Yeni Üyelik
47.
Bölüm

※11※ Su Nasıl Yanar? Karanlık Nasıl Akar?

@cinkonur

Eliz güneş battıktan hemen sonra bitmiş Karataş ile Kargayuvası'ndan çıktı. Gece ticaretinin yavaşça canlanmaya başladığı sokaklardan bir rüzgar gibi geçti. Kemerleri, köprüleri ve tepeleri aştı. İkiz tepelerin ardındaki gölden şehre akan çaylar son kızıllığını kaybedip kapkara oldular.

ׄ

Bir eli cebindeki siyah kağıtlara sıkıca tutunmuştu. Şu yaptığı delice iş için bir parça cesaret sağlıyordu o kağıtlar. Erez kalan son kağıtlarının yalnızca birini kendisi için almış, kalanını Eliz'e vermişti. Kağıtlar ufak ve kırışmıştı. Hepi topu iki tanecikti. Ama hiç yoktan iyiydi.

ׄ

Tepelere çıkan yol çoğunlukla aşınmıştı ve bazı yerlerde de yürünmeyecek kadar engebeliydi. En yakındaki ışık en son arkasından indirim için bağıran satıcıların olduğu Kargayuvası'nın uç sokaklarında kalmıştı. Bu yüzden yol çoğunlukla kapkaranlık bir hiçlikten ibaretti. Görece daha düz bir alana geldiğinde görmediği çukurlara yan basmaktan bilekleri sancır olmuştu.

ׄ

Biraz soluklanmak için geniş yapraklı bir kış çalısının yanına sindi. Titreşen ışıklarıyla kıza göz kırpan, geri dönmesi için cilveleşen şehre baktı. Ne kadar yüksekteydi böyle? Liman tren yolunun açıldığı gecekondu mahallelerini bile şöyle böyle seçebiliyordu. İşte, limanın batısında ve daha tepede kalan okulu oradaydı. Koskocaman kampüs şimdi mezarlık gibi ışıksız ve cansızdı. Çayların bölüp dilimlediği merkez mahalleler de okulun biraz daha gerisinden kıyıya kadar uzanıyordu. Her zamanki gibiydi.

ׄ

Her şey hala normaldi.

ׄ

Eliz kaşlarını çattı. Erez ile aynı anda yola çıkmışlardı. Ve onun yolu bu kadar uzun değildi. İncilidere'ye gidecekti altı üstü. Şu an orada olmalıydı. Öyleyse bunca zamandır neden hiçbir şey olmadı?

ׄ

Sıkıntıyla iç geçirdi. Yakalanmış olabilir miydi? Ya da belki de Eliz tepeyi çıkarken bir şeyler olmuştu ama Eliz bunu fark edememişti. Yok, hayır. Eliz fark edemese bile yelkanlılar bir şeylerin ters gittiğini elbette fark ederlerdi. Ki tepeyi çıkarken uzaktan üslerine dönen yelkanlılar hariç kimseyi görememişti.

ׄ

Bir şehrin siluetine, bir de biraz daha yukarıda ince ışık huzmeleriyle hiçlikten ayrılan ikiz tepelere baktı. Ne olursa olsun, ister yelkanlılar Erez'i fark etsin ister etmesin, tepeye çıkmak zorundaydı. O yüzden oturduğu yerden kalktı.

ׄ

Aptal kafam. İşte, bir haltlar yiyip sonra da arkanı düzgünce toplamazsan böyle olurdu. Birkaç tane salak yelkanlı ve bir tane salak bıçak yüzünden düştüğüm hallere bak.

ׄ

Tepeyi kendine söylene söylene tırmandı.

ׄ

Yelkanlıların üsleri görüş açısında girdiğinde adımlarını yavaşlattı. Tepe artık tabak gibi düzleşmişti. Tek tük büyük kaya, budanıp kenara atılmış çalılar ve ışığın ermediği ufak çukurlar haricinde saklanacak yer kalmamıştı. Kayalardan birinin arkasına sığındı hemen.

