@cinkonur
|
Cildi kızıl-zeytuni yılan pullarıyla kaplı, saçsız, Eliz'den iki kafa boyu daha uzun, ağzı kıvrımlı dudaklar yerine dümdüz yarıklarla sonlanan bir kadın ince, çentiksi gözleriyle avını tuzağa düşürmüş avcının keyfiyle kıza bakıyordu. Arkasında beş ya da on dakika önce gördüğü sarışın yelkanlı duruyordu. Onun da hemen yanında üstü başı toz içinde, saçları dağılmış, kızıl yel lekeli, Eliz'in cübbesini aldığı Kızkardeş duvara yaslanmış içeriyi izliyordu. Peşlerindeki diğer Kızkardeşleri Eliz ancak gölgelerinden seçebildi. "Bak sen," dedi Salik dudaksız ağzından çıkan ince sesiyle. Konuşmasıyla Eliz göğsüne tekme yemiş gibi nefessiz kaldı. "Yetenekli olduğun kadar cesurmuşsun da." Eliz de tam "Neden her şey bu kadar düzgün işliyor?" diye kendine sormak üzereydi. Bir saniye. Bir saniye içinde yapılabilecek çok az şey vardı. Kaçması gerekti. Hemen. Salik ellerini üstüne sürmeden veya uğursuz kelimeleri fısıldamadan önce. Ama kapının tam önündelerdi. Ellerini uzatsalar yakalarlardı kızı. Karnına kramplar girdi. Alan. Alan lazımdı ona. Dışarı çıkabileceği, kendini çekebileceği herhangi bir alan. Duvara vuran gölgelere gözü kaydı. Koridordan geçemezdi. Çıkış yolu tamamen kapanmıştı. Alan. Ya da zaman. Kadın uzun tırnaklı elini kaldırdı. Bir saniye bile sonsuzluk gibi geçti. Eliz o bir saniyeyi kullandı. Artık daha kötü ne olabilirdi ki? Payını saklamaya lüzum kalmamıştı. Gücünün iplerini tamamen bıraktı. Eliz'e hevesle cevap veren varlık, az önce aklını bulandıran karanlık oldu. Soğuk kadar, buz kadar, taş kadar aşina değildi karanlığa. Ama yine de kabiliyetini ve sınırlarını tanırdı. Soğuk gibi ehli değildi karanlık. Daha yabaniydi. Ama yine de yaramazlığına rağmen Eliz'e itaat ederdi. Dinlerdi onu. Şimdi de dinledi. Kafesini kuduz bir hayvan gibi terk ederken Eliz'in teni buz kesti, kemikleri cayır cayır yandı. Salik'in keyifli yüzü bir anda bozuldu. Adi mahluk seni. Pullu kadın kendi payına uzandı. Eliz'in zihninin gerilerinde mat, pürüzlü, koyu yeşilden şeritler oynaştı. Yüksek bir paydı. Hareketli, idmanlı ve itaatkar bir pay. En az Nadir'in payı kadar. Belki biraz daha az. Karanlık Eliz'in avuçlarından aktı. Salik ve diğer yelkanlıların arasına yıldırım hızıyla doldu. Salik'in arkasındakiler geriledi ama Salik ve çırağı hareket etmedi. Biraz hayretle bakıyordu ikisi de. Eliz'in tüyleri ürperdi bu meraklı gözler önünde. Ve suratlarını karanlıkla boğdu. Işık soldu ve yok oldu. Arkasındaki açık camdan patlayıveren kuvvetli rüzgarın uğultusu ve karanlığın yankılı sesi yelkanlıların nidalarını yutuverdi. Zehirli bir duman gibi ondan ayrılıp önündeki kalabalığı örten karanlık şimdi Eliz'in elleriydi. İtti hepsini. Var olan tüm gücüyle, hırsla itti. İtti ki bir daha kalkamasınlar. Salik, çırağı ve beyaz cüppeli kadınlar yere düştüler. Kaçayım derken birbirlerine çarptılar. Işıktan kör olmuş rüzgarkesenlere benziyorlardı