Yeni Üyelik
7.
Bölüm
@cileklerveyoon

Yorum yapmayı unutmayınız!!

İyi okumalarr✨

​​​​​

Taehyung uzandığı yerde huysuzca kıpırdanırken göz ucuyla bir metre ötesinde aynı pozisyonda uzanan jungkook'a bakmıştı. Halinden şikayet eder gibi görünmüyordu kendisinin aksine. Yerde uyumak, ev işleri yapmak, ağır şeyler taşımak, yüksek yerlere çıkmak ve daha fazlasını olağan şeyler olarak görüyordu. Bunun aksi olan taehyung ise rahatına düşkündü. Yumuşacık yatağında yatmak varken yerde yatmak hiç hoşuna gitmemişti. Fakat konu babasıydı. Onu jungkook ile yerde yatırıp kendisi yatakta yaylana yaylana yatacak değildi ya. Üstelik odada iki kişilik bir koltuk da vardı ama taehyung'un oraya sığmaması fazla trajikomikti.

 

Bay kim'i yatakta yatmaya ikna ettikten sonra jungkook ile yerde yatma düşüncesini onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Ona göre bir hainle, düşük seviyede olan biriyle neredeyse yan yana yatmak büyük bir hüsrandı.

 

Jungkook üstünde olan bakışlardan oldukça rahatsızken istemsizce dönüp bakmıştı. Gözleri birbirine değdiğinde birini çıplak görmüşçesine bakışlarını hızla kaçırmıştı. Dümdüz uzanıyordu, jungkook. Ellerini battaniyenin altından karnının üstünde birleştirmişti.

 

Taehyung bay kim'in yattığından tamamen emin olduğunda ağzını aralamıştı. "Kim'e birşey anlatmadın değil mi? Bu işlerle uğraşmasını istemiyorum." demişti.

 

Jungkook gözlerini devirmişti açıkça. Ardından başını yan çevirmiş ve taehyung ile göz göze gelmesini sağlamıştı. Öylece ona bakan gözlere değerken yarı açık gözleriyle ve boğuk çıkan sesiyle, "merak etmeyin, ben sizin kadar duygusuz değilim..." demiş ve taehyung'un gözlerine bakmaya devam etmişti.

 

Taehyung hiç olmadığı kadar sakin yanıtlamıştı. "Sen beni ne kadar tanıyorsun ki? Adımı dahi bilmiyorsun." dediğinde jungkook bunu ciddi ciddi düşündü. Adını bilmiyordu. Ya da hatırlamıyordu. Biri taehyung'a seslenmiş olmuşsa bile veya adını bir şekilde öğrenmişse bile şuan tamamen unutmuştu. Aslında bu eve ilk girdiğinde duymuştu gibi ama zihni oldukça zorlanıyordu düşünürken.

 

Taehyung jungkook'un yüzündeki dalgın, düşünür ifadeyi aydınlatmak için "taehyung. Yüzbaşı Kim taehyung." demişti. Jungkook dalgın bakışlarını taehyung'a çevirmiş, gayet düz, hatta yumuşak denebilecek bir yüz ifadesiyle karşılaşmıştı. Hep çatık olan kaşlar gevşemişti artık. Öfke dolu gölgeli gözleri, hala birşey kaybetmemişti acımasızlığından. Öfkesi de olduğu yerde duruyordu. Fakat bakışlarında bir aydınlık, parlaklık vardı bu sefer anlayamadığı bir biçimde.

 

Ve bu çok garip, jungkook bu bakışlar altında kendini rahat hissetmişti.

 

"Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sormuştu, taehyung. Jungkook hemen bakışlarını kaçırmıştı. Hala bir cevap bekleyen bakışlardan kaçmak istiyordu. Arkasını dönmüş, sırtını feda etmişti bu sefer. Keskin bakışlar sırtını delmeye başlamıştı bile. Rahatsızdı bu durumdan fakat kaçabileceği hiçbir çıkış yolu yoktu.

 

Büyük bir sessizlik oluşurken ikisi de birbirlerinin uyumadıklarının farkındaydılar. Jungkook uzun uzadıya düşünüyor ve içinden geçirdiklerini dile getirmek istiyordu. "Taehyung..." diye fısıldamıştı kendi kendine duyulmayacak şekilde. Bunu cesaretlenmek için yapıyordu. Çünkü farkındaydı, onun adını dahi anmaktan delicesine korkuyordu.

 

Kalp ritimlerini düzene sokmaya çalışmış, tekrar "taehyung." demişti. Anında tüm bedeni alev almış gibiydi. Çok garip hissediyordu. Başının dönüyor oluşundan emin olamıyordu.