ׄ

Eliz, gün boyu Karataş'ını yeniden yazdığı noktadan bu ikiz tepeleri gözlerken karşısına bir yerleşkenin, karakolun ya da buna benzer bir yapının çıkacağını tahmin etmişti. Sonuçta bunca yelkanlı bir yerde kalıyor, dinleniyor ve ikmalini gerçekleştiriyordu.

ׄ

Ama bu kadar organize ve düzenli bir yerleşim yeriyle karşılaşacağını da hiç tahmin etmemişti.

ׄ

Diğer yapılara göre daha geniş, yüksek, geniş teraslı, Azkana'nın kendi evleri gibi açık renkli odundan yapılma bir bina vardı karşısında. Terasta ve balkonda birileri kıpır kıpır oradan oraya hareket ediyor, içeriden vuran ışığı kesiyordu. Binanın geniş kapıları, tıpkı pencereleri gibi ardına dek açıktı. Zırhları pırıl pırıl parlayan genç yelkanlılar binaya girip çıkıyor, birbirleriyle sessizce konuşuyorlardı.

ׄ

O büyük binanın çevresinde daha alçak ama benzer genişlikte birkaç yapı daha konuşlandırılmıştı. Kışla görevi görüyor olmalıydı bunlar. Tabii ki ayaktakımını en süslü binaya yerleştirmemişlerdi. Biraz daha solda da diğer tüm yapılara göre daha derme çatma duran bir bina dikiliyordu. Depo gibi bir şey olmalıydı o da. Kenara el arabaları gelişigüzel park edilmişti.

ׄ

Çevresine bakmayan biri tepede sanki çok az kişi varmış yanılgısına düşebilirdi. Derin bir tıslama sesi, neredeyse yavaş bir kükreme, Eliz'in dibine saklandığı kayayı titretti. Eliz kollarını kendine çekip iyice ufaldı. Ellerini korkudan pır pır eden göğsüne bastırdı. Bir omzunu kayadan ayırmadan sesin geldiği yöne yani ikiz tepelerin diğerine baktı.

ׄ

Onlarca rengarenk, uzun, yılansı beden zardan kanatlarının kancalı ara eklemlerini tepenin sarp kayalarına geçirmiş dinlenmekteydi. Bu halleriyle bir yılandan çok, uzun kuyruklu yarasalara benziyorlardı gerçi. Sivri burunları altındaki ince ama büyük ağızları her rüzgar estiğinde kedinin mırlamasına benzer bir sesle açılıyor, mırlama rüzgar biterken bir tıslamaya dönüyordu. Parlak renkli pullarının üstüne kendileri gibi ışıl ışıl olan zincirden yapılma hafif zırhlar ve eyerler geçirilmişti.

ׄ

Gövdelerindeki renkler ve lekeler kadar kafalarının biçimleri de farklıydı. Sanki her birine sırf onlar için özel üretilmiş maskeler verilmiş, sonunda da o maskeler suratlarıyla bütünleşmişti. Bazısının başından sivri boynuzlar geriye uzanıyordu. Bazısının başında boynuzu değil, dikenleri, bazısının saça benzer ama aşağı düşmek yerine usul usul havada dalgalanan uzantıları vardı.

ׄ

Her yelkanlının sırtına bineceği, çılgın fırtınalarda birlikte yol bulacağı, hayatı boyunca ayrılmaz yoldaşı olacak rüzgarkeseni olurdu.

ׄ

Eliz hariç. O fırtınaya dokunamaz, rüzgarla dans edemez, hava ile dalga geçemezdi. Gök için yaratılmış bir yaratıktı. Ama doğmadan evvel kanatları ondan alınmıştı. Yere hapsolmuştu.

ׄ

İçinde parlayan öfke ile tırnaklarını avucuna geçirdi. Sırası mıydı şimdi böyle şeyleri düşünmenin? Buraya kendini kurtarmak için gelmişti. Ağzı bir karış açık rüzgarkesenleri izlemek için değil.

ׄ

Derin bir nefes alıp odaklandı. Gözlerini yeniden tepeye dikti.

ׄ

Neyse ki hiçbir rüzgarkesen Eliz'i fark etmemişti. Henüz. Yelkanlılar tarafından fark edilmeyi rüzgarkesenler tarafından fark edilmeye binlerce kez tercih ederdi Eliz zaten. Bir tanesi onu görecek olsa muhtemelen bir ok gibi fırlar, üstüne kıvrılır, onun yanında küçücük kalan bedenini tek hamlede ısırır, çok yükseklere uçup o irtifadan aşağı savuruverirdi.

