Yeni Üyelik
6.
Bölüm
@cileklerveyoon

Yorum yapmayı unutmayınız!!

İyi okumalarr✨

 

Elindeki tepsi ile kapının önünde dururken, dirseğiyle kapıyı açmaya çalışıyordu, taehyung. Başardığında içeriye doğru adımlamış ve ayağıyla kapıyı ittirmişti. Başını koluna yaslamış olan jungkook irkilmiş ve bakışlarını oraya çevirmişti.

 

Odanın bir köşesinde duran masanın üstüne bırakmış ve "otur ve ye." demişti. Jungkook kararsız hareketlerle yerinden kalkmış ve masaya doğru gitmişti. Bu sırada taehyung daha jungkook'un yeni kalktığı yere oturmuş ve bacak bacak üstüne atmıştı.

 

Kasenin içindeki ramene bakmıştı bir süre jungkook. Dudak bükmüş ve kaseyi önünden itmişti hafifçe. Taehyung kaşlarını çatarken gözlerini kısmış ve sinirlerine hakim olmaya başlamıştı. Jungkook da bakışlarını taehyung'a çevirdiğinde karşılaştığı sert bakışlarla eleğini şaşırmıştı. "İçinde yumurta var." demişti kısık sesle.

 

Taehyung yerinden kalkmış, bir kaç adımda vardığı masaya yaslamıştı kalçasını. Parmaklarıyla kasenin kenarını tütmüş ve rameni incelemişti kısa bir süre. "Ne o? Ne bekliyordun?" diye söylenmişti.

 

Jungkook cevap vermemiş, sadece susmuştu. Başını önüne eğmiş ve parmaklarıyla oynamaya başlamıştı. Taehyung ise bu tavırlardan dolayı oldukça sinirlenmiş, burnundan soluyordu. Yemeğe saygısızlıktı bu bir kere. Üstelik yemek hiç de kötü görünmüyordu.

 

Kaseyi tekrar jungkook'un önüne iterken "ye." dedi. Jungkook elinde olan bakışlarını taehyung'a çıkardı. Dudaklarını büzüştürürken istemediğini açıkça belli etmişti. Buna karşın taehyung tek kaşını kaldırmış, eline aldığı çatalı yumurtaya batırmıştı. Öteki eliyle de jungkook'un suratını tutmuş ve ağzını açması için parmaklarıyla yanaklarını sıkmıştı. Jungkook suratını taehyung'un eli arasından çekmişti.

 

Daha da sinirlenmiş ve tekrar tuttuğu gibi yumurtayı ağzına sokmaya çalışmıştı. "Sana ye diyorum aptal! Yemek seçme şansın mı var sanıyorsun?". Jungkook bu sefer de taehyung'un çatalı tutan eline sertçe vurmuşken çatalın düşmesini sağlamış ve yerinden kalkmıştı. "Alerjim var!" diye bağırmıştı.

 

Taehyung bakışlarını kısmışken, "yumurtaya alerjim var... ama hala yememi istiyorsan, yerim." demişti jungkook. Bunu sanki bir koz olarak kullanıyor gibiydi. Aslında o da farkındaydı ki, ona hiçbir şey yapamazlardı. Belki aşağılayabilir, vurabilirlerdi fakat asla ölüme götürecek bir yola başvuramazlardı. Aksi takdirde onların elinde kalırdı her şekilde.

 

Taehyung dilini dudaklarının üstünde gezdirerek ıslanmasını sağlamıştı. Ardından önündeki çocuğun birdenbire kediden aslana dönüşünü izlemişti. Kendisi de jungkook'un düşündüklerini tahmin etmişti ve hak da vermişti. Ona birşey yapamazdı ve o da en az jungkook kadar farkındaydı.

 

"Aklınca benimle oyun mu oynuyorsun? Devam et o zaman." demiş ve sessizce gülmüştü tekrar dalga geçercesine. Arkasını dönmüş ve yatağına doğru gitmişti. Bu sefer yatağa uzanmış ve kollarını açarak vücudunu gevşetmişti. Jungkook ise göz devirip pencerenin önündeki sandalyeye oturmuştu.