 

Taehyung ise adını ikinci kez duyan kulaklarını sağırlaştırmıştı. Dışarıdan gelen hiçbir sesi algılayamıyor, sadece jungkook'un söyleyecek olduğu kelimelere odaklıyordu.

 

"Biliyorum, beni sevmiyorsun. Hatta benden nefret ediyorsun. Yine de bu denli öfkeli oluşuna anlam veremiyorum... Kimsem yok benim. Gidecek yerim yok. Yine de bilmeni isterim ki, kalbim bin parça olmuş olsa da hala kırılabilecek parçaları var..."

 

Duraksamıştı bir süre. İçinde büyük bir burukluk hissediyorken, zihni ona kalbinin kırılmasına neden olan vuruşları gösteriyordu. Bir evin camına vurulmuş büyük bir taş misaliydi, halasının onu tanımaması. Bu büyük kırığı camı tamamen değiştirmekle çözümlendirebilirlerdi. Fakat bilmelilerdi ki, o kırık camı çöpe atmaları gerekecekti. Tıpkı jungkook'un kalbi gibi. Parçaları alıp birer birer yok etmeliydi. Artık eskisi gibi olmayacaktı, hiçbir şey.

 

"Artık mecalim kalmadı..." demişti çenesi titrerken. Sızdıran bir musluğa dönüşmüştü gözleri. "Lütfen, lütfen artık kırma parçalarımı. Birleştirmeye çalıştıkça elimde kalıyor." diye eklemişti.

 

Bunları taehyung'a neden anlattığını düşünmeye fırsatı olmamıştı. Belki bir ihtimal artık ona kötü davranmayı bırakırdı. Aslında jungkook'un kötü davranıştan kastı gözleri bile olabilirdi. Taehyung'un sesi kesilse, artık ona kötü sözler edemese bile bakışlarında ki ağırlık yetiyordu onu parçalamaya. Belki de söylediği şeylerden, içini döküşünden sonra ona öfkeyle bakan gözlerin yerini merhamet alabilirdi. Umudu bu yöndeydi.

 

Jungkook ağlarken göz yaşları yastığı ıslatıyordu. Üstteki gözünden akan göz yaşı burnunun çıtasını aşıp diğer gözünün kapağından sızmıştı. Gözlerini sıkıca kapatmıştı bu sayede. Ağrıyan gözlerini eliyle silmişti ve burnunu çekmişti sessiz olmaya çalışarak.

 

Bütün duyduklarına karşın sadece sukunet sunabilmişti, jungkook'a. Söyleyebilecek bir şeyi yoktu taehyung'un. Ağlayışlarının gerçek olup olmadığını algılamaya çalışıyordu. Çoğu suçlu iyi bir oyuncu da olabilirdi. Buna alışıktı, binbaşı. Fakat ilk kez böyle bir ikilemde kalmıştı. Kulağına ilişen sessiz iç çekişlerin ve kıçkırıkların gerçeklik pigmenti fazla yüksekti. İnanmamak elde değildi bir kere.

 

Tüm gece bu şekilde akıp gitmişti, kum saatinden akan kum tanecikleri gibi. Jungkook ağlayışlarının ardından uykuya dalmış, taehyung ise bir türlü uyumayı başaramamıştı. Sert zeminin üstüne serdiği süngerde defalarca kez dönmüş, uyumak için çırpınmıştı resmen ama düşünceleri buna engel olmuştu. Tüm gece jungkook'un gerçekliğini düşünmüştü. Dürüstlüğün, saflığını, masumluğunu, sessizliğini, kırgın hallerini...

 

*•*•*•*

 

"Eşyalarını toplayıp sana ayarladığım odaya yerleş." diye emrivaki bir tavırla konuşmuştu taehyung, babasına karşı.

 

Dudaklarını birbirlerine bastırmıştı, yaşlı sayılabilecek yaştaki adam. Bıkkınlıkla başını gelişi güzel sallamıştı. Bakışları jungkook'u bulurken, uyandığından beri sanki hayatına yeniden renk gelmiş gibi yüzündeki parıltıya gülümsemişti içten içe. Yüzüne renk gelince dayanılmaz biz güzellikle oluyordu, genç oğlan.

 

"Ayrıca." demiş ve jungkook'a tek kaşını kaldırarak bakmıştı. "Kapıyı kilitle ve pencereleri de kapat. Ona yemek getirmek haricinde bu odanın kapısı açılmayacak. Kaçarsa seni yok ederim, kim!" diye söylenmişti defalarca kez dillendirdiği şeyi tekrar ederken.

