Yeni Üyelik
28.
Bölüm
@cileklerveyoon

Yorum yapmayı unutmayınız!!

İyi okumalarr✨

 

Kaşları çatıktı. Dudaklarını birbirine bastırıyor, elini sıkıp yumruk yapıyordu. Bu sessizliğe bir son vermek için bana adımladığı sırada bende ona doğru adımladım. "Jungkook..." diye kendi kendime sayıkladım adını.

 

Yüz yüze geldiğimiz an, onu kendime çekip sarılmıştım. Başını omzuma yaslamış, yüzümü boynuna gömmüştüm. Kollarım sırtına sarılıyken onu çok fazla sıktığımın farkındaydım.

 

Benim aksime o bana temas etmekten kaçınıyor gibiydi. Kollarını bana sarmıyordu. Omzunda olan başını da benim hamlemle orada tuttuğunu düşünüyordum. Beni istemediğini açıkça belli ediyordu.

 

Sessiz sedasız durdu kollarımda. Her ne kadar onu sonsuza dek sarıp sarmalamak istesem de ayırdım onu kendimden. Bakışları baygınmışçasına yükseldi yüzüme. Sanki bakmak istemezmiş gibi.

 

Ellerimi boynuna yerleştirmiş, çenesine kadar yetişen parmağımla da olduğu yeri okşuyordum. "Bakma bana öyle. Bağır, kız, içini dök." diye giriştim söze. Benim yanımdayken sürekli duygu topuna dönen gözleri bu sefer bana soğuk bakıyordu. Hevessiz.

 

"Hadi, eve gidelim." demiş ve ellerimi ellerine indirmiştim. Yüzümde onu bulmanın ahmak gülümsemesi varken, ellerini sertçe benden çekmesiyle hüsrana uğramıştım.

 

Ellerim havada sahipsiz kalmıştı. Gülümsemem, zoruma giden durum ile yerini acilen terk etmek için çırpınıyordu. Durdum öylece. Gözlerim gözlerindeyken, yüzümdeki ifadeyi inceledi. Kendimi bir çöp parçası gibi hissetmiştim bu bakışlar altında.

 

"Mektubumu aldın mı?" diye sordu bana. Başımı salladım hafifçe. "Evet, aldım. Merak etme, artık seni yalnız bırakmayacağım." demiştim. Yüzünde mimik bile oynamamışken, "mektubu hiç okumadın değil mi?" diye sormuştu.

 

Bana saçma gelen soruya kaşlarım çatılmışken, "hayır, okudum!" diye yanıt vermiştim. Tek kaşı havalanmıştı. Dudaklarını birbirine bastırmış, bakışlarını kısaca etrafta gezdirip tekrar bana bakmıştı.

 

"Hayır, taehyung. Okumamışsın. Eğer okusaydın, anlasaydın peşimden gelmezdin. Bunca şeye rağmen sana en samimi duygularımla sesleniyor oluşuma saygı gösterirdin. Artık sana değil, kendime üzülüyorum. Sana sürekli anlayış gösterişime üzülüyorum."

 

Kalbim öylesine kırılmıştı ki, daha önce bu kadar aşağılanmış hissettiğimi hiç hatırlamıyorum. Söylediklerinde haklı oluşu benim olduğum durumu daha da batırıyordu.

 

Durdum. Bir şeyler söyleyebilmek için dilimi zorladım. Ağzım hafifçe aralandığında sadece aklımdan geçenleri söyledim. "Yapamam." dedim. "Yapamam. Seni bırakamam. Hayatımda ilk defa biri tarafından adam yerine koyuldum ben. İlk defa birini böylesine sevdim." derken ellerini tekrar tutmuştum.

 

Dizlerimin bağı çözülmüş, kendimi onun önünde eğilirken bulmuştum. Ayaklarına kapanmıştım. "Sen gidersen ben n'aparım? Kalbimin ısındığını ilk kez hissediyorken seni nasıl bırakırım?" derken gözlerim dolmuş, kelimelerim kesik kesik çıkmıştı.

 

"Yalvarırım, sana yalvarırım beni bırakma!" demiş, bacaklarına sarılmıştım beni terk etmemesi için. "Sen olmadan yaşayamam!"

 

Kıpırdamadı. Konuşmadı. Öylece durdu. Nefes seslerini bile duyamıyordum. Ben içimden hıçkırıyor, gözyaşlarımı engelliyordum. Bir kaç dakikanın ardından sessizliğini bozdu. "Lütfen çekil, taehyung. Bu kez beni özgür bırak." dedi.