 

Taehyung'un telefonu çalmış, uzandığı yerden konuşmaya başlamıştı. Kısa sürmüştü telefon görüşmesi. Gitmesi gerekiyordu. Yerinde doğrulmuşken jungkook'un sesini duymuştu. "Beni neden buraya getirdin? Başkalarına sevgilim diye tanıtmana gerek olmadan karakolda konuşturabilirdin."

 

"Ne duymak istiyorsun bilmiyorum ama ben bir işe başladıysam tam yaparım. Karakolda olduğumuz sürece tekrar aynı şeyleri yaşayabilirdin. Birileri gelip bu sefer seni öldürebilirdi. Karakolun aksine burası daha güvenlidir. Aşağıda gördüğün insanlar iyi insanlar olmayabilirler fakat sana da zarar vermezler."

 

Gayet mantıklıydı taehyung'un söyledikleri. Amcası, yengesi, kuzenleri... Hiçbiri kimseye zarar vermezlerdi. Aslında taehyung da biliyordu ki hepsi iyi insanlardı. Yengesi taehyung'u gerçekten severdi. Amcası ise bazı şeylerin dolmuşluğu ile böyle davranıyordu. Yine de hiçbiri ile iletişime geçmeye kararlıydı.

 

"Zaten birşey bilmediğimi defalarca kez söyledim. Öyleyse beni neden kurtardınız? Ölüp gitseydim daha iyi olurdu." demişti jungkook. Taehyung gözlerini devirmişken elindeki telefonu kenara bırakmıştı artık.

 

"Cesetler konuşamaz veya birşeyler için tanıklık edemezler. Ben bu işe birilerini kurtarmak için girmedim."

 

"Birşey bilmediğimi söyledim ya!" diye üstelemişti jungkook. Taehyung ise baştan başladıklarını anlamış ve öfkelenmişti tekrar.

 

"Birşey bil veya bilme, umurumda değil. Sana dediğim gibi o kağıdı imzaladığın an serbest kalırsın. Ama o zamana kadar bu evden, hatta bu odadan dışarı adımını atamazsın!" demiş ve parmağıyla masanın üstünde duran kağıdı işaret etmişti. Jungkook'un bakışları oraya dönerken dudaklarını büzmüş ve gözlerini kısmıştı hafifçe.

 

Hiçbir şey söylemeden öylece taehyung'a bakmıştı jungkook. Aynı şekilde taehyung da ona bakarken gözlerini birbirlerine kenetlemişlerdi sanki.

 

"Bu odada kendini öldürmen için yeteri kadar alet var. Herhangi birini kullanıp kendini öldürebilirsin. Ama sen öldüğün gün, o geldiğin köyün külleri olacak sadece. İçinde kim var, kim yok hepsini ateşe veririm." demişti, tane tane. Jungkook bu sefer nefretle bakmıştı. Yapacağı varsa da bu tehdit karşısında artık pek birşey yapabileceğini sanmıyordu.

 

Taehyung son bir kez jungkook'a bakmış ve yataktan kalkmıştı. Bir kaç adımda oldukça büyük olan odanın kapısının önüne gelmişti. Arkasına bakmadan odadan çıkıp giderken jungkook tek başına kalmıştı. Kapıya girdirmiş olduğu anahtarın kilit sesi kulaklarına ilişirken başını arkaya yaslamıştı.

 

Derin bir iç çekerken yanlız kaldığı için de sevinmişti bir yandan. Taehyung ile aynı odada kalmak zulüm gibiydi. Bakışlarının jungkook'a değmesi bile yetiyordu. İşte o an jungkook yok olmak istiyordu. Bakışlarındaki ağırlık üstüne çöküyordu.

 

Yerinden kalkmış ve penceredeki çıkıntıya oturmuştu. Bakışları başta bahçeden çıkan taehyung'a takılmıştı. Yürürkenki kendinden emin oluşu fazla mükemmel, fazla da korkutucuydu. Böyle birini kendine düşman yapmak gerçekten insanın hayatta yapabileceği en kötü şeydi. Şuan belki jungkook da o konumdaydı.