 

"Anladım be! İkimizi de rahat bırak ve defol!" demişti normal tavırlarla. Birbirleriyle böyle sert konuşmaya alışmışlardı ve açıkçası artık kale bile alıyorlardı.

 

Jungkook endişe ve korkuyla alt dudağını ısırmış ve taehyung'un yüz ifadesini incelemeye koyulmuştu. Düşündüğü gibi kızmamıştı, taehyung. Gözlerini devirmişti sadece. Ardından dolaba dönmüş ve bir kaç eşya almıştı. Pek dikkat etmemişti kimse ona.

 

Bir kaç işini daha halledip çıkmıştı taehyung. Tıpkı dün olduğu gibi bugün de bay kim ve jungkook baş başa kalmışlardı. Jungkook konuşma ihtiyacı duyuyordu fakat fazlasıyla çekiniyordu. Bay kim de bunun farkındaydı. O yüzden çoğu sohbeti kendisi başlatırdı. Tıpkı şuan olduğu gibi.

 

"Kıyafet katlamayı bilir misin?" diye sormuştu bakışları bir cevap beklercesine jungkook'a bakarken. Hemen başını sallamıştı, jungkook.

 

"Evet, biliyorum. Halamın yanındayken kendi kıyafetlerimi kendim katlardım."

 

İçindeki burukluğa rağmen kalbinde sesli bir kıpırtı oluşmuştu. Halasına kızmıyordu artık. Kızmak bile bir tepkiydi ve kendisine bunu yapan halasına tepki vermek dahi istemiyordu. Bunu hak etmediğini düşünüyor, eski anılara ihanet etmeden onlara gülümsüyordu.

 

"Öyleyse bana biraz yardım edersin, değil mi?" bir ricada bulunurcasına söylemişti bunu. Ses tonu çok içtendi. Şaşırmıyor da değildi aslında, böyle kibar bir adamın bu derece kaba bir oğlu olduğuna.

 

Başını tekrar sallarken, "hmhm." diye mırıldanmıştı. Yüzünde gülümseme oluşurken kalkmaya yeltenmişti, bay kim. Jungkook hemen onu kolundan tutmuş ve, "ben getireyim çantanızı." demişti yerinden fırlarken. Odanın ücra bir köşesinde bulunan çantayı eline almış ve tekrar bay kim'in karşısına yerleşmişti.

 

"Ben size kıyafetleri katlamada yardım ederim de dolaba yerleştirebilecek misiniz?" diye sormuştu merakla. Bay kim çantanın zincirini açmış ve içine eziyet ettirilerek koyulan kıyafetlerini çıkarmıştı. Hepsini yumuşacık olan halıyla buluştururken, "sen onu merak etme. Ben hallederim." demişti.

 

Bakışlarını kıyafetlerden hiç ayırmazken kıyafetleri katlamaya başlamıştı bile. Jungkook da onun başladığını görünce kıyafetlerin arasından gözüne ve tabi eline de ilk ilişen bordo renkli gömleği katlamaya başlamıştı. Ardından bir kaç parçadan oluşan kumaş parçalarının hepsini katlamışlar, daha öylesine ayaküstü konuşmalarını yaparken işi bitirmişlerdi bile.

 

"Ee, anlatacağın hiçbir şey yok mu?" diye konuşmuştu, bay kim. Aklına birşey gelmeyince içten içe merak ettiği çocuğa yöneltmişti soruyu. Genç çocuk bakışlarını kaldırıp kendinden yaşça büyük olan adama baktığında tereddütte kalmıştı. Hem karşısındaki adama güvenmekte kararsızdı, hem de ne anlatacağını bilemiyordu. Fakat boşvermiş, kendisini, anılarını anlatsa da birşey değişmeyeceğini ve dahası bu bilgilerle pek birşey yapamayacaklarını düşünmüştü. Şimdi ise iş, anlatacak birşey bulma kısmına gelmişti.

 

"Pek birşey yok... Ama size buralara kadar nasıl geldiğimi kısaca anlatabilirim." demişti. Bay kim'e bakmıştı onay almak için. İlgisini çekmeyen bir konuyu anlatıp da sıkıcı bir sohbet başlatmak istemiyordu. Bay kim başını sallayınca dudakları hafifçe kıvrılmıştı aldığı onaydan dolayı. Tekrar aynı düz ifadeye dönüp anlatmak için boğazını temizlemişti.