 

Başımı yasladığım bacağından çekmiş ve yüzüne bakmıştım. Kollarım kendiliğinden açılmış, söylediğini yapmıştım. "Ben artık jungkook değilim. Artık jungkook olmak istemiyorum. Kendimden de, yaşadıklarımdan da, hayatıma giren herkesten de nefret ediyorum." demişti iğrenir bir ifade takınırken.

 

"Hani dedin ya ilk defa adam yerine konuldum diye, ama ben o gün, vurulduğum gün aslında hiç adam yerine konulmadığımı anladım. Ben seni sevdim ve bunu sana gösterdim ama sen bana hiç düzgün davranmadın. Sen beni adam yerine koymadın asıl. Sürekli aşağıladın, sürekli varlığıma pişman ettirdin."

 

"Düzeldim, düzeleceğim!" diye lafını böldüğümde gözlerini bıkkınlıkla kapattı ve bir kaç saniye içinde geri açtı. "Ben senin düzelmeni istemiyorum, taehyung. Ben seni istemiyorum." demiş ve daha yeni doğrulmuş olan beni görmezden gelerek yanımdan adımlamıştı. Böylece bana söyleyecek bir şey kalmadığını, artık beni görmezden geleceği sonucunu çıkarmıştım.

 

Arkamda kaldığı sırada hızla dönmüş ve kolundan tutmuştum onu. "Jungkook, lütfen!" diye bağırmıştım çaresizce. Söylediklerimi duymak istememişti. Koluna asılı ellerimi ittirmiş, beni kendinden ayırmıştı. "Lütfen gitme! Sana yalvarıyorum!"

 

Arkasından ilerliyor, gitmesini önlemeye çalışıyordum. Beni zerre kadar umursamıyordu. Az önceki adam gelip önümde durmuştu. Kendini bariyer yapıyor, jungkook'a yaklaşmamı engelliyordu.

 

Tam bu sırada öfkelenmiş, "çekilsene önümden, siktiğimin piçi!" diye ağzımdan gelişi güzel kelimeler savurmuştum. Fakat ben bu adamı aşamadan jungkook çoktan arabaya binmiş ve olduğu yere sinmişti bile.

 

Birden durdum. Karşımdaki kişiyi ittiren ellerim durdu. Dudaklarım durdu, gözlerim durdu, nefeslerim durdu. Yalnızca arabada duran jungkook'a bakakaldım. Maskesini yüzüne çekmiş, gözlerine gözlük takıp kapatmıştı. Tamamen kendini gizlemişti.

 

"Onu rahat bırak artık." diye söylenmiş ve bana son kez bakıp gitmişti, bir türlü adını öğrenemediğim kişi. Arabaya bindiğinde bile dönüp bakmamıştım ona. Bakışlarımı tek bir an bile çekmiyordum kalp sancımdan.

 

Arabayı çalıştırıp gittikleri sırada jungkook gözlüğünü indirmiş ve bana bakmıştı veda edercesine. Gözlerimi bir an ondan ayırmamışken gözden kayboluşunu izlemiştim saniyesi saniyesine. Kalakaldım yerimde. Arkasından bakakaldım.

 

Her defasında söylediğinin aksine bu sefer emindim. Bitmişti. Ben arkasından böylece bakıyorken o hangi cehennem olduğunu bilmediğim yere gitmek için uçağa binmeye hazırlanıyordu. Belki de çoktan binmişti bile. Geri döner miydi diye düşünüyordum ama cevabı belliydi.

 

Yanında gördüğüm adamın güvenirliğinden asla emin olamayacaktım. Belki de onu büyük bir ateşin içine çekecekti. Ama artık yapacak bir şeyim yoktu. Eğer özgürlük kendi isteğiyle cehennemin içine atlamaksa, ona istediğini bu kez verecektim. Onu özgür bırakacaktım.

 

Adımlarım asfalt yolda kayıyor, sanki sabunun üstündeymişim gibi hissettiriyordu. Gözlerim jimin'i buldu. "Git," dedim, "git. Bir taksi çevir buradan. Ben bugün gelmeyeceğim." diye ekledim.

 

Hemen dibinde biterken buna itiraz etti. "hayır yüzbaşım, olmaz!" dedi. Ardından da duysam bile anlayamadığım bir sürü sözcük sarf etti. Umursamadım da aslında. Çünkü onun itirazları benim katımda boştu. Kulak asmazdım asla.

 

Bindim arabaya. Jimin de arabaya binmek için kapıyı açtığı sırada, "park jimin! Kapat şu kapıyı ve siktir olup git!" diye bağırdım. Öfkemi kontrol edemiyordum. Her şeyi parçalama isteği ile dolup taşıyordum.

