@cileklerveyoon
|
Yorum yapmayı unutmayın!!! İyi okumalarr✨
"Bu da ne demek oluyor?" demişti şaşkınlıkla. Taehyung'un ona bu kadar kaba ve sert davrandıktan sonra serbest bırakacağını söylemesi garip gelmişti. Halbuki taehyung istediğini almadan birini öylece bırakmazdı.
"Anlama kıtlığın mı var? Serbestsin işte. Köyüne geri dönüyorsun." demişti kalın sesiyle. Jungkook ise bu durumda konuşup da taehyung ile uğraşmak istemiyordu. Madem çıkıp gidecekti, bunu uzatmaya gerek yoktu.
Jungkook'un bileğini sertçe kavramış, onu kendiyle birlikte yürütmeye başlamıştı. Karakoldan çıkıp arabaya yöneldiklerinde jungkook'un yüzünde bir sevinç vardı. Böylesine eziyet gördüğü bir yerde durmak istemiyordu.
Arabanın ön koltuğuna jungkook'u oturtmuş ve kendisi de sürücü koltuğuna oturmuştu. Garipsemişti bu durumu jungkook. Yalnız gidiyor olmaları garipti. Hiçbir askerin olmaması kaçmasına fırsat verebilirdi. Taehyung'un bunu göze alması garipti işte.
Yol boyunca susmuştu jungkook. Aynı şekilde yüzbaşı taehyung'da. Zaten yakın sayılan köye varmaları uzun sürmemişti. Pek de kalabalık sayılmayan, oldukça düşük durumlu ailelerin yaşadığı bir köydü. Köyün tek zengini de william'dı ama o da köylülerin gözünü boyamak için burada kalıyordu.
Köy meydanına vardıklarında jungkook arabadan inmek için hareketlenmişti. Bileğine sarılan el ile duraksamıştı. Bakışlarını önce bileğini saran parmaklara, ardından da kendine odaklı olan keskin gözlere çıkarmıştı.
"Öylece hemen gidebileceğini mi sanıyorsun?"
Sorgularcasına bakmıştı, jungkook. Bu da ne demekti? Madem onu bırakmayacaktı, öyleyse neden getirmişti ki?
"Ne? Neden getirdin beni öyleyse?!"
"Şu kağıdı imzala diye!" dediğinde hemen yanındaki kağıdı uzatmıştı. Elindeki kağıda göz ucuyla bakmıştı, jungkook. "Bu ne?"
"William'ın silah kaçakçılığı yaptığına şahitlik eden belge. İmzalarsan özgür olursun."
Kaşları çatılmıştı hemen. Bir de iftira atıp, zorla bir şeyleri imzalatmayı planlıyorlardı. Herşeyi böyle kaba kuvvet ile çözdüklerini düşünüyordu.
"İmzalamayacağım!" demişti, inat ve kararlılıkla.
Zaten hiç düzelmeyen kaşları tekrar çatılmıştı, taehyung'un. Duyduğu kelime hiç de hoşuna gitmemişti. Birşey söylememişti başta. Arabanın geniş ön camından dışarıya göz gezdirmişti.
Dudaklarının içini ısırıyor, dilini yanağının içinde gezdiriyordu. Düşünüyordu. Jungkook ise ne olduğunu kestirmeye çalışıyordu. Şuan suratının ortasına bir tokat yemesi gerekiyordu. En azından o bu tepkiyi bekliyordu.
Jungkook'un üstüne doğru eğilmişti, taehyung. Ne olduğunu anlamadan bakıyordu jungkook. Kapının açılma sesi geldiğinde bir de taehyung'un "in!" dediğini duymuştu kalın sesiyle. Anlamsızca bakmıştı. Taehyung ile göz göze gelince tüyleri ürpermişti. Dediğini yapıp inmişti arabadan.
Onunla birlikte arabadan inen taehyung, hızlı davranıp jungkook'un hemen önünde durmuştu. Yine ne oluyor diye düşünüyordu jungkook. Yorulmuştu.
"Evine dönmek istemiyor musun? Öyleyse bu belgeyi imzala ve kurtul!" Elinde tuttuğu kağıdı havada sallıyordu. Jungkook göz ucuyla bakmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Ne olduğu belirsiz bir belgeyi imzalamak istemiyordu. Özellikle ailesini öldürenler onlarken.
Başını hafifçe iki yana sallamıştı. O kadar içtensiz bir hareketti ki fark edilmesi oldukça zordu. Dudaklarını büzmüştü. Bakışları anlık olarak ortalığa doluşmuş köy halkına kaymıştı.
