Yeni Üyelik
26.
Bölüm
@cileklerveyoon

Yorum yapmayı unutmayınız!!

İyi okumalarr✨

 

Yağmur hiç olmadığı kadar hızlanmış, bir de benim için ağlamıştı. Hayat beni ilk kez bu denli harabe görüyordu. Ben üzülsem bile dik duran, belli etmeyen biriydim fakat bunda kendimi tam anlamıyla karanlığa çekmiştim.

 

İki gün, koskoca iki gün geçmişti. Daha şimdiden yokluğu benim için hayatın durmasını sağlamışken ben onsuz ne yapacaktım? Sürekli ağlayasım geliyordu ve kendime hakim olamıyordum. Gitmesin, bitmesin diye bütün gece ağlamıştım. Böyle biteceğine inanmak istemiyordum. Ben şimdi kalan hayaliyle ne yapacaktım?

 

Büyük bir şokun içine girmiş gibiydim. Onun her zaman oturduğu yerin çaprazında duracak şekilde bir yer ayarlamış, orada oturup sanki karşımdaymış gibi saatlerce bakıyordum. Yerine ne kendimi ne de bir başkasını koyamazdım.

 

İlk geldiği zamanlarda ona ettiğim hakaretler, ona bir pislik muamelesi yapmam, onu bir daha gülmeyecek hale getirdiğim zamanları düşündükçe kafamı duvarlara vurasım geliyordu.

 

Düşünüyordum, benden önce nasıldı? Konuşmayı sevmeyen, yalnız takılan insanlardan mı yoksa sürekli konuşan ve dolu bir arkadaş grubu olanlardan mıydı? İki şekilde de hayal ediyordum onu. Hangisini daha çok severim diye kendime soruyordum.

 

Çapkın biri miydi, yoksa utangaç biri miydi? Benden çekindiği gibi herkesten çekinir miydi? Benden utandığı gibi utanır mıydı sürekli? Bana baktığı gibi mi bakardı herkese? Bu iki günde nereye gitmiş, nerede kalmış, ne yemiş, ne içmiş, kime güvenmiş, bunların hepsini düşünüyordum. Çıkıp onu sokak sokak aramam gerekiyor gibi hissediyordum.

 

Sonra duruyordum. Güvendiği insanların her halükarda ona benden daha iyi davranacakları ortadaydı. Ama ya daha beteri olursa? Ya, ya ona dokunurlarsa? Ya ona zarar verirlerse? Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. Yine de beni durduran birşey vardı. Ben olduğunu anlayamadığım birşey.

 

Kendi yatağımı terk etmiş, onun yatağına yerleşmiştim. Dolabı açtığımda fark ettiğim şey ise, kendi kıyafetlerinden bazılarını bırakmış ve onun yerine benim kıyafetlerimden almıştı. Bunun amacını anlamaya çalıştım. Kendimce bir kaç sonuç çıkarmama rağmen kendimi yalanladım.

 

En önemlisi de, herkesten kıymetli olduğumu sandığım özgüvenim tamamen gitmişti. Bir tek kendimi sever, kendimi düşünürdüm. Daha doğrusu öyle olduğunu sanırdım ama değilmiş. Ben bunu jungkook ile anladım.

 

İnsanları vuran bendim. Onları yaralayıp hayatlarına son veren. Bu sefer tam tersi olmuştu. Bu sefer vurulan bendim. Hayatı son bulan ise kalbimdi. Varlığını yeni hissettiğim kalbim.

 

Bana kızıp küsseydi ama yine de gitmeseydi diye düşünüyordum sürekli. Tüm bu düşüncelerime karşı çıkan şey, ona hasret kaldığı özgürlüğünü bağışlamaktı. Onun ellerinden söküp aldığım hayatını geri vermekti. Hiçbir şey düzelmeyecekti, biliyordum. En azından artık kendi istekleriyle hareket edebilecekti.

 

Bundan sonrası ise, hayatıma devam etmek olacaktı. Öyle ya da böyle onun ruhunu kafesinden çıkarıp serbest bırakacaktım. Bunu da onun hayatımdaki varlığını silerek yapacaktım. Onu kalbimle andığım sürece beni hissetmeye devam edecekti fakat biraz olsun huzura kavuşmasını sağlamalıydım.

 

(Jeon jungkook.)

 

Sessiz bir gece, yorgun adımlarım ve hiç haberi yok gibi ıslak kaldırımların. Kimse duymuyor, kimse görmüyor beni. Nereye gittiğimi, nasıl ve hangi kafayla gittiğimi bilmiyordum.

