@cileklerveyoon
|
Yorum yapmayı unutmayınız!! İyi okumalarr✨
Kapıyı sertçe kapatıp kilitlediğinde içindeki duygulara nasıl bir çare bulacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Yıllar sonra onu görüyordu. Kızması gerekiyordu belki de ama yapamıyordu. Bağırıp çağırmak istiyordu. Ağlamak istiyordu.
Jungkook, taehyung'un arabada eve yaklaştıkları zamandan beri yaptığı davranışlara anlam veremiyordu. Gözlerindeki ağırlığı görmüştü. Nefeslerini sesli ve yavaş aldığını, kuruyan dudaklarını sürekli diliyle ıslatmasına rağmen yeniden kuruduğunu, durmadan yutkunduğunu ne bakışlarının büyük bir dehşetle bir yandan diğerine savruluşunu izlemişti.
Anlamsızca tüm olanları izlerken, taehyung pencerenin önüne geçip derin nefesler almaya başlamıştı. Gözleri dolmuşken jungkook bunu büyük bir hayretle izliyordu. Yumruk yaptığı elini duvara hızla arka arkaya vurmaya başladığında jungkook açık kalan ağzının üstüne ellerini kapatmış, ardından yaşadığı şoktan çıkıp taehyung'u durdurmaya çalışmıştı.
Taehyung'un kolundan tutup çekiştirirken, "dur, yapma!" demişti zorlukla. Güçlükle taehyung'u çekiştirirken taehyung jungkook'u ittirip, "bırak beni!" diye bağırmıştı, sert çıkmasını istediği ama bu durumda güçsüz çıkan ses tonuyla. Jungkook yalpalarken dengesini korumaya çalışmış, taehyung'un yere oturup başını dizlerine gömüşüne tanıklık etmişti.
Hıçkırıklarla ağlayan taehyung ellerini dizlerinin etrafına çevrelerken kanamış parmaklarını ortaya çıkarmıştı. Attığı bir kaç adımda taehyung'un yanına eğilen jungkook, taehyung'a dokunmak için elini uzattığında kararsızlıkla havada kalmıştı. Ağlayışları kulağını dolduruyorken yere yasladığı dizlerinin etsiz, kemikli kısımları yerle temas ederken ufak bir sızı bırakıyordu.
Eli ruhsuz bir şekilde taehyung'un başını bulduğunda bunu hiç umursamamıştı bile taehyung. Durmadan ağlamaya devam ediyor, hıçkırıklarının odada yankı yapmasına izin veriyordu. Göz yaşları yanaklarını ıslatırken onları silme zahmetinde dahi bulunmuyordu.
Dili bir türlü dönemediği soruyu sormak için hazırlanırken sesi titremişti. "Taehyung, neler oluyor?". Fazlasıyla korku duyuyor, bu durumda bile ona kızmasından çekiniyordu. Cevap alamamıştı, ki bunu zaten bekliyordu.
Başını kaldırıp kızarmış yüzünü ortaya çıkarırken burnunu çekmiş, ıslanan yüzünü silmişti elleriyle. Jungkook kıstığı acıyan gözlerini onun üstünde tutarken bakışları birbirini bulmuştu. Jungkook taehyung'un dizinin üstünde olan elini çekmiş ve elleriyle buluşturmuştu.
İçinde yanlış bir şey yapmış olmanın korkusu varken bakışlarını ürkekçe onun bakışlarına çıkarmıştı. Ağlayışları sessizleşmişken titreyen çenesiyle bakıyordu, jungkook'a. Tuttuğu ellerin hissettirdiği sıcaklığı, güveni yetmişti o an için. Bir kaç teselli sözü bekliyordu belki de ilk defa.
Bir ateşin kırmızı rengindeki açık tonunu, çabucak yayılan dumanına sahipti şimdi jungkook'a bakan gözleri. Kurtulmak istediği duygulardan onu çekip çıkaracak gibi duruyordu, jungkook. Belki de bu yüzdendir ki, gözlerinden akan yaşlara rağmen başını karşısındakinin omzuna yaslayışı.
Afallayan suratındaki ifadeyi çabucak silerek transtan çıkan jungkook kollarını açıp içindeki bilmediği bir hisle taehyung'a sarmıştı. Niye diyordu içinden, jungkook. Niye? Ona hayasızca vuran, kirli sözcükleriyle parçalayan, hiç olmadığı kadar değersiz hissettiren, hayatın tamamen durduğunu düşündüren, günlerce boşluğa baktıran, sanki bir canı yokmuşçasına zehirli gözleriyle her fırsatta öldüren adama neden sarılıyordu? Şimdi o yaralıyken neden onu sarmalıyordu?
