Yeni Üyelik
21.
Bölüm
@cileklerveyoon

Yorum yapmayı unutmayınız!!

İyi okumalarr✨

 

Elleri birbirini bulmuşken kemiklerini kıtlatıyor, kıtlamayan serçe parmağını gerginlikle zorluyordu. Attığı adımlarla oldukça geriliyorken merdivenin başına geçmişti. Mutfağa giren koridorda kollarını birbirine dolamış, kendisine bakan jin young'a bakmıştı stresle.

 

Basamakları da boş olan salona bakarak geçirmişken gecenin bir saatinde yakalanabilme ihtimalinden ölesiye korkuyordu. Sessiz olma çabasının yanı sıra hızlı da olmaya çalışıyordu.

 

Sonunda mutfağa girdiğinde onu gördü. Tüyleri ürperirken kemikleri tutulmuş gibiydi. Rahatsızca gerindi yerinde. Bakışları Jin young'da iken susuzluk hissi kaplamıştı boğazını. Bir kaç adım atıp bir bardak su doldurdu, ne olur ne olmaz diye. Biri girecek olursa, su içtiğini bahane edebilirdi. Tamamen bir rastlantı olduğunu. Bu durumdan yakasını sıyırabilirdi.

 

Küçük bir yudum alırken üstündeki bakışlara son vermek için konuştu. "Ne istiyorsun? Bir haftadır benimle konuşmadın bile. Bunu bay William mı istedi?"

 

"Tch!" dedi yaslandığı tezgahta kollarını birbirine dolamışken, Jin young. "Bu tamamen benim planımdı. Seninle iletişimde bulunsaydım yakalanma riskinin artardı. Dikkatler hala üstümdeyken aptallık yapacak değildim."

 

Bunun cidden mantıklı olduğunu düşünürken elindeki bardağı sıkı sıkıya tutmuştu. Yutkunmuş, ne diyeceğini düşünüyordu. "Doğru..." demişti. "Peki şimdi ne yapacağız?" diye de sormuştu merakla. Her şeye rağmen kendini kötü hissediyordu.

 

"Yarın öğlene kendini buradan kaçmak için hazırla. Yüzbaşı evde olmayacak. Sende genelde odana kapandığın için fark edilmez gidişin. Gece çok riskli olur." demişti bu sefer ciddi olarak. Tüm güvensizliğin içinde düşünür ifadesi işin ciddiyetini kavramasını sağlıyordu, jungkook'un.

 

Aklına gelen şeyleri dillendirmek için ağzını araladı. "Bay William'ın yanına ulaştığımda benim peşimi bırakır mı?" derken endişeliydi. Buradan çıkıp gitmek istiyordu lakin bay kim'e ve... ve belki de taehyung'a haksızlık yaptığını düşünüyordu.

 

Bay kim daima onun yanındaydı. Taehyung ise başta tamamen haksız hatta gaddar biri olabilir fakat sonradan yaşadıkları olaylarda onu koruması, yakınlık kurması onu masummuş gibi gösteriyordu. Aklını çeliyordu o gün ona sarılışı, ona sarf ettiği sözler, her şeyden çok anlamlandıramadığı bakışları.

 

"Hiç sanmıyorum. Yine de dert etme! William seni korur."

 

"Ama daha önce yapmamıştı..." derken aklına halasının onu terk edişi gelmişti. Yüz üstü bırakışı. O gün toz duman olup da oradan buraya acılar içinde savruluşu. Ne kadar düşünse de bunları hak edecek bir şey yapmadığının bilincindeydi.

 

Bakışları yeri bulurken, jin young ilgiyle bakmıştı. Jungkook'un son söylediğinden anlam çıkarılabilirdi ama uğraşmak istemedi bile. Tek isteği taehyung'un zor duruma düşmesiydi. "Öncekinde ne yaptığını bilemem ama şuan seni kurtarmak istemeseydi taehyung'un eline bırakırdı. Sana ondan daha çok acı çektirecek kimse yok! Seni neden kurtarmak istediğini bile anlamıyorum. Belki de üstüne para almak içindir. William'ın zeki olduğunu biliyordum da bu kadarı..."