 

Kolumdaki çanta ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Taksiden inip şehrin ıssız sokaklarına karışalı bir hayli zaman olmuştu. Elimde avucumda taehyung'tan aldığım birkaç won'dan başka bir şey yokken neyi düşüneceğimi bilmiyordum.

 

Biliyordum, söylediklerimi duymuştu. Bunu nasıl anlayamazdım ki, yüzünün rengi solmuştu hemencecik. Dudakları büzülmüştü. Öyle ki, artık bana hiçbir müdahalede bulunmak istemediği için sessiz, içtenlikle ağlamıştı.

 

Ama en acısı da, o yıkılmış haliyle bana sarılmasını, sıkı sıkı tutmasını beklemekti. Oysa bana kal dese kalırdım. Beni bırakma dese ömür boyu dizlerinin dibinde otururdum.

 

Yapmadı. Hani derler ya; "sevginin aşamayacağı hiçbir şey yok." diye. İşte ben o cümleye inanan insanlardan biriydim. Aldığım tüm darbeleri kafamda silip, onu kolayca affedecek biriydim.

 

Birbiri ardına gelişi güzel savrulan adımlarım durmuştu, büyük aydınlık bir tabela görüşümle öylece baktım bir kaç saniye. Işıklı tabelanın üzerinde kocaman harflerle yazılmış "red and black" yazısı, konumlandırdığı yerin bir bar olduğunu ele veriyordu.

 

İnsanı kendisine çeken bir havası vardı ve buna kapılmamam garip olurdu. Kapının girişinde iki koruma beklemesine rağmen kolayca girmiş, kalabalık ortamın yarattığı kötü ama şehvetli kokuya karşı burnumu tıkamıştım.

 

Hiç görmediğim yüzler, hiç anlayamayacağım samimiyetsiz hareketler, odağında olmak istemeyeceğim delici bakışlar, kulağımı tırmalamayan hareketli müzikler vardı. Ortamın iyice kalabalık olması da işin aslında oldukça kazançlı olduğunun kanıtıydı.

 

Böylece adımlarım beni barmenin bulunduğu yere yönlendirmişti. Taburelerden birini çekmiş ve oturmuştum. Sırtımdaki çantayı indirip yere koymuştum çünkü masanın üstüne koca çantayı koyacak değildim. Gözlerim etrafta usulca dolandı.

 

Barmenin bakışları beni bulurken yutkundum, rahatsızlıkla. Tavırlarım ona şüpheli gelmiş olacak ki bakışlarını çekerken bile göz ucuyla bakmayı ihmal etmiyordu. Dolgun küçük dudakları, kumral kısa saçları, pürüzsüz beyaz teniyle ilgi çekici duruyordu.

 

Arkasındaki raflarda bir sürü boş cam şişe diziliydi. Boşalan bardakları istek üzerine dolduruyor, bazılarıyla laflıyordu. Ben ise birşey içmeyecek olmama rağmen burada oturmayı manasız buluyordum. Bu yüzden öylece bakındım.

 

Oldukça kirli bir yerdi burası. Kastettiğim şey mekanın kirliliği değil, insanların düşüncelerinin kiriydi. İğrendim, ama gidecek yerim de olmadığı İçin burada bulunan odalardan birinde kalabilme ihtimalini de gözden geçirdim.

 

Konuşmak konusunda oldukça çekingen davranıyorken benden önce barmenin konuşması içimi bir tık rahatlatmıştı. "Hangisinden istiyorsun?" diye sorduğunda ne cevap vereceğimi bilememiştim. Elim ayağıma dolaşıyorken, "bilmiyorum," demiştim. "Daha karar veremedim."

 

Anladığını belirtir bir şekilde başını sallamış, dudaklarını birbirine bastırmıştı. Odağını tekrar benden çekiyorken daha fazla uzatamamıştım. "Şey, aslında bir şey sormak istiyorum." dediğimde dönüp bakmıştı. Dirseklerini tezgaha dayıyorken ilgilendiğini belli etmişti.

 

"Tabi," dedi. "Rahat olabilirsin." diye de ekledi. Bu hakikaten de bir tık daha rahat olmamı sağlarken kelimeleri seçmekte zorlanıyordum. "Bu yakınlarda bir otel yokmuş ve kalacak yer arıyorum. Üst kattaki odalardan birinde kalmayı düşündüm. Danışman falan da göremedim..." dediğimde ciddi bir şekilde beni dinliyordu.

 

"Kendisi başka işlerle meşgul olduğu için bulamamışsındır. Burada bekle birazdan gelir." dediğinde başımı salladım. Endişelendiğim konulardan bir diğeri ise paraydı. Kalacak yeri geçtim, yemek ihtiyacım da vardı. Bakışlarım tekrar dolgun dudaklı adama döndüğünde, "fiyatı uygundur, değil mi?" diye sormuştum.

