Yeni Üyelik
22.
Bölüm
@cileklerveyoon

Yorum yapmayı unutmayınız!!

İyi okumalarr✨

 

Silahlı adamın onu ileriye doğru ittire ittire götürüşüyle william'ın önüne kadar gelmişti, jungkook. Kaşları çatılırken içinde büyük bir nefret oluşmuştu. Bütün doğruları yalan çıkmıştı. Aklına daha bir sürü şey geliyorken sormaya fırsat arıyordu.

 

Yüzünde eğri ama bir o kadar çirkin bir sırıtış varken, "ne acı, anne ve baban da benim yüzümden ölmüşlerdi." dediğinde jungkook'un gözleri irileşmişti. Genzine büyük bir acı saplanırken sertçe yutkundu. "Şimdi de sıra sana geldi."

 

Kaşları ağlamak için gerinmişti. Çenesi titremeye başlarken, "yalan söylüyorsun!" diye bağırmıştı. Sesi bomboş garajda yankılanmıştı. "Beni çıldırtmak için yapıyorsun!" diye devam ettiğinde ise sesi pürüzlü çıkmıştı.

 

Başını iki yana sallarken, "ölmeden önce gerçekleri bilmeye hakkın var diye düşünmüştüm." demişti alayla. Fakat jungkook kendisinin öleceği ihtimalini bir kenara atıyor, ailesinin cidden de william yüzünden mi öldüğünü düşünüp duruyordu.

 

"Ama, ama bana onları devlet askerlerinin öldürdüğünü söylemiştiniz..." derken sesi kısık çıkmıştı. Tam o anda taehyung'u düşündü. Baştan beri ona doğruyu söylediğini. Bu yüzünü daha da ıslatırken taehyung'un gelip kendini kurtarmasını istemişti. Ama aklından da, ben bunu hak ettim diye geçiriyordu.

 

William ise yine ağzını araladı konuşmak için. "Buna gerçekten inandırabilmiş miyim? Ufak çaplı tiyatrolarım takdire şayan..." dediğinde gururlanmış gibiydi. Jungkook yüzünde nefret ifadesiyle bakıyorken elini kaldırdı, william'a kaldırmak için. Ama ne yazık, william'ın refleksleri oldukça iyiydi.

 

Havadaki eli tutarken, birden ters çevirmişti william. Jungkook acıyla bağırıyorken william ise ciddi ifadesini henüz ortaya çıkarıyordu. Ne kadar çırpınsa da bir fayda etmiyorken dirseğindeki kemiklerin zorlandığını hissetmişti.

 

Ve işte tam da o anda garaj kapısı açıldı. İçeriye adamlardan biri giriyorken herkesin dikkati oraya dönmüştü. William, jungkook'un kolunu bırakınca geriye doğru sendeledi. Bileğini ovuşturuyordu, sanki acısı dinecekmiş gibi.

 

İçeriye giren adam, "efendim, sanırım baskına uğrayacağız. Jin young takip edilmiş!" demişti. Ardından jungkook tüm acısını unutmuş gibi başını çevirmiş ve william'a bakmıştı. İkisi göz göze gelince william kaşlarını çatmış ve, "mekan değiştiriyoruz öyleyse. Alın şunu!" demişti, jungkook'u işaret ederken.

 

Jungkook umutla dolmuşken kendisini götürecek olan adamların ellerinde çırpınıyordu. "Taehyung geliyor! Beni kurtaracak!" demişti, hevesle. Bu sefer gülen taraf kendisiyken debelediği adamlardan birinden tokadı yiyince afallamıştı.

 

"Acele edin!" diye bağırmışken william, adamlar jungkook'u garajdan çıkarmış ve arabaya bindirmişlerdi bile. Kapana kısılmış, durmadan adamları zorluyorken sonunda gücü bitmişti. Adamlara vurduğu eli ağrıyordu artık.