ׄ

Acaba hangisinden ölürdü önce? Isırılacağı için mi yoksa düşüp paramparça olacağı için mi?

ׄ

Olası ölüm senaryolarını kafasından çıkarmak için başını iki yana salladı. Gözlerini ihtişamlı rüzgarkesenlerden ayırdı. Yeniden yerleşkeye bakmak için kayanın dibinden biraz yana uzanmıştı ki turuncu, çok parlak, gölgesini önündeki taşa düşüren bir şimşek çaktı birden.

ׄ

Ne şimşeği? Tepeye gelirken hava cam gibi berraktı halbuki. Işıkla irkilip uykusundan uyanan rüzgarkesenler de Eliz ile birlikte kafalarını şehrin olduğu tarafa uzattılar bu kez.

ׄ

Bir kez daha şimşek patladı. Kız bu sefer hazırlıksız yakalandı. Turuncu ışık gözlerini yaktı. Yanıp yaşaran gözlerini avuçlarıyla kapattı Eliz. O ellerini açamadan bir şimşek daha çaktı. Rüzgarkesenler kulakları acıtan acı çığlıklarla kanatlarını çırpıp huzursuzca havalandılar. Kuvvetli hava akımları Eliz'in üstüne toz savurdu.

ׄ

Yaşları sildi hemen. Bu sefer gözlerini açmadan parmaklarını yüzüne siper etti. Öyle yapması da akıllıca oldu çünkü hemen birkaç saniye sonra ilkinden de güçlü bir patlama daha yaşandı.

ׄ

Havada birbirlerini ittiren rüzgarkesenler son ışıkla uludular. Binlerce martının aynı anda çığlık atması gibiydi sesleri şimdi. Birbirlerine çarparak tepeden kaçışmaya çalıştılar. Bir tanesi güm diye karşı tepeye düştü.

ׄ

Tepesinden belki de yüzlerce kanat çırpınıyordu. Ve rüzgarkesenlerin çığlıklarına birileri er ya da geç koşacaktı. Eliz hemen dizlerinin üstünde şehri taradı. Neydi o öyle? Ne patlamıştı da art arda her yeri sabah güneşi gibi aydınlanmıştı?

ׄ

Dış mahalleler az evvelki gibiydi. Limanda da duman yoktu. Kampüs sakindi. Gecekondu mahalleleri de. O zaman ne...

ׄ

Gözü İncilidere'yi bölen çaylara kaydı. Oraya kaydı çünkü gece vakti normalde o noktada asla seçemeyeceği çaylar şimdi akkor bir metal tel gibi için için yanmaktaydı. Ve tuhaf olanı yanan şey artık her ne idiyse ufalıp güç kaybetmek yerine çayın daha da ötedeki kollarına yayılıyordu. Çaylar mı? İyi de su nasıl yanar?

ׄ

Erez'in bulduğu kibrit ve uygun büyülerle.

ׄ

Evet, kuşkusuz bu bir çok yelkanlının dikkatini çekerdi. Mükemmel gösteri. Demek bu yüzden öyle bir çok kez gelip gitmişti! O çayların her dalı için ayrı ayrı büyü yapmış olmalıydı.

ׄ

Akıllı iblis seni. Az daha beni de kör ediyordun.

ׄ

Erez'in renkli gösterisi gerçekten de arkadaki yerleşkedekilerin dikkatini çekti. Son şimşek patlayalı henüz on saniye bile olmamıştı ki büyük binanın balkonları dolmuş, yerleşkeden öfkeli emirler yükselmeye başlamıştı. Rüzgarkesenlerin paniği ile eli ayağı birbirine dolanan acemi askerler beceriksizce emirleri yerine getirmek için yerleşke içinde koşuşturdu.

ׄ

Kalabalık bir güruh tahta köprüden karşı tepeye geçti hemen. Tepede ikinci bedenlerinin onları sırtlarına almalarını beklediler suratları havayı tararken. Beklediler. Beklediler.