Siyah bir zeytin tanesini andıran parlak gözleri sönüyordu git gide. Az da olsa umutla bakıyordu etrafa. Tek varlığı olan halasını gözlüyordu. Ve görmüştü de.
Birden gözleri açılmıştı. Dudaklarının kenarları kıvrılmıştı yavaşça. Gitmeyi düşünüyordu. Koşup en azından halasına sarılmayı düşünmüştü. Ama korkuyordu. Bakışlarını taehyung'a çevirmişti. Büyük bir beklentiyle bakıyordu.
Hiç bir izin belirtisi yoktu yüzünde. Aynı şekilde reddetmiyordu da. Sadece bakıyordu. Jungkook öne doğru ufak bir adım atmıştı, tepkisini ölçmek için. Bakışları hala birbirilerindeyken bu sefer daha seri adımlar atmıştı.
Taehyung'un ağzından çıt çıkmazken ve hareketlerinde en ufak bir öfke dahi yokken jungkook yüzünde büyükçe bir gülümseme ile halasına koşmuştu. Etraftaki herkesin bakışları onu dikkatle izliyordu. Bu umurunda değildi çünkü her birini tanıyor, seviyordu.
Ondan bir kaç santim uzun halasına sarılmıştı. O sırada taehyung adımlayıp onların yanına varmıştı. Sessizce izliyordu. Ama etrafta garip olan şeyler vardı. Özellikle jungkook için.
Kolları halasının omuzlarının üstünü sıkı sıkıya sarıyordu lakin karşılığı yoktu. Sırtında ona temas eden eller hissetmiyordu. Kollarında da aynı şekilde. Yüzü düşmüştü. Kendi kendine sorgulamıştı. Niye böyle yapmıştı ki?
Halasından ayırdığı kolları iki yana düşmüştü yavaşça. "Hala?" diye seslenme ihtiyacı duymuştu.
Hiç bir mimik barındırmayan yüzüyle, "hala mı?" diye sormuştu halası.
Kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Bu da neydi böyle? Öz halası, onu kendi çocuğu gibi büyüten halası neden onu tanımıyormuş gibi yapıyordu ki? Neler dönüyordu burada?
"Sen de kimsin?" demişti suratını buruşturarak, orta yaşlarındaki kadın. Jungkook bir halasına, bir de yanındaki komşusuna baktığında Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Taehyung'un gözleri şaşkınlıkla açılmış, durumu kavramasıyla da dudaklarını birbirine basıtırıp göz devirmesine neden olmuştu. Bu kadarını yapacak kadar aşağılık kişiler olabileceklerini düşünmemişti. En azından halasının bunu yapması fazlaydı.
"Ne!... Ne demek sen kimsin?" Bakışlarında büyük bir hayal kırıklığı oluşmuştu. "Benim, jungkook. Küçük kook'un..."
Kadın kulaklarını kapamıştı. Duyuyordu ama dinlemiyordu. Yüzüne dahi bakmıyordu yiğeninin. En çok da bu üzüyordu jungkook'u. Nasıl bir hata yapmış olabilirdi ki? Ağzını açıp tek birşey dahi söylememişti askerlere. Kimseye ihanet etmemişti.
"Demek şimdi de öz yiğenine ihanet ediyorsun!"
Dönüp bakmamıştı, jungkook. Gözleri dolmuş, içine içine ağlamaya başlamıştı. "Önce ülkenize, şimdi de kendi kanınızdan olan birine ihanet ediyorsunuz!" devam etmişti sözlerine, taehyung.
Sözlerinin ağırlığı altında kalmıştı jungkook. Onu istemediklerini düşünüyordu, ki zaten öyleydi. Kimseden bir çıt dahi çıkmıyordu. Cesaretleri yoktu.
Gelen araba sesleri ile dikkatler oraya dönmüştü. Dört arabanın arka arkaya durması ile garipseyen bakışlarla bakmıştı, taehyung. İkinci arabanın kapısı açılıp da içinden fiyakalı bir takım elbiseyle william çıkınca kıytırık bir gülümseme sunmuştu ortaya. Herşey şaka gibiydi.
"Ne derler bilirsiniz; iti an, çomağı hazırla!"
"Bu fazla kaba bir selamlaşma olmadı mı sizce de?" demişti, william. Belli ki ahkam kesmeye gelmişti.