 

Kısa bir araba yolculuğundan sonra jungkook çok iyi bildiği bir yere gelmişti. Gözleri irileşmiş, olmayan takatiyle adamlara bağırmaya devam etmişti. Fakat onlar bunu asla umursamazken kapıyı açmış ve onu indirmişlerdi. William'ın görkemli evine gelmişlerdi. Çünkü buraya kimsenin izinsiz giremeyeceğini düşünüyorlardı.

 

Villaya girdiklerinde onu doğrudan salona götürmüşlerdi. Ellerini bağlamış, ağzına da bir bant yapıştırdıklarında sesini tamamen kesmişlerdi. Adamın elini ısırmaya çalışmıştı fakat bunda da tekrar tokadı yiyince pişman olmuştu. Aynı yere ikinci kez kuvvetle vurulduğu için yanağı uyuşmaya başlamıştı.

 

"Senden şimdi kurtulmazsam başıma bela olacaksın!" diye bağırmıştı telaşla, william. "Bunca zaman hiçbir şey ortaya çıkmamışken bundan sonra da çıkmayacak!" diye de eklemişti. Tam o sırada kapı açılmış ve içeriye bir kadın girmişti. William'ın sevgilisi.

 

Başta william'a değdirdi umursamaz gözlerini. Ardından yerde elleri bağlanmış, ağzı bantlanmış jungkook'u inceledi. "Demek onu buldun..." derken sanki uzun zamandır bunu bekliyormuş gibiydi. "Böyle hayatımıza böcek gibi yapışan insanlardan nefret ediyorum!" derken tiksinir gibi bakmıştı.

 

Jungkook bir de buna şaşırıyorken kaşları dalgalandı usulca. Aklında tekrarlanan tek bir kelime vardı. Aptal, aptal, aptal, aptal... kendine mi kızmalıydı, yıllarca onlara inanıp sevdiği için yoksa onlara mı kızmalıydı onu bu denli pürüzsüz yalanlarla kandırdıkları için?

 

Özellikle anne ve babasının ölümüne kendisinin sebep olduğunu söyleyen, ona yaşaması için tüm şartları sağlayan william ve mina'ya kırgındı, öfkeliydi çokça. Başını eğdi, görmek istemediği sıfatlara karşı.

 

"Taehyung diye birinden bahsediyor. Sanırım bizi takip eden kişi o. Bunca zaman onu yanında barındırıyordu." dediğinde bu konu hakkında cidden endişeli olduğu belliydi. Mina dönüp ona kıytırık bir bakış atarken, "bir de takip mi edildiniz?" diye üstelemişti.

 

William dudağını ısırmışken başını sallamıştı. "Bir an önce onu halletmem lazım. Eğer o adam buraya gelirse elinden kurtulmamız zor olur. İnatçı pisliğin tekidir!" diye eklemişti. Taehyung'la önceden tanışıyor sayılırlardı. Sürekli yüz yüze geliyorlardı, taehyung'un pes etmeyip en ufak şeyi bile eşelemesi yüzünden.

 

Ve tam da dedikleri gibi bekledikleri olmuştu. Alt kattan patırtı sesleri yükselirken herkesin odağı kapıya dönmüştü. Taehyung'un gür sesi jungkook'un kulağına iliştiğinde bu sefer akan göz yaşı tamamen acının bitecek olacağını düşünmesindendi.

 

"Geldi! Lanet olsun, jungkook'u saklamamız lazım!" diye bağırmıştı, william. Fakat bunun aksine mina rahattı. "Hayır, dur! Bir taşla iki kuş vuracağız. Yeterince bela olmuş zaten." demişti, mantıklı bir fikir sunduğunu düşünürken.

 

William gözlerini devirmişken, "çok akıllısın ya sen! Ben bunu düşünmedim mi sanıyorsun? O bir asker, Mina. Sence böyle büyük bir av için yalnız mı gelecekti? Operasyon düzenlemiş bile olabilirler!" dediğinde sevgilisine hakaret ermiş kadar olmuştu.

