerden birini bulduk, efendim. Buraya getirilmesini istedim. İzninizle konuyla özel olarak ilgilenmek istiyorum." demişti. Kendinden emin bir şekilde durmaya çalışıyordu, öyle de yapıyordu. Bu sefer william'ı yakalayacaktı.
Binbaşı kim ise kolunu oturduğu koltuğuna yaslamıştı. Başta susmuştu. Düşünüyor gibiydi. Taehyung'a görev vermeye çekinirdi çünkü burnunun dikine giden biriydi. Bu huyunu da severdi. Hak edenlerin acı verici şeyler yaşaması kadar normal birşey olmadığını düşünürdü.
"Tamam, bununla sen ilgilen. Ama öldürme!" demişti, binbaşı kim. Taehyung ise başını sallamış ve onu onaylamıştı. Lakin biliyordu, eğer istediğini alamazsa bir şerefsizi daha hayatta tutmaya niyeti yoktu.
Yakaladıkları genç çocukla ilgili bir kaç bilgi daha verdikten sonra odadan çıkmıştı. Ardından tekrar kendi odasına geçmiş ve onun için bir hazine olan çocuğun gelmesini beklemeye başlamıştı. Bu çocuk çok fazla şey biliyor olabilirdi ve o bilgileri almak onun için nefes almaktan bile kolaydı. Önünde durduğu kişi korkudan titrerdi. Onun elinde ölmektense bilgileri söylemeyi tercih ederdiler.
Biraz zaman geçtikten sonra beklediği kişi gelmişti. Kapı çalmış ve hazinesinin geldiği haberi verilmişti. Keyifle yerinden kalkıp sorgu odasına giderken bir askerin önünde durup, "efendim, sınırda dört askerimiz şehit edilmiş." demesiyle bütün keyfi kaçmıştı. Öylece durmuş, içinde oluşan öfkeye hakim olmaya çalışmıştı. Haberi veren askere dönüp, "cesetleri burada mı?" diye sormuştu.
"Evet, yüzbaşım." demiş; "sizi oraya götüreyim!" diye de eklemişti asker. Taehyung başını olumlu anlamda tek seferlik salladıktan sonra askerin arkasından yürümeye başlamıştı. Zaten bildiği morg odasına girdiğinde duraksamıştı. Yan yana duran dört adet sedyenin beyaz çarşaflar ile kaplı olması tüylerini ürpertmişti. "Ailelerine haber verildi mi?"
Hızla başını sallarken konuşmuştu, asker. "Evet, efendim!" demişti. Kapının açılma sesi ile oraya dönerken giren kişinin jimin olduğunu görünce bakışlarını çekmişti.
Jimin, hemen taehyung'un yanında dururken acıyla çarşafla örtünmüş cesetlere bakmıştı. Bir şeylerin adil olmadığını düşünüyordu. Bir şeylerin yüreği yerinden söküp aldığını. Lakin elinden birşey gelmiyordu. Tek yapabildiği intikam alabilmekti.
Taehyung en baştaki çarşafı çekip cesedin yüzünü açarken, "song woo ji" demişti jimin sessizce. İşte o an taehyung'un sert bakışlarının üstüne gelmesini sağlamış ve "park jimin! Onlar bu ülke için canlarını feda eden şehitlerimiz! Neden adlarını alçak sesle söylüyorsun? Bağır!" diye tepki almıştı. Ses tonunu düzeltip hemen "song woo ji!" diye tekrarlamıştı, jimin.
Taehyung, geçtiği her şehit için yüreğinde bir burukluk ve gurur hissederken, jimin ise hepsinin adının sesli bir şekilde dile getiriyordu.
Onlar basit insanlar değildi. Onlar, kendi ülkeleri için değer verdikleri her şeylerini ikinci plana koyup, kendi vatanından olanların rahatça yaşayabilmesi için can veren kişilerdi. İşte taehyung da en çok onları çabucak unutup, şehit olmak kolaymış gibi davrananlardan nefret ederdi.
Dışarıdan duyduğu bağırışla dikkati dağılmıştı. Bakışları oraya dönerken jimin ile bakışmış, ardından hemen morgdan çıkmış ve gürültünün olduğu yere, yani girişe yönelmişti.
Bağıran kişi bir kadındı. Ellili yaşlarını bulmuş bir kadın bağıra çağıra ağlıyordu. Etrafı döküp dağıtıyordu. Taehyung kadın ile yüz yüze geldiğinde askerlerden biri durmuş ve "şehit jung sang woo'nun annesi, yüzbaşım!" demişti. Taehyung'un bakışları hüzne kaplanırken, kadın hala oğlunu kaybetmenin verdiği acıyı haykırıyordu.
