31. Bölüm

31.

Maia
cileklerveyoon

Yorum yapmayı unutmayınn!!!

İyi okumalarr ✨


Elini tutuyordum yine, yeniden. Sanki gözleri açılıyor gibiydi. Belki de ben yanlış görüyordum. İnanmak isterken yerimde hafifçe ayaklanmış ve onun üzerine eğilmiştim.

Gözleri gerçekten de açık, göz bebekleri benim hareketlerimi izliyordu. "T-taehyung?!" diye ağzımdan çıkan kelime kekelemeyle kulağıma doluşurken kendi sesim bana itici gelmişti. Bir aptal gibi kekelemem eksikti zaten.

Burnunu, ağzını kapatan maskeden ve uzun zamandır uyuyor olmanın yorgunluğundan olmalı ki, tek kelime dahi edemiyordu. Yüzümde basit bir gülümseme oluşmasına rağmen gözlerim dolmuştu tekrar.

Elim yanağının üzerinde yer edinirken dilim tutulmuştu. Bir kaç kelime etmek istesem de olmuyordu. Sanki benim kontrolüm dışında gibiydi.

O kadar duygusuzca bakıyordu ki bana, kırılmıştım. Sanki önüne bir yemek konulmuş da, bu yemek en sevmediği yemekti. Aç kalacağını bilse bile tek lokma yemeyecekti. O tiksinme ifadesiyle bakıyordu bana.

Tutulan dilim yeni yerine gelmiş gibi, "yapma, lütfen..." diyordum. Hiçbir şey değişmiyordu fakat ben daha çok ağlamaya başlamıştım. Sürekli ağlıyor olmam artık bana çok aptalca gelse de yapmadan edemiyordum.

Eli hareketlendi. O an sanki imkansızı yapmış gibi sevinirken maskesini indirdi hafifçe. Derin bir nefes aldıktan hemen sonra boğukça söylediği ilk şey, "git!" kelimesiydi. Kalbim parçalandı. Donuk bakışları altında ağlayamadım bile. Öylece durdum.

Birden öksürmeye başlamıştı. Öyle ki, ne yapacağımı dahi bilmiyordum. Telaşlanmamıştım. Telaşlanamıyordum? Nasıl? Bu nasıl olabilirdi? Nasıl olur da tepkisizce onun öksürüklerini izleyebiliyordum?

Yan tarafta duran, adı hakkında hiçbir fikrim olmayan makineden ses geldiğinde bakışlarım oraya döndü. Düzensiz çizgilerin düz çizgiye dönüşmesinin kötü bir şey olduğunu biliyordum. Kalbi duruyordu muhtemelen.

Ben hâlâ yerimde duruyor, hiçbir müdahalede bulunmuyordum. Gözleri usulca kapandığında ise başı yana doğru düşmüş, korktuğum şeyin başıma gelmesini sağlamıştı.

"Jungkook!" diye birinin beni uyandırması ile yerimden sıçramıştım. Gözlerimi bir hışımla açmış olmanın acısı kaplarken ayılmaya çalışmıştım. Yüzümü hafifçe ovuşturmuş, beni uyandıran kişiye bakmıştım.

Karşımda jimin'i gördüğümde kaşlarım havalanmıştı. "Hyung?" diye şaşkınca seslendiğimde, dudaklarını birbirine bastırmış ve belli olmayacak şekilde gülümsemişti. "Günaydın."

Yerimde doğrulmuş, hatta kalkmıştım. O da dikleştiğinde kollarımı ona sarmış, iyice sarılmıştım. Tereddüt etmişti ilk başta. Yalnızca ona sarılmama izin vermişti. Fakat bir kaç saniye içinde o da kollarını bana bir kardeş gibi sarmıştı. Bu oldukça iyi hissettiriyordu.

Kısa bir sarılmanın ardından ayrılmıştık. "Gelmeni beklemiyordum." dediğinde diğerleri gibi tepki vermiş olması şaşırtmamıştı. Buna rağmen benim aklım hâlâ gördüğüm rüyadaydı. Buna rüya demek fazla basit olurdu. Kabustu. Sanki gerçekmiş gibi hissettiren bir kabus.