 

Bu sırada jungkook onları ilk defa böyle görmenin şaşkınlığını bir kenara atmıştı. Yerinde debelenerek ayaklanmış, merdivenlerden gelen ayak seslerini içinde büyük bir sabırsızlıkla beklemeye başlamıştı.

 

Taehyung'un kapıya yaklaştığı anlaşılınca william jungkook'u yanına çekmişti. Atik bir hareket ile cebinden çıkardığı silahı jungkook'un başına yaslarlarmış kendini sağlama almaya çalışıyordu. Çünkü beklediğinin aksine taehyung erken bulmuştu onları.

 

Kapı ani bir tekme ile vurulduktan sonra açılırken, william daha sıkı tutmuştu Jungkook'u. Taehyung içeriye girmiş ve ilk olarak kendisine doğru gelen odadaki tek adamı omzuna vurduğu kurşunla etkisiz hale getirmişti. Ardından silahını william'ın olduğu yere çevirirken jungkook ile göz göze gelişiyle duraksamıştı.

 

Jungkook'un tatlı tonlu kırmızılaşmış gözlerine baktı ilk. Dudaklarının üstüne kapanmış gri renkli bantı görünce de alnı gerildi iyice. Dudaklarını sıktı. Silahını daha sıkı tuttu. "Eğer onun kılına zarar verirsen," diye başlamıştı cümleye. Devamı gelememişti o ihtimali düşünmekten.

 

William oldukça ciddi bir ifadeyle duruyorken sevgilisi de arkasında duruyordu. "Senden de sıkıldım, şu aptaldan da!" diye bağırmıştı karşılık olarak. Fakat taehyung onun yüzme dahi bakmıyordu. Jungkook'a odaklıyken kendisine yalvarır gibi bakan gözlerle hipnotize olmuştu adeta.

 

Mina, kaşları hafif çatık bakıyorken taehyung'a, kendisine benziyor oluşuna şaşırmıştı. Bahsettikleri askeri, yani taehyung'u ilk defa görüyordu. Göz göze geldikleri anda ise taehyung'un çatık kaşları düzleşmişti. Bir an duraksadı ve bu lanet olası ana defalarca kez küfürler savurdu.

 

"Jungkook'u bırak! Seni öldürmeyeceğim!" diye bir teklif sunmuştu, william'a. William ise buna asla inanmamıştı. "Hayır, onu bırakmayacağım! Sürekli olmaman yerlerde bitip karışmaman gereken şeylere karışıyordun. Bunların bir bedeli olmalı!" diye söylediğinde buradan en az birinin ölü çıkacağını biliyordu.

 

Taehyung bir şey söylemeden önce iyice düşünmüştü, dudağını içten içe ısırırken. Onu zarar görmeden oradan çıkarması imkansızdı. Fakat bakışları tekrar Mina'ya değdiğinde başka çaresi olmadığının farkındaydı. "Bu muydu? Bu hayat için miydi?"

 

Mina afallamışken william da anlamaz bakışlarla sevgilisine dönmüştü. "Oğlunu ve kocanı bırakıp bu piçle yaşamak için mi kaçtın?! Değiyor mu?" diye bağırırken bakışlarını mina'dan çekmiyordu.

 

"Bu da ne demek oluyor?" diye araya giren william ile, yutkunmuştu Mina. Konuşamıyorken bakışlarını william'a çevirmişti.

 

Taehyung ise fırsattan istifade, "söylemedin mi pek kıymetli eşine, bir oğlun ve kocan olduğunu?" demişti. İşte o an jungkook olup biteni anlamıştı. Daha önce taehyung william'ı gördüğünü söylediğinde ağlamıştı. Mina'nın konusu açıldığında ise terslemişti. Bunların yanısıra taehyung'un babasına değil de annesine benziyor oluşu herşeyi ortaya çıkarıyordu.