 

İstemeye istemeye kapıyı kapatıp çekilmişti kenara. Arabayı çalıştırmış, sürüyordum. Ana yola girmiştim. Öteki araçların arasına karışmış, elimde olmadan hızlı sürüyordum arabayı. Sanki hız yaptıkça öfkem dinecek gibiydi. Ama asla öyle olmayacaktı, farkındaydım.

 

Bir kaç dakika geçmişti. Hiç durmadan arabayı aynı hızda sürüyorken şehre gelmiştim. Trafik her zamanki kadar kalabalık değildi. Aklımdan binbir türlü şey geçiyordu. Kendime kızıyordum. Ağlamak istiyordum ama onu bile yapamıyordum. Donup kalmıştım. Tek kelime edemiyordum ama sürekli aklımdan şarkı alıntıları geçiyordu.

 

Bakışlarım bir anlığına yan tarafımdaki boş koltuğa gitti. Aklıma onu paramparça ettiğim gün gelmişti. Küçük bir kız çocuğunun onu uzun bir aradan sonra güldürüşü gelmişti. Ona biraz iyi davrandığı da ne kadar mutlu olduğunu düşünmüştüm. Ama aslında o gün bile ona iyi davranmamıştım. O gün bile tüm suçu ona yüklemiştim.

 

Bacağını morartmış ve sonra sanki düzelecekmiş gibi ona merhamet etmiştim. Sahi, merhamet etmiş miydim yoksa bana mı öyle geliyordu?

 

Yanımdaki boşluk onun silüetile dolmuşken gözümden bir damla yaş akmıştı. Ardından duyduğum büyük bir sesle dengem şaşmış, ne olduğunu anlayamadan arabanın içinde taklalar atmıştım.

 

Kulaklarıma insanların, arabaların ve şehrin kulak tırmalayan gürültüsü iliştiğinde, buna ambulans sesinin karışması da çok uzun sürmemişti.

 

Tüm bedenimi ağır bir uyuşukluk kaplarken gördüğüm son şey, jungkook'un bana gülümsüyor oluşuydu. Sonrası karanlıktı. Her şey bitti derken ne kadar haklı olduğumu şimdi daha iyi anlıyordum.

 

-

 

(Jungkook)

 

Los Angeles'a gelişimin üzerinden sadece iki gün geçmişti. Bu süre boyunca hiçbir şey yapmaya fırsatım olmamıştı, taşınma süreci yüzünden. Benim pek eşyam olmasa da yoongi hyung'un eve aldığı mobilyalar, beyaz eşyalar, temizlik işleri beni iyice yormuştu.

 

Şimdi ise koltuğa oturmuştum. Televizyonu açmış, müzik kanallarında gezinmiştim. Şuan sadece müzik dinlemek istiyordum. Uzun zamandır doğru düzgün bir şeyler dinlememiş olmanın da özlemi vardı tabi.

 

Çıkan şarkı en başarılı bulduğum müzik gruplarından olan the neighbourhood'un 'leaving tonight' şarkısıydı. İçimde birden bir burukluk hissettim. Gözlerim boşluğa daldı. Dudaklarım aralandı, şarkıya eşlik ettim.

 

Taehyung'un hayali gözlerimin önüne geldi bir an. Üzüldüm. Kırıldım. Parçalandım. Onu istesem de aşamıyordum artık. Onunla geçirdiğimiz zamanlar benim için hiç kısa olmamıştı. Beş-altı aylık bir süreç benim için yeterli bir zamandı, böylesine bağlanmam için.

 

Aklımdan ona tekrar mektup yazmak geçti fakat şimdilik yapmamam gerektiğini düşünüyordum. Bunu yapmak aslında çok yanlış bir şeydi ama yine de beni iyi hissettiriyordu. Belki de bazı yanlışları yapmamız gerekir iyi hissedebilmek için.

 

Beni daldığım yerden ayıran şey, yoongi hyung'un içeri girmesiydi. Bakışlarım ona döndü. Yüzümdeki ifadeyi silip gülümsemeye çalıştım. "Hoşgeldin, hyung!" demiş ve yerimden kalkmıştım hızla.

 

Telefonundan bir şeye bakıyorken gelişi güzel başını sallamış ve "hoşbuldum." demişti. Kaşlarım hafifçe çatılmış, dudaklarımı birbirine bastırmıştım, telefondan yaptığı şeyi merak ettiğimden dolayı.