 

Böyle bir şeyi anlatırken içinde neden ufak da olsa bir heves olduğunu anlayamıyordu. Sonuç olarak yaşadıkları ona travma bile bırakabilirdi. Bu belki de hayatının sonuna kadar unutamayacağı kanet bir anı olarak kalacaktı. Fakat yine de henüz tanıştığı bay kim'e anlatmak istiyordu çektiklerini. En azından bay kim'in yanında kalacağını, onu anlayacağını hissediyordu. Bunu içtenlikle umuyordu.

 

"Marketten eve gidiyordum. Halam bana iki ekmek ve rulo havlu almamı söylemişti fakat ben her zamanki gibi kendime bir kaç çikolata ve bir adet de meyve aromalı soda almıştım. sodayı açmış, evi beklemeden içmeye başlamıştım. Birden önümde bir araba durmuş ve bir kaç asker beni aldığı gibi karakola getirmişlerdi."

 

İşte tam buradan sonrasının oğluna bağlanacak olduğunu iyi biliyordu. Hatta jungkook'un anlatmasına gerek bile yoktu çünkü oğlunun bu genç çocuğu canından bezdirdiğine emindi.

 

"Sonrasında zaten onunla karşılaştım. Suratıma elinin tersiyle vurduğunda feleğimi şaşırdım. Durmadan birşeyler zırvalıyordu ve ben bu işin neresindeydim, onu bile bilmiyordum. Neyi kanıtlamak istiyordu bilmiyorum fakat beni kolumdan çektiği gibi köyüme götürmüştü. Köy dediğime bakmayın, kimse fakir değildi orada. Hatta herkesin durumu fazlasıyla iyiydi fakat orası şehirden uzak olduğu için hepimiz oraya köy derdik. Evlerimizin içi oldukça lüks, her çocuk ailesinden en iyi terbiyeyi almış, herkesin komşuluk ilişkileri sorunsuz, herkesin üstünde yepyeni kaliteli kıyafetleri vardı."

 

Baştan beri köy diye bahsettikleri yerin köy kelimesi ile alçalmasını haksızlık olarak gördüğü için bunu açıklama gereği duymuştu. Çok iyi yetiştirilmişti, jungkook. Bundan hiçbir şüphesi yoktu. Hiçbir eksiği olmamıştı. Karşısındaki adam başını ağırca sallayıp onun söylediklerini dürüst bulmuştu.

 

"Beni köyüme götürdüğünde halama koşmuştum fakat ağzından öyle bir cümle çıkmıştı ki uzun süre kendime gelememiştim. Annem ve babamın yokluğundan beri beni büyüten halam beni tanımadığını söylüyordu. İğreniyormuş gibi bakıyordu. O an gözünde ufalandım, yok oldum." Bakışları dalmıştı uzaklara. Tekrar morali bozulmuştu. İçindeki burukluğu, kırıklığa rağmen yüzüne bir gülümseme yerleştirmişti.

 

"Baskı altında olamaz mı? Belki de senin aslında güvende olduğunu bildiği için yapmış da olabilir. İyi yanlarından bakmaya çalış." diye teselli etmeye çalışsa da pek işe yaramadığını kendisi de biliyordu.

 

"O günden beridir bana bilmediğim bir şeyi imzalatmaya çalışıyor. Okumadım ama biliyorum, o hiç de iyi birşey değil." diye söylediğinde ise bakışlarıyla onaylamıştı bunu. O parıltılarındaki kendinden eminlik, bilmişlik yetiyordu.

 

Oğlunu ve belki de ilkelerini savunma derdinde olan bay kim ise ağzında bir kaç şey gevelemişti. "Hayır, jungkook. Bende daha önce bir askerdim. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Bir kaç hareketleri ile sizin güveninizi kazandıktan sonra herşeyi yapabilecek cesareti buluyorlar kendilerinde. Tahmin edemeyeceğiniz şeylere kadar gidiyor bu. Onlara bu ces-"

 

"Lütfen, efendim. Duymak istemiyorum." diye sözünü kesmişti, jungkook. Bay kim ise omuz silkmiş ve susmuştu. Çabaları boşunaydı, biliyordu. Sessizlik oluşmuşken kıyafetlerine yönelmiş, hepsini üst üste koymuştu. "Benim eşyalarımı yerleştirmem gerek. Sonra gelirim yanına."

 

Oturduğu yerden kıpırdamamıştı, jungkook. Öylece bay kim'in odadan çıkışını izlemiş ve kapıyı kilitleyişinin sesini dinlemişti. Ardından boşluğa bakmıştı uzun süre.

 

Beklemede kalın, maia ile kalın.

🪄💗✨

 

Loading...
0%