 

"Yeter! Anladım işte! Yarın öğlen hazır olacağım. Şimdi gitmem gerek." demişti tahammülsüzlükle. Kaşları çatılmışken elindeki bardağı tezgaha koymuştu öfkeyle. Arkasını dönüp hızla oradan uzaklaşmıştı. Merdivenleri hızla geçerken korkusu titremesine sebebiyet veriyordu.

 

Odaya girmiş, kapıyı arkasından kapatmıştı usulca. Bir kaç adım atmışken taehyung'un uyanık olup olmadığını kontrol etmişti. Hala uyuyor oluşundan içi rahatlamış, korkusu biraz olsun azalmıştı.

 

Taehyung'un alnına düşen saçları, uyurken üstü çıplak olduğu için göz önüne serilmiş yapılı esmer teni, uyurken bile sürekli çatık olan kaşları... kısa bir süre izledi onu. Bir kaç saniyeliğine. "Seni asla incitmek istemedim ama tüm bu darbeleri almaktan yoruldum." diye fısıldadı, sanki taehyung onu dinliyormuş gibi.

 

İçini bi ağlama hissi kaplamışken tüyleri ürpermişti. Çenesi titremeye hazırlanıyorken, "ve senin tarafında olmayı yeğlerdim. Ama madem savaşmak istiyorsun," derken gözlerinden yaş akmıştı bile çaresizlikle. "Savaşalım o zaman, yüzbaşım."

 

Eli, çenesinin ucuna gelmiş olan damlayı savurmuştu. Bakışlarını çekmişti ondan. Yatağına girmiş, battaniyesine sıkı sıkıya sarılmıştı. Ağlayışı uzun sürmemişken yenik düşmüştü uykuya.

 

Onu uyandıran şey ise taehyung'un uyandığını hissetmesiydi. Yavaş hareket etmesine rağmen hissediliyordu ayakta olduğu, taehyung'un. Gözlerini açmış ve uzandığı yerden izlemişti, taehyung'u.

 

Uykusu vardı hala. Uyanmak istemiyordu. Bu yüzden taehyung hazırlandığında ona doğru dönmüş, "bugün kalkmaya niyetin yok galiba!" demişti alayla karışık. Jungkook hiçbir tepki vermemişti buna karşı. Bir kaç dakika sonra uzandığı yerde doğruldu. "Gidiyor musun?" diye sordu, cevabı bilmesine rağmen.

 

Taehyung başını sallarken, "hmhm!" diye mırıldanmıştı. Jungkook ayaklarını zeminle buluşturup ayağa kalkarken, "biraz bekler misin?" demişti. Hızlı adımlar atarken taehyung'un birşey söylemesini beklememişti. Taehyung ise gözlerini kısmış, merakla beklemeye başlamıştı.

 

Yüzünü yıkayıp geldikten sonra taehyung'un yanına yönelmişti. Çekingen adımlarla giderken utangaçlığını içine çekiyordu. Taehyung'un dibinde durmuşken kollarını sarmıştı ona. Yanağını göğsüne yaslarken ateşler tüm vücudunu ele geçirmişti. "Teşekkür ederim, yüzbaşı."

 

Ne diyeceğini bilemezken bu tavırlara anlam vermeye çalışıyordu. Oldukça dolu olan aklına bir tek ondan hoşlandığını söylediği gün geliyordu. Belki de kendisine aşık olduğunu düşündüğünden böyle davrandığını sanıyordu.

 

"Yanlış jungkook, yanlış!" diye mırıldanmıştı, kendi kendine. "Teşekkür edecek kadar aptallaştın mı?" diyordu sitemle. Elini uzatmadı bile. Bu sefer ona şefkatle dokunmadı. Çünkü duygusal boşluğun dibine batmış birine gösterilen merhamet aşk sanılabilirdi. Belki de zannedilebileceği gibiydi.