ׄ

Birkaçı dev yılansı yaratıkların isimlerini bağırdı. İsimlerini anmak bu tuhaf yaratıkların üstünde hayli etkili olmalı, hemencecik diğer bedenlerinin yanında bitmeleri gerekirdi. Ama hiçbir rüzgarkesen değil onları fark etmek, tepeye bile yaklaşmadı. Havada bet sesleriyle çığlıklar atıp tepelerin kayalıklarına ve birbirlerine çarptılar.

ׄ

Yılansı yaratıklar öylesine büyük bir çaresizlikle kendilerini oradan oraya atıyorlardı ki Eliz'in içinde bir şeyler çatlayıp kırıldı. Ama bu his acıma değildi. Daha çok şaşkınlıktı. Ekvator tayfunlarında bile minicik bir hata yapmadan, kusursuzca uçabilen yaratıklardı bunlar. Daha önce bir kez bile bir rüzgarkesenin kör halde oraya buraya yalpaladığını görmemişti Eliz. Zavallılar. Hepsi de ardı ardına patlayan ışıklara hazırlıksız yakalanmıştı. Büyük ihtimalle ne uçtukları yönü ne de yüksekliklerini kestirebiliyorlardı.

ׄ

Ama yelkanlıların ellerinde isimlerden daha kuvvetli silahlar vardı. İncecik, belli belirsiz bir rüzgar çanının hırslı tıngırdaması ikiz tepelere yayıldı.

ׄ

Rüzgarkesenlerin çığlıkları kesildi. Geriye yalnız çanın sesi kalana kadar rüzgar çanı çalmaya devam etti.

ׄ

Buz gibiydi o çanın şıngırtısı. Eliz'in tüyleri ürperdi. Hassasiyeti körelmişti evet, ama yine de tepenin üstünden morumsu huzmeler zihninin ardında belirdi. Büyü. Çan büyülüydü demek.

ׄ

Yo, hayır. Çandan değildi bu renkler. Yaşayan, nefes alan bir şeydendi. Durgun değildi. Gelgitliydi. Deniz dalgaları gibi.

ׄ

Birden kesilen çığlıklarla tepeye bir anlığına uğursuz bir sukunet hakim oldu. Eliz kayaya tutunup kendini yukarı çekti. Tepede, yüksekçe bir kayanın üstüne çıkan beyaz cüppeli Kızkardeş elindeki ince zincirli çanı son kez salladı. Eliz hemen payını varlığının en derinlerine bastırdı. Morumsu renk solup yitti. Soğuk cildi yeniden ılıdı.

ׄ

Rüzgarkesenler normalde de yapacakları gibi usulca uzun bedenlerini rüzgara bıraktılar, alçaldılar, alçaldılar... Sanki az evvel panikten birbirlerine dolanmamışlar gibi yüksek bir yerden yere atlayan kedinin zarifliğiyle yere kondular. Zincirli zırhları şıkırdadı, uzun burunlarından derin nefesler verdiler.

ׄ

Sonra bir çok şey aynı anda gerçekleşti. Koşarken zırhını, silahını kuşanmaya devam eden yelkanlılar diğer tepeye akın ettiler. İkinci bedenlerini yatıştıran Kızkardeş'e selam verip hızlıca rüzgarkesenlerin sırtlarına bindiler ve havalandılar. Erez'in şaaşalı ışıkları sağ olsun, gün boyu takip ettikleri gezici gruplardan çok daha fazlası aynı anda şehre uçtu.

ׄ

Kızkardeş ağır adımlarla köprüyü aştı. Yerleri süpüren cüppesini toplamadan hızla boşalan büyük binaya seğirtti. Suratı salaş başlığın altında kusursuzca gölgede kalıyordu.

ׄ

O başlık Eliz'in işine yarayacaktı.

ׄ

Curcunadan yararlanıp harekete geçti. Cebinden çıkardığı siyah kağıdı avcunda sakladı. Kağıt hazır olmalıydı. Ne olur ne olmaz. Bir yılan gibi sessizce çukurlara, çalılara ve kayalara saklana saklana ana binanın girişine süzüldü. Önünden yelkanlılar geçti. Ama kendi acelelerinden hiçbiri yabani ot gibi kıvrılarak binaya varan Eliz'i fark etmediler.