Ancak anlamak zor değildi. Ben sanki hiçbir şey olmamış gibi duramazdım asla. Acı çekerdim. Kahrolurdum. Üstelik o bana o şekilde bakmazdı. O bana eskisi gibi bakmazdı asla.

"Bende beklemiyordum. Bilmiyordum." dediğimde kaşları hafiften çatıldı. Onun bir şey söylemesine müsaade etmeden ben içimdekileri dökmek için hazırlanmıştım. Dayanamıyordum.

Bakışlarımı ondan çektiğimde, "o gün böyle olacağını bilemezdim ki. Olayı öğrendiğimde ise bana onun," derken durdum. Bakışlarım taehyung'a döndü. "Bana onun öldüğünü söylediler." dedim.

Boğazım düğümlenmişti bu düşünce ile. "Benim yüzümden bu hale geldiğinden haberim yoktu bile. Ben onun çoktan bir ruh olup beni izlediğini bile düşünmüştüm. Yaşadığını bilseydim çok daha öncesinden gelirdim."

Sanki kendi kendime konuşuyormuş gibi hissederken ağzını bile aralamamış, belki de söyleyecek bir şey bulamamıştı. Ne söylenirdi ki bu durumda?

"Kimse seni suçlamıyor, jungkook. Aslında baştan beri senin kaçıp gideceğini düşünmüştüm. Fazla acımasızca davrandı ve bilirsin, sana yaptığı çoğu şeye tanıklık ettim. Sana özür borçluyum, hiç karşı çıkmadığım için." demişti, bir kaç sessiz saniye ardından.

Kendimi garip hissetmiştim son sözün ardından. "Özür dilerim, jungkook." demesiyle de onda sabit duran gözlerim ayrılmıştı. Özür dilemesi gerekiyor muydu? Evet.

Ona da kırgındım. Bay kim'e de kırgındım. Hatta ev halkına bile kırgındım. Her ne kadar yanımda durmaya çalışmışlarsa da yaşadıklarım karşısında tamamen dik durmama neden olamamışlardı.

Ne demişler; işlenen suça tanıklık edip susanlar da en az suçu işlemiş kadar günahkârdırlar.

Yine de hiçbirinden özür beklemiyordum. Kimsenin özrüne ihtiyacım yoktu. Fakat özür diledikleri takdirde de mütevazı davranamayacaktım bu sefer.

Bir şey dememiştim. 'Sorun değil' gibi cümleler kurmak gelmiyordu içimden. Belki en günahkâr olan taehyung'u bile affetmiştim ama yaşananları unutmuş değildim. Bu yüzdendi ya hâlâ onu terk etme düşüncem.

"Dışarıda bekleyen adamlar kim?" diye sorduğunda duraksadım. Tam olarak nasıl açıklayacağımı da bilmiyordum. "Arkadaşlarım." dedim birden. Gözleri kısıldı sanki inanmamış gibi. "Arkadaşların?"

Başımı salladım. O ise alt dudağını bir anlığına kemirmiş ve, "arkadaşların takım elbiselerle mi geziyorlar?" diye sormuştu. Buna karşı bir açıklama bulmaya çalışırken birden jimin'in telefonunun çalmasıyla dikkatler o yöne dönmüştü.

Hemen telefonuna cevap verirken ayaklanmış ve benden uzaklaşmıştı. Daha öncesinde taehyung'da da bunu fark etmiştim. Galiba mesleki bir davranıştı.

Bir kaç saniye daha telefonda konuşmuş ve kapattıktan sonra yanıma doğru adımlamıştı. "kusura bakma benim şimdi gitmem gerekiyor. Patron böyle tembellik yaptıkça tüm işi bana kalıyor o yüzden onu geç olmadan uyandır." diye espri yaptığında dudaklarımdan bir kıkırdayış sesi çıkmıştı.