Cevabı gün yüzüne çıktı soruların canlılığıyla. Çünkü o jungkook'du. Ne yaparsa yapsın, kim olursa olsun içindeki merhameti daima ağır basıyordu. Öyle bir terbiye almıştı ki, yardıma muhtaç birini görünce sırf vicdan azabı çekmemek için, belki de yaralı insanları görmekten bir o kadar korktuğu için, ailesi yokken yaşadıklarını anımsattığı için kimseyi geri çeviremiyordu. Yapamıyordu. Kimyasına aykırıydı.
Bir o kadar muhtaçtı taehyung. Hiçbir zaman yaralarını sarmamıştı. Beklemişti sadece, acı içinde. Yaralarındaki kanın kuruyup kabuk tutmasını beklemişti. Başlarda kimse sarmadığı için midir, sonrasında da sarma ihtiyacı duymamıştı. Açık yaralarına acılarına rağmen alışmıştı. Düşününce, onu güçlü yapan şeyler bunlardı.
Şimdi yavaşça kollarını jungkook'a sararken acının en dibine vurmuştu. Kendini uçurumdan atmaya tereddüt etmemişti çünkü onu beyaz kanatlarının altında tutan jungkook'a güveniyordu. Bu belki de bir anlıktı, ama böyle bir durumda en çok ihtiyacı olan şeydi. Yıllardır asla kimsenin yapmadığı şeyi jungkook'un yapışı ona cesaret vermişti içindekileri kusmak için.
"Ağla taehyung, ağla..." demişti kısık çıkan sesiyle. Elini taehyung'un saçlarına çıkarmış, tel tel olan saçlarını parmakları arasından geçirmişti. Omzunda hissettiği ıslaklığa rağmen asla iğrenmiyor, taehyung'un içinden çıkan duygulara ortak oluyordu.
Asla çocuksu bulmamıştı. Ona göre yalnızca çocuklar ağlamazdı, asıl ağlaması gerekenler üstüne binlerce yük yüklenmiş olan olgun insanlardı. Hayatın vuruşlarına rağmen bir amaçları olan ve durmadan savaşan insanlar ağlamaya daha muhtaçtı.
Başını çekmişti kendinde bulduğu güçle. Arka arkaya hıçkırıklar içinde kalmışken, jungkook nefessiz kalmasından endişelenmişti. Elini taehyung'un omzuna koymuş, dik durması için dayanak olmuştu. Ardından bakışları etrafta gezinirken masanın üstünde duran sürahiye değmişti. Hızla yerindem kalkmış ve doldurduğu bir bardak suyu taehyung'a içmesi için uzatmıştı.
Taehyung başta burun kıvırmışken jungkook'un ağzına doğru tutuşu ile içmek zorunda kalmıştı. Ki jungkook gittikçe şaşırtmaya devam ediyor, kendisine bir rahatlık geldiğini gördükçe de kızıyordu. Fakat bu durumda düşünecek pek birşey yoktu. Belki de... Belki de bunu kendi lehine çevirebilirdi. Uzunca duraksadı aklına gelen şeyle. Gözleri ağırca kapanıp gözleri dolduğunda sinirle iç çekmişti.
"William..." dedi fısıltıyla, taehyung. Jungkook duyduğu isim ile irkilip bakışlarını hemen o tarafa çevirirken üstüne bir ağırlık çökmüştü. Nefesleri zorlaşmış, bakışları büyük bir zorlukla taehyung'u bulmuştu. Doğrudan gözlerine baktığında bakışlarının yere sabitli olduğuna şahit olmuştu. Donakalmıştı sanki taehyung. "William o kadınla..." diye konuşurken devam edememişti.
Jungkook ayakları üstünde durduğu yerde yere oturmuştu. "Bay william mı?" diye sormuştu hevesli çıkan sesiyle. İşte tam o anda taehyung'un bakışları kendini bulmuş, daha demine kadar olan merhametli, muhtaç hali kayboluvermişti. Jungkook, öfkenin yerini aldığını görünce gerçekliğe dönmüştü. Kaşları çatılan taehyung'u saniyesi saniyesine takip ediyordu bakışlarıyla.