 

Taehyung gözden kaybolunca gözlerini manzarada tutmuştu bir süre. Ardından buradan kaçmak için bir şeyler düşünmeye başlamıştı. Aklına ilk gelen şey pencereden atlamaktı fakat pencere o kadar yüksekti ki, korkup vazgeçmesine neden olmuştu. Hem tam da bulunduğu pencerenin altında dizilmiş odunlar vardı. Bir yerini kırması en olağan şeydi.

 

Yerinden kalkmış ve odada gezinmeye başlamıştı. Kapıya gitmiş, bir kaç kez sarsmıştı fakat kapı açılmamıştı. Büyükçe bir of çekmiş ve etrafına bakınmaya başlamıştı. Masanın üstünde duran yemeği görünce aç olduğunu hatırlamıştı tekrar. Masaya yaklaşmış ve yerdeki yumurtayla da bakışmıştı bir süre. Ardından yemekte artık bir yumurta olmadığı için yiyebileceği bahanesine sığınmıştı. Sandalyeyi çekip hızla otururken kaseyi önüne çekmiş ve büyük bir iştahla yemişti.

 

Bu haliyle sokaklarda yaşayan insanlara benziyordu. Yemeği hızlıca bitirmişti. Karnı tamamen dolmuştu fakat kaseyi bile yalamaya hazır bir vaziyetteydi. Onu durduran şey, taehyung geldiğinde yemeyeceğim denen yemeği yenmiş olarak göreceği içindi. Bu ona keyif mi verecekti yoksa yediği için tiksinir gibi mi bakardı her zaman ki gibi, bilmiyordu.

 

Yerdeki yumurtayı temizlemeli miydi yoksa odayı olduğu gibi mi bırakacaktı? Bunun hakkında da en ufak bir fikri yoktu. Ne yapacağını tamamen şaşırmış durumdaydı. Hem ne zaman gelirdi ki bu adam? Gelince yine kızar mıydı? Akşam tekrar yemek getirecek miydi? Ona kıyafet verecek miydi? Nerede yatıracaktı? Ne zaman serbest bırakacaktı? Yakasından ne zaman düşecekti?

 

Bütün bu sorulara bir cevap arıyordu.

 

Duvarda asılı olan tabloya takılmıştı gözleri. Resme oldukça ilgisi vardı ve bir yerde rastladığı zaman uzun uzadıya inceliyordu. Şimdi de tabloda ruhsuz renklerle çizilmiş olan manzaraya bakıyordu. Mavi, gri, siyah, beyaz ve kahve renklerinin açık veya koyu tonlarını barındıran bu resim, hüzünden daha çok kırgınlığı temsil ediyor gibiydi. Manzarada öyle bir hava vardı ki, sanki manzaranın bulunduğu yere giden iki kişi vardı da biri eksilmişti. Bunun illah aşk olmasına gerek yok. Dostluğu da barındırıyor olabilirdi. Hatta belki de birbirine orada rastlayan iki insanın hayatını anlatıyordu bu donuk resim. Kasvetliydi. Ayrılığı, kırgınlığı, burukluğu çok içten bir şekilde yansıtmıştı.

 

Jungkook incelemeyi bitirmişti tabloyu. Ayakları geri adım atmış ve pencerenin önündeki yerine geri oturmuştu. Saatler geçmek bilmiyordu sanki. Bu sırada taehyung tanıdığı inatçı birini ikna etmeye çalışıyordu. Normal şartlarda taehyung'un peşini tek bir an bile bırakmayan babası, bugün inat ediyordu bu lanet eve girmemek için.

 

"Ben o eve gelmiyorum!"

 

"Bana bak kim! Ne ben düşündüğün kadar kötü biriyim, ne de sen sandığın kadar iyisin. Bu yüzden senden izin alacak değilim. Gittiğim her yere geliyorsun nasılsa. Yine geleceksin. Gerekirse zorla götürürüm."

 

"Ben seni böyle mi yetiştirdim? Babanın ben senin, biraz saygılı ol! Seni ne sıkıntılarla büyüttüğü den haberin var mı?"

 

"Hayır, kim. Bildiğim tek şey beni eşek sudan gelene kadar dövmelerindi. Ben sevgiye dair hiçbir şey hatırlamıyorum."