O da kendi yaptığı şakaya gülerken birden ciddileşmiş ve, "aşağıdaki adamlara da çok güvenme. En ufak bir terslik görürsen polisi ara. Ben hemen seni bulurum." demişti. Bu benim fazlasıyla hassas olduğum bir nokta olduğu için başımı sallamış ve "olur, tamam." demiştim.

Birilerinin beni düşünmesi bu kadar zamandan sonra bayağı iyi hissettiriyordu. Fakat bunu taehyung tarafından görmeyi özlemiştim. William denen o pisliği vururkenki hali hâlâ aklımdaydı. Gerçi ben o sıralar yarı baygındım ama olsun.

Bana veda etmiş ve hızla ayrılmıştı odadan, jimin. Böylece taehyung ile tekrar yanlız kaldığımızda saate bakmak henüz aklıma gelmişti. Ben henüz akşam saatlerindeyiz sanıyorken, gecenin ikisindeydik. Şaşkınlıkla beraber yüzümü ekşittiğimde saatlerdir uyuyor oluşumu henüz kavramıştım.

"Saat bayağı geç olmuş..." diye kendi kendime de söylenmiştim. Lavaboya gitmem ve karnımı doyurmam gerekiyordu çünkü fazlasıyla acıkmıştım.

Yerimde ayaklanmış ve taehyung'un üzerine eğilip, yanağının kenarından öpmüştüm. Bu kısa bir öpücük olmuşken, yerimde doğrulmuş ve adımlamıştım bir şeyler atıştırmak için. Aklıma yemek yemek bile gelmiyor diyemeyecektim çünkü en nihayetinde bende insanım ve saatlerdir aç bir halde geziyordum.

Odadan çıkmış, kapıyı usulca kapatmıştım ardımdan. Merdivenleri geçip alt kata inmiş, mutfağın yolunu tutmuştum. Bir kaç adım mesafesindeki mutfağa dalgın bir şekilde girerken burada başka birinin daha olduğunu görmüştüm.

Bu kişi ji hyun iken gerilmiştim. Ondan da fazlasıyla kötü bir enerji alıyordum. Sürekli kötü enerji aldığım kişilerle mutfakta ve gece karşılaşıyor oluşum bir işaret miydi acaba? Jin young'un yaptığı gibi onun da amacı kötü müydü?

Beni görünce duraksadı. Tek kaşı havalanırken bende hareketlenip buzdolabına yöneldim. Bunu yaparken hiç yabancı gibi davranmadım çünkü burası benim kabul edemesem de evimdi. Hareketlerim elbette ki ilk geldiğim zamanlara göre daha rahat olacaktı.

Üstelik o kadar yara aldım ki, artık eskisinden daha dişli biriydim.

Sütü çıkarıp tezgahın üzerine bırakmış, yulaf var mı diye de dolaplara bakmıştım. Bu sırada da bakışların üzerimde olduğunun farkındaydım. Fakat bir şey söylemeye de, onunla muhatap olmaya da niyetim yoktu. Sinsi biri olduğu belliydi.

Dolaptan bir kase çıkarıp bulduğum yulafı içine dökerken aklım karışmıştı bir an. Nasıl yapıldığını bile unutmuştum sanki. Üstümdeki gözler istemesem bile dikkatimi dağıtıyordu.

"Ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?" diye bir soru aldığımda kaşlarım hafifçe çatılmış, yüzüm de o tarafa doğru dönmüştü. "İstediğimde." dedim hazır cevap bir şekilde. Buna bir şey diyememişti. Kalçasını tezgaha yaslamış, kollarını da göğsünün altında birleştirmişti.

Bu sefer ben konuşmak istedim. "Neden bana yalan söyledin?" diye sordum. Omuzlarını silkmiş, "inanırsın diye." demişti. Bu beklediğim cevap değildi asla. "Sorumun cevabı bu değil." dediğimde ise derin bir nefes almıştı.