 

Bir karşılık beklerken beklediğinin olmayacağını anlamıştı. Boğazına büyük bir yumru otururken kalbinin paramparça olan cam seslerini duyuyordu. Yavaşça kollarını ayırırken başını kaldırmamıştı. Bir kaç adım geri gitmişken bakabilmişti, taehyung'un yüzüne.

 

Gözleri taehyung'un kahveliklerindeyken, "özür dilerim..." demişti titrek sesiyle. Ardından taehyung'un öylece duruşunu izlemişti. Tamamen kasvetli düşüncelerle kaplanmış zihni, yapması gereken şeyleri görmesine engel oluyordu, taehyung'un. Bu yüzden sadece bakışlarını çekmiş, son olarak ceketini giyip çıkmıştı odadan.

 

Çıkıp gittiğinde jungkook arkasından baktı uzunca. Kapının kapanışı, attığı sert adımlar, yürürken savrulan saçları, her defasında elini bilinçsizce ensesine atışı, hepsini özleyecekti. Ama yine de hissediyordu ki, kendi yaşamına dönmenin özlemi daha büyüktü.

 

Taehyung karargaha ulaştığında jimin'in kendine doğru geldiğini görmüştü. "Efendim, binbaşı kim sizi bekliyor." demişti, daha yanında bile durmamışken. Tek kaşı havalanırken "konu ne?" demişti adımlarını durdurmadan. Jimin de onun yanında aynı şekilde hızlı yürüyor, "galiba jungkook." diyordu dudağını ısırarak.

 

Ne olacağını az çok tahmin etmesine rağmen odanın kapısını çalıp açmıştı, çekinmeden. Kendisine dönen iki çift göz ile ilerlemeye devam etmiş, hemen karşısında dururken, "yüzbaşı kim taehyung! Beni emretmişsiniz!" demişti saygı duruşuyla.

 

Namjoon sırtını dikleştirmiş, elindeki raporu kenara koymuştu. "Bana bak yüzbaşı! Bu senin kişisel sorunun değil. Önce gidip william'ın Evini bastın, hemde hiçbir iznin olmadan. Şimdi de suçu olup olmadığını bile bilmediğin birini almış evine hapsediyorsun. Her seferinde sana anlayış gösterecek değilim! Hiçbirisi başaramadın, kanıtlayamadın. Bu kez çuvalladın, taehyung. Bunu kabul et!"

 

Tüm bu söylenenleri büyük bir ciddiyetle dinlerken ağzını açıp da tek kelime etmemişti. Ki aslında binbaşı kim'e karşı ne söylese karşılığında haksız çıkardı. Bu yüzden devam etmesini beklemişti. Ki öyle de olmuştu.

 

"Bir şeyi de çok iyi anla, bundan sonra benden hiçbir şekilde yardım alamayacaksın. Sana tolerans göstermeyeceğim. Bu konuyu tek başına ve sadece bir haftada halledeceksin. Bu bir haftanın sonunda Jeon bir şey itiraf etmemiş olursa onu serbest bırakacaksın. Biz suçlulara karşı böyle davranırız, masumlara değil. Şimdi çık! Söyleyeceklerim bitti!" demişti arka arkaya.

 

Taehyung elini alnına koymuşken, "emredersiniz!" demişti sadece. Arkasını dönüp çıkarken odaya girdiğinden beri tek söyleyebildiği şey de bu olmuştu zaten.

 

Tam bu sırada evde neler olduğundan bihaberdi tabi. Çünkü taehyung, kendisine bir hafta süre verilirken aslında bu sürenin bittiğini bilmiyordu.

 

Jungkook karnını iyice doyurmuştu. Üstüne de Taehyung'un deri ceketini almıştı, onu ısıtması için. Odanın kapısını açıp da dışarıya baktığında kimsenin olmamasına sevinememişti bile. Kapıyı ardından kapatıp yanında hiçbir eşyası olmadan boş koridorları geçerken amaçlı, bahçede onu bekleyen jin young'un yanına gitmekti.

