Yeni Üyelik
20.
Bölüm
@cileklerveyoon

Yorum yapmayı unutmayınız!!

İyi okumalarr✨

 

 

Ellerini birleştirmiş dizlerinin üstünde tutarken kaşları oldukça çatılmıştı. Hiç mi hiç güvenmiyordu, Jin young'a. Yine de bay william'ın adını kullanmış olması bile onu dinlemesi için yeterli bir sebepti.

 

"Ne söyleyeceksen söyle! Yüzbaşı bizi görmesin." demişti sert gibi çıkan ama bir o kadar korkak bir sesle. Jin young ise arkasına yaslanırken iyice baktı jungkook'un yüzüne. "Bay william'ın adı geçince nasıl da kuzuya döndün." demişti alayla.

 

Dudakları birbirinin üstüne baskın bir şekilde kapanmışken cevap vermemişti, jungkook. Ona karşılık vermek dahi istemiyordu. Seviyesine inmek, onun için hiç de katlanılabilir bir şey değildi. Nefret dolu bakışlarıyla bir an önce olsun bitsin istiyordu. Ne söyleyecekse söylesin.

 

Bunu anlamış olacak ki, "neyse," demiş ve konuya girmişti. Derince bir nefes almışken oldukça rahat bir tavır almıştı. "Biliyorsun, William kimsenin kendisi yüzünden zarar görmesini istemez. Seni her yerde aradığını duydum. Bunu ona söyledim ve seni buradan bir şekilde çıkaracağını söyledi. Ben de sana yardım edecekmişim..." dediğinde sonraki söyleyeceklerini kendi çıkarları üzerine olduğunu anlamıştı, jungkook.

 

Yine de inanmak istemiyordu böyle birine. On lafından dokuzunu geçtim, tümü bile yalan olabilirdi. Hem kendisine karşı söylediği keskin bıçak sözler, hem de ona asılıyormuş gibi olan davranışları onu kendinden itmesine yetiyordu. Yine de biliyordu ki, bay William gerçekten böyle bir şey söylediyse yapar.

 

"Sana neden inanayım?" demişti. Bunu şüpheci bir tavırda söylemişti. Çünkü eğer karşısında duran düzenbazın teki onunla oyun oynuyorsa, fena halde taklaya gelecekti.

 

Omuz silkmişti, Jin young. "Bana inanmak zorunda değilsin. Ama bunu sende biliyorsun ki, eğer bana inanmazsan bu evde kapana kısılmış bir fare gibi kalmaya devam edeceksin." demişti. Haklılık payı yüksekti yine de bunu herkes söyleyebilirdi. Baştan taehyung jungkook'un onun sevgilisi olduğunu söylemiş olsa bile hiç inandırıcı değildi ve bunun bir şekilde "ondan uzak durun" uyarısı olduğı belliydi.

 

Tiksinir gibi burnunu kıvırdığında, "bana fare demeyi kes!" demişti. Kasvet dağıtıyordu etrafı. Kabul etmiyordu, istemiyordu. İçgüdüleri bile kaçıp gitmek istiyordu. İnanmak istemiyordu çünkü farkındaydı tehlikenin.

 

Bilirsiniz ya, tehlike bir kara delik misali kaçınılmazdı.

 

Hayattan soğutacak bir sırıtış yerleştirirken yüzüne, "tamam, tamam. Kızma!" demişti. Öyle bir yüzsüzlükle konuşmaya devam etmişti ki, Jungkook'un aklına dün edilen sözler gelince bile utançtan bakamıyordu kimseye.

 

"Dediğim gibi. Seni buradan kurtarıp william'ın yanına götürebilirim. Eline bir fırsat geçmişken kullanmamak büyük aptallık olur." demişti ciddi ifadeye tekrar bürünürken. Aslında gülerken çok güzeldi, eşsizdi. Fakat içindeki edepsizlik insanın tüm masumluğunu, güzelliğini götürürdü.

 

Yere indirdiği bakışlarıyla düşünüyordu. Ona inanmak için nedenler arıyordu. Çünkü inanmamak için binlerce sebebi olsa bile inanmayı seçecekti. Kulaklarına ilişmişti rahatsız eden yumuşak sesi. "Bunu reddettin varsayıyorum. Taehyung'un haberi olmasın demeyeceğim. Biliyorum ki sen benden daha çok korkuyorsun onun bunu duymasından."