ׄ

Zaten Eliz binanın hemen yanına vardığında yerleşke yarı yarıya boşalmış, bağırış çağırışlar dinginleşmiş, kalan rüzgarkesenler de huzursuz huzursuz kayalara tutunmaya devam etmişlerdi bile.

ׄ

Kızkardeş yolunu neredeyse tamamlamıştı.

ׄ

Eliz'in kasları gerginlikten uyuşmuştu artık. Nefeslerini yavaşlattı. Payını öyle bastırmıştı ki saklandığı karanlık çalılık bile onu itiyor gibiydi. "Çık buradan," diyordu sanki karanlık ona. Bu dünyadan değilmiş, hiçbir zamana ait olamamış gibi bir yabancılık hissi kapladı içini. Uzun süre böyle kalamazdı. Biraz daha... Azıcık daha...

ׄ

Kızkardeş avcı kuşların keskin bakışlarıyla etrafını izleye izleye Eliz'in önünden geçti. Duraksamadı. Dönüp de Eliz'in tarafına bakmadı. Salına salına kapıdan döndü. İçeri geçti. Eliz tuttuğu nefesini bıraktı. Ve Kızkardeş'in peşinden içeri girdi.

ׄ

Kız Eliz'den hayli kısaydı. Rüzgar çanını girişteki askıya asmak için uzanmıştı. İnce, beyaz bilekleri cübbenin beyaz yenlerinden sıyrılmıştı. Eflatun-gri lekeler parmaklarından çıkıp bileğine oradan da kolunun üstüne uzanıyordu. Rengi tutturamadık, iyi mi?

ׄ

Bu çelimsiz kızı kolaylıkla devirebilirdi Eliz. Ama işini gürültülü kaba kuvvetiyle halletmeyecekti.

ׄ

Kızkardeş'in arkasından yaklaştı. Bir eliyle kızın gövdesini, diğer kağıdı tuttuğu eliyle de ağzını kapatarak kızı yakaladı. Kız debelendi. Bağırmaya çalıştı. Ama Eliz bu Gökçelili kandaşına göre daha iri ve daha güçlüydü. Kızkardeş kendi payına eremeden Eliz bastırdığı payını bıraktı. Avucundaki büyü devinime geçti.

ׄ

Basit bir büyüydü. Sekizkök'te manastırda bu rünlü kağıtlardan bol bol hazırlar, manastırın kendini beğenmiş büyücülerinin çaylarına ve sularına katardı. Çaydan bir yudum almayadursunlar hemencecik oturdukları yerde içleri geçerdi.

ׄ

Tabii şimdi kullandığı rün o zamanlar kullandıkları kadar hafif değildi. Çok daha ağır, daha etkili ve daha fark edilebilirdi. Kızkardeş'in buna direnebilmesi, tersine çevirip Eliz'i tuzağa düşürmesi de olasıydı. Ama Eliz kızı da büyüsünü de bırakmadı.

ׄ

Sıkı sıkı tuttuğu ince beden debelenmeyi kesti. Pelte gibi Eliz'in kollarına yığıldı. Adice bir tuzaktı evet, bunu kabul ediyordu. Ama yine de minik zaferiyle gülümsedi. Ter içinde kalmış halde saçlarını sabırsızlıkla savurup etrafına hızlıca göz gezdirdi.

ׄ

Çok kullanılmayan, tenha, şu kızı saklayabileceği bir yer lazımdı. Dışarı çıkamazdı, beyaz cüppesi ile yoldan geçen birinin dikkatini çekebilirdi. Sağ yanından açılan koridordan soğumuş yemeklerin artık çok da hoş olmayan yağlı kokuları geliyordu. Mutfak olmazdı. Geç onu. Mutfakta daima birileri olurdu. Sol yanına döndü. Koridor ileride merdivenlere ayrılıyordu. Merdivenin hemen ilerisinde kalan kapısı açık karanlık oda zihninde ışıkları yaktı.

ׄ

Kızı kollarından yakaladı. Gözüne kestirdiği odaya kadar sürükledi.