 

Ki öyle de olmuştu. Merdivenleri de geçerken büyük bir dikkatle bakmıştı. Kimsenin olmaması garip gelse de bunu fırsat bilmiş ve koşar adımlarla çıkmıştı dış kapıdan da. Kaçar gibi etrafına bakınırken jin young'u görmüştü.

 

Jin young eve doğru bakınıyordu. Kimsenin onları görmediğinden emin olmaya çalışıyordu. "Yürü hadi!" derken jungkook'un kolundan tutmuş çekiştiriyordu. "Bırak beni, ben yürürüm!" derken kendini çekmişti, jin young'un ellerinden.

 

Bahçeyi geçmişlerdi hızla. Fakat o an ikisi de görmemişlerdi kendilerini izleyen kişiyi. Çünkü bundan sonrasında her şeyin tamamen bittiğini sanmışlardı. Jungkook'un adımları o kadar düzensizdi ki, bir ara kendi ayağına takılmıştı. Jin young'un onu tutmasıyla dengesini korurken aceleyle yürümeye devam etmişti.

 

Arabayı bulduğunda ön kapıyı açıp binmişti. Nefes nefeseyken göğsü daralıyordu. Jin young da binmiş ve arabayı çalıştırmıştı. Büyük bir hızla gaza basarken jin young, jungkook da dudağını kemirip parmaklarını zorlamakla uğraşıyordu.

 

Onlar evin yanından uzaklaşırken evden çıkmıştı, min jae. Her şeye şahitlik etmişken koşar adımlarla arabasına doğru gidiyor, telefondan taehyung'un numarasını tuşluyordu. Telefon çalıyordu fakat taehyung açmıyordu. Yine yeniden çaldırmıştı arabaya binerken. Bu sefer açıldığında taehyung'un sesi duyulmuştu. "Şuan meşgulü-"

 

"Ne meşgulünden bahsediyorsun? Jungkook kaçıyor!" diye bağırmıştı oldukça sert bir tonda. Taehyung ise şok olmuşken durumun ciddi olduğunu anlamıştı, min jae'nin sesinden. "Nasıl kaçtı? Daha sabah," derken duraksamıştı. Jungkook'un ona sarılışı aklına gelince durumu kavradı.

 

Min jae ise devam etti. "Jin young'un arabasıyla gittiler. Ben de şimdi onları takip ediyorum." derken telefonu hoparlöre almış ve jin young'un hızla giden arabasını görmeye çalışıyordu.

 

"Jin young mu?" derken büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. Böyle bir şey olmasına ihtimal bile vermiyordu. Fakat öfkesi hiç olmadığı kadar yükselmişken yerinden kıpırdamıştı. "Şuan neredesin?" diye sorarken de masanın üstünde duran araba anahtarını almış ve odadan çıkmıştı.

 

Bir taraftan min jae'yi dinlerken diğer taraftan da jimin'i arıyordu gözü. Sanki körleşmiş gibiyken gözünün önünde duran sarışın adamı görememişti. "Asker!" diye bağırmıştı koridorda. Kendisine seslenildiğini duyan jimin, bir kaç adımda dibinde bitmişti taehyung'un.

 

Taehyung jimin'i görünce bi afallamış, ardından koşar adımlarla yürürken "yanına bir kaç asker al ve arkamdan gel!" demişti. Bu sırada adımları hızlanmış ve telefona dönmüştü tekrar. "Sakın onları gözünden kaçırma! Ben gelene kadar da telefonu kapatma!" demişti, min jae'ye karşı.

 

Min jae bütün söylenenleri onaylamış ve takip etmeye devam etmişti onları. Taehyung aracına binmiş ve çoktan söylenilen istikamete doğru giderken bayağı mesafe olduğunun farkındaydı. Ki o gidene kadar, jin young jungkook'u bir garaja getirmişti bile.