şimdi. Birileri yardım için bağırdı. Karanlığı hemen oraya yönlendirdi Eliz. Uğultu yardım çığlığını yuttu. Zaman. İşte istediği buydu. Karanlığı kendinden ayırdı. Avuçlarından akan dumansı renksizlik durgunlaştı ve kesildi. Sanki gövdesini dik tutan gücü kaybetmiş gibi omuzları çöküverdi. Bir anlığına tüm dünya fırıl fırıl döndü. Dünya dönerken gözlerinin önünde sarımsı yeşil bir ışık çaktı. Işık mı? Panikle gövdesini doğrultmaya zaman bulamadan yosun kokulu bir şey -gövde, duvar, hava!- Eliz'e çarptı. Mermer masaya savruldu. Sırtını masanın keskin kenarına çarptı. Acıdan iki büklüm halde elleri tutunacak bir şey aradı. Yere düştü. "Küçük kız," tıslama sesi Eliz'in zihninde yankılanınca yüzünü buruşturdu. Salik şimdi öfkelenmişti. "Etkileyici ama müsrifçe bir numara." Tepesinden bir çatırdama sesi geldi. Camdan tavan önce gümbürdedi. Basınçtan kulakları sancıdı. Ellerini kulaklarına kapattı Eliz. Çıt! Minicik bir çıtırdama koskokoca çatlaklara döndü tavanda. İlerledikçe ilerlediler. Örümcek ağı gibi sarmaladılar her yanı. Koca cam parçaları doğal olmayan, ölümcül bir hızda aşağı yağdı. Eliz yuvarlanıp gövdesini mermer masanın altına çekti. Başını kollarıyla sardı. Cam parçaları masanın çevresinde hınçla düştü. Binlerce parça kulakları sağır eden gürültüyle patladı ve un ufak oldu. Parçalar kızın kıyafetine, cübbesine, botlarına saplandı. Burada kalamazdı. Tüm camdan çatıyı rün kullanmadan parçalayıvermişti pullu kadın. Pay olarak Salik'ten fersah fersah ötedeydi Eliz ama idmansızdı. Bu haliyle payı onu çabucak tüketirdi. Tükenirse ayakta bile kalamazdı. Savaşma. Yalnızca kaç. İyi de kaçacak yeri kalmamıştı ki! Kollarını açıp koridorun son haline baktı. Karanlık hala oradaydı evet ama şimdi daha zayıftı. Çırak bile ayaklanmıştı. Diğerleri de ayaklanmak üzereydi. Belki de destek çağırmışlardı. Dışarıdan gelen bağırışların kaba sesi kulaklarını doldurdu. Gidebileceği tek yer- Uluyel... Gerçekten, başka çaresi var mıydı? Eliz avcunu açtı. Camdan kıymıkların hepsini Salik'e yükselen bir hava akımıyla savurdu. Salik ciyaklayıp kendini korumaya çalışırken dirseklerinin üstünde emekleyerek masanın altından çıktı hemen. Ayağa kalktı. Bir kez daha karanlıktan istedi. Haylaz karalık Eliz'i kırmadı. Yeniden canlandı. Buzdan bir sis gibi çevresini sardı. Koridordan geçmeyecekti. Pencereden geçecekti. Masanın üstüne çıktı. Bacaklarını pencereden aşağı sarkıttı. Üçüncü kattaydı. Ama çok yukarıdaydı. Kendini buradan bıraksa en iyi ihtimalle bacakları kırılırdı. Zeminden bakarken hiç bu kadar yüksekte olacağını düşünmemişti! İnişini yavaşlatabilirdi. Büyüsü ile. En azından ne kadar gücü kalmışsa. Bacakları kırılmasa yeterliydi. Zemine inip hemen önlerindeki kayalara gider, oradan göle atlayabilirdi. Eliz'i suda bulamazlardı. Buz gibi havayı yutar gibi içine çekiyor, göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu. Deliceydi