 

Kaşlarını çatmıştı babası. Vicdan azabı çekmiyor da değildi aslında. O da biliyordu oğlunu bu hale getirenin kendisi olduğunu. Sadece susmakla yetinmişti. Hem konuşmaya yüzü yoktu, hem de konuşsa bile birşey değişmeyeceğinin farkındaydı. İnatçı oğluna hiçbir zaman söz geçirememişti ve biliyordu ki bugün de aynı şey olacaktı. Taehyung, topladığı eşyalarını almış ve babasının kolundan tutup onu götürmüştü tıpkı söylediği gibi.

 

Bir kaç saat sonra evin önüne varmışlardı. Adam çıtını bile çıkarmamışken taehyung onu bir yandan öteki yana sürüklüyordu resmen. Büyük olan evden içeriye girdiklerinde yine aynı kadın açmıştı kapıyı. Fakat bu sefer ne amcası ne de yengesi evde değildi. Taehyung bunu fırsat bilmişti. Amcası burada olsaydı olay çıkarır, kimsede keyif bırakmazdı.

 

Merdivenleri çıkıp üst kattaki odaya girdiklerinde taehyung etrafa bakınmıştı. Ses seda yoktu. Elindeki çantayı olduğu yere bırakırken dehşete düşmüş gibi etrafı aramaya başlamıştı. Bay kim bu durum karşısında kaşlarını çatmıştı. Taehyung'un neyi veya kimi aradığını bilmiyordu.

 

"J-jungkook!" diye bağırmıştı titrek sesiyle. Bu sefer korkuyordu.

 

Dolabın içine saklanmış olma ihtimaline karşı dolabı açmıştı fakat kimse yoktu. Bomboştu.

 

"Bu çocuğu mu arıyorsun?" diye sormuştu pencere tarafında duran bay kim. Taehyung hemen bakışlarını o tarafa çevirmiş ve pencerenin dış kısmında bulunan sütunda uyuyakalan jungkook'u görmüştü. Derin bir nefes almışken gözlerini kapatmış ve başını arkaya atmıştı.

 

"Başımın belası!" diye söylenmişti. Ardından pencereye adımlamış ve jungkook'un dibinde durmuştu. Uyuyor oluşundan ve oldukça tehlikeli bir yerde oluşundan onu korkutmaması gerekiyordu. Aksi takdirde duyduğu ses veya ona temas eden her bir harekette irkilir ve farkına varmadan kendi ölümüne sebebiyet verebilirdi.

 

Ellerini uzatmış ve hızlı hareketlerle onu kucağına çekmişti. Tam bu sırada jungkook irkilmişti. Gözlerini araladığında gördüğü ilk yüzün taehyung olması onu korkutmuştu. Ona yine kötü birşey yaptığını sanması için yeterli bir pozisyondu.

 

"N-ne yapıyorsun?... Beni neden taşıyorsun? İndir beni yere!" demişti havada olduğunu algılayınca.

 

Taehyung kaşlarını çatmış ve oldukça sert bir ifade ile jungkook'u yatağa bırakırken söylemlerine devam etmişti. "Yatacak başka yer mi bulamadın?! Odada sana fazlasıyla yetecek yatak varken ne diye orada yatarsın ki! Dua et az buçuk bir şeysin yoksa oradan daha uykuya daldığın ilk andan düşerdin, aptal!"

 

Jungkook işittiği laflara, dahası son hakarete karşı dudaklarını büzmüş ve başını eğmişti.

 

"Taehyung, bağırmayı kes artık! Görmüyor musun, ağlıyor." demişti bay kim tüm dikkatini yatakta dizlerini kendine çekip kollarıyla sarmalayan çocuğa vermişken.

 

Taehyung ise duygusuzca, "alışkanlık yaptı. Boşver, takma." demişti. Bunun üstüne jungkook başını kaldırmış ve taehyung'a bakmıştı ciddiyetini sorgularcasına. Durmadan kendisine hakaret ediyor oluşu kırmaya başlamıştı.