 

Yerinde ayaklanmıştı gitmek için. Fakat attığı iki adımda Jungkook da ayaklanmış ve hemen önünde dikilmişler onu durdurmuştu. "Dur! Reddettiğimi söylemedim sana..." demişti sona doğru sesi kısılırken. Jin young'un ondan uzun olması sonucunda başını hafifçe kaldırıp bakıyordu.

 

Tek kaşı havalanmış ve yüzünde de zafer gülümsemesi oluşmuştu. "Sınırları zorluyorsun... işte bu yüzden sevdim seni." derken aradaki kısacık mesafeyi kapatmıştı. Jungkook ise bu durumda hafif telaş yapmış, geriye doğru adımlamıştı.

 

"Dur orada!" diye çıkan sert ses ile o tarafa dönmüştü ikisi de. Aralarındaki yakınlık yeni aklına gelmiş gibi hemen uzaklaşırken Jungkook, bay kim hızla adımlamış ve hiç soluklanma ihtiyacı birlikte duymadan jin young'un yüzüne tokadı çarpmıştı.

 

Eli yanağına kapanırken kaşları çatılmıştı. Dengesini koruyorken bakışlarını amcasına çevirmişti. "Amca, ne yapıyorsun?!" diye şaşkınca sormuştu. Gözlerinde öfkeye de yer veriyordu aynı zamanda. Bay kim istifini hiç bozmadan dik duruşuyla, "edepsizin tekisin!" diyordu. Bakışlarında iğrenme duygusu taşırken böyle bir yeğeni olduğu için utanıyordu.

 

Gözlerini sanki masummuş gibi kısmış ve ses tonunu incelterek, "ne edepsizi? Bir şey yapmadım ona!" demişti. Bakışları jungkook'u bulduğunda, "ben sadece özür diledim ondan." derken onunla ağız birliği yapmasını ima etmişti bir nevi.

 

Jungkook kendisine nasıl bakıldığını gördüğünde eli ayağına dolaştı. Ne diyeceğini bilmezken ateş tüm bedenini sarmaya başlamıştı. "Değil mi, jungkook?" derken de jungkook'u daha çok zora sokuyordu. Ki aslında hangi tarafı seçeceği de açıkça belliydi.

 

Bay kim'in şüpheli bakışlarını kendi üstünde bulurken rahatsızlıkla elini ensesine götürüp sertçe ovuşturmuştu. Sesi neredeyse çıkmazken "hmhm... özür diliyordu sadece." diye kekeleyerek onaylamıştı bu yalanı.

 

Hala şüpheleri varken diyecek bir şey bulamıyordu, bay kim. "Emin misin?" diye sormuştu net ve şüphelendiğini belli eden bir tonda. Jungkook bu sefer de gözlerini kaçırırken başını sallamıştı. Belki de bu evden gidebilmenin tek yolu buydu diye düşünüyordu. Yalansa yalan, ihanetse ihanet.

 

"Peki öyleyse..." demişti bay kim, daha fazla üstelemeden. Yine de zerre güveni yoktu. Ortada açıklanması gereken şeyler olduğu belliydi. "Hadi sende odana git."

 

Utanç, yalanın oluşturduğu utanç onu baştan aşağıya titretiyor ve midesinin bulunmasına neden oluyordu. Bay kim'in suratına bakmadan başını tekrar sallamış ve adımlamıştı odasına doğru. Bu daha da şüphe çekmişti aslında. Fakat farkında bile değildi.

 

Odaya girdiğinde ardından kapıyı kapatmış ve derin nefesler almaya başlamıştı. Kapalı olan pencereyi açmış ve sonbaharın solgunluğunu taşıyan soğuk havanın içeriye girmesini sağlamıştı. Bakışları çıplak ağaçları bulurken kalçasını pencerenin dayanağına yaslamıştı. Uzun uzun düşünmüştü. Açlığını bile unutturacak bir çıkmazdaydı. Baştan sona kadar tüm ihtimalleri düşünüyor, ne olursa olsun buradan gitmeyi hedefliyordu.

 

Öğle saatlerini geçmişti çoktan. Akşamın huzur verici karanlığı dalgalanıyordu. Kapı usulca açılmıştı. Kapının gıcırtısı, Jungkook'un o tarafa dönmesini sağlamıştı. Attığı adımları, yatağın üstüne oturup yorgun olduğunu belli eden suratı durgunlukla izliyordu.