bu. Delice. Delice. Tüm gücünü, hakimiyetini, payını ve büyüsünü topladı. Karanlığı koridorda bıraktı. Soğuğa ve havaya uzandı. Karanlığa göre daha ehliydiler. İki sınırsız varlığın gücü Eliz'in kemiklerini doldurdu. Hadi bakalım. Bir koşuya kalkar gibi kalktı. Desteğini masadan aldı. Kendini pencereden dışarı attı. Çığlığı boğazını yardı. Düştü. Bedeninin kontrolünü yitirdi. Uzuvları tamamen yerçekiminin merhametindeydi şimdi. Karanlık zemin büyüdü. Büyüdü. Büyüdü. Eliz tüm gücüyle çevresindeki havaya uzandı. Onları sıkıca tuttu. Ellerinden kaydı hava. Ama vazgeçmedi. Parmaklarını saydam güce sapladı. Ve bir araya getirdi. Yaklaştırdı. İç içe geçirdi. Havayı sıkıştırdı. Kulak zarları patlayacak gibi oldu. Görünmez bir güç vücudunu mengeneyle eziyordu adeta. Dayanılmaz bir baskı, sıkışıklık her zerresini ezip geçti. Ama büyü işe yaradı. Boşluktaki gövdesi düzeldi. Ayakları aşağı, başı yukarı konumlandı. Kollarını iki yanına toplayabildi. Yavaşladı. Yine de sırtının üstüne yere çarptı. Ve çarpışı hiç de yavaş olmadı. Başını kayaya geçirmekten kıl payı kurtardı. Ama kalçası o kadar şanslı değildi. Bir anda bıraktığı büyü ve aniden gelen darbe ile gözleri karardı. Eğimli arazide yuvarlandı. Hızını başka bir kaya kesti. Ona da çarptı. O kaya olmasaydı falezden uçacaktı. Aklı kuş olup uçmuştu. Her hareketi saf bir içgüdüydü. Bir örümcek gibi kayaya tutundu. Gövdesini görece düz yere çekti. Her zerresi yanıyordu şimdi. Hele de ciğerleri... Öksürmeye başladı. Ciğerlerinin parçalandığına emin olana kadar öksürdü. Havaya olan açlığını bir türlü doyuramadı. Kayaya yaslandı. Sersemlemişti. Dünya dönüyordu. Desteksiz ayağa kalkacak hali yoktu. Kendine gel. Gözlerini kırpıştırdı. Yorgunluk bu kez bedenini değil zihnini yiyip bitirmekteydi. Bilinci kayıyordu. Uyanmalıydı. Bir şey yapacaktı. Bir yere mi gidecekti? Yok, hayır. Ne öyleyse? Ne yapacaktı? Bir şey vardı ama, emindi bundan. Başını kayaya yasladı. Hah. Erez. Onunla buluşacaktı. Kendine gelmeliydi. Burnundan bir şey akıyordu. Sıcak bir şey. Tozlu parmaklarını dudaklarının üstüne ve burnuna götürdü. Yapış yapış kanı parmak uçlarını boyadı. Gözleri ağırlaştı. Odağını kaybetti. Farkındalığını ona kazandıran şey kulağının dibinden vızıldayarak geçen bir mermi oldu. Ne? Bu kez avuçlarını durgunluk doldurdu. Durgunluğu itemezdi. Şekillendiremezdi. Ama başka büyüleri yaparken ondan güç sağlayabilirdi. Öyle de yaptı. Durgunluğu kullanıp biraz yorulmuş payını uyandırdı. Yavaşça uyanan ve artık serbest olan payı güç çekmeye başladı. Geceyi çekti. Sonra dağları, kayaları, gölü. Korkunç ve tarifi olmayan bir açlıkla kaotik olmayan her şeye uzanıp kendine sürükledi. Bilincinin çarkları dönmeye başladı. Cildi yine olması gerektiği gibi buz kesti. Başka bir kovan kayaya çarpıp sekti. Yelkanlılar değerli barutlarını Eliz için harcıyorlardı. Konumlarını kestirebilmek için renklere