"İnan ki senin için en nazik selamlaşma şeklim buydu. Beğenmediysen benim beğendiğim şekilde selamlaşabiliriz." demişti imayla. Bahsettiği şeyin ne olduğunu anlamayan tek bir kişi dahi yoktu. Fena laf sokmuştu.
"Bu kadar gergin olmanıza gerek yok, bay...?"
"Yüzbaşı kim taehyung." diye kendini tanıtmıştı hızla. "Adımı ezberlerseniz iyi olur. Daha çok karşılaşacağız."
Tek kaşını kaldırmış, taehyung'un hazır cevap oluşunu hayretle izliyordu william. Kolay lokma olmadığını çabucak anlamıştı. "Buraya neden geldiğinizi sorabilir miyim, yüzbaşı?"
Taehyung histerik bir gülüş atarken, "gayet açık değil mi? Sınırdan kaçırdığınız malların hepsi elimizde. Bir de şu çocuk var." derken bakışlarıyla jungkook'u işaret etmişti.
Jungkook başta taehyung'a kısaca bakmış, ardından onu kurtarması umuduyla gözlerini william'a dikmişti. William sanki daha önce görmemiş gibi aşağıdan yukarıya doğru süzmüştü genç çocuğu. Bunun üzerine jungkook da kendini süzme gereği duymuştu.
Bir umutla kurtulabileceğini düşündü, jungkook. İki adım atarak william ile arasındaki boşluğu kapattı. "Efendim lütfen, lütfen beni kurtarın. Onunla kalmak istemiyorum!"
William üzülür gibi bakmıştı. "Çok yazık! Kim olduğunu bilmiyorum ama anlaşılan onu çok fazla korkutmuşsunuz. Birazcık merhametiniz yok mu?!"
İşte o an bir darbe daha yemişti jungkook. Onun en ufak sıkıntısıyla bile ilgilenen william şimdi gelmiş onu tanımadığını söylüyordu. O daha küçücükken onu anne şefkatiyle büyüten haladı, babası yokken hiçbir eksiği olmaması için çabalayıp didinen bay william... geriye kim kalmıştı ki?
Taehyung sinirlendi başta. Herkesin onu tanıdığını inkar etmesi şaşırtıcı şekilde kabul edilemez bir hareketti. Durdu sonra, jungkook'un halasına döndü. "Onu bu kağıdı imzalaması için ikna edin yoksa bir hiç uğruna hayatını heba etmiş olursunuz. Anladığım kadarıyla kendisi sizi çok seviyor. Onu bu yaşta kimsesiz mi bırakacaksınız?"
Kadının gözleri kızarmıştı ama ağlamamak için kendine yeminler etmişti. "Onu tanımıyorum dedim! Onun için neden üzülecekmişim? Hem ne olduğunu bilmediğim bir belgeyi de tanımadığım birine imzalatamam!" demişti.
Söylediği her bir kelime beyninde yankılanıyordu, jungkook'un. Nasıl olurdu da kendini daha da batırmayı becerebiliyor diye düşünüyordu. Kırılmıştı çokça. Dönmüştü arkasını. Yaşlarla dolu gözlerini köy halkında gezdirmişti uzun bir süre. Ağzından hiçbir şey çıkmadan bekliyordu.
Jungkook bekliyordu ama taehyung'un sabrı taşıyordu. Pantolonuna koyduğu silahı hızla çekip çıkarırken, "yeter artık!" demişti. Silahı doğrudan william'ın Alın hizasına tutarken, birden william'ın ardında duran ne olduğu belirsiz adamlar da silahlarını çıkartıp kendine doğrultmuştu.
Gardını düşürmeden tek kaşını kaldırmış ve adamlara bakmıştı taehyung. Kısıkça gülmüştü. Hemen yanında duran jungkook'u kolundan çekmiş ve elindeki kağıdı uzatırken suratına bakmamıştı. "İmzala şu kağıdı!" diye bağırmıştı.
Jungkook yerinde titrerken william'a bakmıştı. Ona soruyordu bir nevi. William başını iki yana sallayınca taehyung öfkelenmişti. Sesli nefesler alırken dilini yanağının içinde gezdirmişti.
"Sen şuan bana silah doğrultmuş olabilirsin, hatta beni öldürebilirsin bile. Ama şu işe bak ki sen belgeyi imzalatsan bile burada sana dönmüş bir sürü namlu var. Saymayı biliyor musun? Senin için sayayım." derken ağzının ortasına bir tane patlatmamak için zor duruyordu, taehyung.
"Bir," diye başladı, william. "İki, üç, dört, beş, altı-" duyduğu ses ile sustu.