 

Buna karşı gülümsediğinde, "fiyat konusunu dert etme. Patron anlayışlıdır." diye yanıtlamıştı. Bu içime su serpiyorken barmenin bakışları arkamda bir yerlere gitmişti. Sessizliğimi koruyor, etrafı inceliyordum kısaca. En azından bu gecelik kendime kalacak yer bulmalıydım. Ertesi gün kendime iş arayışına da çıkabilirdim.

 

"Geldi!" dediğinde bakışlarım barmene döndü. "Şu ilerideki masaya git." derken parmağıyla işaret etmişti. Bakışlarım oraya dönerken gösterdiği kişinin yarattığı kasvetli hava tedirgin olmamı sağlamıştı. "Peki. Teşekkür ederim."

 

Barmenin yanından ayrılırken masanın üstünde duran çantamı da almıştım. Adımlarım sert basıyordu artık. Kendimden emin olmak istiyordum. Danışman olduğunu düşündüğüm adamın önünde bir çift belirirken oda kiralayacaklarını anlamıştım. Bu geceyi oldukça heyecanlı geçirecek gibi duruyorlardı.

 

Durdum, bekledim gitmelerini. Uzun sürmemişti. Merdivenlere yönelmelerini izlerken, "en üst kat tamamen dolu. İkinci katta bir oda ayarlayalım." dediğini duymuş ve o tarafa yönelmiştim. Adamın bakışları beni bulurken, "tek kişilik odalarınız var mı acaba?" diye sormuştum. En üst kat veya ikinci kat olmasıyla hiç ilgilenmiyordum.

 

Beni baştan aşağıya süzmüşken "evet, var." demişti. Durmadan konuştum. "Gecelik fiyatı ne kadar?" diye sordum. Bacak bacak üstüne atmış halde otururken dudaklarının üstünü ıslattı hızlıca. "Evi mi terk ettin, çocuk? Burası senin yaşındakiler için uygun değil."

 

Kaşlarım çatılırken, "ben reşitim." demiştim. "Evim yok." diye eklemeyi de ihmal etmemiştim. Tam o bunu sorgulamaya devam ediyorken telefonu çaldı. Bakışlarım sesin geldiği yöne dönerken masanın üstünde duran telefona baktı kısaca. Ardından açtı.

 

"Efendim?" dedi. Onu dinliyormuş gibi görünmek istemediğim için bakışlarımı rastgele insanlara çevirmiştim. İster istemez kulak misafiri oluyorken, "hayır, ben velet istemiyorum." deyişi çok garip gelmişti. Eşliyle falan mı konuşuyordu acaba?

 

Parmaklarını ritimle masanın üstüne vuruyorken devam etti sözlerine. "Boşu boşuna mı yaptık biz bu sahneyi? Yapabileceğin tek şey sesi güzel, gitar çalabilen birini bulmak. Bu kadar zor olmamalı!" dediğinde duraksadım. Bakışlarım sahneyi arayışa çıktı kısaca. Burada olduğu içime doğmuştu sanki.

 

"Tamam, sen geri dön. Zaten orada bulamazdın. Sana güvenende kabahat!" diye kızıp telefonu karşısındakinin suratına kapamıştı. Bakışları bana döndüğünde düşünüyordum. İş arayışındaydım zaten ve sesim de fena değildi. Gitar çalmayı da biliyordum eski bir arkadaşım sayesinde. Belki de bu hayatın bana verdiği bir şanstı.

 

"Yaşınız kaç demiştiniz?" diye sorduğunda hala bana yaşım konusunda güvenmediği ortadaydı. "Yirmi bir." dedim. Buna karşı başını sallamış, "pekala, sana tek kişilik bir oda veriyorum." diye yanıtlamış ve bir tahtaya çakılmış çivilerde asılı duran anahtarlardan birini verdi.

 

Elimi uzatmış anahtarı alırken tereddütte kalmıştım. Ücretini tekrar sormak beni küçük düşürecekmiş gibi hissediyordum. "Üçüncü kat, 17. oda." diye bana oda numaramı söylediğinde başımı salladım. "Teşekkür ederim."

 

Dikkatini benden çekip başka şeyler ile uğraşmaya başladığında bende arkamı dönmüş ve söylediği gibi odama çıkmıştım. Bana verdiği anahtarla kapıyı açmış ve odaya girmiştim. Çantayı yatağın üstüne bırakırken bu küçük ve loş oda içimde bir sıkıntı yaratmıştı.