odaklandı. Gerideydiler. Ve yüksekteydiler. Tamam, binadan ateş açıldı. Yeşil de hala tepedeydi. Yanında aynı parlaklıkta bir de gök mavisi vardı artık. Salik ve çırağıydı bunlar. Arkalarında da sönük renk zerreleri oradan oraya hareket ediyordu. Bunlar da Kızkardeşlerdi. Güzel. Pay hassasiyeti hala yerindeydi. Renkleri hala duyumsayabiliyordu. Açılan ateşin sıklığı arttı. Mermiler kayanın tepesinden arı gibi geçti. Bir tanesi Eliz'in az ötesine saplandı. Biri başının üstündeki kaya parçasını parçaladı. Eliz'in üstüne toz ve kırık taş yağdı. Kaya onu koruyordu. Ama nereye kadar koruyacaktı ki? Sonsuza kadar binadan ateş etmeyeceklerdi. Eninde sonunda Eliz'e yaklaşacaklardı. Panik gırtlağını yaka yaka yükseldi. Dikkatini toplamak için cübbenin koluyla hala kanamakta olan burnunu sertçe sildi. Derin nefesler aldı. Sakin olmalıydı. Erez ile buluşması gerekiyordu sadece. Dağın eteğinde. Her neredeyse onun yanına gidebilirdi. Göle bile atlayabilirdi. Yeter ki tepeden inebilsin. Erez'i bul. İnce kesiklerden kanayan avcunu altındaki taşa bastırdı Eliz. Gücünü bilinci yerine büyüye odakladı. O tanıdık titreşimi aradı. Ritmik bir şekilde atan, hiç bozulmayan, sıcak titreşimi. Payını artık bastırmayışından olsa gerek, yanıt tüm netliği ile bileğini yaktı, elini neredeyse kayadan itti. Binaların olduğu taraftaydı. Tabii ki öyle olacaktı! İncilidere tarafından geliyordu o da! Eliz içinden bir dizi küfür sıraladı. Elini yerden çekti. Kurşunlar bulunduğu yere ardı ardına ateşlenirken kayadan biraz uzaklaştı. Erez sesleri duyup tam karşısından gelecek olursa Eliz'in tam yerini kestiremeden ateş altında kalacaktı. Muhtemelen tilki kulakları sesleri duymuştu, ondan kaçmazdı bu sesler. Eliz'in yerleşkeye ilk girerken saklandığı çalılıklardan birine girmiş olabilirdi. Belki de binaların uzağından gizlene gizlene geçiyordu. Eliz bunu bilemezdi ki ama! Kafasını kenardan uzatamıyordu bile. Kendi sonunu getirmişti Eliz. Kendiyle birlikte tuhaf arkadaşının da sonunu getirmişti. "Şşşt!" diye seslendi biri. Eliz kaşlarını çattı. "Vitaminsizler! Bakın buraya hele." Ateş bir anlığında durdu. Eliz de fırsattan yararlanıp kayadan yana uzandı. Erez'di bu. Eliz'den epey uzaktaydı. Ana binaya yakındı. Öylece açıkta durmuş, az sonra bir gösteri sunacakmış gibi kollarını iki yana açmıştı. Ama halinden kilometrelerce koştuğu ve metrelerce tırmandığı belliydi. Saçları topuz demeye bin şahit topuzundan saçılmış, gömleği terden tığdan ince gövdesine yapışmıştı. "Ateş açmak ne be?" Sesi çatlandı. Cebinden kara bir kağıt çıkardı. Düzgünce katlanmıştı. Ondan beklenmeyecek bir düzgünlükte. "Hiç yaratıcı değilsiniz." Kağıdı parmaklarının arasında evirip çevirdi, düzeltti. "Ama bak, bu çok yaratıcı olacak." Bir adım gerileyip kağıdı fırlattı. Kağıttan bir uçaktı bu. Yelkanlılar ne olduğunu anlamaz halde şaşkınlıktan öylece kalakalmışlar, binaya süzülen kağıda