"Amirim, biz yerlerimizi aldık. Hazırız!" taehyung'un belindeki telsizden gelen ses ile bütün dikkatler oraya dönmüştü. Ardından william önce soluna, ardından da sağına olmak üzere bakışlarını etrafa çevirerek askerlerin bulunduğu yerlere bakmıştı. Vurguna uğramıştı, william. Afallamıştı.
"Demek altıya kadar sayabiliyorsun." dediğinde gülmüştü taehyung. Bu durumda william ile dalga geçmek çok daha zevkliydi. Yüzündeki aptal ifadesiyle durmuştu öylece.
"İndirin silahları!" diye emir vermişti ardındaki adamlarına, william. Taehyung kaldırdığı kaşıyla, net bir ifade ile bakmıştı. Ne yapmaya çalıştığı ortadaydı. "Köylülerin güvenliği için siz de silahlarınızı indirin, lütfen."
Yüz ifadesini bozmadan bakan taehyung kararlıydı. Tekrar telsizden gelen ses kararlılığını bozmuştu.
"Efendim, şimdilik geri çekilmemiz daha mantıklı olur. Elimizde net deliller yokken belge imzalayamayız." Haklıydı jimin. Tutup da zorla bir belgeyi imzalatamazlardı. Ama başka yolu da yoktu. William kendini ele verecek birşey yapacak biri değildi. Üstelik gençlik çağlarında olan bu çocuğun da inatçılığından vazgeçmeyeceği açıktı. Bakışları jungkook'a kaymıştı.
Silahını indirmişken görüş alanında olan jimin'e de geri çekilmeleri için işaretini göndermişti. Bunu ağzıyla söylememişti çünkü yapacak olsaydı delirirdi. Kaybetmiş olurdu.
Yanında duran jungkook'un kolundan tutup çektiğinde, dudaklarını birbirine bastırmıştı jungkook. Tekrar tekrar olması onun aklını kaçırmasına neden oluyordu artık. Zaten yaşadıkları da yetmiyormuş gibi.
Kendi kendine söylenmişti taehyung. "Madem imza yok, öyleyse daha fazlasını çekeceksin! Bunu kendin istedin küçük bey!" dönüp bakmıştı jungkook'a. Jungkook bakışlarını yere indirmişti. Bakmak dahi istemiyordu taehyung'a.
Hızla arabaya binip uzaklaşmışlardı oradan. Tekrar başladıkları yere dönmüşlerdi, karakola. Onu doğrudan kendi odasına götürmüştü, taehyung. Jungkook köyden döndüğünden beri tek bir kelime dahi etmemiş, öylece boş yerlere dalıp gitmişti hep. Yaşadıklarını sindirmeye çalışıyordu bir yandan.
Aklında oturmayan parçalar vardı. Bazıları o kadar ufaktı ki bulması onun için çok daha fazla zorlanıyordu. Halasının neden onu tanımadığını söylemesine çok fazla takılmıştı. Durmadan tekrarlanıyordu beyninde.
Taehyung masasına oturmuş çatık kaşlarıyla düşünürken, ellerini birleştirip uzatmıştı jungkook. Gözleri anında jungkook'un bileklerine çıkmıştı. "Ne yapıyorsun?" diye sormuştu öfkeyle karışık merakla.
Jungkook hala taehyung'un suratına bakmıyordu. "Beni kelepçelemeyecek misin?" diye sormuştu kısık sesle. Ardından dönmüştü bakışları taehyung'a.
Yerinden kalkmış jungkook'a doğru adımlarken konuşmuştu. "Biz sadece kaçabilecek olanları kelepçeliyoruz. Senin kaçabileceğin bir yerin yok." Çenesi titremişti jungkook'un. Gözünden bir yaş akmıştı.
"Senin kimsen yok, küçük bey. Gidecek yerin yok. Ama yine de "ben giderim, kendimi birilerine sürterek hayatta kalırım." diyorsan kapı orada. İşim kalmadı seninle."
Hayatında duyduğu en kaba sözlerdi. Kendine asla yakıştırmadığı. Birinin onu tanımadan bu şekilde konuşması boğazında büyük bir düğüm oluşmasına neden olmuştu. Ağır sözlerin altında kalmıştı uzun süre. Bakakalmıştı taehyung'un yüzüne.
Merhaba!!! Bu bölüm çok fazla içime sinmişti. Umarım beğenmişsinizdir çünkü ben bayıldım. Oy vermeyi de unutmayın 🥺 Beklemede kalın, maia ile kalın. 🪄💗✨ |
0% |