@cileklilink
|
Ne kadar kötü bir şeydir değil mi yetimhanede büyümek? Her gün yetimhanenin kötü çocuğundan dayak yemek... O kötü aşçının hiçbir şeye benzemeyen lapa lapa yemeklerini yemek... Yetimhane müdürünün her aile gelip bir çocuk seçtiğinde onların arkasından sahte gülücükler saçıp seçilmeyen çocukları azarlama çalışmaları... Herkes yetimhanenin ne kadar kötü bir yer olduğunu bilir. Kimse çocuğunun oraya gitmesini istemez. Yetimhanede kalan çocuklara acınır, küçümseyerek bakılır. Herkes böyle düşünür değil mi? Her yetimhane birbirinden kötü, birbirinden korkunç...
İşte bizim yetimhanemiz öyle bir yer değildi. O kadar güzeldi ki ilkokulda bazı sınıf arkadaşlarım ailelerine yalvarıp burada kalmak istiyordu. Ve aileleri izin veriyordu! Yetimhane müdürümüz Hatice Hanım çok iyi, tatlı ve sevecen biriydi. Bizim gerçekten evimizde hissetmemizi sağlayacak her şeyi yapıyordu. Aşçımız Zeynep Abla'nın yemekleri muhteşemdi. Okuldan, mahalleden ve buradan birçok arkadaşım vardı. Ama içlerinden en sevdiğim kişi Reyyan'dı. Reyyan bizim yetimhanenin olduğu mahallede yaşıyordu. Babası daha biz küçükken öldüğü için ona annesi bakıyordu. O kadar iyi, o kadar tatlı bir kızdı ki...
Peki ben kimdim? Adım neydi? Buraya nereden geldim? Nasıl ve neden geldim?
Ben Lara Özen. Nereden geldiği hakkında hiçbir fikri olmayan kız. Kendim hakkımda bildiğim tek şey; ailemin bir yangın sırasında öldüğü ve o evden tek kurtulanın ben olduğu... Daha 3 yaşındayken hem öksüz hem yetim kalan beni, akrabalarım istemediği için kendilerinden uzak bir yetimhaneye yerleştirmişler. Ben geldikten 2 ay sonra yetimhanede bir yangın çıkmış ve inanılmaz bir şekilde tüm arşiv yanmış. Bu yüzden beni kimin bıraktığını, nereden geldiğimi kimse bilmiyor. Yaklaşık 15 senedir burada kalan beni kimse evlat edinmek istememiş. Evlat edinilseydim hayatım nasıl olurdu herhangi bir fikrim yok ama şu anki hayatımdan memnun olduğumu söyleyebilirim. Ayrıca, dün akşam itibari ile 18 yaşına girdim -nasıl oluyorsa doğum tarihim biliniyor- ve artık buradan ayrılıyorum. Yarın sabah herkesle vedalaştıktan sonra artık kendime ait, yeni ve normal bir hayatım olacak. Ya da ben öyle umuyorum.
Birkaç gün önce Hatice Hanım'dan ev bakmak için izin aldığımda küçük, ucuz, kiralık bir ev buldum ve tuttum. İki oda bir salonu olan tatlı evdi. Odanın biri benim diğeri iki ay sonra reşit olacağı için benim yanıma taşınacak olan Reyyan'ındı. Reyyan'ın annesi Hava Teyze de bu durumu bildiği ve desteklediği için herhangi bir sorun olmayacaktı. Reyyan'ın ablası Rana Abla, Hava Teyzeyle kalacağı için, Hava Teyze yalnız da kalmayacaktı.
Bir elimde beyaz bavulum, diğer elimde siyah çantam 4 kişilik odamızdan çıkıyordum. artık benim olmayan odadan... Kübra, Özlem, Elif ve ben, senelerce aynı odada kaldık. Daha 16 yaşında olan Elif ve Özlem yaklaşık iki sene daha kalacaklar burada. Kübra 5 ay önce ayrılsa da hala yerine kimse gelmemişti. O küçüklüğünden beri çok içine kapanık bir kızdı. 5 ay önce bizle vedalaştıktan sonra bir daha ondan haber alamadık. O dönemde bir sevgilisi olduğunu bilsekte kim olduğunu bize söylememişti. Senelerce burada bir arada kalsakta herkes her şeyini anlatamıyormuş demek ki...
Son kez göz gezdirdim, unuttuğum bir şey var mı diye. Odadan çıkarken Elif ve Özlem'le karşılaştım. Elif;
"Şimdi mi gidiyorsun?" diye sordu. Evet anlamında başımı salladım. Senelerdir onlarla birlikte kalıyordum. Öz kardeşim gibi seviyordum onları. Tabi onlarda beni. Hepimizin gözleri dolmaya başlamıştı. Dokunsalar ağlayacak gibi duruyorduk.
"Bizi unutma tamam mı?" dedi Özlem.
"Özlem sence bu mümkün mü? Ben sizi asla unutamam. Sizi unutursam kendimi unutmuş olurum." diyerek ikisine de sarıldım. Biraz duygusaldık, evet. Ama birbirimizden başka kimsemiz yoktu ki bizim. Kim için ağlayıp kim için sevinecektik ki...
"Tamam kızlar, rahat bırakın çocuğumu." diyerek arkadan Zeynep Abla geldi. Gözleri kızarmıştı. Belli etmemek için çok gözüme bakmıyordu ama fark ettiğimi de hissetmişti. Biraz daha dursa gerçekten ağlayacaktı.