kilitlenmişlerdi. Eliz de bakakalmıştı. Uçak yükseldi ve rüzgarla süzüldü. Güçlü eller Eliz'i omuzlarından yakalayıp kayanın yanına geri soktu. Erez nefes nefese kalmış halde "Bakma oraya," dedi ve kendisini de kayanın arkasına attı. "Yine mi ışık?" "Evet, en kötüsü de bu." dedi iki nefesinin arasında. Eliz başını salladı. Avuç içleriyle gözlerini kapattı. Geceleyin doğan suni güneşi bekledi. Ama ışık çakmadı. Onun yerine korkunç bir patlama oldu. Farkında olmadan attığı çığlık patlamanın gümbürtüsüne karıştı. Elleri gözlerinden kulaklarına kaydı. Şok dalgası sanki yanı başından yük treni geçiyor gibi zemini ve saklandığı kayayı sarstı. Ayların soluk ışıklarını toz dumanı yuttu. Cübbesine irili ufaklı taşlar ve ağır tozlar yağdı. Gümbürtü yerini ağır bir uğultuya ve rüzgarkesenlerin martı vari çığlıklarına bıraktı. Eliz korka korka elini kulaklarından çekti. Elleri zangır zangır titriyordu. Kayaya tutunup ayağa kalktı. Şimdi yarısı havaya uçmuş binanın enkazına bakakaldı. "Bu..." Kirişlerden biri kırıldı. En üst kattaki teras çöktü. Bir beyaz cübbe oradan aşağı, enkazla birlikte kaydı. "Bütün sorunlarımızı çözdü." dedi Eliz. Kelimeler kafasından diline akmıyordu adeta. "Kökten." Bilmeden yuha yağını mı patlattık biz şimdi? En az Eliz kadar hırpalanmış Erez de ayağa kalktı. "Nasıl?" diye söylendi. Hayal kırıklığıyla kaşlarını çattı. "İyi de o kağıda yazdığım rün İncilidere'de kullandığım rünün aynısıydı." Toz Eliz'in genzine doldu. Hafifçe öksürdü. Yanına dönüp Erez'e baktı. "'Parla' yerine 'Patla' mı yazdın yoksa?" Çocuğun gözleri binada gezindi. "Of!" Sonra yüzünü ekşitip avcuyla alnına vurdu. "Muhtemelen." Bu hatayı rünleri öğrenirken Eliz de yapmıştı. Herkes yapıyordu. Söz konusu hata minicik bir çizginin uzunluğuydu. Ama daha fazla dayanamadı. Gerginlikten keman gibi çalınabilecek hale gelmiş sinirleri kopup bozuldu. Gülmemek için dişlerini sıktıysa da kıkırdamasına hakim olamadı. Kıkırtısı da kısık sesli kahkahaya döndü. Bedeni hem kahkahasından hem de gerginliğinden öylesine titredi ki kayaya tutunmak zorunda kaldı. Kahkahası bulaşıcıydı. Erez de yanında kıkırdayıp gülmeye başladı. Parla yerine patla. "Bu hikayeyi eve döndüğümüzde herkese anlatacağım." dedi Eliz yaşaran gözlerini silerken. "Yanlışlıkla bir kışla dolusu yelkanlı öldürme hikayemizi." Erez başını sallarken yaslandığı kayadan ayrıldı. Kızın üstüne başına bakana kadar hala gülüyordu. Kirlenip yırtılmış cübbeye baktı şöyle bir. "Kızkardeş oldun demek." Hala Eliz'in başına örtülü olan cübbenin kapüşonunu geriye itti. Karmakarışık olmuş sarı bukleleri cübbenin altından sabırsızca sıyrıldı. "Bıçağı alabildin mi?" Sonra hala alevlerin yükseldiği binaya baktı. "Gerçi bir önemi kalmadı artık." "Aldım." Saçlarını kulağının arkasına astı Eliz. "Hatta ilginç bir şey de buldum. İlgini çekebilecek bir şey." "Nedir o?" "Şu tepeden inip kaybolalım, gösteririm."
|
0% |