"Oğlunuz şehit jung, çok cesurca savaştı." demişti. "Bir şehit için dökülen gözyaşı ancak gururdan olmalıdır." diye devam etmişti. Bunları çok içten söylemişti. Ülkenin sınırında bulundukları ve william gibi bir adamın bölgesinin güvenliğini sağladıkları için bu acı haberleri hep alıyordu. Bir sürü asker canice katlediliyordu.
Kadın, taehyung'un sözlerinden sonra "siz onun amiri misiniz?" diye sormuştu. "Evet!" demişti bekletmeden. Ama işte o an, suratının tam ortasına inen darbeye karşı ne yapacağını şaşırmıştı. Kadın taehyung'un suratına bir tokat vurmuş, bütün askerlerin o tarafa dönmesini sağlamıştı.
"Sen! Onu cepheye sen gönderdin, değil mi?!" diye bağırmıştı. Ağzını bile açamamıştı kimse. Söz etmeye dilleri dahi yoktu. "Oğlum bugün senin yüzünden öldü! Nasıl olur da beni teselli etmeye çalışırsın!" diye haykırmıştı. Susmuştu herkes. Boyunlarını eğmişlerdi. Her zaman başı dik duran taehyung bile kadının yüzüne bakamamıştı.
"Madem amiriydin, neden kurşunları onun yerine sen yemedin!? Ha, söyle!" diye bağırmıştı bir kez daha. Bu sefer boğazının daha da düğünlendiğini hissetmişti, taehyung. Keşke diyordu, keşke o kurşunları ben yeseydim. Keşke onları ölümden uzak tutabilseydim. Ama olan olmuştu. Artık ne taehyung'un keşkelerinin, ne de kadının feryatlarının bir faydası vardı.
Kadın derin nefes aldığında artık konuşamayacak hale gelmişti. "Sen nasıl oğlumu bu hayattan koparıp benden aldıysan, Tanrı da sana aynısını yaşatsın!" İşte şimdi bakışları kadına dönmüştü, taehyung'un. "Dilerim ki bir daha annenle görüşemezsin!"
Vücudu kitlenmişti. Askerler yaslı anneyi alıp, sakinleştirip uzaklaştırırken taehyung kalakalmıştı. Kadının sözleri yüreğine adeta bir bıçak gibi saplanmış, kapatmak için didinip durduğu yarasını tekrar açmıştı.
Bakışlarındaki hüzün tekrar öfkeye dönmüştü. Aklına annesinin onu terk ettiği gün gelmişti. Gece boyunca ona güzel sesiyle ninni söyleyip uyuttuğu, ardından küçük oğlunun uyumasını fırsat bilerek başka bir adama kaçtığı gelmişti. Ve tekrar, tekrar içindeki öfke alevlenmişti.
Ayakları çivilenmiş gibi durduğu yerden hareket etmiş, hızla sorgu odasına yönelmişti. Onunla birlikte jimin'de hızla yürürken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Amirinin bu hallerine oldukça alışkındı ama yine de her an öfkelenmesi onu da geriyordu.
Taehyung bir hışımla sorgu odasının kapısını açarken, içeride öylece duran genç çocuğun bakışları kapıya dönmüştü. İlk kez böyle bir duruma düşüyordu. Neden burada olduğunu da bilmiyordu. Zavallı çocuk, herkesin gözlerine bile bakmaya çekindiği taehyung'un öfkesine şahit olacaktı.
Taehyung bir kaç adım atıp jungkook ile olan mesafesini kapatırken de bir yandan elini öne doğru uzatmış ve jungkook'un yakasından tuttuğu gibi arkasındaki duvara itmişti. Jungkook duvara çarpan sırtının ağrısı nedeniyle gözlerini sıkıca yumarken jimin ise genç çocuğun bu haline acıyordu.
"Sana sadece beş dakika veriyorum. Eğer herşeyi tek seferde kolayca anlatırsan cezanı hafifletirim. Başla!" demişti taehyung, genç çocuğun yakasından elini sertçe çekerken. Arkaya doğru iki adım atmış ve saatine bakmaya başlamıştı. Bu jungkook için bir geri sayımdı. Eğer bildiklerini anlatırsa gerçekten onu hafif bir ceza ile bıraktırırdı fakat kendisini uğraştırırsa, o da tıpkı aynı şekilde jungkook'la uğraşırdı.
"Neden burada olduğumu dahi bilmiyorum! Beni neden burada tuttuğunuzu açıklamak zorundasınız!" diye söze atılmıştı genç çocuk. Çok atılgan ve hareketli bir çocuktu.