Duruşunu düzeltirken, "çünkü taehyung benim yatak arkadaşım." demişti. Bir an duyduğumun doğru olup olmadığını anlamaya çalıştım. Kelimeleri kendi kendime söyleyip, anlamlarını düşündüm. "Yatak arkadaşı?"

Kendi kendime mırıldanışımı duymuş ve başını sallamıştı. "Hemde uzun zamandan beridir. Üç yıl olmuştur." diye de pişkin pişkin söylüyordu. Kan beynime sıçramıştı sanki. Yatak arkadaşı ha?

"Bu geçmiş bir konu olabilir. Şimdi beni taehyung'dan soğutmaya mı çalışıyorsun?"

"Hayır," demişti. "Geçmiş bir şey değil. Sen varken de vardı bu. Gelip bana seni bile anlattı. Amacım kimsenin birbirinden soğuması değil. Yalnızca doğruları bilmelisin."

"Buna neden inanayım? Yukarıdaki gibi yalan söylemediğin ne malûm?" diye karşı çıktığımda, tek kaşım havalanmış ve mizacım sertleşmişti hissettiğim üzere. O ise omuzlarını silkmiş, "inanmak zorunda değilsin. Ben sadece sana doğruyu söylüyorum. Artık uyandığında, tabi eğer gitmemiş olursan ona kendin sorarsın." demişti.

Son cümlesi ona inanmam için yırtınıyordu. Ki başarabilmişti de. Bu sefer yalan söylüyor gibi görünmüyordu. O kadar ciddiydi ki, bundan kazanacağı pek bir şey de yok gibi duruyordu.

Diyecek bir şey bulamamıştım. Yüzümü onun bakış açısından çıkarmış, sırtımı dönmüştüm ona. Bir iki saniye öyle kalmışken nefeslerim bana acı veriyor gibi hissediyordum. Adımladım gitmek için. Mutfaktan çıktım. Şakaklarımda hissettiğim acıyı parmaklarımla geçirmeye çalıştım.

Boş koridorları düşüne düşüne, yavaşça geçiyordum. Taehyung'un odasına vardığımda elimi kapı koluma koymuştum. Kapı kolunu tutan ellerin titriyorken açtım kapıyı. Gözlerim onu bulduğunda yüzümü buruşturdum. Ne yani hiç olmayacağını mı düşünmüştüm?

Ne aptalcaydı hayatında birinin olmadığını düşünmem. İster sevsin, ister sevmesin sonuç olarak gidip başkalarıyla sevişmişti. Ben evi terk ettiğim sırada, daha Los Angeles'a gitmeden öncesinde de gitmiş miydi bu kadının yanına? Benim tırnak izlerim geçmeden başkasınınkilere mi yer vermişti sırtında?

Geçip yerime oturduğumda bakışlarımı onun yüzünde sabitledim. "Gerçekten bana bunu yaptın mı?" diye sorduğumda, cevap gelmeyeceğini biliyordum. Ama sormasam içimde kalırdı. Çünkü artık katlanılamaz bir hale gelmişti her şey.

"Öptün mü o dudaklarınla herkesi? Tabi, yapmışsındır sen. Cidden çok komik bir duruma düşmüşüm. Herkese fırtına, bana güneşsin sanmıştım. Bir tek ben varım sanmıştım. Meğerse ben bir hiçmişim." derken fazlasıyla zoruma gitmişti. Dolan gözlerim, burnumu çekmemle akıp gitmişlerdi. Çenem titriyor, konuşmak istesem de engelliyordu.

Bu defa tutmadım elini. "Benden çok varmış aslında. Ben seni düşünmeden duramazken, seni terk ederken bile yanımda götürürken sen-" dediğimde devamını getiremedim. Ağladım yine. Tutmadım kendimi.

Bir kaç dakikanın ardından göz yaşlarımı sildim. "Beklemeyeceğim bu sefer. Hemen gideceğim. Katlanamıyorum artık. Her yeni darbede daha çok sarsılıyorum. Bir darbe daha alırsam yaşayamam, biliyorum." derken kendi kendime, onun da gözünden yaş akmasıyla duraksadım.

Ne?