 

Yine de sormadım ne olduğunu. İşiyle alakalı olduğunu düşündüğüm için karışmadım. Kulaklarıma televizyonda çalan şarkının sesi dolanırken yoongi hyung'a döndüm. "Televizyonu kapatayım mı? Sesinden rahatsız oluyor musun?" diye sordum arka arkaya.

 

Bakışlarını telefondan kaldırmış ve bana bakmıştı cevap vermeden. Daha henüz açılan kaşlarım tekrar çatılmıştı. Ardından sorduğum soruları daha yeni duymuş gibi, "ha... Hayır, hayır rahatsız olmuyorum." demişti.

 

"Hyung, neye bakıyorsun?" diye sormuştum çekinmeden. Bakışları tekrar beni buldu. Sanki bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi. "Jungkook," dedi. "Yüzbaşı..."

 

Gözlerim açıldı. Taehyung ile bir şey söyleyecek olması beni heyecanlandırmıştı. Acaba hyung'un kore'deki barında kargaşa mı çıkardı diye düşünmeden edemiyordum. O gün söylediğim her şeye rağmen yine beni aramaya mı başlamıştı?

 

"Ne oldu, hyung? Ne yapmış taehyung?" diye sormuştum. O ise beni bekletmeden cevabı söylemişti. "Jungkook, yüzbaşı kaza yapmış." demişti.

 

Bir anlığına zaman durmuştu. Sanki hayat akmıyor gibiydi. Kum saatinden kumlar düşmüyor gibiydi. "N-nasıl?" diye sordum güçlükle. Elindeki telefonu hemen yanındaki masaya bırakırken, "o gün biz ayrıldıktan sonra bir trafik kazası gerçekleşmiş. Ölmüş." demişti.

 

Bedenim sanki tüy olmuş gibiydi. Kalbim sıkışmıştı. "Ne? Ne demek öldü?" diye sormuştum kısık sesle. Onun söyleyecek bir şeyi kalmamıştı. "Hyung, sen ne dediğinin farkında mısın?" diye sorarken sesim öncekinden daha yüksek çıkmıştı.

 

Ölmek kelimesini sorgulamıştım. "Ne demek ölmüş ya!" diye bağırmıştım durduğum yerde, gözyaşlarına boğulmuşken. Boğazımda bir yumru o kadar büyümüştü ki, sanki büyük bir kaya yutmuş gibiydim.

 

Göz yaşlarımı durduramıyorken yoongi hyung'a doğru adımladım. Hemen önünde dururken, "bak! Lütfen bak ve bana yanlış gördüğünü söyle!" dedim sonlara doğru sesim kısılırken.

 

Bana acır şekilde bakmaya devam etmişti. Bu yüreğimdeki acıyı delirtirken, "benim kimsem yok! Benim ondan başka kimsem yok, hyung!" diye bağırmıştım. Yanağımı ıslatan göz yaşlarını avuç içlerimle siliyordum.

 

Bakışlarım yoongi hyung'dan ayrılmışken, "benim yüzümden." dedim. "Benim yüzümden oldu. Ben onu terk etmeseydim bunların hiçbiri olmazdı! Hepsi benim suçum!" diye çırpındığım sırada yere kapaklanmıştım.

 

Ellerimi yumruk yapmış yere vuruyordum pişmanlığımdan. Bana yalvardı, 'gitme' dedi. Ben onu dinlemedim.

 

En kötüsü de bana 'sen olmadan yaşayamam' diye sarf ettiği kelimelerin üzerinden daha rüzgar geçmeden ölmesiydi. Hava almış mıydı onun sözcüklerini yanında? Yanında biri var mıydı son nefesini verirken? İçi kan ağlarken mi canını vermişti, benim her şeyim?

 

Ölmüş müydü gerçekten? Bana beni bırakma diye yalvarırken kendisi mi beni bırakmıştı? Bana ihanet mi etmişti? Birbirimizi bizden başka kimse sevmiyorken beni sevmeyi bırakmış mıydı?

 

İçime dolan haykırışları, ellerime güç olarak veriyordum. Hırkırıklarla ağlıyor, yeri durmadan yumrukluyordum. Saçlarımı yoluyordum. Nefessiz kalmıştım.

 

Bazı insanlar birbirlerine aittirler, kavuşamasalar bile...

 

 

Selam!!

Allah belamı versin ki bu bölümü yazarken çok ağladım.

Umarım siz de ağlamışsınızdır. (Ağlamışsanız duyguyu geçirmişim demektir??!)

Umarım beğenmişsinizdir.

Beklemede kalın, maia ile kalın.

🪄💗✨

 

Loading...
0%