 

"İyi biri olduğuna inanmak istemiyorum..." demişti bakışlarını çekmezken. Taehyung daldığı yerden ayırdığı gözlerini küçük olana çevirmişti. Dilini alt dudağının üstünde hızla kaydırmış ve ardından içeriye aldığı dudağını ısırmıştı. "İnanmak zorunda değilsin, jungkook."

 

Durdu bir süre. Jungkook'dan cevap gelmedi. "Hatta benden nefret et! Böylece buradan çıkıp gittiğinde hatırında kalmam." diye söylediği şeye devam etmişti. Sükunetin içine akan yumuşak kelimeler söylenecek pek bir şey bırakmıyordu.

 

Konudan bağımsız olarak sanki içine doğmuş gibi, "yemek yedin mi?" diye sormuştu, taehyung. Jungkook hiçbir çekingenlik belirtisi göstermeden başını iki yana sallamıştı. İçine kaçan boğuk sesiyle "hayır! Canım bir şey çekmiyor." demişti.

 

Alnı gerilmiş, kaşları çatılmıştı. "Ne demek canım bir şey çekmiyor? Kemiklerini sayabiliyorum." demişti azarlayarak. Yine umursamamıştı, jungkook. Başını çevirip pencerenin dışında ağlamaya hazırlanan gökyüzüne bakmıştı. Hava oldukça kapalıydı ve her an sokaklar yıkanabilirdi.

 

"Yağmur yağacak gibi duruyor."

 

"Beni dinlemiyor musun sen? Ben sana yemek diyorum sen bana yağmur diyorsun. Hem anlamadım ki ne buluyorsun o pencerenin dışında!" derken hemen jungkook'un yanına adımlamıştı. Ona üstten bakıyor, bakış açısına sadece saçları, burnunun ucu ve kirpiklerinin inceliği giriyordu.

 

Başını geriye yaslayıp da taehyung ile göz göze geldiğinde, "özgürlüğümü..." demişti buruk bir sesle. Saatlerce düşünmüş olmanın doluluğu vardı üstünde. Dudakları birbirinin üzerine kapanırken nefessiz kalmıştı.

 

Tam o anda gözlerini kaçırmıştı, taehyung. 'ne buluyorsun?' diye bahsettiği yere bakışları sabitlendiğinde yutkundu derince. Dudakları aralandı. Kelimeler kaçacak yer arıyorken hepsini kancayla tutmaya çalışıyordu.

 

Küçük su tanecikleri, pamuğu andıran bulutlardan sızıp da yerle birleşince kısık uğultular çıkarıyordu. Kulaklarına ilişitiğinde bu melodi, bakışlarını çok sevdiği manzaraya çevirmişti. Yüzünde bir gülümseme oluşurken omuzları kalkmıştı hafifçe.

 

Tıpkı jungkook'un yaptığı gibi, taehyung da bakışlarını dışarıda hızlanan yağmura çevirmişti. "Dışarı çıkabilir miyim?" diye duyduğu belli belirsiz sesle göz göze gelmişlerdi.

 

"Hayır, saçmalama jungkook! Hasta olursan ne yapacaksın?" diye kızmıştı bir kez daha. Jungkook dudağını sarkıtmışken trip atar gibi kaşlarını da çatmıştı. "Hasta olursam hasta olurum işte! Hem hasta olmamla neden ilgileniyorsun?"

 

Taehyung başını iki yana sallarken bıkkınlıkla nefes vermişti. "Hayır dedim, jungkook! Bu soğukta ve yağmur bu kadar hızlıyken olmaz! İzliyorsun işte, yeter." derken net bir tavır takınmıştı. Jungkook'un, dünyanın tüm çirkinliklerine rağmen hala bir şeylere tutunuyor oluşunu, seviyor oluşunu apayrı bir gizlilikle seviyordu.

 

Derin bir oflamayla göğsü kabarırken elini hemen yanında duran taehyung'un bacağına yaslamıştı. Oturuyor olduğu için taehyung'un bacağıyla eşit uzunluktaydı. Elini koyduğu yeri ittirmiş, "git!" demişti sert bir tonda.

 

Taehyung'dan yana dönmemişti bile. Onu kovuyordu açıkça. "Git ve beni rahat bırak!" derken sitem doluydu. Öfkeliydi de. Aklına binlerce kötü söz gelirken hepsini sadece içinden söylüyor, sabahki plana kafası yatıyordu.