Elimi yüzüne koydum. Hissettiğim ıslaklık ile nefeslerim durmuştu. Gerçekten ağlıyor muydu?... Bir kabusun içine mi düşmüştüm ben?

İki elim de yüzünü sarmalamışken bu sefer de verdiği tepkiye ağlıyordum. Beni duyuyor oluşunu tamamen unutmuştum. Yoksa bu onun inkarı mıydı?

"Seni seviyorum." derken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Yüzüne iyice yaklaşmış, burnumu yanağına yaslamıştım. Derin bir nefes almış, kokusunu çekmiştim içime. Her an uyanacakmış gibi hissediyordum.

Hafifçe çekildiğimde ağlayışlarımı bastıramamıştım. "Tanrı aşkına uyan artık! Kalk ve bana bunların hepsinin yalan olduğunu söyle." diye bağırıyorken bir elimi ondan çekmiş, kendi yüzümdeki yaşları silmiştim. "Herkes yalan söylüyor, biliyorum. Eğer şimdi uyanır ve bana bunların yalan olduğunu söylersen hepsine inanırım. Güvenirim sana."

Yüzüne baktım öylece ağlayışlarımın arasında. Bakışlarımla yalvardım ona. İçimdeki ümidi gösterdim ona. Uyansın istedim. Ve o an gerçekten uyanırsa ona inanacaktım.

Yoktu. Gözünden akan yaş dışında bir şey yoktu. Uyanmaya niyeti yoktu. Ben yoktum. Kabulleniyordu anlaşılan. Benimde kabullenmem gerekiyordu, bundan sonra onsuz yaşayacak oluşumu.

Öylesine nefessiz kalmıştım ki, ondan çekilirken başımı havaya kaldırmıştım nefes almak için. Yanaklarımdan boynuma akan damlalar tenimi yakıyordu. Nasıl bu kadar acı verebiliyordu ki?

Yüzüne bile bakmak istemiyordum. Ama olmuyordu ki. Yapamıyordum. Gözlerim durmadan onun çehresini izliyordu. Dokunmak istiyordum. Öpmek, sarılmak, kokusunu daha fazla içime çekmek istiyordum.

Gücüm bitmişti. Ümidim, güvenim, inancım, içimde ben varsa hepsi bitmişti. Bir tek söküp atamadığım şey, ona olan hislerimdi. Kalbimi söküp atsam o da gider miydi artık benden?

Yüzümü ona, karnına doğru gömdüm. Hıçkırıklarıma öyle devam ettim. Kalp atışlarını hissettim. Nefes alışlarını. Gözümden akan yaşlar sırılsıklam etmişti örtüyü. Hiç umurumda değildi.

Başımı yana doğru çevirip suratını görebilecek bir şekilde durdum. "Ben artık nasıl seveceğim seni?" diye kendi kendime mırıldandım. Sesimi yalnızca kendim duyuyordum. Bir de o.

Sahi, beni duyuyordu ya. Elini tutmak için yeltendim, hafifçe doğrulurken. Aradığım eli sanki elime fazlasıyla çabuk yetişmişsen kaşlarım çatıldı, gözlerim döndü o tarafa doğru. Elinin havada duruşu ve benim elimle de birleşmesi görmeyi beklediğim bir manzara değildi.

Dik durdum, çekildim üstünden. Elini tuttuğum elimi sıktım. Tabi o sırada gözlerimi de ona çıkarmıştım ki, gözlerinin açık oluşu daha büyük bir şok yaşamama neden olmuştu. "T-taehyung?"

 

Selamm!!!

Ben geldim, geç kaldım.

Yapamıyorum artık bu ficde ilerlemek istemiyorum sanki.
O yüzden eskisi gibi iyi yazamıyor olabilirim.
Gözmezden gelin.

Umarım beğenmişsinizdir.

Son olarak;
Sizce bu fic hangi yönde ilerliyor?

Maia ile kalın,
Beklemede kalın.

🪄💗✨

 

Bölüm : 05.12.2024 02:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...