Gerçi çocuk dediğime bakmayın, jungkook tam olarak yirmi bir yaşındaydı fakat tam bir on beş yaş çocuğu gibi davranırdı. Onu büyüten halasının fazlaca şımartması sonucunda böyle biri olmuştu. Bu atılgan ve saldırganlığı onu bu durumda daha da batıracak gibi duruyordu.
"Sana hiçbir şey açıklamak zorunda değilim küçük bey! Asıl sen daralan süreni hızla kullanmak zorundasın." diye cevap verdiğinde ise jungkook'un tüyleri ürpermişti. Oldukça kalın ve derinden gelen sesi öfkesinin çok taze olduğunu gösteriyordu.
"Son iki dakika, on sekiz saniyen kaldı." diye kalan süreyi bildirirken, jimin çoktan kapıdaki askerlerden birini, durumu yüzbaşı kim'e bildirmesi için görevlendirmişti bile. Taehyung fazla öfkeliydi ve bu durumda bir zanlıyı sorgulaması onun görevi bile değildi. Bu dik başlılığı ile daha fazla bu görevde kalamazdı.
"Ne kadar da iyi rol yapıyorsunuz! Kendi kafanızda kurup herşeyi bizim üstümüze yıkıyorsunuz! Kendinizi masum mu sanıyorsunuz? Bir de gelmiş bana dakika sayıyorsunuz!" demişti ses tonunu yükselterek. Bir çift göz onda kilitli kalmışken söylediklerinden pişmanlık duymuyordu, jungkook.
Taehyung histerik bir gülüş atmıştı. Ardından yüzü ciddi bir ifadeye bürünürken elini kaldırmış ve jungkook’un çenesini sertçe kavramıştı. Ellerini kaldırmış, taehyung’un elinden çenesini kurtarmaya çalışmıştı. Pençelerini adamın ellerine batırıyordu ama ne çare? Hiçbir faydası yoktu.
Derince yutkunmuştu, jungkook. Dudaklarını birbirine bastırırken, adamın tam da suratının dibinde olan yüzü sayesinde bakışlarını yana çevirmişti. Kendini çok kötü hissediyordu. Boğazı düğümleniyor, çenesi ağrıyordu.
"Yüzüme bak..." fısıltıyla çıkmıştı sesi.
Bakmamıştı. Korkuyordu artık. Yüzbaşının gerçek gücünü, yani en azından öyle olduğunu sandığı gücünü görmüştü. Birinin gelip onu kurtarmasını diliyordu.
"Sana yüzüme bak dedim!"
Olduğu yerde titremişti genç çocuk. Gözleri dolarken bakışlarını zorunluluktan taehyung’un yüzüne çıkarmıştı. Zeytin gözlerinden bir yaş damlamıştı birden. Defalarca kez kendine lanetler etmiş ve tekrar bakışlarını indirmişti.
Ellerini karşısında savunmasızca duran genç çocuktan çekmişti, taehyung. Ama durmamıştı. Bir kaç adım geriye gidip gencin suratına tokadı çakmıştı.
"Ahh!" diye haykırabilmişti sadece. Kendini yere atmıştı. Eli yanağındayken göz yaşlarını durduramamıştı. Sessizce ağlıyordu, çıt çıkarmadan.
Taehyung hırsını alamamışken tekrar genç çocuğa dönmüştü. Yere eğilmiş, tam karşısında durmuştu. Genç çocuk hala ona bakmazken ellerini saçlarına götürüp bir hışımla çekmişti. Onu kendine bakmaya zorluyordu. Yanağından damlayan gözyaşlarına bakmıştı, kısaca. Tiksinircesine bakmıştı.
Jungkook bu sefer bakışlarını taehyung’dan ayırmamıştı. Nefretle bakıyordu. "Ne oldu? Acıttım mı?" diye söylenmişti taehyung, dalga geçer gibi. Çenesi titremişti, jungkook’un. Gerçekten birşey bilmiyordu. Yanağına yediği Tokat’ın izlerinin çıkacağını adı gibi biliyordu. Gözyaşları aktıkça acısını arttırıyordu.
"Yüzbaşı kim taehyung! Derhal benimle geliyorsunuz!". Sesin kime ait olduğunu biliyordu, taehyung. Ve tabi neler yaşanacağını da.
Taehyung, ellerini yavaşça jungkook’un şaçlarından ayırmıştı. Yerinden kalkıp arkasını döndüğünde oldukça ciddi bir ifade vardı yüzünde. Amiri kim namjoon ile göz göze geldiğinde onun da öfkeli olduğunu görmüştü. Bu sefer hapı yutmuştu.