 

Jungkook geldikleri yerin alakasızlığına rağmen hiçbir şey söylemiyordu. Büyük garaj kapısının önü bir düzine adamla doluyken bunu garipsememişti. William'ın bir sürü adamı olduğunu biliyordu fakat bugün bunu umursamayarak büyük bir hata yaptığının farkında değildi.

 

Kapıyı açıp da indiğinde bakışları jin young'a dönmüştü. Yerinden kıpırdamadığını görünce, "sen gelmiyor musun?" diye sormuştu. Başını iki yana sallarken "hayır. Benim işim bu kadardı." demişti sadece. Jungkook bunu da umursamamış, kendi kararı deyip geçmişti.

 

Kapıyı kapatıp da arabanın yanından uzaklaştığında garaj kapısına yönelmişti hızla. Adamlardan biri kapıyı açmış, jungkook'u içeriye almıştı. Tam bu sırada min jae arabasını durdurmuş, telefonda kendisini dinleyen taehyung'a, "bir garaja geldiler. Etrafta bir sürü koruma var. Bundan sonrasına karışmam mümkün değil!" demişti.

 

Daha lafı bitmeden, "jungkook içeriye tek başına girmiş! Jin young gidiyor!" demişti telaşla. Taehyung ise min jae'nin üç katı bir korku yaşarken, "onu öldürecekler! Tek başına bir şey yapamaz o! Orada kal ve bir şey olmadığından emin ol!" demişti.

 

William'a geldiklerini anlamak zor değildi. Ve biliyordu ki, william her şeye rağmen jungkook'u öldürmekten başka bir şey yapacak değildi. Onu kurtarmak? Tamamen uyduruk bir yalandı. Bir şey bilmese bile jungkook onların arasında büyümüştü. Ona sıradan gelen tek bir şeyi anlatması bile işlerini bitirirdi.

 

Taehyung söylediği şeyi düşünmüştü kısaca. Min jae ona anladığını belirten şeyler söylerken o tekrar lafa girmişti. "Hayır, dur! Git! Jin young'un peşinden git! Kaçmaya kalkmasın. Ben zaten yetişmek üzereyim. En azından şimdilik ona bir şey yapmayacaktır." demişti. Bu söylediklerini harfiyen yapıyordu, min jae.

 

"Öyleyse ben şimdi jin young'u takip ediyorum... geldiği yoldan geri dönüyor." demişti.

 

Taehyung ise min jae'nin yaptığı iyilikleri düşünmeyi sonraya bırakmıştı. "Tamam, sen devam et. Telefonu kapatıyorum." demişti. Ardından telefonu kapatmışken aslında hala yolunun olduğunun bilincindeyken elini direksiyona vurmuştu öfkeden.

 

Tüm bunlardan bihaber jungkook ise girdiği kapının ardında william'ı görmenin Sevinç'ini yaşıyordu. Yüzünde büyük bir gülümseme oluşurken adımları hızlanmış ve william'ın Önünde durmuştu. "Bay william!" diye seslenmişti, heyecan dolu sesiyle.

 

Normal zamanda yüzünde tıpkı kendisinde olduğu gibi bir gülümseye oluşurdu william'ın. Fakat bu sefer tek çizgi olan dudakları milim dahi kıpırdamamıştı.

 

"O- o gün olanlar numaraydı değil mi? Halam evde beni bekliyor olmalı. Ona haber verdiniz mi?" diye arka arkaya sormuştu, william'ın önünde dururken. Avuçlarının içi terliyordu dışarıdaki soğuğa rağmen.

 

William dudaklarının arasına bir dal sigara yerleştirmiş, yanındaki adamın onu yakması için balını sola çevirmişti. İnçe kağıt parçası alev aldığında büyük bir nefes çekmişti. "Kimseye haber vermedim çünkü gerçek yok. Herkes senin öldüğünü biliyorken seni bir kaç dakikalığına yaşatacak değilim. Üstelik tekrar ölümüne sebep olacakken." demişti ruhsuzlukla.