 

"Jungkook, saçmalama! Beni kendi odamdan mı kovuyorsun? Burada kaldığın için şükretmelisin bile." dediğinde buna sinirle gülmeye kalkmıştı. Fakat yapmamıştı. "Öyleyse beni zindana falan attırsaydın! En azından buradaki gibi çirkin şeyler yaşamazdım!" diyen jungkook ile gözleri irileşmişti.

 

"Olanların hiçbiri benimle alakalı değil ki!" diye kendini savunmaya geçtiğinde, jungkook oturduğu yerden kalkmıştı. Taehyung'un önünde dik bir şekilde dururken sanki az önceki kedi yavrusu o değilmiş gibiydi.

 

Kaşları oldukça çatıkken "Öyle mi, yüzbaşı? Benim hiçbir suçum olmadığını çok iyi biliyorsun. Buna rağmen beni getirip buraya hapsettin! Bana attığın tokatlar? Peki ya bacağımda iz bırakan tekmen? Saçımın dibindeki ağrı senin yüzünden dinmek bilmiyor! Senin yüzünden bana sürtük muamelesi yapıldı. Senin yüzünden ben hayatımda asla düşmeyeceğim duruma düşüp birinden ahlaksız sözler duydum. Tıpkı az önce dediğin gibi kemiklerim sayılıyor. Saymamı ister misin? Başlayayım mı?" derken üstündeki kazağı hafifçe kaldırmış ve göğüs kafesini ortaya çıkarmıştı. Eli kemiklerinin üzerinde duruyordu.

 

Söylenen sözlere verecek cevabı yokken dişlerini sıkıyor, yumruk yaptığı elini beyaz rengine çeviriyordu. Gözleri doğrudan jungkook'un gözlerindeyken tıslayışını izliyordu. "Bende öyle tahmin etmiştim!"

 

Verecek cevabı olmadığı için, üst üste yüzlerce hata yaptığı için öfkeliydi. Jungkook tek görüşlük biri de değildi. Ona büyük bir kötülük yapıp da hayatından çıkaracak değildi. Onu buraya getireli üç aydan fazla olmuştu.

 

"Eğer biraz olsun kendini suçlu hissediyorsan beni rahat bırakırsın! Buna hakkım var." dedikten sonra bakışlarını ondan çekmiş ve kalktığı yere geri oturmuştu. Taehyung onun biraz gerisinde kalıyorken dizini kaldırıp oturduğu geniş sandalyeye yaslamıştı. Başını da dizine koymuşken taehyung'un gidişini beklemişti.

 

Beklediği gibi adım sesi gelmemişti. Üstüne eğilip de elinden tutarken onu kaldırmıştı. "Ne yapıyorsun?" diye sormuştu sorgular bakışlarla. Taehyung durmuş, jungkook ile yüz yüze gelirken "Dışarı çıkmak istemiyor muydun?" diye sormuştu.

 

Jungkook buna şaşırırken hiçbir şey söylememiş ve söylediklerinin mi etkisi olduğunu anlamaya çalışmıştı. "Evet de sen-" dediğinde ise lafı bölünmüştü. "Öyleyse hadi, çıkalım!"

 

Başını ağırca sallamış, taehyung'un peşinden onu sürüklemesine izin vermişti. Odadan çıkıp da merdivenleri aşarken yemek saatini geçmişlerdi çoktan. Yine salonda bir kaç kişi oturuyorken onlara bakma ihtiyacı bile duymadan el ele çıkmışlardı evden. Kapı kapanırken, jungkook uzun zamandan sonra bu evden çıkmayı başarabilmişti.

 

Girişteki üstü kapalı yeri geçmek isterken taehyung'a dönmüştü. Kendisine baktığını görünce, "gidiyorum." demişti kısıkça. Dudaklarını ısırırken gözlerini kırpmıştı, izin verdiğini belli ederken. Bakışları bahçeyi bulurken yüzünde büyük bir gülümseme oluştu. Hızlı adımlarla bahçenin ortalarına geçerken ıslanmaya başlamıştı bile.