ׄ

Ufak bir ardiye odasıydı burası. Bozuk et ve limonun rezalet bir karışımından bir koku Eliz'in genzini yaktı. İğrenç olmasına iğrençti ama bir şekilde de çok tanıdıktı koku.

ׄ

Yuha yağı değil mi bu?

ׄ

Tabii ya! Gökçelilerin demircilikte ve dokumacılıkta kullandığı bir yağdı bu. Ve pek tehlikeli bir meretti. Kutuplarda yaşayan belli bir denizineğinden (yoksa denizaslanı mıydı?) elde ediliyordu.

ׄ

O hayvanlar güneye inemezdi. Çünkü iç yağlar ufacık bir sıcaklık değişiminde bomba gibi patlardı.

ׄ

Tabii... Bu odada içi yağla dolu fıçılar, yağların sıcaklığını bir nebze muhafaza ediyor olmalıydı.

ׄ

Ama yine de yeterince sıcak bir şeyle fıçıya yaklaşacak olsa... Bom!

ׄ

Hah, iyiydi bu. Eliz bu yağların varlığının aklının bir köşesine not etti. İşine geri döndü.

ׄ

Yelkanlı kızı odanın en uzak köşesine çekti. Beyaz cübbesinin büyük ilmiklerini aceleyle açarken parmakları birbirine karıştı. Cübbenin uzun, büyük yenlerinden çeke çeke beyaz giysiyi kızın üstünden hiç de nazik olmayan hareketlerle çıkardı.

ׄ

Cübbeyi giymeden önce sırtı kısmınındaki ve eteklerindeki tozları silkeledi. Buklelerini avcunda topladı, gelişigüzel bir şekilde ensesinden bağladı. İçinde pek az şey bıraktığı çantasının havasını iyice söndürdü, gövdesine iyice yapıştırdı. Sonra da cübbeyi üstüne geçirdi. Tartakladığı kızdan hayli iri olmasına karşın cübbe Eliz'e bile büyük gelmişti. Canına minnet! Başlığı burnuna kadar çekti. Gümüş işlemeli yenlerini düzeltip düğmelerini ilikledi.

ׄ

İşte, şimdi artık bir Kızkardeş idi.

ׄ

Koridora çıktı. Kapıyı arkasından dikkatlice kapattı. Gözleri bir kilit bulma umuduyla kızlıca oraya buraya döndü. Of, ardiyenin neden kilidi olsun ki? Ama olsaydı iyi olurdu. Dudaklarını birbirine bastırdı. Hemen şuraya kapının içeriden açılmasına müsaade etmeyecek bir yük çekse çok dikkat çekerdi. Kalan son rün kağıdını da buraya harcayamazdı. O yüzden kapıyı öylece bıraktı.

ׄ

ׄMuhtemelen kız uyanana kadar o da tepeden tüymüş olacaktı.

ׄ

ׄTenini seçebileceği kadar ışığa çıktığında ellerinin tersini ve kollarını kontrol etti. Koyu yeşil ince çizgileri parmak uçlarıyla takip etti. Başlıktan görünmese de elleri yine de sivri uçlu kulaklarını da yoklamaya çıktı. Yelkanlıydı şimdi. İsmi ve soyu olmayan bir yelkanlı.

ׄ

ׄHareketlerini ağırdan alarak, Kızkardeşlerin zarif yürüyüşünü taklit ederek ana koridora döndü. Cübbenin etekleri yere sürünüyordu. Kirleniyordu. Etekleri elinde toplamamak için avuçlarını sımsıkı kapattı. Kirlenen eteklerden daha büyük sorunları vardı şimdi.

ׄ

Mesela sorunlardan biri nereye gideceğini bilmemesiydi.

ׄ

Tedirginlik payını uyandırmadan hemen önce derin bir nefes aldı. Kızkardeşler'in elinde mühim bir eşya vardı. Bir bıçak. Payı fazla olmayan, büyü kaynağını çoğunlukla rüzgardan alan, rahatsız edilmekten hiç mi hiç hazzetmeyen, sefa düşkünü Kızkardeşler bu zor büyüyü nerede yaparlardı ki?