 

"Söyle, Mina! Ne saçlamıyor bu!" diye gırtlağı yırtılacakmış gibi bağırdığında, william'ın hemen yanında durduğu için kulağının çınladığını hissetti. Buna rağmen bakışlarını taehyung'dan çekmedi, jungkook. Çünkü sesinin, kelimelerinin aksine gözlerindeki duyguyu görebiliyordu. Bu ortaya çıkardığı gerçekler tamamen gizlemek istedikleriydi.

 

William hayal kırıklığı yaşıyorken bakışları sevgilisindeydi. Jungkook'u unutmuş gibiydi o an. Bunun farkında olup acele karar veren jungkook, william'ın ayağına basmış ve kaçmaya çalışmıştı. Fakat tam o anda william ayağının acısı ile bağırırken elindeki silahla da jungkook'a doğru ateş etmişti.

 

Silahtan çıkan ses yankılanmışken ortada büyük bir sessizlik oluşmuştu, şaşkınlıklar yüzünden. Taehyung'un yüreği titrerken dönüp kalmıştı yerinde. Jungkook'un yere düşüşünü izlerken nefesleri daralmıştı.

 

Bakışları bir anlığına william'a dönmüşken silahını düz bir şekilde doğrultmuş ve hiç düşünmeden alnının ortasına isabet ettirmişti. Odayı kadın çığlıklarıyla karışık ağlama sesi doldururken william'ın da aynı şekilde düşüşünü izlemişti.

 

Hızlı davranarak Jungkook'a yönelmiş ve elini doğrudan başının altına koymuştu. "Lütfen, lütfen, lütfen!" diye haykırarak yalvardığında hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. Başını eğmiş jungkook'un karnına doğru gömerken, "lütfen ölme Jungkook, lütfen! Seni daha yeni buldum..." diye kesik kesik konuşmuştu, hıçkırıkları yüzünden.

 

Yanağına değen ıslaklık ile başını kaldırmıştı birden. Bakışları merminin değdiği yeri, yani beli ve kalçasının birleştiği yere indiğinde gözlerini sıkıca yummuştu. Kulağına ilişen adım sesleri ile gözlerini açmış ve bakışlarını oraya çevirmişti.

 

Gelenlerin jimin ve bir kaç asker daha oluşunu gördüğünde derin bir nefes almış ve onlara dönmüştü. "Ambulans çağırın çabuk! Jungkook vuruldu!" diye bağırmıştı. "hayır, hayır, ambulans olmaz!" diye fikir değiştirdiğinde ise kollarını jungkook'un altından geçirmişti.

 

Kucağına alıp da onu arabaya götürürken diğer askerlerde mina ve william'ı almışlardı. Mina anlık bir şoka girmiş, William ise çoktan ölmüştü. Onun kılına zarar gelirse diye başlayan cümlesinin altı dolmuştu bir nevi.

 

"Geç, geç hadi! Sür şu arabayı!" diye ardından gelen askere emir verdiğinde, parmağını zorlayarak arabanın arka kapısını açmıştı. Bir şekilde arabaya binmiş, sürücü koltuğuna oturan askerin aracı sürüşünü beklemişti.

 

Yol boyunca gözünü bir an ondan çekmemiş, pişmanlığın dibine çökmüştü. Daha önce gelememenin, onu buna yapmaya mecbur bırakmanın pişmanlığıydı. Onu sevmeye başlıyorken bir son hazırlandığını biliyordu. Hayatta kalacaktı. Hayatta kalacaktı fakat buna rağmen onları bir son bekliyordu. Belki de bu son, onların yeni bir başlangıç yapmaları için en doğru yoldu. Herşeye son verip baştan başlamak.

 

Onu, ameliyathane olmayan özel bir bölgeye almış, taehyung'u perişan halde koridorda bırakmışlardı. İşleri çok uzun sürmemişken, bunu şaşkınlıkla karışık bir mutlulukla karşılamıştı, taehyung. Durumu sandığı kadar ciddi görünmüyordu.

 

Doktor ona bunun sadece sıyrık oluşunu ve bayılışının tamamen bir şoka bağlı olduğunu söylemişti. Yine de belinde bulunan bir kaç ekstansör kasının zarar görmesi nedeniyle biraz müşahede altında kalacaktı. Gözle görülen hasar sadece buydu fakat içinde neler olduğunu söylemeye kimsenin kelimeleri yetmezdi.