 

Jungkook'un baharları getirecek bakışları sönmüştü. Kaşları hafifçe çatılıyorken anlam vermeye çalışıyordu, tüm bu söylediklerine. "Ne demek tekrar ölüm-... siz benim öldüğüme inandınız mı? Bana kızgın mısınız?" derken sesi titrek çıkmıştı.

 

William, "sana kızgın değilim, jungkook. Aptalın tekisin çünkü. Hiçbir şey yapmamışken götürüldün. Sahiden, her şeyin içinde olan bu kadar insan varken neden seni götürdüler ki? Bu da galiba onların aptallığı." demişti pişkin pişkin.

 

Tüm söyledikleri beyninde yankılanıyordu. Kullandığı ses tonu o kadar yabancıydı ki, yüzünü görmese william olmadığına yemin edebilirdi. Söylediği sözcükler, aptal diye ettiği hakaret o kadar ağır gelmişti ki o an, yere indirdiği bakışlarıyla tekrar tekrar hayattan soğumuştu.

 

"Gerçekten seni halana götüreceğimi falan mı sandın?" dediğinde histerik bir gülüş kaçmıştı dudaklarından. Bir çocuğun tüm sınıf tarafından zırbalandığı gibi zorbalanıyordu şuan. Alay ediyordu açıkça. Bu gözlerinin dolmasına yeterdi bile.

 

Yerdeki bakışları ayaklanıp da william'ınkiler ile buluştuğunda, "bana yalan mı söyledin? Peki ya halam? O da bu işin içinde mi?" diye sormuştu fısıltıyla karışık. Sesi oldukça güçsüz çıkarken zoruna gidiyordu tüm bu olanlar.

 

Kendisine getirilen sandalyeye otururken, "tüm olanları bir mantık çerçevesine koy ve buna sen kadar ver." demişti umursamazca. Oturduğu yerden jungkook'un kendine yüklenişini izlemişti. Kendini nasıl da kötü hissedişini.

 

"Beni halama götürün!" demişti kırgınlıkla. Kalın çıkan ses tonu boğazını acıtmıştı. Sadece halasının yanına gitmek istiyordu. Ona sormak istiyordu. Onu gerçekten seviyor mu yoksa o gün olanların hepsi gerçek miydi? Ama kim bilebilir ki bunu?

 

William buna gülmüştü. Tüm karaktersizliğiyle gülmüştü. "Ben de seni akıllı sanırdım! Sence seni bırakacak olsam doğrudan halana götürmez miydim? Durumu kavrayamıyorsun galiba... Şöyle söyleyeyim, bugün senin son günün, hatta son dakikalarındasın." demişti keyifle. Tabiri caizse, aptal birine anlatır gibi konuşmuştu.

 

Jungkook'un alnı gerilmiş, dudaklarında tiksindiğini belli edecek bir büzülme olmuştu.

Adımları geri geri gitmişken başını iki yana sallamış, "hayır, hayır," demişti. Derince yutkunmuş, "hayır! Gidiyorum ben!" diye bağırırken de arkasını dönmüştü kapıyı açmak için.

 

Tam o anda önünde adamlardan biri durmuş, cebinden çıkardığı silahı jungkook'un başına dayamıştı. Alnındaki metalin zehir soğukluğu dudaklarını birbirine bastırmaya yetmişti. Tekrar tekrar gözlerinde acı bir his oluşurken bu sefer akmıştı göz yaşları. Kendisine doğru adım atıldığında, sendelemişti. Dengesi bozulurken adam onu kolundan tutmuş ve ileriye doğru fırlatırcasına itmişti.

 

"Nereye gittiğini sanıyorsun?"

 

 

Selam!!

Çok beklettiğimin farkındayım, özürlerimi sunuyorum.

Sonraki bölümde heyecandan ölün diye burada kestim eheheee (kötü yazar gülüşü).

Ben kaçar.

Beklemede kalın, maia ile kalın.

🪄💗✨

 

Loading...
0%