 

Bay kim başını iki yana sallamışken bıktıpını belirten bir yüz ifadesi takınmıştı. Oğlunu tanıyordu ve bu halleri artık ona fazlasıyla normal geliyordu. Taehyung bakışlarını jungkook'tan çekmişken babasının eşyalarının olduğu çantayı almıştı. Bu sırada bay kim ise jungkook'u iyice süzmüş ve "bu çocuk kim?" diye sormuştu.

 

Taehyung babasına dönüp, "jungkook. Bir süre ona bakman gerekecek." demişti. Babası anında kaşlarını çatıp karşı çıkarken, "beni buraya bakıcılık yapayım diye mi getirdin?" demişti.

 

Dönüp tekrar jungkook'a bakarken üstüne eklemişti. "Hem sen onu neden burada tutuyorsun?"

 

"Çünkü onun için en güvenli yer burası. O bir hain. Görgü tanığı. Yani tıpkı bir kaç saat önce söylediğim gibi belgeyi imzalamadan bu evden dışarı adımını atamayacak." derken bakışlarını jungkook'a çevirmişti imayla.

 

Jungkook bakışlarını saniyelik olarak kaldırmış ve taehyung'a bakmıştı. Göz göze geldikleri o saniyede bay kim derin bir of çekmişti. Pek sevgili oğlu yine birilerinin canını yakıyordu. Üstelik bu seferki hepsinden daha masum görünüyordu. Dilini yutmuş gibi oturuşundan, bakışlarını asla kimseye değdirmemesinden, hüzünlü simasından anlayabiliyordu bunu.

 

"Tamam. Ben ona bakacağım. Lakin sende ondan uzak duracaksın. Kızmayacaksın. Nasıl korktuğuna baksana!" demişti.

 

Jungkook bu sefer bakışlarını bay kim'e çevirmişti. İyi biri olduğu her halinden belliydi. Sevecen, insancıl biriydi. Ve açıkçası jungkook hala kim olduğunu dahi bilmiyordu.

 

Anlaşmasını sağlamış arkasını dönüp gidecekken son sözlerini söylemişti, taehyung. "Sakın ona merhamet etme! Ağlamasını veya herhangi başka bir şeyi bahane edip de dışarı çıkarma. Evdekilerin hiçbiri ile de konuşturma. Senin de odadan çıkmaya gerek yok. Çıkınca da mutlaka odayı kilitle."

 

"Çık git ya! Rahat bırak ikimizi de." derken bunu büyük bir ciddiyetle söylemiyordu. Şaka yaptığını da söyleyemezdik. Öylesine dümdüz söylemişti işte. Taehyung ise göz devirip odadan çıkmıştı.

 

Geride bay kim ve jungkook kalırken bakışları birbirine dönmüştü her ikisinin de. Bay kim yüzüne bir gülümseme yerleştirmeye çalışırken oldukça zorlanmıştı fakat sonunda başarabilmişti. Çocuğu ürkütmek istemiyordu. Çünkü biliyordu ki o korktukça herşey daha yaşanılamaz bir hal alacaktı. Bu taehyung'u kızdırırken jungkook'un da taehyung'un öfkesinden nasibini almasını sağlayacaktı.

 

"Kaç yaşındasın?" diye sormuştu uzun bir incelemenin sonucunda.

 

Jungkook başını kaldırmış ve "yirmi bir." diye yanıtlamıştı.

 

"Daha çok küçüksün..." demişti hüsranla. Üzülmüştü. "Yine de taehyung'un kusuruna bakma. O aslında kötü biri değildir. Sadece, sadece fazla öfkelidir hayata karşı. Bu yüzden insanın tek bir hata yapması yetiyor ondan bütün öfkesini çıkarması için. Ben onu bilmeden de olsa böyle yetiştirdim. Farkında olmadan oğlumu kendime çevirdim..." derken bakışları bir yerlere dalmış ve uzun uzadıya düşünmesini sağlamıştı.

 

Fakat onu düşüncelerinden sıyıran jungkook'un hayretle sorduğu soru olmuştu. "O sizin oğlunuz mu?"

 

Merhaba!!

Daha önce söylemedim sanıyorum ki, ben aslında bu fici bir diziden esinlenerek fice dönüştürdüm.

Umarım çalıntı fikir olduğunu düşünmezsiniz.

Hoşçakalın!

🪄💗✨

 

Loading...
0%