ׄ

Mutfak tarafından yankılanan gülüşme ile yerinden sıçradı. Yerinde durup aval aval bakmasa iyi olacaktı. Sırtını dikleştirip başını eğdi. Mağrur mağrur merdivenlerden yukarı çıktı.

ׄ

Büyü yapılacak bir yer... Büyü yapılacak bir yer...

ׄ

Bir üst kata geçmek için diğer merdivene dönecekken cübbenin başlığı ve koridorun biçimsizliği sağ olsun az daha koridoru dönen bir yelkanlı ile çarpışacaktı. Hızlı bir refleksle kendini duvaya yapıştırdı. Bu zırhsız ve cübbesiz yelkanlıyı kıl payı sıyırdı.

ׄ

Yelkanlı bu ani hareket ile elindeki kesesi açılıp dökülmesin diye göğsüne çekti. Buyurgan ve sert bir şekilde, "Dikkatli ol, genç kardeşim," dedi Salaca. Kalbinin gümbürtüsünden kendi ana dili Eliz'e kelimeleri tersten söylenmiş gibi yabancı geldi.

ׄ

Zırhsız bir yelkanlı, ha? Başını belli belirsiz kaldırıp göz ucuyla yelkanlı adama baktı. Çivit mavisi yel lekeleri çenesinden ta gözlerine ve alnına kadar uzanıyordu. Eliz gibi sarışındı o da. Gerçi Gökçeli'de hemen herkes sarışındı. Kemikli yüzü Eliz'in içini sanki uçurum kenarına gelmiş gibi kaldırdı.

ׄ

Tanıdıktı bu yüz. Korkunç bir tanıdıklık hem de. Binlerce kez gördüğü ve aynı zamanda daha önce hiç görmediği bir yüz. Kim bu? En son Gökçeli'den olup da onu ve ailesini avlamayan kimi görmüştü? Birkaç kişiyi. Ama hiçbiri de bu suratı taşımıyordu. Kim? Bilmediği, tanımadığı piç bir kuzeni olabilir miydi? Soy izleri de seçilmiyordu ki bu uzaklıktan! Kim? Kim? Bastırılmış payı göğsünü dövüyor, Eliz'i savunması için yalvarıyordu kıza.

ׄ

Kibar bir özür dizgilemek için ağzını açtı. Zırhsız, silahsız, cübbesiz bir yelkanlı, demek... Öyleyse asker değildi. Ama bir büyücü de olamazdı. Sonuçta Kızkardeşlik'ten başka kim olacaktı ki-

ׄ

Bir fikir, bir kelime işte o an canlandı. Ve Eliz'in kafasının içinde çığlıklar atmaya başladı.

ׄ

Salik.

ׄ

Dudaklarını birbirine bastırdı ses çıkaramadan. Ama mağrur duruşunu bozmadı. Konuşma. Dişlerini birbirine kenetledi. Başını, dizlerini ve gövdesini hafifçe öne büktü. Konuşma ve hareket etme. Ağırlaşan nefesi gırtlağına oturdu. Ama yutkunamadı bile. Kıpırdama. Her kası oradan kaçması için deliler gibi bağırıyordu. Sessiz. Duruşunu korudu. Saniyeler yüzyıllar gibi geçti.

ׄ

"Neyse ne," dedi adam bıkkın bir nefes vererek. "Madem ortada dolanmayı seviyorsun, al şunu." İnce parmaklarının kavradığı ufak, kumaştan bohçayı Eliz'in suratına uzattı. "Bunu yukarı çıkar. Ve efendilerine haber et. Oda hazırlandığında Salik ritüeli gerçekleştirmek için teşrif edecek. Anladın mı?"

ׄ

Salik teşrif edecek. Kaskatı kesilmiş uzuvlarını bir kez daha zorladı Eliz. Uzanıp bohçayı aldı. Başını ve dizlerini birazcık daha eğdi. Salik.

ׄ

"Güzel. Şimdi çok oyalanma." Sarışın yelkanlı arkasını dönüp koridordan döndü.

ׄ

Salik. Salik. Salik.

ׄ

Bir Salik buradaydı. Bir Salik.

ׄ

Gökçeli darugasının bizzat yetiştirdiği büyücü suikastçiler.

ׄ

ׄ

Loading...
0%