"Doğru ya." demişti. O an unuttuğu şey başına dank etmişti. Jungkook'un William ile alakası olduğu o an aklına gelmişti. Sarıldığı kişinin asıl kimliği ile hüsrana uğramıştı. "Adını duyunca nasıl da seviniyorsun!" diye bağırmıştı gözleri yuvalarından çıkacak gibi olurken. Jungkook yere yasladığı elleriyle kendini hafifçe geri iterken kanı donmuştu. Korktuğu şey tekrar başına geliyordu.
"Aşağılık birisin sen!" diye üstüne giderken bütün suçu jungkook'a atıyordu. Sorumluluktan kaçmanın en iyi yolu buydu bir nevi. Elini kaldırıp da jungkook'u yüzünü elinin arasında sıkıştırırken dişlerini olmadığı kadar sıkı sıkmıştı acıyla. Böylesine bir öfkeye şahit olmak onu derinden sarsarken yutkunmaktan başka birşey yapamamıştı.
"Şu lanet yüzünü görmek istemiyorum senin! Çık git hayatımdan artık!" diye gürlediğinde bir şeyi unutmuşa benziyordu. Onu hayatında tutan asıl kişi kendisiydi. Ona bir türlü çıkışı göstermeyen kendisinden başka biri değildi. Aynı şekilde cehennemi yaşatan da.
Gözünden inci tanesi gibi akan yaş taehyung'un eline değdiğinde bakışlarını oraya indirmişti. Elini çekerken iğrenir bir ifadeye bürünmüş, elini kıyafetine sürüp ıslaklığı gidermişti. Ardından bakışları tekrar karşısındaki çocuğu bulurken ayaklarıyla ittirmişti.
Az önceki andan geriye tek bir eser dahi kalmamıştı. Taehyung'un nefret dolu bakışları ve jungkook'un kırgınlıklarıyla yeterince berbat bir gün yaşıyorlardı zaten. Taehyung'un ayağıyla dizine baskı yapması üzerine yerinden kalkmıştı, Jungkook. Adımlarını geri geri atarken ellerini de nereye koyacağını bilmeden hareket ettiriyordu.
En sonunda duvarla temas ettiğinde başını yere eğmiş, taehyung'dan kaçmıştı bu şekilde. Taehyung ise bakışlarını bir an bile olsun çekmezken yerinde ayaklanmıştı. Bir an çenesi titrediğinde gözleri de hüzünle yer değişmişti. Ağır adımlarını hızlatıp da jungkook'un dibinde bittiğinde kendinden kaçırdığı bakışlara takılı kalmıştı. Durmadan kemirdiği dudaklarını görünce gözlerini sıkıca kapatmış ve bu görüntüyü görmek dahi istememişti.
"Şu kendini acındıran saf hallerin yok mu, beni daha çok çıldırtıyor!" diye boğuk tondaki sert sesiyle irkilmişti, jungkook. Başını eğdiği sırada taehyung'un elini boynuna sarışıyla nefessiz kalmıştı. Kaşları havalanıp gözleri irileştiğinde doğrudan taehyung'a bakmaya başlamıştı. Elini boğazındaki elin üstüne kapatıp çekiştirirken gözlerinden bir kaç yaş daha düşmüş, gözleri acıyla kapanmıştı.
"Yapma! Acıyor..." diye güçsüzce kesik kesik konuştuğunda daha fazla dayanamayacak hale gelmişti. Başı hafifçe yana düşerken taehyung onu öldüreceğini anlamıştı. Elini çekerken konuşmuştu. "Bu acı daha hiçbir şey! Sana yaşatacaklarımın yanında buna şükredeceksin!" demişti sesi tüm odada yankılanırken.
Jungkook yere düşerken eli refleksle boynuna gitmişti. Gözlerinden durmadan yaşlar akarken ağzı hafifçe aralanmış ve artık dayanamadığı acıyı haykıracak olmuştu. Fakat yapamadı. Sesi kısılmış, konuşamamıştı. Taehyung ise yerdeki jungkook'a tüm gücüyle bir tekme attığı sırada ayağı tam olarak jungkook'un dirseğinin üstündeki yere sertçe çarpmıştı. Acıyla haykıran jungkook yerinde küçülmüştü.
"Ağlamaya devam et. Kimse seni kurtaramayacak!" demişti. Çatışan kaşları yüzüne yapışırcasına yerinden ayrılmazken yumruk yaptığı eli fazlaca sararmıştı. Jungkook'a vururken ayağında ayakkabı olmasına rağmen kendinde de ufak bir sızı oluşmuştu. Bu, jungkook'un haykırışları da anlam vermesini sağlamıştı. Gerçekten sert bir şekilde vurduğunun farkındaydı.