Kollarımı ona uzatarak sıkıca sarıldım. O da bana sarılırken göz yaşları akmaya başlamıştı.
"Zeynep Abla, yapma ama lütfen. Beni de ağlatacaksın." diyordum ama burnumu çekmeye başlamıştım bile.
"Olur mu kızım hiç! Gül gibi baktım, yetiştirdim sizi. Şimdi hayatınızda ne olacak kim bilir. Ah, yavrum keşke hep burada kalsanız." diyerek ağlamaya devam ediyordu. Diyecek bir şey bulamıyordum. Böyle ayrılıklar nasıl olur, ne zaman ne denir bilmiyordum. Tam o anda arkadan gelen Hatice Hanım'ı gördüm. Önce bana, sonra yanımızda ağlayan Zeynep Abla'ya baktı.
"Ah, Zeynep... Hadi artık yapma böyle. Sonsuza dek bizle kalamazlar ya." diyerek Zeynep Abla'yı avutmaya çalışıyordu.
Zeynep Abla kendine gelince küçük çocuklara kahvaltılarını vermek için yemekhaneye inmek zorunda kaldı. Bana iyi dileklerini iletti ve kızları da yanına alarak beni Hatice Hanım'la baş başa bıraktı.
"Lara, bilirsin ben öyle ayrılık konuşmaları yapamam. Umarım yeni hayatın dilediğin gibi geçer. Bir şeye ihtiyacın olduğunda kesinlikle beni arıyorsun zaten. Bunu söylememe bile gerek yok. Buradan gidiyor olabilirsin ama kalbimden gitmiyorsun. Seni seviyorum canım. Kendine çok dikkat et, tamam mı?" diyerek bana sarıldı. Sıkıca sarıldım ona. Sanki bir daha hiç göremeyecekmişim gibi... Sanki bir daha hiç sarılamayacakmışım gibi sarıldım.
"Ben de sizi çok seviyorum Hatice Hanım. Hayatımın en güzel yıllarını burada geçirdim. Ve evet, biliyorum. Bir şey olursa arayacağım." diyerek sarılmamızı sonlandırdık.
"Taksiyle mi gideceksin yürüyerek mi? " diyerek beni kapıya kadar çıkardı.
"Taksiyle gideceğim. Buraya çok yakın değil maalesef. Ama sizi ziyarete gelmeyi unutmam tabii ki." dedim ve içten bir gülümseme ile ona baktım.
Gözyaşları eşliğinde taksiye bindikten sonra adresi söyledim. Kulaklığımı takıp şarkı açtıktan sonra başımı cama yasladım.
***
Yaklaşık on dakikadır yoldaydık. Başımı kaldırıp etrafıma baktığım zaman dediğim adrese doğru gitmediğimizi fark ettim. Yolun etrafı ağaçlarla çevrili, ağaçların arkasında görünen terkedilmiş kasaba evleri görünüyordu.
"Nereye gidiyoruz acaba? Benim dediğim adres olduğunu sanmıyorum." diye sordum. Yanlış giden bir şey vardı ama kendimi sinirli veya korkmuş hissetmiyordum. Ne oluyordu bana böyle?
"Fark etmene sevindim. Ne zamandır bekliyorum soracaksın diye. O kadar konuşma hazırlamıştım. Ama unuttum şimdi."
"Ne demek istiyorsun? Sen kimsin? Nereye gidiyoruz? Kaçırılıyor muyum?"
"E tabi sana söylemediğim için öyle hissediyor olabilirsin. Ama baştan sorman gerekirdi. Az önce de dediğim gibi, çok güzel bir konuşma hazırlamıştım ama unuttum. Şimdi böyle anlatırsam tadı tuzu kalmaz ki."
Şuan resmen kaçırılıyordum. İşte şimdi sinirlenmeye başlamıştım. Olduğu gibi söylese ne olurdu ki. Sanki her gün kaçırılıyordum! Evet! Her gün kaçırılmıyordum. Şu an yapmam gereken tek şey polisi aramaktı. Telefonumu çıkarırken taksi şoförüyle göz göze geldik. Dikiz aynasından baktığı kahverengi gözler hiç korkmuşa benzemiyordu.
Onun gözlerinin içine bakarak;
"Polisi arıyorum." dedim.
"Yalnız burada telefon çekmiyor. Kasabaya gidince ararsın." dedi. Gerçekten deli gibi davranıyordu.
"Kasaba mı? Ne kasabası? Kasabaya niye gidiyoruz ki?" diyerek kafamı kurcalayan soruyları sordum. Ben meraklı biriydim sonuçta.
"Kasaba kasabası, Lara. Kasabaya gidince öğrenirsin. Şimdi lütfen ilk bindiğin dakikalardaki gibi sessiz ol." Adımı nerden biliyordu? Beni nereden tanıyordu? O kimdi?
"Haftaya olan bölümün fragmanını bittiği gibi vermemiş dizi gibisin. Şimdi desen ne olur, sonra ben desen ne olur?" diyerek mızmızlandım. Beni kaçıran birine mızmızlanmak ne kadar doğru bilmiyordum.
Ses çıkarmadan yoluna devam etti şoför. Tavrı, hareketleri, beni kaçırıyor gibi değildi. Başımı cama yaslayıp yolu izlemeye koyuldum.
Yorumlarınız benim için çok kıymetli. Lütfen yorum ve beğenilerinizi eksik etmeyin✨🤍
|
0% |