 

Şuan hiç ıslanmak istemeyen taehyung ise ellerini ceplerine koymuş, yaslandığı kolondan jungkook'u izliyordu. Kollarını iki yana açmış, başını gökyüzüne çevirirken gözlerini de sıkıca kapatmıştı. Yağmur damlacıkları doğrudan yüzüne hoyratça çarpıyor, yanağından çenesine doğru bir yol izliyordu. Çenesinde biriken ıslaklık boynuna değince huylandırıyordu.

 

Bir kaç dakika öylece durmuştu. Sırılsıklam olurken hissettiği soğukluğu, hasta olmayı umursamıyordu. Alnına yapışan saçları geriye doğru ittiriyorken, ıslak olan her bir tel eline yapışıyordu. Dudaklarına dolup taşan yağmur damlalarını eliyle siliyordu.

 

Sanki yeniden hayat buluyordu. Bulutların ona bahşettiği su, onu tüm kötülüklerden arındırıyordu. Üstüne yapışan başkalarına ait kirler, böylece ait olmadıkları yerden kovuluyorlardı.

 

"My god, I'm so lonely!" diye bağırdığında yağmurun sesine karıştırdığı sesiyle tam da şuanı anlatacak bir şarkı söylüyordu.

 

"So, i open the window. To hear sounds of people. To hear sounds of people...". Tam da kaldığı odaya, taehyung'un odasının olduğu pencereye çevirmişti bakışlarını.

 

"Venus, planet of love. Was destroyed by global warning. This is people want too much too? This is people want too much?" Sondaki cümleyi içtenlikle sormuştu. Duymayacaklarını bile bile sormuştu insanlara. Sitem dolu sesiyle.

 

Bu sefer gelen sözcükleri ise başını kaldırıp, tanrıya isyan edercesine söylemişti. "And i don't want your pity! I just want somebody near me. Guess i'm a coward. I just want to feel alright!".

 

İçindeki tüm duyguları yağmur ve bu kendini anlatan şarkıyla dışarıya atıyordu. Devam etmek için bekledi biraz. Ve tam o sırada arkadan bir ses duyuldu. "Sesim oldukça kötü ama katlanırsın, değil mi?".

 

Arkasını dönüp bakmıştı. Daha bir şey söylemesine fırsat vermeden taehyung eşlik etmişti şarkıya. "And i know no one will save me. I just need someone to kiss. Give me one good honest kiss and i'll be alright..."

 

Söylenen kelimelerin şarkıdan ibaret olduğunu düşünüyordu. Ta ki taehyung'un ona doğru adımlamasıyla. İki metre uzağında kalan taehyung, şimdi hemen bir adım ötesindeydi. Fakat buna rağmen dudakları aralanmış ve söylediği şarkıya devam etmişti.

 

"Nobody, nobody, nobody, nobody, nobody,-" derken taehyung kendisinin de söylediği şarkıyı yarıda bölmüştü. Eli jungkook'un belini bulurken kendine doğru çekmiş, bedenlerini birbirine yaslamıştı.

 

Kaşları havalanıp da kendini hafifçe geriye doğru götüren jungkook, taehyung'un yüzüne yaklaşmasıyla gözlerini kapatmıştı. Yağmurun altında ıslanırken ellerini de taehyung'un ıslanan omuzlarına sabitlemişti.

 

Jungkook, o anda kendisini öpeceğini sanmıştı. En azından dudaklarından. Fakat beklediğinin aksine öptüğü yer dudakları değildi. Dudaklarının ateşe verdiği yer dudaklarının bitiminde, çenesinin altındaydı. Tuttuğu nefesi kendini zorluyorken çekilmesini istedi hemencecik. Yoksa nefessiz kalıp ölecekti. Bu an onu öldürecekti. Bu yakınlık onu öldürecekti. Kalbi dayanmıyordu.

 

O kadar zor gelmişti ki o bir kaç saniye, uzun bir kaç dakika gibi geçmişti. Üzerinden çekildiğini hissettiğinde açmıştı gözlerini usulca. Göz göze geldiğinde taehyung ile, anlamıştı o saatten sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını.

 

Çünkü apaçık ortadaydı, taehyung'un ondan hoşlandığı.

 

 

Selam!!!

Ben geldim.

Bu bölüm biraz daha yakınlaşmalar o gerekiyordu aklımdaki plan için.

Bölümde geçen şarkı; mitski'nin nobody şarkısıydı.

Umarım beğenmişsinizdir.

Beklemede kalın, maia ile kalın.

🪄💗✨

 

Loading...
0%