Son kez gözündeki nefretle baktığında öfkesine hakim olamamış ve arkasını dönüp gitmişti. Odadan çıktığında kapıyı arkasından kilitlemeyi de ihmal etmemişti. Öyle ki o gittikten dakikalar sonra odanın kapısı çalınmış, bay kim'in sesi duyulmuştu. Buna rağmen duymamazlıktan gelip hıçkırıklara ağlamaya devam etmişti, jungkook.
Üstündeki pantolonun düğmesini açarken elimi yüzüne götürmüş ve çenesinden akmaya hazırlanan yaşı silmişti gelişi güzel. Ardından pantolonu aşağıya indirdiğinde bacağında olan lila rengindeki morluğa bakmıştı çenesinin titreyişiyle. Elini üstüne koyup çok hafif bir şekilde bastırdığında beynine işleyen acı ile hızla çekmiş, ağlamalarını arttırmıştı.
Dişlerini birbirine sertçe bastırmışken yumruk yaptığı ellerini dizlerine vurmaya başlamıştı. Arka arkaya vuruşları kendine acı vermesine rağmen durmamıştı. Avuçlarıma aldığı tutam tutam saçları da yollarken başına keskin bir ağrı girmişti. O gece, hayatında ağlamadığı kadar ağlamıştı, jungkook.
Ne kadar zaman geçti bilmiyordu fakat ağlama nöbetlerinin ardından kendini yana attığı sırada göz yaşlarına kaplı nemli suratı ile uyuyakalmıştı. Saçları dağılmış, hatta çoğu teli yerle buluşmuştu. Tamamen çıkarmış olduğu pantolonu kenarda dururken bacakları tamamen açıkta kalmıştı. Hafif esen rüzgar bedenini titretiyordu.
Saatler hızla geçmiş, uykusundan uyanmıştı, sabahın güneşi yeni yeni çıkarken. Hava hala karanlıkken yerinde doğrulmak istemişti. Ellerini soğuk zemine koyup destek alırken bacağını kaldırmış ve acısıyla yüzünü ekşitmişti. Buna rağmen yerinden kalmış ve yerde duran pantolonuna uzatmıştı minik ellerini. Oldukça yavaş hareket ederken pantolonunu giymiş, odanın karanlığıyla yalnızlığı dibine kadar yaşamıştı.
Çıplak ayaklarıyla bir kaç adım atmış ve her zaman ki yerini, pencerenin önündeki sandalyeyi bulmuştu. Otururken aldığı uzun nefesleriyle bakışları pencerenin dışında ışıklarını göstermeye hazırlanan güneşteydi. Sabahın huzuruna rağmen kendini iyi hissetmiyordu. Kulaklarını dolduran kuşların ötüşü vardı bir tek yaşam belirtisi veren. Ayaklarını sandalyeye çıkarıp kendini sıkıştırmış, dizlerini kendine doğru çekip kollarıyla sarmıştı.
Başını yasladığı dizlerindeki sertlik acıtsa da pozisyonunu hiç bozmamıştı. Ağırca açılıp kapanan gözleri uzaklara dalıyor, içindeki hüznü bastırıyordu. Hala içinden ağlamak geliyordu ama daha yüzündeki kurumuş göz yaşları bile silinmemişti tam olarak.
Saatlerce öyle kalmıştı. Güneş doğmuş, bedenini aydınlatmıştı hatta. Fakat bundan hiç rahatsız olmamışken milim dahi kıpırdamamıştı. Kulakları sessizliğe aşinaydı. Hatta bir an kapıdaki kilidin çıkardığı sesle irkilmişti. Bakışları kilidin olduğu yeri, kapıyı bulurken kapı açılmış ve içeriye giren kişiyle bakışlarını tekrar camdan dışarı çıkarmıştı.
Oldukça bulanık gören gözlerinin açısına giren kişi ile bakmak zorunda kalmıştı. Elini omzunda hissederken başını hafifçe kaldırmıştı. Kadının açık kahve gözlerine bakarken tek kelime dahi etmemişti.
"Hadi gel, gidelim."
Merhaba!!! Ben geldim ama pek hoşgelmedim galiba. Nasıl buldunuz bölümü? Neyse, Beklemede kalın, maia ile kalın. 🪄💗✨
|
0% |