 

Yatağın üstüne oturdum ve bir kaç saniye düşündüm. Aceleci davranıp belirsiz bir karar aldım. Belki sonunda pişman olacaktım ama şuan elimdeki tek seçenek buydu. Yerimden kalktım. Hevesli adımlarla odadan çıkıp tekrar kapıyı kilitledim. Alt kata vardığım gibi bakışlarım o adamı aradı. Buranın patronunun kim olduğunu bana söyleyebilirdi en azından.

 

Aynı yerde, aynı şekilde oturuyordu. Adımlarımı ona doğru yönlendirdim. Hemen önünde durduğumda bakışları bana döndü. Yine de, "afedersiniz?" demeyi ihmal etmedim. Ağzımdan çıkacak olan sözleri bekliyorken onu fazla bekletmemek adına konuştum tekrar. "Buranın müdürüyle görüşmek istiyorum."

 

Kelimeleri bile yanlış seçiyormuşum gibi hissediyordum. Sırtını gerip omuzları dikleştiğinde konuştu. "Konu nedir?" diye sordu. Direkt olarak ona da söyleyebilirdim tabi ama oldukça kararsızdım.

 

Dudaklarım aralanırken, "şey, aslında ben siz demin telefonda konuşurken kulak misafiri oldum. Anladığım kadarıyla gitar çalabilen, sesi güzel birini arıyorsunuz." dedim utana sıkıla. Kelimeler doğrudan, düşüncelerime zıt çıkıyordu.

 

İlgilenircesine baktı bana. "Sen mi? Bu işi yapabileceğini mi düşünüyorsun?" diye bana yanıt verdiğinde kendimi sorguladım. Yine de yapabilirdim. En azından kalacak bir yer ve doğru düzgün bir iş bulana kadar bunu yapabilirdim.

 

"Evet. Daha önce sahne almadım ama gitar çalmayı çok iyi biliyorum." demiştim. Yalandı. Çok iyi bilmiyordum ama bu durumda yalan söylemek tek çıkar yolumdu. Bildiğim kadarı bana yetecekti.

 

Tek kaşı havalandı. "Yaşın kaçtı?" diye sormuştu, ikinci kez. Yine de hemen cevap vermiştim. "Yirmi bir yaşındayım.". Ufak çaplı benim bu işi yapıp yapamayacağımı düşünüyorken, "patronunuzla konuşmam daha iyi olur aslında." demiştim. Böylece kaşları havalanmıştı.

 

"Müdür de, patron da benim!" dediğinde şaşırmıştım. Daha önce bir patronun danışmanlık yaptığını görmemiştim. Ki her ne kadar sert biri gibi dursa da kendine ait özel bir odası olup orada olur veya genelde buralarda takılmaz gibi bir düşünceye kapılmıştım.

 

"Üzgünüm, anlayamamışım." dediğimde utanmıştım. O ise bunu hiç takmadan asıl konuya geri döndü. "Evim yok dedin, üstelik iş arıyorsun. Yaşın da küçük. Bu öylece yaparım dedikten sonra bırakabileceğin bir iş değil, biliyorsun değil mi?"

 

Başımı salladım. Haklıydı. "Biliyorum." dedim. "Açıkçası cebimde bir kaç kuruştan başka hiçbir şey yok. Bu işe çok ihtiyacım var. Eğer bir iş bulamazsam muhtemelen sokaklarda uyumaya başlayacağım. Evinde kalabileceğim bir arkadaşım da yok." dediğimde beni kabul etmesini umdum.

 

Öylece yüzüme baktı bir kaç saniye. Kararsızdı. Hiçbir mimik yokken cevabını da tahmin edemiyordum. Zaten bu konuda pek iyi olduğum da söylenemezdi.

 

Elini kaldırdı, dudaklarını birbirine bastırırken. "Agustd, ama sen bana patron diyebilirsin."

 

Havada olan elini tutup sıktım. Tokalaşıyorken yüzümde büyükçe bir gülümseme vardı. "Jungkook," dedim. Jeon jungkook."

 

Ve tam da o saatten sonra burada çalışmaya başladım. Tüm yaşanmışlıklarımı, tanıdıklarımı arkamda bırakarak her şeye en baştan başladım. Herkesten uzak olmayı diledim. Bir daha kimsenin bana ulaşamamasını.

 

Yine de biliyordum asla mutlu olamayacağımı. Şimdiden içimde taehyung'a karşı bir özlem varken mutlu olamayacaktım. Her anım onu hatırlamakla geçecekti.

 

 

Selam!!!

Çok beklettm yine bölüm atmayı unutmuşum...

Umarım bu şekilde ilerlemesi sizi sıkmıyordur...

Beklemede kalın, maia ile kalın.

🪄💗✨

 

Loading...
0%