Uzun koridoru geçip binbaşı kim’in odasına girdiklerinde ellerini arkasında birleştirmiş ve hazır ol komutuna geçmişti. Binbaşı kim, henüz aldığı haberden dolayı oldukça sinirliydi. Kuzey Kore’nin sınırında bulunan bir köye baskın yapmış ve silah kaçakçılığı yapan bir kaç adamı öldürmüştü, taehyung.
"Bu olan biten ne, yüzbaşı kim? Ceset görmekten zevk mi alıyorsun? Böcek öldürür gibi bir sürü insan öldürüyorsun, ben bile acıdım onlara. Bunca kan dökmekten zevk mi alıyorsun?!"
Kontrolden çıkmış amirine açıklama yapmak için önünde bulunan masanın üstündeki silahlara yönelmişti. Eline aldığı silahı amirinin eline verirken kanıtın bu olduğunu söylüyordu.
"Bu silahlarla neyi kanıtladığını sanıyorsun? Bunlar seni haklı çıkarmaya yetmez! Üstlerime nasıl bir açıklama yapacağım ben?! Basın da durmadan bizi sıkıştırmaya çalışıyor. Bu sefer arkanı toplamayacağım, yüzbaşı kim. Haberin olsun!"
Susuyordu sadece. Konuşsa cevabını alacağını biliyordu. Duyuyordu ama dinlemiyordu. Yine başının dikine gideceği ortadaydı. Binbaşı kim de bunun farkındaydı.
"Arkamı toparlamanıza gerek yok, efendim. Bu sefer herşeyi ben halledeceğim." kendinden emin bir şekilde konuşmuştu ama bu hiç de basit bir durum değildi. Bir kaç can almıştı. Kolayca sıyrılacağı bir durum değildi.
"Herkes sivilleri öldürdüğümüzü öne sürüyor. Halk kapıda bizden açıklama bekliyor."
"Efendim, siviller sokakta ak47’lerle avlanmazlar. Onlar teröristti!"
"Peki kanıtın var mı? Tüm bu silahlar ve paraları bizim koyduğumuzu söylüyorlar! Tek bir görgü tanığın dahi var mı?"
"Var, efendim! Köydeki silahları bulduğumuzda o da oradaydı. Onu gördüm." demişti, taehyung. Jungkook’dan bahsediyordu.
Taehyung köye baskın yaptığında, kenarda onu saklanarak izleyen jungkook’u çok net hatırlıyordu. Onun tek bir itirafı yeterdi. William’ı yakalaması için büyük bir fırsat olurdu.
Telefon çalmıştı birden. Binbaşı namjoon’un telefonuydu. Telefonu açmadan önce taehyung’a dönmüştü. "Kendi pisliğini kendin temizleyeceksin, yüzbaşı. Ayrıca sana bir kez daha söylüyorum; öfkeni doğru yerde ve doğru zamanda kullanmayı bil artık!"
Hala çalan telefonunu açmış ve arkasını dönüp masasına yönelmişti, binbaşı kim. Eliyle de taehyung’un çıkabileceğini işaret ettikten sonra telefonla konuşmaya devam etmişti. Taehyung amirinin önünde hızla eğilmiş ve ardından odadan çıkmıştı.
Tekrar sorgu odasına yöneldiğinde, bugün ikinci kez jungkook’un yanına gidişiydi. Kapıyı sertçe açıp hala yerde oturan jungkook’a yönelmişti. Genç çocuk elinin tersiyle yüzündeki gözyaşlarını silerken bir yandan da yüzünü saklamaya çalışıyordu.
Taehyung genç çocuğun bileğinden kavradığı gibi çekip onu ayağa kaldırmıştı. Titreyen çenesiyle taehyung’un yüzüne bakmıştı kısaca. Ardından bileklerindeki ellerin kıpırdandığını hissetmişti. Bakışları doğrudan oraya kayarken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Taehyung cebinden çıkardığı anahtarla kelepçeleri açmış, genç çocuğun elinden çıkarmıştı. "Neler oluyor?"
Taehyung bakışlarını jungkook’un kızaran bileklerinden çekip, dolu olan gözlerine çıkarmıştı. Uzun bir göz teması sırasında "serbestsin." demişti sakince.
Merhaba!!! Yeni bir fic ile karşınızdayız. Umarım hoşunuza gitmiştir. Bir tık kötü başlamış olsak da düzelteceğiz. Beklemede kalın lütfen. Şimdilik hoşçakalın!!! 🪄💗✨ |
0% |