 

Koridorda bir kaç kişiden gelen konuşma sesine bile tahammül edemiyordu. Solukları nefesini kesecek kadar derin ve hızlıydı. Sanki havasız kalmış gibiydi. Oturduğu yer ona dar geliyor, kalkıp yürümek istese takati yetmiyordu. Daha önce aynı sahneyi tekrar yaşamış gibiydi. Sakin, telaşsız, sıkıcı. Şimdikinin tam aksiydi.

 

Yanağındaki göz yaşı kurumuştu çoktan. Ağlamayı da bırakmıştı, ki zaten kolay kolay ağlayan biri de değildi. Üşüyordu. Hava her zamankiyle aynı olmasına rağmen üşüyordu. Kirpikleri ağırlaşıyor, göz bebekleri etrafı göremeyecek kadar bulanıklaşıyordu.

 

Bekledi uzun süre. Nasıl ki jungkook'un onun odasında geçirdiği zaman geçmemişse, taehyung'un da boşalıp fısıltılarla doluşan bu koridorda jungkook'un uyanışını bekleyişi geçmemişti. Geçmediğini düşündüğü zaman dilimi de yalnızca bir kaç saatten oluşuyordu.

 

Uyanmıştı, jungkook. Taehyung onu görmek istiyor, jungkook bunu inatla reddediyordu. Sadece camdan bakabiliyordu kırıklığına. Sırtını dönüp uzanıyordu. Yalnızca bir kez göz göze gelmişlerdi ve yine onda da jungkook kaçırmıştı bakışlarını. Kendisinde görünüyordu bedeni, ruhunun aksine.

 

Birinci gün ve ikinci gün. Ardından jungkook'un yeterince iyi olduğunu belirtip çıkış işlemlerini başlatmışlardı, doktorlar. Bir kaç parça kıyafet getirilince onları almıştı, taehyung. Jungkook'un nefes alışını görmek istiyordu, önünde hiçbir engel olmadan. Odaya girmişti sonunda. Kendisine dönük olmasına rağmen sanki yasakmış gibi asla değmeyen dolu gözlerine, yanaklarına mendil olmak istedi.

 

Gurur? Hiçbir belirti yoktu. Yerinden kalkıp da jungkook'un kendisine bakmasını sağlamaya çalışırken başaramamıştı. O geldikçe bakışları dönüyordu. Alevleniyor, taşıyor, yine de direniyordu. Küçüğü başını eğip de ağlamaya başladığında hıçkırıkları kulaklarını doldurmuştu, taehyung'un. Sustu. Bir şey diyemedi. Kelimeler kaçındı.

 

Elini uzattı usulca. Yatağın üstünde oturan jungkook'un omzuna koydu elini. Oradan geçirip de ensesinden saçlarına götürmüştü. Elinin altındaki başı hızlı sayılamayacak bir hareketle kendine çekerken, kendisine sarılmasını sağlamıştı. Neredeyse göğsünde olan başa eğilip de küçük bir buse kondurduğunda içini bir rahatlık sarmıştı.

 

"Yormadan, sormadan seveceğim seni. Hiç durmadan, yorulmadan seni bekleyeceğim. Beni sevmeni beklemiyorum senden ama bir şans istiyorum." duydukları ile kollarını taehyung'un beline dolanmıştı. Ağlayışları artıyorken artık buna dayanamayacağını biliyordu.

 

Bu bir sondu. Yeni bir başlangıca uzanan son. Sonbaharı ilkbahara çevireceğini sandıkları, fakat yazı kışa çeviren bir sondu.

 

 

Selam!!

Sonu nasıl bitireceğimi bilmediğim bir bölüm daha...

Uydurmuş, saçmalamış olabilirim.

Beklemede kalın, maia ile kalın.

🪄💗✨

 

Loading...
0%